9 Aralık 2015 Çarşamba

ŞEYTAN ÇIPLAK : Kemal Özer’den, ‘yeni dünya düzeni’ne karşı direniş manifestosu .... Yeni bir dünya yahut da pek çok kimsenin reddetmediği girift, sevimsiz, kirlenmiş, buhranlı, hastalıklı ve özellikle şizofrenik bir hayatın içine itildik. Adları ve bütçeleri iri, unvanları kalabalıklaşmış, ama at gözlükleriyle donatılmış kurum ve kişilere mahkûm bırakıldık.



Kimlik, ideoloji, dünya, bizim coğrafya, endüstri, siyaset ve 17 Aralık üzerine yazıyor. Üstelik sesi,Şeytan Çıplak diyecek kadar yüksek çıkıyor. İnsanın hız, haz ve hırs üçgeninde yaşadığını söyleyen Özer, “Farkında olamasak da geliştikçe büyülendik, büyülendikçe körleştik. Artık büyüsü bozulmuş bir dünyada yaşıyoruz. İblisin karanlık adamları hariç, kimse durumdan memnun değil, kimse mutlu değil, kimse sıhhatli değil. ‘Yeni dünya düzeni’ denilen şeytani yapılanma dostluk maskesi altında Yaratıcıya, tabiata, insana, inançlara, kısaca, engel olarak gördüğü her şeye düşmanlık ediyor,” diyor.

Yeni bir dünya yahut da pek çok kimsenin reddetmediği girift, sevimsiz, kirlenmiş, buhranlı, hastalıklı ve özellikle şizofrenik bir hayatın içine itildik. Adları ve bütçeleri iri, unvanları kalabalıklaşmış, ama at gözlükleriyle donatılmış kurum ve kişilere mahkûm bırakıldık. İletişim araçları, reklâm, moda, müzik, kredi kartı, sentetik toksik yiyecek, içecek ve giyecekler, “temizlik” ve kozmetik ürünleri ile esir alınan beden, bilinç, ahlak ve ruhlar ordusu gibiyiz artık.

Özer, bütün bu kargaşanın nedeninin Allah’la, tabiatla, adaletle ve hakikatle olan ilişkimizin bozulması olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Musevi-Hıristiyan ahlakı, insanı tabiattan kopardı. Modern materyalizm ise bugün Allah’ı dışlayıp insanı tamamen tek başına bırakarak sorunu keskinleştirdi. Kâinat şeyleştirildiği için, insan da şeyleşti. Bütün bu kötülüğün kaynağının ne olduğunu sorgulayan düşünürler, ‘soyaçekim’ diyorlar: Kur’an’i tabirle, atalarının dini üzere yaşamak.”

Kemal Özer, tahrif edilmiş dinlerin mensuplarının ideolojisine bir de seküler dünyanın sömürgeciliği eklendiğinde, içinde debelendiğimiz kötülük sarmalının gerçek nedenin anlaşılacağını belirtiyor. Ona göre en fenası kurumsallaşmış olan kötülük. “Bütün kötülüklerin en kötüsü, kurumsallaşmış olan kötülüktür ki, bugün yaşadığımız tam da budur.Kurumsallaşan ideolojik ve bilimsel temelli kötülük, bir yıkım uygarlığıdır. O inşa etmez, onarmaz, parçalar, çöp ve yok eder. Bu bir hiç olduğu için, her şeyi hiçleştirmeye çalışır. Ruh, beden ve bilinci kötü olduğu için, iyiyi ve iyiliği ele geçirip onu da kendine dönüştürmek ister.”

Yine de, çözümsüz değil diyor yazar ve yeise kapılmadan İslam’ı işaret ediyor. “Mamafih kuşatıcı olan zulüm değil, haktır. Unutulmamalıdır ki, zalimin başarısı güçlülüğünden değil, bizim ona yüklediğimiz aşırı güç vehminden... Şeytan ve küresel mafya, insanları çocuklarıyla, rızklarıyla, gelecekleriyle, hatta iktidarlarıyla korkutur. Korkutamadığında ise destek verecekleri bir amaç koyar önlerine. Bize düşen, düşmana güç vehmetmek ve ona atfedilen sanal gücün büyüsüne kapılmak değil, kendi gücünün farkına varmaktır, Hz. Musa misali... Hz. Peygamber (s.a.v.) en zor anında yoldaşı, kardeşi Hz. Ebubekir’e (r.a.) ne diyordu: ‘

Korkma! Allah bizimle beraberdir!’ ”





BÖLÜM BAŞLIKLARI
- KİMLİK
- İDEOLOJİ
- DÜNYA
- BİZİM COĞRAFYA
- ENDÜSTRİ
- SİYASET
- 17 ARALIK


‘Şeytan Çıplak!’

Teknik Özellikler
Yazar: Kemal Özer
Yayınevi: Hayykitap - 285
Kategori: Bize Söylenmeyenler - 21
Türü: Deneme
Birinci baskı: Şubat 2015
Sayfa sayısı: 336
Ebat: 13,5 x 19,5 cm
ISBN: 978-605-5181-95-6
Barkod: 9786055181956


Kemal Özer'in Yayınlanmış Diğer Eserleri
Deccal Tabakta - Hayykitap, 2010
Şeytan Ye Diyor! - Hayykitap, 2011
Müslüman’ın Diyeti - Hayykitap, 2012
Yediklerinizin İçinde Ne Var? - Hayykitap, 2012
Organ Nakli Hakkında Gizlenen Gerçekler - Hayykitap, 2013
Ramazan Kitabı - Hayykitap, 2014
Hangi Suyu İçmeli? - Hayykitap, 2014

BANNER
Flash reklam bannerleriFlash banner enbed kodları
MEDYA MATERYALLERİ

Resim - 1Resim - 2

Basın Bülteni

Türkiye E-SATIŞ
Kitapyurdu
İdefixBabil

Yurtdışı E-SATIŞ
AvrupakitapThalia

DECCAL TABAKTA : Gıda Güvenliği Hareketi’nin liderinden ‘başkaldırı’ çağrısı! Deccal Tabakta Siyasî, Dinî ve Vicdanî Açıdan GDO




“Doğal yapıyı bozan, zayıfla güçlü arasındaki makası büyüten, her biri doğal denge için görevlendirilen mahlûkatın yok edilmesine neden olan bu mühendislik planına; kısır hibrit tohumlara ve GDO denilen kalıtım mühendisliğine karşı çıkmak insanî bir zarurettir. Bu başkaldırı, insanın sorumluluklarının başında gelir.”

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği Genel Başkanı Kemal Özer’in kaleme aldığı Deccal Tabakta olay yaratacak bir kitap. Gıdalarımız üzerinde oynanan kirli oyunu ve bu oyunun soğukkanlı deccalî oyuncularını deşifre ediyor. İnsanlığın en ivedi ve hayati meselesi olan gıda emperyalizmini, Allah’ın yarattığı tertemiz gıdalarımızın nasıl kirletildiğini mercek altına alıyor. Umudu da hiçbir zaman elden bırakmayarak okuyucuya ‘ gerçek kurtuluş’ reçeteleri veriyor.
Günümüzde şeytanın rolünü, gıdayı silah olarak kullanan dev tröstler üstleniyor. Ruh ve bedenimize müdahale etmek, fıtratımızla, genlerimizle oynamak istiyorlar. Amaçları, minicik bebekleri, insan denen o güzel halifeyi ‘organizma’dan ‘mekanizma’ya dönüştürmek. Onlar acımasız, para da çok umurlarında değil. Sahip olmak, her şeye sahip olmak, kıyametten sonra da yaşamak arzusundalar. Yaratılışın sırrına vakıf olamadıkları için, yaşam kaynağı tohumları ele geçirmek ve kirletmek istiyorlar.

Rockefeller, Rothschild, Monsanto, Cargill, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, CFR, Bush ya da Obama fark etmiyor. Hepsi ‘organik’ olarak birbirine bağlı. ‘Dünyanın kurtuluşu’ olarak sundukları ise hibrit, transgenik, ebter ve genetiğiyle oynanmış tekno-gıdalar. Kadınları kısırlaştıran, çocukları hasta eden, çiftçileri köleleştiren, doğayı mahveden kirli, ucube, haram gıdalar… “Bu şeytani gıdaları yemektense şerefli bir şekilde ölmeyi tercih ederim” diyorsanız bu kitabı okuyun. Çünkü Deccal Tabakta sizi vicdanınızla baş başa bırakıyor.

Global Devlerin Oyunu’nu nasıl bozacağınızı, sofranıza habersiz oturan Deccalî güçlerle nasıl savaşacağınızı, nasıl insan kalacağınızı anlatıyor.

Kemal Özer’in kitaptaki son sözü ise şöyle:

GDO, insanlık için tarifsiz bir musibettir. Çünkü GDO;
Sayısız hastalık demek, kölelik demek.
İnsanlığın ortak mülkü tohumları birkaç küresel gücün insafına terk etmek demek.
Bağımsızlığından vazgeçmek demek. Kısırlaştırılmayı kabul etmek demek.
Bitkilerin ve hayvanların bedduasını almak demek.
Dünyayı yaşanamaz bir yer haline getirmek demek.
Her mideyi misket bombası ile doldurmak demek.
Beden ve ruh sağlığından vazgeçmek demek
İnsan ve hayvanlarda yamyamlaşma belirtileri demek.
Kötülük ve belâ demek, zulüm ve haksızlık demek, bağımlılık demek.
Dedelerimizden aldığımız emanete ihanet demek.
Ona rıza göstermek şeytana rıza göstermek demek...
Karşı durmazsak bu belâlar gelir hepimizi bulur! Bu eserin en temel özelliği: Deccal Tabakta; GDO ve tohum sorununu, siyasi, ekonomik, sosyal, sağlık, çevre ve dinî boyutlarını ele alan dünyadaki tek eser olmasıdır.


Teknik Özellikler:

Yazar: Kemal Özer

Yayınevi: Hayykitap - 104

Kategori: Yeryüzünün Ahengi - 3

Türü: Teknoloji ve Sağlık

Sayfa sayısı: 296

1. baskı: Mart 2010

2. baskı: Mayıs 2010
3. baskı: Mart 2011
4. baskı: Ağustos 2011

5. baskı: Eylül 2012
ISBN: 978-605-4325-10-8
Eki : Benzersiz 2 ilginç dev harita (Küresel Bilderberg icra heyeti ve şirketleri ile Dünya tohum ağı)


Kitap, seçkin kitapçılar ve GelenekselPazar gibi e-tiaret sitelerinden temin edilebilir.


AVRUPA TEMİN YERLERİKİTAPYURDU AVRUPA

NT AVRUPA

ESERLE İLGİLİ MÜLAKAT: Biyolojik silahlar midemizde!


İçerik başlıkları:
İçindekilerGiriş


Birinci Bölüm: Isınma...GENİMLE OYNAR MISIN? GDO nedir?
Transgenik teknoloji
Hibrit tohumlar
Aşılama
Aşılama ile hibrit arasındaki fark
Frankeştayn gıdalar
Modifiye organizmalar
Gen, genom ve şifreler!
Terminatör genler
Hikâye: Yumurta Büyüklüğünde Tohum


İkinci Bölüm: Siyasi…DECCAL TABAKTA! GDO’nun tarihi
‘Yeşil devrim’ belası!
Tohum kimin mülkü?
Pirinç trajedisi
Tabaktaki iktidar
Bir silah olarak gıda!
En anlamsız soru: Patron kim?
GDO neden siyah?
GDO’cular kim?
Efendiler ve maşalar!
Global Devlerin Oyunu bir komplo teorisi mi?
GDO’cular ‘Deccâl’ ya da ‘Ye’cüc ve Me’cüc’ olabilir mi?
GDO’cuların parolası ve gizlenen gerçek
Kim bu Rockefeller?
Monsanto’nun aşkına
Dört legal bir illegale neden bağlı?
22. yüzyıl gelecek mi?
GDO ısrarının nedeni ne?
GDO’cuların gözü fakirin ekmeğinde mi?
GDO hangi ülkelerde yasak?
Türkiye tohumları depoda mı, tarlada mı depolamalı?
GDO yönetmeliği tavşana kaç, tazıya tut mu?
Etikete GDO’suz yazmaktan kim rahatsız?
Siyaset ve kamu erkinin GDO’ya bakışı sorunlu mu?
Sağlık ve çevre otoriteleri GDO’ya neden duyarsız?
GDO Anayasa’ya uygun mu?
Hikâye: Küçük Şeytan
Netice

Üçüncü Bölüm: Ekonomik…BİR AVUÇ DOLAR!
Yoksulluğun küreselleştirilmesi
Açlık kozu!
GDO açlığa çözüm mü?
GDO’lu ürün daha mı ucuz?
Biz kaybederken, Monsanto nasıl kazanıyor?
Dünyanın en zenginlerinden olmak yetmedi mi?
Hikaye: Yıl 2023, Zeki Çocuklar ve Bankadaki Tohumlar

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Sosyal...GDO’YA NEDEN KARŞIYIZ?
Tohumcuların amacı ne?
Tehlikenin farkında mısınız?
Her şey insanlık için
Gıda güvenliği söylemi ne kadar güvenli?
GDO için ne dediler?
GDO’lu torunlar
GDO ve bilimin özgürlüğü
Başkalarının amaçlarına araç olmak
Hangi ürünler GDO’lu?
Buyur buradan yak!
GDO’cular GDO’lu ürünlerden yer mi?
Hoşgeldin ‘tüp insan’!
Niçin GDO’ya karşıyız?
GDO karşıtlığı neden zararlı bir iştir?
Yasaları zenginler yapar, yargıçlar uygularsa fakirler ne yapar?
Maymunu tutsak eden açgözlülüğü
Netice

BEŞİNCİ BÖLÜM: Sağlık...TÜRKÜM, DOĞRUYUM, KISIRIM, KANSERİM!İnsanlık üzerine nasıl bir kumar oynanıyor?
İnsanla makine arasındaki fark!
GDO gripleri
Prototip senaryo: Artık yemeyiz!
GDO’nun sattığı hastalıklar!
Erkeklik ölüyor mu?
GDO’lu ürün ye, cesedin yakışıklı olsun!
GDO öldürür mü, süründürür mü?
Mamalarda GDO neden yasaklandı?
GDO bağımlılık yapar mı?
Tavuk da mı GDO’lu?
GDO evliliği olur mu?
Netice
Hikâye: Bozuk gıdalar


ALTINCI BÖLÜM: Çevre...KURT(ÇUK)LARLA DANS!
Bala İsrail parmağı
GDO’suz tohum aranıyor!
Organik gerçekten organik mi?
GDO’lu meyveler neden kurtsuz?
Hikâye: Yabanî ot
Netice

YEDİNCİ BÖLÜM: Dinî...“HELAL” OLSUN SANA “HELAL” OLSUN!
Uzmanlardan korkulur mu?
GDO Müslüman’ı bozar mı?
GDO namaza mani mi?
Dinler GDO’ya nasıl bakar?
Yahudiler
Hıristiyanlar
Tüketim ölçüsü helal-haram olmazsa
Netice

SEKİZİNCİ BÖLÜM: Sonuç...YA BİTER YA DA BİTER!
Bu düzen nasıl yıkılır?
Tek yol devrim! Yani bu düzeni yıkmak!
Aldanan olmak
Bugün GDO için ne yapmalı?
Siz ne yaparsınız?
Netice

MEHDİ VE MEHDİYET GERÇEĞİNİN RİSALELERDEKİ AÇIKLAMASI : Mehdiyet üç ayrı dönemde ele alınsa bile tek bir kurumdur. Başında bulunlar ise kurumun temsilcileridir. Yine unutmayalım ki, sonra gelen iki zat birinci zatın talebeleri veya yardımcıları olacaklar ve onun çizdiği daireyi genişleterek hizmet edeceklerdir. ÖZETLE; İMAN, HAYAT, ŞERİAT OLARAK İSİMLENDİRİLEN ÜÇ AYRI DÖNEMİN İHYASI VE İCRASI SÖZ KONUSUDUR.


1. Risalelerde mehdilik hakikati ve mehdinin geleceğine dair genel anlamda bir bilgi var mıdır ve nasıl ifade edilmiştir?

Evet, vardır va özetle şöyle ifade edilmiştir:

“Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.”(1)
“... her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır.”(2)
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinaden, herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ye’se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mânevî raptetmek için Mehdîyi haber vermiş.”(3)
2. Peki Risalelerde ahir zaman mehdisinin varlığı ve geleceği hakkında bilgi var mıdır ve bu nasıl ifade edilmiştir?
Evet vardır ve şöyle ifade edilmiştir:
“Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır…”(4)
Âhirzamanda Hazret-i Mehdî geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivâyât-ı sahiha var."( 5)
“Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.(6)
3. Ahir zaman mehdisinin diğer mehdilerden bir farkı olup olmadığı Risalelerde ifade edilmiş midir?
Ahir zaman mehdisinin diğer mehdilerden farkı Risalelerde şöyle ifade edilmektedir: 
“Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi…”(7)
“Mehdî-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi olduğu…”(8)
“Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhir zamanın Büyük Mehdî unvanını almamışlar.”(9)
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılan odur ki, ümmetin beklediği ahir zaman Mehdisinin daha evvel gelen mehdilerden farkı, her açıdan önderlik etmesidir. İman, ilim, siyaset, diyanet gibi temel konuların hepsinde rehber olacaktır.
Mesela, Ömer bin Abdulaziz gibi bir zat daha çok siyasi alanda ümmete liderlik ederken, Abdulkadir Geylani ve İmam Gazali  Hazretleri gibi zatlar ilmi alanda rehberlik etmişlerdir. Ancak ahir zaman Mehdisinde bunların hepsi bir arada bulunacaktır. Temsilde hata olmasın, nasıl ki, Ahir Zaman Peygamberi Hz. Muhammed (asv) diğer peygamberlere göre her alanda rehber bir peygamberdir. Hem alim, hem komutan, hem devlet reisi olmuş, içtimai ve iktisadi alanlarda rehberlik etmiştir. Aynen öyle de Ahir Zaman Peygamberi (asv)’in talebesi olan Ahir Zaman Mehdisi de ona bir derece benzeyecektir ve onun misyonunu ahir zamanda temsil edecektir denilebilir. Yani kendisinden önce gelen mehdilerin tüm vazifelerini, temellerini atacağı Mehdiyet kurumu ile gerçekleştirecektir.

4. Ahir zamanda gelecek olan mehdi bir şahıs mıdır, şahsı manevi midir? Risalelerdeki ifadeleri gösterebilir misiniz?
Öncelikle Risalelerde geçen ilgili birkaç ifadeyi buraya alalım ve sonra kısa bir değerlendirme yapalım: 
Âhirzamanda Hazret-i Mehdî geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair1müteaddit rivâyât-ı sahiha var. Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur”( 10)
“Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var...” (11)
“Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek...”(12) 
“Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdetâ kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı mânevide ancak içtima edebilir.”(13)
"... ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.(14)
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Mehdi, bir cemaati, cemiyeti temsilen ortaya çıkacak ve fikri alt yapısını oluşturacağı ve tesis edeceği bir cemaatle, bir cemiyetle hizmet edecektir. Şahsından kaynaklanan harikalar veya olağanüstü meziyetlerden ziyade, cemaatin şahsı manevisi ile başarı elde edecektir. Zira Deccal ve süfyan da birer şahıs değil, şahsı manevi olan birer cemiyet olarak tahribat yapacaklardır.
Yukarıdak geçen: “ o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkane” cümlesinde Deccalizm şahsı manevi olarak ifade edilirken, ona karşı mücadele edecek olan Mehdi de bir cemaatin başına geçerek mücadele edeceği: “ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî” cümlesi ile ifade edilmiştir. Başka türlü de beklenemez, Bir cemaate karşı bir şahsın tek başına mücadele etmesini beklemek ne kadar doğru olabilir? Küfür cephesini; “Süfyanın şahs-ı mânevîsi”  temsil ediyorsa, bununla mücadele edecek iman cephesini de “Mehdilik şahsı manevisi” temsil etmeli değil mi? Kastamonu Lahikasında geçen şu tespite sizlerde hak vereceksinizdir:
“Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle, cemiyet ve komitecilik mayasıyla bir şahs-ı mânevî ve bir ruh u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor.”(15)
Ehli imana saldıranlar komitecilik ve cemiyet ruhuyla bir şahsı manevi oluşturup saldırırsa, buna karşı nasıl bir cephe oluşturmak gerekiyor acaba? Düşmanın silahı ile silahlanınız emri Nebevisini en muhtaç olduğumuz bir zamanda kulak ardı etmek, mağlubiyeti peşinen kabul etmek demektir.
Nitekim Müslümanların şimdiki mağlubiyetinin nedenini, Bediüzzaman da bu zaviyeden bakarak:
“Senin şimdilik mağlûbiyetinin bir sebebi, bir cemaate ve bir şahs-ı mâneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir.”(16) tespiti ile cevaplamaktadır. Ayrıca  diyor ki:
“Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâkî hakikatler, fâni ve âciz şahsiyetlere bina edilmez.”(17)
Şahsı maneviden maksat, tüzel kişiliktir, cemaatir. Nitekim Nur risalelerinde sık sık şahsı manevi olan cemaat nazara verilmektedir, şöyle ki:
“Zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur...”(18)
“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.”(19)
“Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.”(20)
İşte bütün bu ifadeler bize mehdinin tek başına değil, bir cemaatin başına geçerek, cemaatle hizmet edeceği, cemaati yönlendireceği ve dolayısı ile mehdiliğin cemaate yansıyacağı gerçeği, mehdiyetin bir şahsı manevi olduğu sonucuna götürmektedir.
Cephede savaşan bir ordunun başında bir komutan vardır, ama başarı bütün ordunundur ve ancak ordu ile sağlanabilir. Cephede savaşan yalnızca komutan değildir, şahsı manevi olan ordudur. Nitekim eski zamanlarda şahıs ön plana çıkmasına bedel, asrımızda şahsı manevi ön plana çıkmıştır.
Bir kral veya padişaha bedel, meclislerin ve parlamentoların devletleri idare etmesi, iş sahiplerinin değil, şirket isimlerinin ön plana çıkması ve “izm” le biten akımların ortaya çıkması gösteriyor ki, asrımız şahsı manevi asrı, kurum ve tüzel kişiliğin öncülük ettiği bir asırdır. Ateizm, komünizm, sosyaliz gibi şahsı manevi olan düşmanlara karşı bir şahıs ne kadar harika ve dahi de olursa olsun, karşı koyamayacağı ortadadır. Şahsı maneviye karşı ancak şahsı manevi ile mukabele edileceği gerçeği, mehdiyetin de bir şahıs mı, yoksa şahsı manevi mi sorusun net cevap vermektedir.

5. Ahir zaman mehdisinin üç vazifesinden bahsettiniz; bu vazifeler Risalelerde açıklanmış mıdır, nasıl?

Ahir zaman mehdisini üç vazifesi Risalelerde şöyle açıklanmaktadır:
“Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır...”
“İkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır...”
“Üçüncü vazifesi: İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır…”(21)

6. Ahir zaman mehdisinin bu üç vazifesini birer cümle ile açıklar mısınız?

Birinci vazife, imanın esaslarını inkâr eden zararlı akımlara, deccalizme karşı asrın idrakine uygun bir tarzda mücadele etmek ve iman hakikatlerini ispat etmektir.
İkincisi vazife, imanını sağlamlaştıran müminler, imanlarının gereğini hayatlarında ve yaşamlarında temsil etmek isteyeceklerdir. Bu imkân temin edilerek şeairi İslamiye bir bir ihya edilecektir.
Üçüncü vazife olarak da, ahkamı Kur’aniye, Şeriatı Muhammediye tesis edilecektir ve hükümferma olacaktır.
Özetle; “iman, hayat, şeriat” olarak isimlendirilen üç ayrı dönemin ihyası ve icrası söz konusudur.

7. Öyle anlaşılıyor ki, bu üç vazife bir anda olmayacak ve muhtemelen uzun bir zaman alacaktır. Mehdiyet şahsı manevisinin mümessili ve öncüsü olan zatın ömrü bu üç vazifeyi yapmaya yeter mi?

Mehdiyeti sadece bir şahsa indirgeyip ve sadece bir  kişiye tahsis ettiğimizde, bu soru haklı olarak kafamızı kurcalayacaktır. Ama yukarıdaki ifadelerden ve Risalelerdeki alıntılardan da anlaşıldı ki, mehdi şahsı manevi olan bir kurumu, yani mehdiyeti temsil etmektedir.
Mümessil olan mehdinin ömrü yetmeyebilir, ancak mehdinin oluşturduğu ve temelini attığı bir tüzel kişilik olan şahsı manevinin ömrü, yani mehdiyetin ömrü devletlerin ömrü gibi uzun olacağından dolayı bir çelişki söz konusu olamaz. Mehdi ile mehdiyeti iç içe düşünmek durumundayız.
Orduyu temsil eden bir komutan, ordunun dışında değildir. Ordu denildiğinde, içinde en küçük er ile başındaki komutan birlikte akla gelir. Komutanın icraatı ordunun icraatı sayıldığı için ordu hesabına geçer. Aynı şekilde ordunun başarıları ve icraatları da komutanın  başarısı ve icraatı sayılır. Hele o komutan ordunun alt yapısını, temelini kendisi oluşturmuşsa,  sıradan bir komutandan öte, orduya bir isim bir alem olmuşsa, vefat etse bile ordunun başarıları onun hesabına geçeceği için kendisi yapmış gibi kabul edilir.   
Risalelerde geçen şu ifadeleri okuyalım, konumuz daha netleşmiş olur:
“Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz…”(22)
“Hem bu üç vezâif… Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı mânevide ancak içtima edebilir...”(23)

8. Ahir zaman mehdisinin bu üç vazifesinden en önemlisinin hangisi olduğu Risalelerde ifade edilmiş midir?

Aşağıda yer alan alıntılardan da anlaşılacağı gibi, en önemli ve öncelikli vazife, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek olan birinci vazifedir. Hem kaldı ki, asıl ve esas olan da bu birinci vazifedir. Zira diğer iki vazife bu plan ve proje üzerinde tesis edilecektir. Mehdinin tesis ettiği cemaat olan şahsı manevinin rehberi olacak fikirler birinci vazife ile ortaya çıkacaktır.  
“Şimdi hakikat-i hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatini ifade ettiği için… ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir.”(24)
“Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak…”(25)
“Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar…”(26)

9. Mehdinin şahsı manevi olacağı veya olması gerektiği zarureti anlaşıldı. Ancak her şahsı manevinin bir mümessili ve rehberi vardır; bu noktada mehdiliğin yeri nedir?

Şahsı manevinin temsilcisi olan bir şahıs elbette vardır ve bu şahıs mehdi unvanını taşıyacaktır. Ancak o her şeyi bizzat kendisi yapmayacaktır; yapması da imkansızdır. Rivayetlerde mehdi hakkında gelen olağanüstü tarifler onun şahsına değil, cemaatinedir. Bu konuda Risalelerde geçen şu ifadelere kulak verdiğimizde mesele daha iyi anlaşılacaktır:
“Hem de o eşhasın (Mehdi ve Deccal) şahs-ı mânevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi o eşhasın zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı harika çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki, demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman tanınabilir.”(27)
Bu ifadeler de gösteriyor ki, mehdi hakkında gelen olağanüstü rivayetler bir şahsa dönük değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı, herkes (iman eden, etmeyen) onu fark edecek ve tanıyacaktı. Halbuki, herkesin Mehdiyi tanıyamayacağı, ona çok yakın olanların ancak tanıyabileceği rivayet edilmektedir. Aynı durum Deccal için de geçerlidir.
Ancak bu rivayetler bir cemaat için kullanılsa, gayet makul ve yerinde olduğu anlaşılacaktır. Bütün dünyayı etkisi altına alan komünizmin başarısı tek bir kişiye verilse elbette ki olağanüstü olur.  Ancak komünizm bir fikir akımı olarak, bir şahsı manevi olan bir cemaatle gerçekleşince, olağan bir gelişme olarak karşılanmıştır. Bu demektir ki, bir cemaatin başarısı bir şahsa verilse, olağanüstü görünebilir, ama cemaate verilse olağan karşılanır. İşte Mehdi hakkında gelen rivayetlerin bizim açımızdan olağanüstü gelmesinin nedeni de, onu sadece bir şahsa vermemizdir. Bir cemaat ve şahsı maneviye verildiği zaman olağan olur ve âdettullah kanunlarına ters düşmez. Olağan olunca da aşırı dikkat çekmez, dikkat çekmeyince de fark edilmez ve kolay kolay tanınamaz.  

10. Şahsı maneviyi temsil eden mehdinin en büyü rolü ne olacaktır ve niçin rivayetler onun şahsında gelmiştir?

Mümessil olan zat, şahsı manevi olan cemaatin fikri alt yapısını oluşturacak ve hizmet tarzını belirleyecektir. Risalelerden anladığımız kadarı ile bunu, yazacağı eserler ve bizzat hayat tarzı ile ortaya koyacaktır. En büyük başarısı, asrı iyi okuması ve asrın gereği olarak sistemini bir cemaat üzerine kurması ve hizmeti omuzlayacak bir şahsı maneviyi ortaya çıkarmasıdır.
Özet bir ifade ile mehdi, mehdiyet şahsı manevisini, mehdiyet kurumunu kuracaktır. Böylece tesis edilecek donanımlı ve fedakar bir cemaat onun gösterdiği istikamette yürüyerek her açıdan başarı sağlayacaktır. Sağlanan bütün başarılarda elbetteki, mümessil olan şahsın en büyük katkısı olduğu için, rivayetler onun şahsında gelmiştir; mehdi olarak da bir kişi nazara verilmiştir.
Birçok risalede dikkatlerin çekildiği bu konu hakkındaki bir pasajı buraya alalım:
“Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemâlin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-i azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyiç edecek ve uyandıracak hâdisât-ı azîme vücuda geliyor."
"Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdî başına geçip tarik-i hak ve hakikate sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.” ”( 28)

11. Ahir zaman mehdisinin üç ayrı vazifesinden bahsettiniz. Mümessil olan şahıs, bu üç ayrı vazifede hayatta olup bizzat kendisi mi liderlik yapacak, yoksa cemaatinde bazı şahıslar mı öncülük edecektir?

Risalelerde geçen bu konudaki ifadeler birleştirildiğinde, mümessil olan ve cemaatin fikri alt yapısını ve stratejisini, eserleri ve hayat tarzı ile ortaya koyan zatın, her üç dönemin icrasına ve tahakkukuna ömrü yetmeyecektir. Ancak onun cemaati ve cemaatinden ortaya çıkacak lider zatlar, diğer iki dönemin ihyası ve icrasında rol alacaklardır. Fakat cemaatin ve öne çıkan şahısların hizmetleri yine mümessil olan Zatın hesabına geçeceği için, kendisi yapmış gibi rivayetlerde yer almıştır ve doğrusu da öyle olmak iktiza eder.
Mesela bu konuda şu ifadelere bakalım:
“Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak...”(29)
Yukarıda: “… o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını…” ifadesi ile bir cemaat  nazara verilirken, hemen ardından, “Ve onun üç büyük vazifesi olacak…” ifadesi ile de bir şahsı nazara vermesi, zahiri bir çelişkiyi çağrıştırabilir. Zira hem bu üç vazifeyi onun cemaati yapacak deniyor hem de ardından, tek bir şahsi ima eden ifadeler yer alıyor. Bu zahiri tezadı ancak şu açıklama ile çözebiliriz:
Mümessil olarak bilinen Mehdi ile cemaati arasında hiçbir fark gözetilmemiştir. İkisi birbirinden ayrı düşünülmediği zaman sorun kalmaz. Kısacası; şahıs olan mehdiyi tüzel kişilik olan mehdiyet olarak, yani mümessil olan şahıs ile cemaatinin bütünlüğü içinde düşünmemiz lazımdır. Dolayısı ile “O zat” ifadesi, mümessil olan şahıs olarak değil, temsil ettiği cemaat, yani şahsı manevi ile birlikte bize görünecektir. Zira o bir mümessildir. Komutan unvanıorduyu çağrıştırdığı ve onu temsil ettiği gibi, mehdi unvanı da mehdiyeti temsil etmektedir.

12. Öyle ise şunu sormak durumundayım; ikinci ve üçüncü vazifeleri temsil eden lider zatlar olursa, onlara da “mehdi” denebilir mi?

Yukarıdaki alıntılarda da belirtildiği üzere Mehdiyet üç ayrı dönem ve üç ayrı  vazifeden oluşmaktadır. Bu üç ayrı vazifede her birinin  başında bulunacak  üç ayrı mümessil lider olacaktır.
Mehdiyetin fikri alt yapısını hazırlayan zat, birinci vazifeyi bizzat kendisi, ancak diğer iki vazife ise onun hazırladığı eserleri kendine program ve rehber yapacak diğer iki zatın temsil edeceği anlaşılmaktadır. Dolayısı ile karşımıza üç ayrı isim çıkabilir. Ancak sonra gelecek iki zat, önce gelen ve mehdiyetin temelini atan birinci zatın yardımcıları sayılırlar.
Şu var ki, mehdiyet üç ayrı dönemde ele alınsa bile tek bir kurumdur. Başında bulunlar ise kurumun temsilcileridir. Dolayısı ile Mehdiyet kurumunu temsil ettikleri için mehdi unvanını alabilirler. Tıpkı ordunun başında olan kişi komutan unvanını aldığı gibi.
Ama unutmayalım ki, ordu sadece komutandan ibaret olmadığı gibi, mehdiyet de, mehdi unvanı kendisine verilen baştaki zattan ibaret değildir. Mehdiyeti temsilen kendisine verilen bir unvandır.
Yine unutmayalım ki, sonra gelen iki zat birinci zatın talebeleri veya yardımcıları olacaklar ve onun çizdiği daireyi genişleterek hizmet edeceklerdir. 
Diğer bir husus ta şudur ki, sondaki iki vazife geniş olduğu idare ve siyasete baktığı için, onları temsil edecek iki zat daha çok dikkat çekecektir. Dolayısı ile o iki vazifeyi temsil edecek zatlar, birinci zatın yardımcıları olduğu halde kendilerine mehdi unvanını vereceklerdir.
Bu konuya dikkata çeken Bediüzzaman şunları söylemektedir:
Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset mânâsını ihsas eder, belki de bir hodfuruşluk mânâsını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdî olacağım diye dâvâ ederler.(30)  
Bu sorunun cevabını bir az daha açmak için risalelerden aldığımız aşağıdaki pasajlara bakalım. Yukarıda ifade edilen üç vazifeden birinci vazifenin nasıl ve kim tarafından yapılacağı konusu risalelerde izah edilirken şu cümleler kullanılmaktadır:
“Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.”

“Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem her şeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.”
(31)
“Hilafeti Muhammediye cihetindeki saltanatı…” ifadesinden anlaşılıyor ki, üçüncü vazifeden, yani en geniş daireden bahsediliyor. Ondan önce bir ekip gelip fikri alt yapıyı oluşturacak ve mehdi ise yazılacak bu eserleri kendine hazır bir program yapacak deniyor. Halbuki, asıl mesele fikri alt yapıdır, bir ekip ve cemaat oluşturmaktır. İlla birine Mehdi denecekse, programı hazırlayanın Mehdi olması gerekmez mi?
Peki neden üçüncü vazifede olan kişi mehdi olarak nazara  veriliyor? Çünkü orada da zaten ilk zatın rehberliğinde iş görüleceği için, iş yapanlar mehdiyet namı hesabına iş gördükleri ve rivayet tek zatın şahsında geldiği için mehdi denmiştir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ikinci veya üçüncü vazifeyi temsil eden bir lider olabilir ve ona mehdi de denebilir. Ama bu nam, mehdiyetin tüzel kişiliğini temsil etmesinden kaynaklandığı içindir, yoksa fikri alt yapıyı temsil eden kişi olduğu için değildir.  
Altta yer alan pasaj konumuzu daha da netleştirecektir.
“…Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenâb-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir...”(32)
Bu pasajı daha iyi anlamak için üç noktayı dikkatlere sunmak gerekiyor.
1. “Geniş daire” ifadesi kullanılıyor.
Geniş daire ifadesi, var olan veya temelleri atılan ve oluşan bir dairenin genişletilmesi anlamını ifade etmektedir. Bu mana ise ikinci veya üçüncü vazifeye işaret etmektir. Zira yukarıdaki tespitlerde de geçtiği üzere üç aşamadan oluşan üç tane vazife vardı. En son ve en geniş vazife olarak üçüncü vazife, yani  siyaset manası nazara verilmişti.
2. Sadece “mehdi” denmiyor, “mehdi ve şakirtleri” deniyor.
Sadece “mehdi” denmemesi, şakirtlerini nazara vermesi, üçüncü vazifeyi yapacak olanın, şahsı manevi olan cemaat, yani işin başında gelen ve fikri alt yapıyı oluşturan mümessilin talebeleri veya  cemaati olduğu ifade edilmiş oluyor. Cemaatin yapacağı üçüncü vazife, ilk başta gelen ve mümessil olan zatın hesabına geçtiği için, burada “mehdi” ifadesi kullanılmıştır. Ancak yine de bu üçüncü vazifeyi yapan cemaatin başında bir lider olacaktır. Siyasi dairede bu lider halk tarafından “mehdi” olarak da kabullenilebilir. “mehdiyet” kurumunun başına kim geçerse geçsin, o kurumu  temsil edecektir. Bu kişi, asıl programı hazırlayan ve fikri zemini temin eden asıl mümessil olan zatın programını gerçekleştirdiği için,  kendisine “mehdi” denmesinde bir sakınca yoktur. Ancak geniş daireyi temsil eden bu zat için, “mehdinin talebesi” veya “komutanı” unvanı daha uygundur, diye düşünüyoruz.
3. Var olan, yani başkası tarafından daha önce temelleri atılan bir daire genişletiliyor ve keza daha önce başkası tarafından ekilen tohumlar sümbülleniyor.
Yukarıda yer alan: “Ancak geniş daireyi temsil eden bu zat için, Mehdinin talebesi unvanı daha uygundur diye düşünüyoruz.” ifadesinin en güzel delili;  “…o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir.” cümlesidir. Zira daha önce temeli atılan ve var olan bir daire genişletiliyor. Dolayısı ile bu dairenin illa bir mümessili olacaksa, daireyi genişleten değil, temelini atan ve esaslarını oluşturandır. Temsilde hata olmasın, nitekim Hz. Ömer (ra) döneminde İslam dairesi alabildiğine geniş bir alana yayılmış, yani genişletilmiştir, ama bu dairenin mümessili yine de Hz. Muhammed (asv)’dir. Zira bu dairenin her açıdan temelini Efendimiz (asv) atmıştı.
Bir diğer ifade olan, tohumların sümbüllenmesi” de bu iddiamıza bir başka delildir. Zira başta gelen mümessil zatın ektiği tohumlar, yani attığı temeller doğrultusunda Mehdiyet hizmeti büyüyor ve sümbülleniyor. Kim temsil ederse etsin, asıl temsiliyet, o tohumları ekene aittir. Sonra geniş daireler olan hayat ve siyaset dairesinde gelen temsilciler, baştaki mümessilin yardımcıları olabilir. Ancak, orduyu kim temsil ederse etsin, ona “komutan”denildiği gibi, “mehdiyet” kurumunu da kim temsil ederse, ona “mehdi” denmesinde bir sakınca olmamalıdır. 

13. Ahir zaman mehdisinin üç tane vazifesi varsa ve onları gerçekleştirmeye de ömrü yetmeyecekse, bu onun üç vazifeyi gerçekleştiremeyeceği, belki ancak ilk vazifeyi gerçekleştireceği anlamına gelmiyor mu?

“Ahir zaman mehdisi bir şahıs değildir, bir şahsı manevidir, bir cemaatir…” vurgusunu sık sık yapmamızın nedeni bu yüzdendir. Mehdiyi tek bir şahıs olarak kabul edersek sorunuzda haklısınız, ama mehdiyi, mehdiyet olarak, yani bir kişinin rehberliğinde, fikri önderliğinde kurulan bir cemaat, bir misyon olarak kabul ederseniz, sorunuzdaki endişeye mahal kalmaz. Çünkü Mehdiyetin, yani cemaatin fikri alt yapısını oluşturan zat birinci vazifeyi bizzat idare etse, diğer ikinci ve üçüncü vazifeye ömrü yetmeyip vefat etse de, onun cemaati onun fikri ve ilmi  önderliğinde başlayan misyonu tamamlayacak ve kalan iki vazifeyi de gerçekleştirecektir. Bizzat önderlik edemese de fikri ve ilmi önderliğinde gerçekleşeceği için kendisi gerçekleştirmiş nazarı ile bakılabilir. Bakıldığı içindir ki, “o zatın ikinci ve üçüncü vazifesi” denilmiştir. Yani “cemaat” değil de “zat” ismi nazara verilmiştir; çünkü rivayetler bir şahıs üzerinden gelmiştir.

14. Yukarıda verdiğiniz alıntılarda, açıkça, şahsı manevi ifadesi geçmektedir. Fakat bu şahsı manevi kavramına itiraz edenler oluyor; soyut bir şeye mehdi denemez, diyorlar. Buna ne diyeceksiniz?

Sizin de belirttiğiniz gibi bu ifadeleri birileri uydurmuş ve biz de tekrar ediyor değiliz. Bu ifadeler, hiçbir itiraza yer vermeyecek netlikte Risalelerde geçiyor. Yukarıda bunun örneklerini vermiştik.
Şahsı manevi ifadesine neden itiraz edildiğini anlamak çok zor. Eski asırlarda olsaydı bu itiraza bir anlam verilebilirdi. Asrımızdaki parlamentoları, tüzel kişilikleri olan kurumları, şirketleri, sonu “izm”le biten fikir akımlarını görenlerin itirazını anlamak gerçekten çok zor.
Öyle anlaşılıyor ki, bu itirazı yapanlar şahsı manevi kavramının ne anlama geldiğini tam bilmiyorlar. Bilmedikleri,“Soyut bir şey mehdi mi olurmuş?” demelerinden anlaşılıyor. Bir kere, şahsı manevi kavramı her isim ve kavram gibi kendisi soyut olsa da, soyut bir şeyi ifade etmiyor. Mesela “ordu” bir şahsı manevidir. Ordu kelimesi soyuttur, ama temsil ettiği mana olan askerler ve silahlar soyut değildir. Meclis bir şahsı manevidir, komünizm bir şahsı manevidir, ateizm bir şahsı manevidir.
Ancak, ordu askerlerden oluşur, hayallerden oluşmuyor. Meclis vekillerden oluşur. Komünizm, bu düşünceyi benimseyen insanlardan oluşur. Nitekim Lenin öldükten sonra komünizm en parlak dönemini yaşamıştır. Bütün bunları gördükten sonra, bir şahsın rehberliğinde temelleri atılan “mehdiyet misyonuna” neden bir cemaatten oluşan bir tüzel kişi, yani şahsı manevi olmasın ve şahsı manevi denilmesin?
Asrımız bize göstermiştir ki, bir çok şirketin marka olan ismini herkes, hatta çocuklar da bildiği halde, şirketin kurucusunu ve patronunu kimse tanımıyor ve bilmiyor.
Mehdiyet bir markadır, bir müessesedir. Onun da bir kurucusu  ve mümessili vardır. Ama asrın fıtratı gereği, kendisini arka plana iterek, tüzel kişilik olan müessesenin ismini öne çıkarmıştır.
Hem yine asrımızın bir gerçeğidir ki, Bir müessese bazen bir kişi veya birkaç kişi tarafından kurulur, tüzüğü, yönetmeliği hazırlanır ve müessese asırlarca işlemeye devam ederek meyvesini verir. Tüzüğünü hazırlayan kişi veya kişiler öldüğü halde, müessese işlemeye  ve kazanmaya devam eder.
Mehdiyet de, bir kişi tarafından, ilahi inayetle, hizmet tarzı, kuralları olan bir nevi tüzüğü hazırlanır ve uygulanmaya başlanır. Bu müessese büyür, gelişir ve asırlarca başarılı bir şekilde devam eder ve edecektir. Tüzüğü hazırlayan zat vefat etse bile kurduğu müessese  devam edecektir. İşte bu müesseseye “mehdiyet” onun temellerini atan kişiye de“mehdi” denebilir.

Dipnotlar:

1. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
2. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz.
3. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup.
4. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
5. a.g.e.
6. Mektubat, On Beşinci Mektup.
7. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup.
8. Şualar, On Dördüncü Şua.
9. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
10. a.g.e.
11. a.g.e.
12. a.g.e.
13. Kastamonu Lahikası.
14. Mektubat, On Beşinci Mektup.
15. Kastamonu Lahikası.
16. a.g.e.
17. Sikkei Tasdiki Gaybi.
18. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
19. Emirdağ Lahikası I.
20. Kastamonu Lahikası.
21. Emirdağ Lahikası I.
22. a.g.e.
23. Kastamonu Lahikası.
24. Emirdağ Lahikası I.
25. Sikkei Tasdiki Gaybi.
26. a.g.e
27. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz.
28. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Yedinci Kısım.
29. Emirdağ Lahikası I.
30. Sikkei Tasdiki Gaybi.
31. Emirdağ Lahikası I.
32. Kastamonu Lahikası.
Makale Yazarı: 
Ferhat Aslan