Hz Mehdinin Fazileti : Hz. Ali'den gelen bir rivayette, Hz. Mehdî ve askerlerinin faziletleriyle ilgili olarak şöyle denilir: "Selef onları geçemediği gibi halef de onlara ulaşamaz.
Hz. Mehdî'nin talebeleri fazilet yönünden o
kadar ilerdedirler ki, Sahabeden sonra ilk sırayı alırlar.
Hz. Hüseyin'e Hz. Mehdî'nin ne ile tanınacağı
sorulduğunda "Sekîne ve vakan, helal ve haramı bilmesi, insanların
kendisine muhtaç olup onun kimseye muhtaç olmamasıyla tanınır.
Bir gün Avf bin
Malik'e Allah Resulü "Çok karanlıklı ve şiddetli bir kısım fitneler gelir.
Derken fitneler birbirlerini takip eder. O kadar ki bu Ehl-i Beytimden Mehdî
denilen bir zât çıkıncaya kadar devam eder. Sen ona ulaştığında tabi ol ki
hidayette olanlardan olasın." el-Havî, 2:67, 68; el-Burhan, v. 87a.
buyurmuşlardı.
Şüphesiz böyle
dönemler mânevî kurtarıcıların dört gözle beklediği dönemlerdir. Böyle bir anda
ahirzamanın beklenen şahsı Hz. Mehdî geleceğine göre ona bîat etmenin,
katılmanın önemi tartışılmaz. Resûl-ü Ekrem de (a.s.m.) ümmetini buna teşvik
ederek, "Sizden kim o güne yetişirse karlar üzerinde emekleyerek de olsa
ona katılsın." (İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 36, Bub: 33, 34. H. 4082, 4084;
Müstedrek, 4:465.; Kitabü'n-Nihaye,1:28-29) buyurmuşlardır.
Başka bir Hadislerinde
de Allah Resûlü, Huzeyfetü'l-Yemanî'nin bir sorusu üzerine hayırdan sonra şer,
şerden sonra sulh olacağını bildirmiş, "Bu sulhtan sonra ne olacak?"
dediğinde de şöyle buyurmuşlardı:
"Dalalete davet
edilecek. İşte sen o gün bir halife gördüğünde ağacın kökünü ısırarak da olsa
ölünceye kadar ona koş." (Ebu Avane, Müsned, 4:476. buyurmuşlardı.
Hadis-i şeriflerde kar
üzerinde emekleyerek, ağaç kökünü ısırarak da olsa ona tabi olmamız öğütlenen
halife açıkça görüldüğü gibi Hz. Mehdî'dir.
Kimdir bu Hz. Mehdî?
Resûl-ü Ekrem niçin özellikle ona uymayı tavsiye etmektedir? Eğer onun
döneminde yaşayacak olursak onu nasıl tanıyacağız? O karışıklık, bozukluk, herc
ü merc, fısk fesad döneminin adamı olduğuna göre mücadelesini nasıl ve kimlere
karşı verecektir? Özellikleri nelerdir? Bunlar ve bunlara benzer soruların
cevabı bilinmedikçe Hz. Mehdî'nin fonksiyonu, icraatının ehemmiyeti elbette tam
anlaşılamaz.
İsterseniz hadis-i
şerif ve İslâm alimlerinin yorumu, keşf ve kerametleri ışığında bunların
cevabını bulmaya çalışalım.
Sözlükte hidayette,
doğru yolda olan, başkalarının hidayet ve doğru yolda gitmelerine vesile olan
mânâsına gelen Mehdî, İslâmî bir terim olarak âhirzamanda geleceği müjdelenen,
kendisine Allah tarafından özellikle doğru yol gösterilen, dinî noktalarda hata
ve yanlışlıklardan korunan, insanları bilhassa Müslümanları irşad eden, doğru
yola sevk eden Âl-i Beyt'ten büyük bir zâttır. Mehdî yazdığı eserlerle,
inançsızlık içerisinde bulunanları, îmanı şüphe ve tereddütte olanları
kurtaracak, mü'minlerin îmanlarını takviye edecek büyük bir âlimdir.
Bazıları Hz. Mehdî'yle
ilgili hadisleri zayıf görüp inkâra kalksa da, muteber olan onun geleceğidir.
Çünkü ilmî otoriteler bu konudaki rivayetlerin mânâ yönüyle mütevatir olduğunu
söylemektedirler. Meselâ bu otoritelerden biri olan Sadeddin Taftazanî, Hz.
Mehdî'nin çıkışı ve Hz. İsa'nın inişiyle ilgili birçok sahih hadis bulunduğunu,
her ne kadar bunlar âhâd bile olsa mütevatirü'l-mânâ olduğunu kaydetmektedir.
(Şerhu'l-Makasıd, Hatime: 8; 2:307.)
Bu konu Asr-ı Saadette
de o kadar önemli bir yer tutmuş olacak ki Ümmü Selenıe validemiz, Resûllullaha
"Mehdî gelecek mi?" diye sorma ihtiyacını hissetmiş, Allah Resîılü de
"Evet, gelmesi haktır" (Ikdü'd-Dürer, Varak: 7b.) cevabını
vermişlerdi. Hatta başka bir hadis-i şeriflerinde dünyanın yıkılmasına bir gün
kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî'yi göndereceğini (Ebû Davud;
Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.) belirtmektedir ki, bu onun geleceğinin zorunluluğunu
ortaya koyar.
Evet, onun gelmesi
haktır. Sadece naklî deliller değil, akıl da onun gelmesini gerektirmektedir
Bunu daha iyi
anlayabilmek için Hz. Mehdî'nin özelliklerini, gönderildiği şartları ve ortaya
koyacağı hizmetleri iyi bilmemiz gerekir. Onun ahirzamanda, özellikle
gönderilmesinin hikmetleri nelerdir? Bunları bilmemizde fayda vardır.
Hz. Mehdî Ehl-i
Beyttendir
Hadis-i Şeriflerden
Hz. Mehdî'nin ÂI-i Beytten olacağını öğreniyoruz. Bu husus birçok hadis-i
şerifte açıkça belirtilmiştir.
Hz. Ali bir gün
Resûl-ü Ekreme (a.s.m.) sorar: "Ya Resûlallah! Mehdî bizden mi? Bizim
dışımızdan mı?" Efendimiz (a.s.m.) buyurur ki: "Bilakis bizdendir.
Allah bu dini bizimle sona erdirdiği gibi bizimle açacaktır. Şirkten bizimle
kurtulacaklar. Allah yine bizim sayemizde kalblerini apaçık bir düşmanlıktan
sonra telif edecek." (Nuru Í-Ebsar, s. 189.)
Az önce bir kısmını
zikrettiğimiz hadis-i şerifte de bu konu üzerinde durulmaktadır. "Dünyanın
yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatır; Ehl-i Beytimden ismi
ismime, babasının ismi babamın ismine uygun birini gönderir..." (Ebû
Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.)
Hadîse ilk bakışta Hz.
Mehdî'nin kendisinin ve babasının isminin Peygamberimizin ismine benzeyeceği
anlaşılmaktadır.
Ancak bu uygunluk ve benzerlik tıpa tıp aynı
olacağı anlamına gelmez. Yani Hz. Mehdî'nin isminin illâ Muhammed, babasının
isminin de illâ Abdullah olması şart değildir. Eğer böyle olsaydı hadiste
"uygundur" mânâsı verilen "yüvatiû" kelimesi yerine tetabuk
kökünden gelen "yütabikû" şeklinde bir kelime kullanılabilirdi. O
zaman açık açık belirtilmiş olurdu ki, bu imtihan sırrına da ters düşerdi.
Çünkü imtihan, istikballe ilgili hadiselerin bir ölçüde perdeli, üstü kapalı
anlatılmasını gerektirir. Tâ ki herkes zoraki inanma mecburiyetinde kalıp da
imtihanın sırrı bozulmasın.
Mâneviyat
büyüklerinden Bayazid-i Bistamî, Hz. Mehdî'nin babadan Hasenî, ana cihetinden
de Hüseynî olduğunu söyler. (Tılsımlar Mecmuası, s. 205, 206.)
Aliyyü'l-Karî'nin tespiti de budur. O, rivayetlerden anlaşılan en kuvvetli
ihtimalin, Hz. Mehdî'nin baba tarafından Hasenî, anne tarafından da Hüseynî
olduğunu söylemektedir. (Sünen-i İbni Mâce Tercümesi ve Şerhi,10:351.)
Hz. Mehdî Türkler
arasında hizmet verecek
Hz. Mehdî'nin neseben
Âl-i Beytten olduğuna öğrenmiş olduk. Ancak bu Hz. Mehdî'nin Araplar arasında
çıkacağını göstermez. Hatta hadislerden Arapların dışında zuhur edeceğini
çıkarmak dahi mümkündür. Meselâ Tirmizî'de yer alan bir hadiste, "Hz.
Mehdî'nin Araba hakim oluncaya kadar Kıyametin kopmayacağından" (Tirmizî,
Fiten: 43.) söz edilir ki buradan Arapların içinde çıkmayacağını anlıyoruz.
Daha da öte
İş'afü'r-Rağıbîn'de şöyle bir rivayete yer verilmektedir. "Mehdî Rum'dan,
Türklerden (çünkü, eskiden Türkiye'ye diyar-ı Rum deniliyordu.)
ayrılmayacaktır." İş'afü'r-Rağıbîn'den naklen (Tılsımlar, s. 212.)
İbni Haldun ve
Kurtubî, yukarıdaki rivayeti teyid eder tarzda Hz. Mehdî'nin Meşrık, Horasan ve
Amuderya taraflarından geleceğini kaydetmektedirler. (Macdonald, İslâm'ın
Ansiklopedisi, 7:478.)
Başka bir bir hadis-i
şeriften ise şunu öğreniyoruz: Doğudan bir takım insanlar çıkacak ve Mehdîye
zemin hazırlayacaklar, yani Hz. Mehdî onlar arasında hükümran olacaktır. (İbni
Mâce, Kitabü'l-Fiten: 35: 4088.)
Birçok hadis kitabıyla
birlikte Hakim'in Müstedrek'inde Buharî ve Müslim'in şartlarına uygun gördüğü
bir hadis-i şerifte ise siyah sancaklılar diye nitelendirilen bu topluluğun
kahramanlıklarına dikkat çekilir:
"Hazinelerinizin yanında üç kişi
savaşacak. Üçü de halife oğludur. Fakat hiçbiri halife olamaz. Sonra Doğu
tarafından bir takım siyah sancaklılar belirir ve öyle bir savaşırlar ki, öyle
bir savaşı hiçbir kavim yapmamıştır."
Peygamberimiz daha sonra bir kısım şeyler
söyledi ki hafızamda kalmadı. Devam edip şöyle buyurdular: "Siz bu siyah
sancaklılarla gelen zâtı gördüğünüzde kar üzerinde emekleyerek de olsa gidip
ona bîat ediniz. Çünkü o Allah'ın hat lifesi Mehdî'dir." (İbni Mâce,
Kitabü'1Fiten, 34 H. 4084.; Müstedrek, 4:464; Tezkiretü'l-Kurtubî, s.186.)
İbni Kesir'in
rivayetinde Hz. Mehdî'nin bu siyah sancaklılarla teyid edileceği, ona muvafakat
edecekleri ifade edilmektedir. (Kitabü'n-Nihaye, 1:29, 30; el-Havî, 1:61, 62.)
Bütün bunlar
gösteriyor ki, Hz. Mehdî faaliyetini Türkler içerisinde yürütecektir.
Şemâili:
Hz. Mehdî'nin
şemâiliyle ilgili değişik rivayetler vardır. Açık alınlı, ince burunla (Ebû
Davud, Sünen: H. 2485.) yüzü yıldız gibi parıldayan (Ís'âfü'r-Râğıbîn, s. 46;
et Havî, 2:66, 67.) iri gözlü, seyrek ve parlak dişli birisidir. Sağ yanağında
yıldız gibi yüzünü aydınlatan bir işaret bulunmaktadır, esmer renkli, orta
boylu ve kavis kaşlıdır. (Nuaym bin Hammad, Kitabü'I-Fiten, Varak: 52a.)
Gözleri sürmelidir. (İs'afü'rRâğıbîn, s.146; Nuru'l-Ebsâr, s.187. )
Hz. Ali onun
delikanlılık dönemine dikkat çekerek güzel bir delikanlı olduğunu anlatır.
Güzel yüzlüdür o. Saçları omzuna kadar dökülmüş, yüzünün nuru başına ve
saçlarının siyahına kadar yükselmiştir. (İkdü'd-Dürer, Varak: 11a.) Hadislerde
Hz. Mehdî'nin başına da dikkat çekilmiş, sünnet olan sarığı başından
çıkarmayacağı bildirilmiştir. (et-Burhan, Varak: 81a; elHavî, 2:61, 62;
İs'âfü'r-Rağıbîn, s. 148, 149.)
Fazileti:
Hâkim'in
Müstedrek'inde Hz. Ali'den gelen bir rivayette, Hz. Mehdî ve askerlerinin
faziletleriyle ilgili olarak şöyle denilir: "Selef onları geçemediği gibi
halef de onlara ulaşamaz." (Mukaddime, 52. Fasıl, s. 319.)
Hz. Mehdî'nin
talebeleri fazilet yönünden o kadar ilerdedirler ki, Sahabeden sonra ilk sırayı
alırlar.
Hz. Hüseyin'e Hz.
Mehdî'nin ne ile tanınacağı sorulduğunda "Sekîne ve vakan, helal ve haramı
bilmesi, insanların kendisine muhtaç olup onun kimseye muhtaç olmamasıyla
tanınır" (İkdü'd-Dürer, Varak: 12b.) cevabını verir.
Mehdî'nin asıl
faziletini Hz. Eyyüb gibi sabırlılığı teşkil eder. Konuyla ilgili rivayet şöyledir:
"Mehdî'nin
efdaliyeti, bütün kederlere ve şiddetli fitnelere gösterdiği azamî sabır cihetiyledir...
Deccalın muhasarası üzerinden kalkmayacaktır. Yoksa Mehdî'nin efdaliyeti, sevap
ve Allah katındaki mertebesinin yüksekliği sebebiyle değildir."
(İs'afü'r-Rağıbîn'den naklen Tılsımlar, s. 212.)
Hz. Mehdî mühim
hizmetleri sebebiyledir ki, daha dünyadayken Â1-i Beytten bazıları gibi
Cennetle müjdelenmiştir. Enes bin Mâlik der ki: "Ben Resûlullah'tan
işittim: Biz Abdülmuttalip çocukları Cennet halkının büyükleriyiz. Ben, Hamza,
Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî." (Ibni Mâce, Kitabü'I-Fiten: 34 (H.
4087).)
İlmi:
Hz. Mehdî ilminin
üstünlüğüyle temayüz edecektir. Mâneviyat büyüklerinden Bayezid-i Bistamî,
Cenab-ı Hakkın daha çocukluğundayken ona çokça ilim ve amel ihsan edeceğini
belirtir. (Tılsımlar Mecmuası, s. 205, 206.
İbni Kesir'de
belirtildiğine göre ilim ve vakar H2. Mehdî'nin ziyneti olacaktır.
(Kitabü'n-Nihaye,129-30.)
Onun uzun boylu ilim
öğrenmeye ihtiyacı yoktur.
Çünkü o âhirzamanın en dehşetli döneminde
alabildiğine önemli bir hizmetle muvazzaf olarak gönderilecektir. Onun için de
bu ilmine olağanüstü bir tarzda kavuşacaktır. Bunu "Allah onu bir gecede
ıslah eder." (İbni Mâce, Kitabü'1Fiten: 34 (H. 4085.)) hadisinden
öğreniyoruz. Bu hadisi açıklayan âlimler Allah'ın onun tövbesini kabul edip onu
feyiz, fazilet ve hikmetlerle dolduracağını, muvaffakiyet nasip edeceğini
belirtmektedirler. Camiü's-Sağîr Haşiyesinde el-Hafnî, bu hadisi açıklarken
Cenab-ı Hakkın ona bir gecede halk üzerinde hükümranlık vereceğini ve ilmî
faziletlere kavuşturacağını belirtmektedir. (Sünen-i tbni Mâce Tercümesi ve
Şerhi, 10:351.)
Hz. Mehdî'nin esrar-ı
huruf, yani cifr ve ebced ilmini, ilm-i mükevvenâtı [müsbet ilimleri] bileceği
de belirtilmektedir. (Tılsımlar, s. 206.)
Abdülkerim
İbnü'l-Arabî, Hz. Mehdî'ye kendi sun'u olmadan en yüksek kutbiyet, içtihad
yapma özelliği verileceğini, çalışıp kazanarak değil, emin makamında bunu elde
edeceğini bildirmektedir. (Tılsımlar, s. 207.)
Hz. Mehdî'nin faaliyet
süresi
Ebû Davud'da yer alan
bir hadiste, Hz. Mehdî'nin yedi sene hakim olacağı (Ebû Davud, Kitabü'1-Mehdî,
4:170; Müsned, 3:117.) İbni Mâce'de yer alan diğer bir hadiste Hz. Mehdî'nin
kısa yaşasa yedi, yoksa dokuz sene kalacağı (İbni Mâce, Kitabü'lFiten: 33, 34
(H. 4083.)) belirtiliyor.
Ebû Saidi'l-Hudrî'nin
rivayet ettiği Müsned de yer alan bir hadis de aynı minvalde: "Mehdî
ümmetimdendir. Ömrü uzun veya kısa olsa; yedi, sekiz yahut dokuz sene yaşar."
(Müsned, 3:36.)
Erzurumlu İbrahim
Hakkı Hazretleri ise Marifetnâme'sinde (1:27.) Hz. Mehdî'nin kırk yıl adaletle
hükmedeceğini söylemektedir.
Cemaatiyle hizmet
verecektir Hz. Mehdî. Ebû Davud'daki bir rivayette hak üzerine mücadele verecek
bu cemaatin en son grubu Mesih-i Deccalle savaşacaktır. (Ebû Davud, Cihad:1.)
Bediüzzaman,
"Ümmetimden bir grup Kıyamet kopuncaya kadar hak uğrunda cihad yapmaya devam
edecek" (Buharî, İ'tisam:10;
Müslim, Îman: 247; İbni Mâce, Mukaddime:1; Tirmizî, Fiten: 51.) hadis-i
şerifini açıklarken, hadisin aslını Ebced hesabına vurmuş, Hz. Mehdî'nin şahs-ı
mânevîsinin icraat dönemini çıkarmıştır. Buna göre hadisteki "Zâhirîne ale'l
hakk” hak üzerine gâlibâne olarak" ifadesinin Ebcedî değeri 1506'dır.
Hicrî 1506 tarihine kadar zâhir, âşikâre, daha öte gâlibâne hükmedecektir. Daha
sonraki hizmetler ise 1542'ye kadar gizli ve mağlubiyetle yürütülecektir.
"Hatta ye'tiyellâhu biemrihî=Kıyamet kopuncaya kadar"1545 ise kâfirin
başında kopacak Kıyamete işaret etmektedir. (Kastamonu Lahikası, s. 23.9:
Ayrıca Bediüzzaman,
Şam Ümeyye Camünde 1911 yılında yüzü aşkın ilim adamının bulunduğu bir
topluluğa hitaben okuduğu hutbede, "istikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet'in
olacak ve hakim, hakâik-ı Kur'âniye ve îmaniye olacak," (Hutbe-i Şamiye,
s. 28.) başka bir zamanda da, "istikbal, semavât-ı zemin-i Asya/Bâhem
teslim olur yed-i beyzâ-yı İslâm'a" müjdelerini verirken, İslâm'ın bu
hâkimiyet dönemlerine dikkatleri çekmektedir. İslâm'ın bu saadet dolu günlerine
tarih düşünmeyi de ihmal etmemiştir.1371'de fecr-i sadıkın başlayacağını, eğer
bu fecr-i kâzib de olsa otuz kırk sene sonra fecr-i sadık doğacağını
müjdelemektedir. (Hutbe-i ,Sâmiye, s. 34.)
Bu duruma göre 1371
(1951) fecr-i kâzib olarak düşünülürse, 30-40 sene sonra fecr-i sadık gelecek
demektir. Bu ise 1981,1991 tarihlerine rastlar ki, bize göre bu İslâm'ın zâhir,
âşikâre ve gâlibâne hükmetmeye başlayacağının başlangıç yıllandır. Hicrî 1506'ya
kadar sürecek bu yüz yıllık hâkimiyet döneminin 40 yılı parlak, yedi yılı da
zirveye çıktığı yıllar olarak düşünülebilir.
Hz. Mehdî ne zaman
gelecek?
İnsanlık tarih boyunca
birçok fitnelere maruz kalmış; Firavunları, Nemrudları, Şeddadları görmüştür.
Fakat bunların hiçbiri dehşet yönünden "âhirzaman fitnesi" ayarında
olamamıştır.
Çünkü bu fitne,
hepsine taş çıkartacak derecede korkunç bir fitnedir.
Âhirzamanda çıkacağı
bildirilen bu fitnenin en korkunç yönünü Deccal ve Süfyan'ın fitnesi teşkil
eder. Her ikisi de insanları inançsızlığa sevk ederek ebedî hayatlarını
mahvederler.
Bu âfetin zarurî
sonucu olarak da bir sürü belâ ve felâketler boy gösterir. İnsanlar mânevî bir
kurtarıcıyı dört gözle bekler hale gelirler ve işte Hz. Mehdî böyle bir zamanda
çıkar.
Biz şimdi Hz.
Mehdî'nin çıkmasını gerektirecek o tehlikeli atmosferi hadislerin ışığında
görelim.
Âhirzamanda
çarpışmalar, vuruşmalar alabildiğine yaygınlaşır. Hakim'in Müstedrekinde yer
alan bir rivayete göre, Hz. Ali kendisine sorulan bir soru üzerine Hz. Mehdî'yi
anlatmış döneminde insanların öldürüleceğine dikkatleri çekmiştir.
Hadis-i Şeriflerden
öğrendiğimize göre âhirzaman, insanların bir yönüyle insanlıktan çıktıkları,
alabildiğine bozuldukları bir zamandır. Kıyamet alâmetlerinin baş gösterdiği bir
dönemdir.
O dönemde erkekler
kadınlara benzer. İleri gelenler şehvetlerine tabi olur. Kan dökme hafife
alınır. Din dünya karşılığında satılır. Hısım, akraba, ana, baba tanınmaz. Fakir
fukara doyurulmaktan kaçılır. Yumuşak huyluluk utanılacak, zulüm ise böbürlenilecek
şey haline gelir. Devlet başkanları günahkâr, bakanlar yalancı, idareciler
hâin, insanlara yardım edenler zâlim, kurrâ fasık olur ve zulümler açıktan
yapılır hale gelir. Boşanma hadiseleri çoğalır. Fısk u fücûr başlar. Yalancı
şahitlerin şehadetleri kabul edilir. Kadınlar kadınlarla yetinir. Ganimet
yağmalanır. İşte böyle bir zamanda Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) "Kıyameti
bekleyiniz" (Nuru'l-Ebsar, s.189.) buyurur ki bütün bunlar Kıyametin
alâmetlerindendir.
Bir rivayette de
fitne-i âhirzamanın nefislere bakan dehşetli yönüne dikkat çekilmiştir ki, o
fitne içine düşen insanlar nefislerine hâkim olamazlar. Bunun içindir ki
Resûl-ü Ekrem'in (a.s.m.) emriyle bütün ümmet bin dört yüz senedir bu fitneden
Allah'a sığınmaktadırlar. Bu husus Deccal ve Süfyan'la ilgili rivayetlerin
şerh, tefsir ve tevil edildiği Beşinci Şuâda şöyle anlatılır:
"Allahu a'lem
bissavab [Doğrusunu AIlah bilir], bunun bir tevili şudur ki, o fitneler nefisleri
kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikap
ederler. Meselâ Rusya'da hamamlarda, kadın-erkek beraber çıplak girerler ve
kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve
o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine
mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürûr ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro
gibi o zamanın lehviyatları ve kebâirleri [oyunları, eğlenceleri, büyük
günahları] ve bid'aları, birer câzibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri
etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz,
günah dahi olmaz." (Şualar, s. 491.)
İşte Deccal bütün
bunlara zemin hazırlar. Hz. Mehdî de böyle bir zamanda faaliyete başlar. Hz.
İsa da gökten iner ve Hz. Mehdî'yle buluşur. Kıyametin kopmasına bir gün bile
kalsa bunlar gerçekleşmeden Kıyamet kopmaz.
Başka bir hadislerinde
de Peygamberimiz, Mağrib tarafında herc ü merc olacağı, korku belireceği,
insanları açlık ve kıtlık istilâ edeceği, fitnenin çoğalacağı, insanların birbirlerini
yiyeceği bir anda Hz. Fatıma'nın evladından bir adam çıkıp âhirzamanda hidayeti
ikame edeceğini ve onun çıkışının Kıyametin alâmetlerinden ilki olacağını bildirmektedir.
Hz. Ali'nin rivayet
ettiği bir hadiste fitnenin dört olduğunu, bunların bolluk, darlık, hazine
fitnesi olduğunu (altın madeni olduğunu söyler), dördüncüsünde de Resûlullah'ın
şöyle buyurduğunu bildirir: "Benim neslimden bir adam çıkar ve Allah onun
eliyle işleri düzene sokar." (Tezkire, s.188.)
Hz. Mehdî'ye olan
ihtiyaç
Yukarıda yer
verdiğimiz âhirzamanın dehşetli atmosferi insanlığı içerisinde bulunduğu bu
kaostan kurtaracak bir Mehdî'ye duyulan ihtiyacı zorunluluk derecesine getirmiyor
mu?
Dilerseniz konuyla
ilgili biraz daha tahşidat yapalım ki, onun gelmesi gerekliliği kendiliğinden
ortaya çıksın.
İhtilafların,
kargaşanın, zulmün yaygınlaştığı bir dönemdir onun dönemi. Âdetâ gün doğmadan
önceki zifiri karanlığı andırır.
Ebû Saidi'l-Hudri'den
rivayet edildiğine göre bir gün Allah Resûlü, "Size Mehdî'yi müjdeleyeyim
mi?" diye sormuş ve devam etmişlerdi: "O ümmetim içinde insanlar
arasında ihtilaflar ve sarsıntılar baş gösterdiği zaman gönderilir. Zulüm ile
dolan yeryüzünü adaletle doldurur. Ondan gökler ve yer ehli razı olur."
(İkdü'd-Dürer, Varak: 54sı; Kitabü'l-Fiten, Varak: 5lab.)
Fitnelerin kol gezdiği
bir devrenin insanıdır Hz. Mehdî, bu korkunç fitneden sakındırmayı ihmal
etmeyen Allah Resûlü, bunun İslâm Deccalı olan Süfyan'a-ki Hz. Ali ve bir kısım
ehl-i tahkiki Müslümanlar arısında çıkan Deccal'a Süfyan demişlerdir (Şuâlar,
s. 492.) ve Hz. Ali hep bu Deccalden bahsetmiştir (Şualar, s. 489.) ait
olduğunu dahi bildirmiştir. Öyle ki ümmetini yedi fitneden sakındırırken bu
fitneye dikkat çekmişti Resûl-ü Ekrem (a.s.m.). Bu yedi fitneden birinin Şam'da
çıkacağını ve buna Süfyanî fitne (İkdü'd-Dürer, Varak: 23a-b.) denileceğini
bildiriyordu. Geçmiş dönemlerde İslâm'a merkezlik yapan Şam ilelebet böyle
kalacak demek değildi. Sonraki dönemlerde başka bir şehir İslâm'a merkezlik
yapabilirdi. Öyleyse Süfyan başka bir İslâm merkezinde niçin çıkmasın?
Bu fitne ve fesada,
karışıklıklara, ahlak bozukluğuna başka hadis-i şeriflerde de dikkat
çekilmiştir: "Dünya herc ü merc olduğu, fitneler zuhur ettiği, yollar
kesilip insanlar birbirlerinin mallarını yağma ettikleri; büyük küçüğe
merhamet, küçük de büyüğe saygı duymadığı zaman, Allah [Hz. Mehdî'yle] dalâlet
kalelerini fethedecek, kapalı kalpleri açacak, dini ilk zamanlarda ikame ettiği
gibi âhirzamanda da yeniden ikàme edecektir. Dünya zulümle dolduğu zaman
adaletle dolduracak birisini gönderecektir." Taberânî, Mu'cemü'1Kebîr.
Hz. Mehdî muhakkak gelecektir.
Çünkü Mehdî'siz Deccal olmaz. Firavun'suz Hz. Musa, Nemrud'suz Hz. İbrahim
olmadığı gibi... Onun için Deccal'a da ayrı bir fasıl açmak gerekecek ve o
zaman Hz. Mehdî'nin gelme zorunluluğu ve hizmetlerinin ehemmiyeti daha iyi
anlaşılacaktır.
İnsanlık tarih boyunca
nice musibetlere, zulüm ve işkencelere maruz kalmıştır. Âhirzaman ise az önceki
rivayette de belirtildiği gibi insanları ümitsizlik ve karamsarlığa itici,
kuvve-i mâneviyelerini sarsıcı hadiselerle doludur. Hele Deccalın fitnesi,
mânevî tahribatı öylesine büyük ve icraatı öylesine dehşetlidir ki, Hz. Nuh'tan
itibaren bütün peygamberler ümmetlerini onun şerrinden sakındırma ihtiyacını
hissetmislerdir.
Cenab-ı Hakkın İlâhî
âdeti ise her devirde bunalan insanlığı gönderdiği mânevî görevlilerle
kurtarmak şeklinde kendini göstermiştir. Geçmiş devirlerde raydan çıkan, bozulan
insanlarını düzeltmek için peygamberler gönderdiği gibi âhirzaman denilen
Peygamberimizden Kıyamete kadarki süre içerisinde de maddî ve mânevî
felaketlere maruz kalan insanları da müceddit, mürşid, bir nevi mehdî
denebilecek büyük zatlarla desteklemiştir. Ümmetin bozulduğu dönemlerde gelen
bu zâtlar, mü'minler için büyük bir dayanak noktası olmuşlardır.
Asırları yeisten
kurtaran, moral veren ve kuvve-i mâneviyeyi takviye eden mehdîler ve
âhirzamanın büyük mehdîsiyle ilgili olarak Mektûbât'ında şu satırlara yer
veriyor Bediüzzaman:
"Resûl-ü Ekrem
(a.s.m.), vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i îmanı
muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye'se düşmemek için, hem âlem-i
İslâmiyet'in bir silsile-i nûrâniyesi olan ÂI-i Beytine ehl-i îmanı rabtetmek
için, Mehdîyi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdî gibi, her bir asır, Â1-i
Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîlér bulmuş." (Mektûbât, s. 96.)
Şu var ki, âhirzamanın
büyük mehdîsi daha geniş çapta hizmetleri omuzlayacaktır. Bu hizmetler siyaset,
diyanet, saltanat, cihad âlemi gibi birçok dairedeki hizmetleri birden
içerisine almaktadır. Diğer çağların mehdîleri bu hizmetlerin bütününü birden
değil, sadece bir veya birkaçını üstlenmişlerdir. Meselâ siyaset âleminde
Mehdî-i Abbasî, diyanet sahasında Gavs-ı Azam, Şah-ı Nakşibend, Aktab-ı Erbaa
ve On iki imam gibi büyük zatlar büyük Mehdî'nin bazı vazifelerini icra
etmişlerdir.
İşte büyük Mehdi'nin
bazı vazifelerini değişik dairelerde bazı büyük zatlar gördükleri içindir ki
bazı ehl-i tahkik Hz. Mehdî'nin çıktığına hükmetmişlerdir.
Oysa bütün bu
dairelerdeki hizmetlerin bütününü birden âhirzamanın Mehdî'si üstlenecektir.
Büyük mehdînin diğer
mehdîlerle karıştırılmasının önemli bir sebebi de bu şahıslar hakkındaki
rivayetlerin farklılığıdır. Bu husustaki hadisleri tefsir eden âlimler, hadislerin
metinlerine tefsirlerini ve çıkardıkları hükümleri tatbik edip zamanlarında
saltanat merkezi Medine veya Şam'da olduğu için Şam, Basra, Kûfe gibi yerlerde
çıkacaklarını tasavvur edip bütün dünya tanıyacakmışçasına bir vaziyet
vermişlerdir. Halbuki bu dünya imtihan dünyası olduğu için akla kapı açılır,
irade elden alınmaz. Bunun içindir ki o müthiş şahıslar çıktığı zaman çoklan, hatta
kendileri de başlangıçta Deccal olduklarını bilmezler. Ancak nur-u îman
dikkatiyle tanınabilir. (Şualar, s. 487; Sözler, s. 310.)
Cenab-ı Hakkın,
kemal-i ·rahmeti gereği, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet
olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya müceddit veya bir
halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi
mehdî hükmünde mübarek zatlar gönderdiğini, fesadı izale edip milleti ıslah
ettiğini, din-i
Ahmedî'yi (a.s.m.) muhafaza ettiğini söyleyen
Bediüzzaman, sonra da şunları söylüyor:
"Mâdem âdeti öyle
cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir
müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem
kutb-u âzam olarak bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da, Ehl-i Beyt-i
Nebevîden olacaktır." (Mektûbât, s. 425.)
Bediüzzaman,
Mektûbât'ında Hz. Mehdî'nin gelmesinin hiç de imkânsız olmadıgım örneklerle
anlatır. Buna göre bir dakika zarfında yerle gök arasını bulutlarla doldurup
boşaltan, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eden, baharda bir saatte
yaz mevsiminin nümûnesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını îcad eden Kadîr-i
Zül· celâl, Mehdî ile İslâm âleminin zulümâtını niçin dağıtamasın? Vaadettiğine
göre elbette yapacaktır. Kudret-i İlâhiye açısından bakılsa gâyet kolaydır.
Sebepler dairesi ve hikmet-i Rabbâniye noktasında düşünüldüğünde de gâyet makul
ve vukûa lâyık olarak görülür. Bu noktada Bediüzzaman şu cümleleri kullanır:
"Dünyádaki
hayatın son bulmadan, İslâm'ın dünya dini olarak zuhur edeceğini, keder ve
ümitsizliğe kapılmış insanın kendi îcadı ve inancı olan bir sürü ' izm'leri
denedikten sonra Allah'ın `izm'ine ilticaya mecbur kalacağını, bu işin
tahakkuku ise, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) tarafından ortaya konulan
ölçülerle hareket edecek, çalışacak ve İslâm'ı asıl hüviyeti ile yayacak olan
bir lider tarafından mümkün olacağını, Peygamber Efendimiz gibi ondan evvel
gelmiş olan peygamberlerin de kendi cemaatlerine söylemiş olabileceklerini
zannetmekteyim. Hem de böyle bir tebşirâtın bâtıl tarafı nerede?"
Bu ifadeleri serdeden
Mevdûdî, Mehdî inancının gayr-ı müslim cemaatlerde de bulunuşunu açıklarken,
bunu, diğer peygamberlerden gelen rivayetlerden aldıklarını, fakat hurafeler
katarak yorumladıklarını söyler. Tespitlerine göre avam, yani halk, bir
bakışıyla kafirleri mahvedecek, bedduasıyla tankları ve uçakları imha edecek
eski zaman kıyafetli, modası geçmiş, mistik görünüşlü ve bir gün âniden
medreseden çıkıverecek bir Mehdî'yi beklemektedirler. Yine ona
göre,"yenilikçi mucitler" de bunu imkânsız görmektedirler.
Daha sonra Mevdûdî,
Hz. Mehdî'nin nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşlerini de şöyle anlatır:
"Fikrime göre
gelecek olan kimse bütün cârî şubelerine ve hayatın ana problemlerine de çok
derin nüfuza sahip ve çağının en modern bir lideri olacaktır. Devlet idaresi, siyasî
basiret ve harpteki stratejik hüner bakımından bütün dünyayı hayran bırakacak.
Fakat çok korkarım ki, onun getireceği yeniliklere karşı ilk feryadı basanlar;
ulemâ ve sofiler olacaktır. Kezâ onun tanınabilmesi için alelâde bir adamın
durumundan farklı şekillere sahip bulunacağını ummaktayım. Kendisini de Mehdî
olarak îlan edeceğini kabul etmemekteyim."
Mevdûdî peygamberler
dışında kimsenin bir iddia hakkına sahip olmadığını, dolayısıyla Hz. Mehdî'nin,
"Ben Mehdî'yim" diye ortaya çıkmayacağını, Mehdîliğin iddiayı değil,
icraatı tazammun ettiğini belirtmekte ve peygamberlik ölçülerine göre hilafeti
tesis edecek olan Mehdî'yi ancak insanların eserleriyle tanıyabileceklerini de
söylemeyi ihmal etmemektedir. Sonra da görüşlerini şöyle dile getirmektedir
Mevdûdî:
"Kanaatime göre
Mehdî de, diğer inkılapçı liderler gibi sert mücadele ile yolu üzerindeki mutat
engellere karşı koyma zorunda kalacaktır. Saf İslâm esası üzerine yeni bir
fikir ekolü vücuda getirecek ve halkın zihniyetini değiştirecek, ilmî ve siyasî
mahiyette kuvvetli bir harekete girişecektir. 'Cahiliye' onu parçalamak üzere
tütün kuvvet ve kudretini bir araya toplayacak, fakat âkıbette
"Cahiliyye" mağlup edilecek ve kuvvetli bir İslam devleti
kurulacaktır." (Mevdûdî, İslâm'da İhya Hareketleri, s. 47, 48.)
Mevdudî aynı yerde Hz.
Mehdî'nin bir taraftan gerçek İslâm ruhunu yayarken, diğer taraftan da amelî
inkişaf ve tekâmüle sonsuz bir hız kazandıracağını söylemekte ve sonra da şu
noktaya dikkat çekmektedir:
"Şayet İslâm'ın
beklenen dünya hâkimiyeti fikri, fikir, kültür ve siyaset bakımından tahakkuk
edecekse, o vakit şümullü ve kudretli bir liderliği sayesinde böyle bir inkılâbı
tahakkuk ettirecek büyük bir liderin zuhuru da kezâ şarttır. Böyle bir liderin
zuhuru fikrine yan bakanların akl-ı selîm noksanlığına hayret etmekteyim! Bu
dünyada Lenin ve Hitler gibi günahkâr liderlerin sahnede görülebilmesine
rağmen; aynı hal, fazilet timsali bir lider için neden uzak ve meşkûk (şüpheli]
addedilsin." (Mevdûdî, İslâm'da İhya Hareketleri, s. 48, 49.)
Bu izahlardán sonra
Hz. Mehdî'nin gelmesinin zarureti hakkında şunu söyleyebiliriz:
Hz. Mehdî Deccal'ın
dehşetli fitnesini defedecek büyük bir mâneviyat kutbu olduğu içindir ki
bilhassa o devirde yaşayan ehl-i îman için büyük bir nokta-i istinad olacaktır.
İmanların tehlikeye düştüğü, tarihte emsaline az rastlanır tarzda zulüm ve
istibdadın hükmettiği bir zamanda o gelip gönüllere su serpecek, Allah'ın
varlığını, birliğini kalplere nakşedecek, îmanın hazzını yaşatacak, musibetlere
karşı dayanma gücü kazandıracaktır. Bu ihtiyaç münasebetiyle olsa gerektir ki,
bir hadis-i şerifte, Sahabe, Resûlullah'tan sonra bir hadise olacağından
korkmaları ve Resûlullaha sormaları üzerine Allah Resûlü onlara Hz. Mehdî'yi
müjdelemişlerdi.
(Tirmizi, Fiten: 43.)
Yine ihtiyaç sebebiyle olacak ki o dönemin
insanları bal arılarının arı beyine sığındıkları gibi Hz. Mehdî'ye sığınacak,
(el-Burhan, Varak: 82a.) onu baş tacı edineceklerdir. Kurtubî'nin Tezkire'sinde
belirtildiğine göre de, insanlar dört bir yandan gelip ona bîat edeceklerdir.
(Tezkiretü'l-Kurtubî, s.187.)
Bir hadiste Hz.
Mehdî'yi olan bu ihtiyacın önemi ve büyüklüğü sebebiyledir ki dünyanın
yıkılmasına bir gün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî'yi göndereceğinden
bahsedilmektedir. (Ebû Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.)
Mehdîyi herkes
tanıyabilecek mi?
Deccal ve Süfyan'ı
olduğu gibi Hz. Mehdî'yi de herkesin gündüz gibi apaçık bir şekilde tanıması beklenmez.
Beklenmemelidir de. Çünkü bu imtihan sırrına ters düşer. Öyle olmalı ki, her
devir onları zamanlarında gelecekmişçesine beklemeli, eski devirlerde de gelip
geçtiği veya yaşadığı söylenebilmelidir.
Garâbü'l-Ehadis'te
belirtildiğine göre Hz. Mehdî'yi herkesin tanıyamayacağı, ancak ehl-i irfanın
nûr-u îmanla tanıyacağı belirtilmektedir. (Tılsımlar, s. 212.)
İnsan hangi konuyla
çok meşgul olursa, o konuda uzmanlaşır. İmanî noktada zayıf veya ciddî bir
şekilde arayış içerisine girmeyen insan, zamanında da yaşasa, yanı başında da
olsa Mehdî'yi göremez, asırlar geçse de gelecek zanneder.
Hz. Mehdî neler
yapacak?
Hz. Mehdî'nin
hizmetleri öylesine önemli ve büyüktür ki, rivayetlerden onun hilafetinden
sadece insanların değil, bütün yer ve gök ehlinin memnun olacağı belirtilir.
(İs'âfü'r-Râğıbîn, s. 146; el-Havî, 2:66, 67.) Çıkışı sadece ehl-i îman için
değil, yer ve gök ehli için dahi sevinç kaynağı olur. O kadar ki bundan kuşlar,
vahşî hayvanlar, denizdeki balıklar dahi sevinirler. (el-Havî li'l-Fetâvâ, s.
67, 68; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s.162,163.) Hatta Mehdî'nin bu güzel
hizmetleri sebebiyledir ki, ölüler bile dirilip döneminde yaşamayı temennî
ederler. (Tezkiretü'l-Kur tubî, s. 186; Şerhu'l-Makassıd, 2:307;
Is'âfü'rRağıbîn, s.145.)
Bu önemli hakikati
ifade ettikten sonra İslâm'ı sadece âhiret diniymiş gibi görmek veya
göstermenin İslâm'ı tanımamak mânâsına geldiğini, peygamberlerin sadece âhiret
işlerinde değil, dünya işlerinde de rehber oldukları gibi Hz. Mehdînin de maddî
ve mânevî her konuda yol göstereceğini, ıslahatını her sahada yapacağını hemen
belirtelim.
Evet, o vazifesini
sadece din sahasında değil, saltanat, hilafet, sosyal hayat, cihad gibi hayatı
kuşatan her sahada icra edecektir.
Biz burada rivayetlere dayanarak bu
hizmetlerinin en dikkat çekici olanları üzerinde duralım:
Dini ikàme
Hz. Mehdî büyük bir müceddittir aynı zamanda.
Cenab-ı Hak onunla dini tekrar iâde edecektir. (İkdü'd-Dürer, Varak: 9a.) O
âhirzamanda, Asr-ı Saadette olduğu gibi İslâm'ı yeni baştan hâkim kılacak, yüceliğini,
üstünlüğünü bütün dünyaya îlan edecektir. Nuru'l-Ebsar müellifi Said bin
Cübeyr, "Müşrikler hoşlanmasalar da Allah bu dini bütün dinlere üstün
kılacaktır" (Tevbe Sûresi: 33.) âyetinin tefsirinde dini üstün kılacak
kişinin Hz. Fatıma'nın çocuklarından Hz. Mehdî olduğunu söyler
Bunun,
"O İsa'dır (a.s.)" diyenlerin sözleriyle de çelişki teşkil
etmediğini, zira Hz. İsa'nın Hz. Mehdî'ye destek hazırlayacağını söyler.
(Nuru'l-Ebsâr, s. 186.)
Ümm-ü Seleme'nin rivayetine göre Sünnet-i
Seniyyeyi esas alan Hz. Mehdî, İslâmiyet’i küre-i Arz'ın denizlerine kadar
yayacak, (İbni Kesir, en-Nihaye, 1:27, 28; Suyûtî, el-Havî, 2:58, 59.) başka
bir rivayete göre ise Zülkarneyn ve Süleyman (a.s.) gibi bütün dünyaya hakim
olacaktır. (Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.)
Saadet-i Ebediye'de Ashab-ı Kehfin mağaradan
çıkıp Hz. Mehdî'ye asker olacakları tarzında bir rivayete yer verilir.
(Saadet-i Ebediye, s. 1029.) Ashab-ı Kehfin dirilip asker olmasının nasıl
gerçekleşeceğini bilemiyoruz. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Mehdî'nin
îmanî mesajlarıyla Ashab-ı Kehfin dirilişi gibi ölü ruhlar dirilecek, yeniden
hayata dönecektir. Bu bize Hz. Mehdî'nin mesajının temelini de insanı mânen
diriltecek îmanî hakikatler teşkil ettiğini göstermektedir.
Sünnet-i Seniyyeyi ihya
Hz. Mehdî müceddit oluşu sebebiyle zamanına
İslâm'ın damgasını da vuracaktır. İslâm'a yöneltilen hücumları bertaraf edecek,
Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecektir.
Aişe
Validemizin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu husus açık açık anlatılır:
"Benim vahy üzere mücadele verdiğim gibi Mehdî de Sünnetim üzere mücadele
verir." (Ikdü'd-Dürer, Varak: 5b; el-Burhan, Varak: 85b.) buyurulur.
Rahbavî rivayetlere istinaden Hz. Mehdî'nin
ihya etmedik sünnet, kaldırmadık bid'at bırakmayacağından, âhirzamanda tıpkı
Resûlullah gibi dinin vecibelerini îfa edeceğinden bahsedilir. (Rahbavî,
Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.)
İmam-ı Rabbanî de Mektûbât'ında Hz. Mehdî'nin
bu önemli hizmeti üzerinde durur. Onun aslî vazifelerinden birisinin Sünnet-i
Seniyyeyi ihya ve bid'atları kaldırmak olduğunu söyler. (Mektûbât, s. 255.)
Sünnet-i Seniyyenin önemini anlatırken de şu satırlara yer verir: "Sünnet
ve bid'attan her biri, diğerinin yokluğunu gerektirir. Birini ihya etmek,
diğerini öldürmek sayılır. Bu mânâya göre Sünnet-i ihya etmek, bid'atı öldürmek
sayılır. Aksi dahi böyledir." Hatta onun dini yayma ve sünneti ihya etme
görevini yürütürken halkı bid'alarla amel etmeye alıştıran modern bir bilginden
dahi söz eder. (Mektûbât (Arapçası),1:234; Mektûbât-ı Rabbanî Tercümesi, çev.
Abdulkadir Akçiçek, İstanbul: Çile Yayınları,1:565, 566.)
Hz. Mehdî geldiğinde alabora olmuş bir
atmosferle karşılaşır. Tepeden tırnağa İslâm'a yöneltilmiş bir tahribatla karşı
karşıya kalır. İslâmiyet'i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan
İslâm kalesinde bir sürü gediklerin açılmıştır. Bin seneden beridir yığılan ve
birike gelen şüpheler bir anda kusulmuş; İslâmî esas, cereyan ve şeâirlerin
kırılmaya, kalb-i umumî ve efkâr-ı âmme dehşetli yaralanmaya, vicdan-ı umumînin
bozulmaya yüz tutmuştur.
Bütün bunlar Süfyan'ın öncülüğünde
gerçekleşir. Hz. Mehdî ise bu müthiş tahribatın sebep olduğu mânevî hastalığı
Kur'ân eczanesinden aldığı ilaçlarla tedavîye çalışır, bid'atlarla unutulmaya,
unutturulmaya çalışılan ve savaş açılan, gerçekte ise her biri birer iksir olan
Sünnet-i Seniyye prensiplerini yerleştirmeye çalışır. Bediüzzaman, Süfyan ve
taraftarlarının yerleştirmeye çalıştığı bid'atkâr sisteme karşı Hz. Mehdî'nin
vereceği mücadeleyi Mektûbât'ında şöyle dile getirir:
"Hz. Mehdî'nin cemiyet-i nuraniyesi,
Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edecek, Sünnet-i
Seniyyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.)
inkâr niyetiyle Şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi,
Hz. Mehdî cemiyetinin mu'cizekâr mânevî kılıncıyla öldürülecek ve
dağıtılacak." (Mektûbât, s. 42C.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder