Herkes yetenekli doğar. Allah insanı yeryüzü halifesi olarak yaratmış. Hans, Abraham, Yakop ne kadar yetenekli ise Hasan, İbrahim ve Yakup da o kadar yetenekli ve donanımlıdır. Allah çalışana verir. Kur’an, insan için sadece çalıştığının karşılığı vardır, buyurur.Allah, adaletlidir ve asla haksızlık yapmaz. Başarı ve mutluluğa ulaşmak için Hasan’ın Hans ile yarışması lazım.“Ben de yapabilirim, kimseden bir eksiğim yok, ben çalışırım, başarıyı Allah verir” diyerek kolları sıvamak lazım.
Küçükçekmece Belediyesi Kültür Merkezinde öğrencilere “Başarı ve Mutluluk Yolunda 7 Adım” konulu bir konferans verdim. Başarılı ve mutlu olmak için karar alırken öğrencilerin heyecanı görülmeye değerdi.
Mutluluk, büyük oranda insanın sahip olduğu nimetlerin farkına varması, o nimetleri bize vereni tanıması, ona teşekkür etmesine bağlı.
Bir öğrenciyi sahneye çağırdım. Öğrenci ve velilere şöyle seslendim:
“Sizi bir milyonerle tanıştıracağım.”
Çocuğa döndüm ve sordum:
-Sen zengin biriymişsin, milyoner olduğun söyleniyor.
-Hayır, ben zengin değilim.
-Zengin olduğunun farkında değilsin galiba.
-Yok, zengin değilim.
-Tanıdığım biri var. Beyni doğuştan özürlü. Beynini satacak birini bulursa satın alacak. Diyelim ki iyilik duyguların da kabardı ve satmaya karar verdin. Beynini kaça satarsın?
13 yaşlarında bir öğrenci olan Tuba, duraklamadan cevap verdi:
-Satmam.
-On milyon dolar veriyorlar.
-Satmam.
-Yüz milyon dolar.
-Beyinsiz doları ne yapayım?
Tuba’ya gözlerini, kulaklarını, ayaklarını satıp satmayacağını sordum. Hiçbirini yüz milyon dolar da verilse satmaya yanaşmadı.
Sözlerimi şöyle tamamladım:
“Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz, bir kitap yazarsız, bir resim ressamsız, bir köy muhtarsız olmaz. Elimizi, ayağımızı, beynimizi, gözlerimizi, dünyayı ve bütün kâinatı yaratan elbette bir mimar ve harika bir yaratıcı var.
Pazarda, çarşıda, markette, kasapta alınıp satılmayan bu güzel ve değerli organları bize veren Allah’ı tanımalı, O’na teşekkür etmeliyiz.
Verdiği paha biçilmez nimetler gösteriyor ki O, bizi çok seviyor. Biz de O’nu sevmeli ve O’na şükran duygularımızı dile getirmeliyiz. O’na nasıl teşekkür edebiliriz?”
İmam hatip ortaokulu öğrencisi Tuba şöyle dedi:
“Dua ederek ve namaz kılarak…”
Tuba’yı tebrik ettim ve şunu sordum:
“Allah bize her gün 24 saat zaman veriyor ve bunun sadece bir saatini kendisine dua ve teşekkürle geçirmemizi istiyor. Beş vakit namaz abdestle beraber bir saate sığar. Günün 23 saatini dünyanın geçici işlerine harcıyoruz. Bir saatini bize eşi bulunmaz nimetler veren Rabb’imize teşekkür için ayırmak çok mu?”
-Hayır, çok değil, dedi Tuba.
Üstelik Rabb’imizi tanır ve O’na namazla teşekkür edersek bize ebedî cennet vaat ediyor.
Tuba ve bütün öğrencilerle ömür boyu başarılı ve mutlu olmak için şu kararları aldık:
1. Allah’ı tanımalı ve verdiği eşsiz nimetlere namazla teşekkür etmeliyiz.
2. Ebedî saadeti kazanmak ve dünyada huzur içinde yaşamak için haramı, helali, iyiyi, kötüyü, günahı, sevabı tanımalı; sevaplara koşmalı, günahlardan kaçmalıyız.
3. Rabb’imizin verdiği nimetleri, O’nun istediği doğrultuda kullanmalıyız. İnsan beyni okuma ve öğrenme programlıdır. Derslerimize iyi çalışmalı ve beynimizi verimli kullanmalıyız.
4. Kur’an-ı Kerim, inanıyorsunuz üstünsünüz, buyurur. Okulda üstünlük ders notları ile ölçülür. Notlarımızı yükseltmek için çalışmalıyız.
5. Hedefler koymalı, okulu bitirince ne olacağımıza karar vermeli ve hedefin kalbine yürümeliyiz.
6. Zamanı verimli kullanmalı, bunun için 3-4 saatlik uygulanabilir bir plan yapmalı, altına şu parolayı yazmalıyız: Üşenme, erteleme, vazgeçme!
7. Bilgisayar, cep telefonu ve televizyonu okulda ve ders çalışma saatlerinde kapamalı ve teknolojik aletleri bilinçli ve faydalı şekilde kullanmalıyız.
Bu sayede ömür boyu başarılı ve mutlu oluruz, öldükten sonra da huzura kavuşuruz.
Teşekkür: KüçükçekmeceBelediyesi kültür faaliyetleri milli eğitimi kıskandıracak kadar geniş kapsamlı ve imrenilecek kadar güzel. 100’den fazla öğretmenle 9 bilgi evinde, 40 bine yakın öğrenciye eğitim, motivasyon ve kültürel eğitim desteği veriyor.
Bilgi evleri üyelerine sosyalleşme ve yeteneklerini keşfetmeye yardımcı olmak amacıyla kulüp faaliyetleri sunuyor. Satranç, şiir, tiyatro, bilişim, puzzle, küçük mucitler, pratik İngilizce, akıl oyunları kulübü gibi çoklu zekâ esasına göre oluşturulan kulüplerde
öğrenciler hem kendilerini geliştiriyor hem de eğlenceli zaman geçirip yorgunluk atıyor.
Belediye Başkanı TemelKaradeniz ve ekibini tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.
öğrenciler hem kendilerini geliştiriyor hem de eğlenceli zaman geçirip yorgunluk atıyor.
Belediye Başkanı TemelKaradeniz ve ekibini tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.
Ali Erkan Kavaklı
1. Beyninizi yönetme ve onu tam kapasiteyle kullanma.
2. Başaracağınıza inanma, kendinize güvenme ve donanımınızı geliştirme.
3. Yeteneklerinizi iyi kullanma becerisi elde etme.
4. Hayat boyu öğrenme. Zira hayat bir okuldur, hayat boyu öğrenmek gerekir.
5. Başarılı insanları örnek alma, onların başarılarını tekrarlama ve onları geçme.
6. Verimli ve disiplinli çalışama metodları.
7. Zamanı verimli kullanma yolları.
8. Başarılı bir plan yapma ve onu başarıyla uygulama.
9. Verimli ders çalışma ve ders çalışma metodları kazandırma.
10. Kendinizi ve rakiplerinizi geçme metodları ve dünya ile yarışma azmi. Kendinizi motive etmeyi ve verimli çalışmayı öğrenir ve öğrendiklerinizi uygularsanız, Allah'ın izniyle siz de başarırsınız.
“İnsan değerli bir varlıktır. Yeryüzü halifesidir ve deha yeteneği taşır.
Daile Carnegie, ‘Hepiniz milyonersiniz. Beyninizi kaça satarsınız?’ der.
Dört günde verdiğim 12 konferansta beynini satmak isteyen öğrenci çıkmadı. 100 milyon dolar fiyat biçtimse de satın alınacak beyin bulamadım. Kalp, göz, kulak, el, ayak… İnsanın organları mükemmel. Allah insanı fevkalade değerli yaratmış.
Organlarımız mağazada, markette, pazarda satılmaz; onların yedeği yok. Allah insanı benzersiz ve çok kıymetli yaratmış.
İnsana bilinç vermiş. İnsan beynini öğrenme programlı yaratmış. Kitap göndermiş, oku, buyurmuş. Sadece insanlar bilinçlidir, okur, düşünür, fikir ve eser üretir. Bu sebeple insan eşref-i mahlûkattır ve bütün varlıklar adına kâinatın zikir ve şükrünü Cenab-ı Hakk’a takdim vazifesi ile vazifelendirilmiştir.
Bizi çok seven ve çok değerli yaratan Rabb’imiz bizden iki şey istiyor:
1) Kendini isim ve sıfatlarıyla tanımalı.
2) Kulluk ve ibadet etmeliyiz.
İnsan iyiliğin kuludur, buyurur Sevgili Peygamberimiz(sav).
NİMET ŞÜKÜR İSTER
Allah insana her gün 24 saat zaman veriyor. Bu zamanın en az bir saatinde Allah’ı anmamızı, ibadet ve dua etmemizi istiyor. Her rekât bir dakikada kılınsa beş vakit namaz 40 dakika tutar. 20 dakika abdest ve tesbihata yeter.
Günün 23 saatini fani dünyaya harcayan insan, bir saatini nimetlere şükür ve ebedî hayatı kazanmaya harcamazsa akılsızlık eder.
Namaz hem Rabb’imizin bize verdiği nimetlere şükür hem de ebedî saadeti kazanma vesilesidir. Namazda akıl, kalp ve ruh büyük huzur duyar, bedene de ağır bir yük değildir.
Namaz insanı ahlaksızlıktan ve kötülüklerden korur, buyurur Rabb’imiz.
Namazın ebedî saadeti kazandırdığını Güllerin Efendisi Peygamberimiz (sav) müjdeliyor:
“Kim güzel bir şekilde abdest alır sonra da kalbini ve yönünü Allah’a çevirerek sırf Allah rızası için iki rekât namaz kılarsa cennet ona vacip olur.”(Sünen-i Nesai, Hadis 26)
Bir defasında Kâinatın Efendisi (sav) sahabeleriyle sohbet ederken şöyle dedi:
“Herhangi birinizin kapısı önünde günde 5 defa yıkandığı bir nehir olsa o kimsede herhangi bir kir kalacağını düşünebilir misiniz?
- Hiçbir kir kalmaz, dedi sahabeyi kiram.
- İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah namazlarla günahları yok eder.”(Sünen-i Nesai, Hadis 69)
Mealiyle birlikte Kur’an okuma ve beş vakit namaz kılma sözü aldığım konferanslarda gençlerimizde geleceğe hazırlanma heyecanı, İslam’ı yaşama aşk ve şevki gördüm.
Yeni bir nesil geleceği fethe hazırlanıyor.
Tebrik ve teşekkür: Konferansların organizesinde emeği geçen Ensar Vakfıeğitim sorumlusu FatihYıldız, Ortaköy şube başkanı Erdal Şahin, Aksaray şube başkanı Bilal Bilecik, Niğde şube başkanı Veysel Aşgın, Kayseri başkanı Ahmet Erkan, yönetim kurulları, okul müdürleri ve öğretmen arkadaşlarıma; gençlerimizi geleceğe ve ahrete hazırlamak için gösterdikleri gayretlerinden dolayı tebrik eder, misafirperverlikleri için bin teşekkür ederim.
Beyin Vitamini: Okumak, Allah’ın emrine riayet, okumamak Allah’a isyandır.Konevî yayınları arasından çıkan Muhtasar Sünen-i Nesâî ve Bediüzzaman’ın Sözler adlı eserini, özellikle de namazla ilgili 4. Söz ve 21. Söz’ü tavsiye ederim.
Öğrenme heyecan ve zevk verir başarısızlık can sıkar
“Her çocuk fevkalâde yeteneklidir” (Jedes kind hochbegabt) kitabının yazarı Prof. Herald Hütter, öğrenmenin zevk verici ve heyecanlandırıcı bir etkinlik olduğunu anlatıyor.
Seminerden sonra karnesinde birkaç zayıfı olan Hüseyin ile konuşuyorduk. Elinde yetenekli telefonu vardı.
-Günde kaç saat telefona vakit ayırıyorsun, dedim.
-Birkaç saat.
-Telefonun derslerdeki veya hayattaki başarına katkısı var mı?
-Yok.
-Sana faydası olmayan bir şeye neden bu kadar vakit harcıyorsun?
-Canım sıkılıyor.
-Sana mutluluk verecek bir alışkanlık tavsiye edeyim. Hem canın sıkılmaz hem zevk alırsın.
Hüseyin gözlerini merakla bana çevirdi. Elindeki telefon önemsizleşivermişti.
-Nasıl bir şey?
-Sınıfında kaçıncısın?
-Ortalarda.
-İlk üçe girmek ister misin?
-İsterim.
-Birinci olmak ister misin?
-Kim istemez?
-Birinci olsan, mutlu olur musun?
-Elbette.
-Can sıkıntısını önlemenin yolunu bulduk. Yeni bilgiler öğrenmek insana mutluluk verir. Yeni keşifler yapmak, insanı heyecanlandırır. Yeniden denemek ve başarmak bize hem heyecan hem mutluluk verir.
Öğrenme heyecan verir. Yeni bilgiler beyinde sinir hücreleri arasında sinaptik bağlantı kurulmasına yol açar, her bağlantı zekânın gelişmesi demektir. Derslere ilgin arttıkça bilgin artacak, beyindeki bağlantılar çoğalacak ve daha zeki olacaksın.
Yeni keşifler, yeni tecrübeler, yeni bilgiler insanda harika duygular uyandırır. Ön beyin (Frontal Korteks) harekete geçer. Öğrendikçe ağlar sıklaşır.
İnsan meraklı yaratılmıştır, sormak, araştırmak, bulmak için uğraşmak beynin temel fonksiyonlarıdır.
Öğrendikçe beyin dopamin, endofrin, serotonin gibi mutluluk veren sıvılar salgılar ve öğrenmeyi ödüllendirir.
Allah insan beynini öğrenme programlı yaratmış. Göz görme, kulak duyma, ayak yürüme programlıdır. Gözünü kapayan, kulağını tıkayanın canı sıkılır. Yürümeyi terk edenin ayak kasları zayıflar ve mutsuz olur.
Öğrenmeyi terk eden beyin de mutsuz olur, can sıkıntısı o zaman başlar.
Kötü tecrübeler insandaki öğrenme heyecanın yok eder. Eğitim dilinde buna motivasyonsuzluk deriz.
Motivasyonunu kaybeden insan, cesaretini yitirir. Ne yapacağını bilemez olur. Çalışmayı angarya olarak görmeye başlar.
Olumsuz düşünceler beynini işgal eder; ben yapamam, bizden adam olmaz, bu iş olmaz gibi başarıyı engelleyen düşüncelere kapılır.
Olumsuz düşünceler insanı başarısız yapar. Böyle biri başaranları kıskanır, onları eleştirir, onlarda da kusurlar arar, yeni deneme yapmaktan korkar, çevresini olumsuz yönde etkilemeye çalışır.
Probleme yol açan düşünce ile problem çözülmez, der Albert Einstein.
Hüseyin’e günlük 3 saatlik bir plan yap, en az bir dersten sınıf birincisi olmak için çalış, başarılı olmayı dene, bedenini beslediğin gibi bilgi ile beynini besle, mutlu olacaksın, canın sıkılmayacak, dedim. Plan yapıp uygulayacağına söz verdi, vedalaştık.
Okul müdürleri, öğretmenler, anne ve baba, motivasyonunu kaybetmiş öğrencilere karşı olumlu bir tavır sergilemeliler:
Öğrenciyi cesaretlendirmeli, heyecanlandırmalı, yeniden deneme cesareti kazandırmalı.
Motivasyonunu kaybeden öğrencinin başarabildiği bir şeyi bulmalı, bu meziyeti övülmeli, onu yeniden denemeye davet etmeli.
İlham vermeli, imkân sunmalı, fırsatlar hazırlamalı.
Nasıl başarabileceği anlatılmalı ve öğretilmeli.
Yetenek keşfedici ve geliştirici tavırlar takınmalı.
Probleme değil, çözüme odaklanmalı, sorun çözücü tavır takınmalı.
Yöneticiler, okulda ve iş yerinde olumlu bir atmosfer oluşturmaya gayret etmeli. Öğrenci ve öğretmenlerin meziyetlerini bulmalı, övmeli ve cesaretlerini artırmalılar. Huzurlu çalışma atmosferi başarı ve verimliliği artırır.
Muhafaza Delili
Kainatın her tarafında görülen muhafaza kanunu, insanların amellerini de kapsamaktadır. "Muhafaza muhasebe içindir" kaidesiyle elbette insanların hassas bir muhasebesi olacaktır.
“Hiç mümkün müdür ki, gökte, yerde, karada ve denizde; yaş-kuru, küçük-büyük, basit-harika her şeyi mükemmel bir düzen ve ölçü içinde muhafaza edip bir tür muhasebe içinde neticelerini eleyen bir muhafaza; insan gibi, büyük bir donanımda yaratılan, yeryüzünün halifeliği gibi bir rütbede bulunan ve Kur’an’ın büyük emanet diye nitelendirdiği vazifeleri omuzuna alan insanlığın, amellerini ve fiillerini muhafaza etmesin, muhasebe eleğinden geçirmesin, adalet terazisinde tartmasın, ona layık bir ceza ve mükâfat vermesin? Hayır, asla!”
Bu delili yine iki başlıkta inceleyeceğiz:
BİRİNCİ BASAMAK: HER ŞEYİ MUHAFAZA EDEN “HAFİZ” KİMDİR?
Şu âleme dikkat ile baktığımızda görüyoruz ki, küçük-büyük, kıymetli-kıymetsiz her şeyin amelleri muhafaza edilip saklanıyor. Mesela:
Çiçeklerin bütün programları ve hayat hikayeleriküçücük tohumlarda saklanıyor, muhafaza ediliyor. O tohum âdeta o çiçeğe bir küçük sandık oluyor. Bir sonraki baharda, o tohum yarılıyor ve âdeta o tohumdan çiçeğin bütün amelleri neşroluyor.
Acaba çiçeklerin bütün plan ve programlarını, amellerini ve hayat hikayelerini o küçücük tohumlarda muhafaza eden ve bir sonraki baharda bu tohumları birbirine karıştırmadan neşreden zat kimdir?
Bütün ağaçların program ve amelleri ise, küçücük çekirdeklerinde muhafaza ediliyor. O küçücük çekirdek, ağacının bütün amellerini ve programını saklıyor. Ne zaman toprağa atılsa, ağacının amel defterini neşrediyor.
Acaba kim, o koca incir ağacını küçücük çekirdeğinde saklayan ve o çekirdeği, o ağaca bir sandukça yapan? Bu hikmetli fiile, Allah’tan başka bir fail gösterebilir misiniz?
Hayvanların program ve tarihçe-i hayatları ise yumurtalarında muhafaza edilmektedir. Âdeta o küçücük yumurtalar, o hayvan için bir amel defteri olmakta ve o hayvanın bütün özellikleri o yumurtada saklanmaktadır.
Acaba rengârenk bir tavus kuşunu, o basit yumurtasında saklayan ve o yumurtayı kırarak ondan aynı tavus kuşunu çıkaran zat kimdir?
Kimdir, bütün yumurtaları hayvanlara birer amel defteri yapan ve o hayvanın bütün programını o yumurtalarda saklayan?
Evet, Allah’tır. Zira O’ndan başka hiçbir şeyin gücü buna yetmez. Çünkü muhafaza etmek; nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, sonsuz bir hikmeti, kayıtsız bir iradeyi ve diğer sıfatları gerektirmektedir. Bu sıfatları olmayanın, bir yumurtada bir hayvanın plan ve programını saklaması mümkün değildir. Bu nihayetsiz sıfatlar ise sadece Allah’ta mevcuttur.
Bir insanın plan programı ise küçücük bir su damlasında muhafaza edilmektedir. Nutfe denilen o suda, insanın bütün planı ve programı saklanmış ve insanın bütün özellikleri o suda kaydedilmiştir. Yine soruyoruz:
Her yönüyle bir sanat harikası olan insanı, nutfe denilen bir damla suda saklayan zat kimdir? Kimdir, bir damla suyu bir kütüphane hükmüne getiren ve o suda insanı yazan?
Evet Allah’tır. O’dur, bir damla suyu insana bir başlangıç yapan ve içinde şu harikulade insanın programını saklayan.
Ya insanın DNA’larına ne demeli? Bir tek hücrede bulunan DNA molekülleri, her biri 20.000 sayfayı ihtiva eden kırk altı ciltlik dev bir ansiklopediye benzer ve bu kadar bilgiyi ihtiva eder. İnsanda ise altmış ile yüz trilyon arası hücre vardır.
Acaba, her bir DNA’yı dev bir ansiklopedi yapan ve içinde bir milyon sayfalık bilgiyi muhafaza eden kimdir?
Elbette Allah’tır. Zira tesadüf; değil bir ansiklopediye, tek bir harfe bile kâtip olamaz.
Bir de insanın hafızasına bakın! Tırnak kadar bir yerde, insanın başından geçen her şey, bütün tarihçe-i hayatı ve öğrendiği her bilgi saklanmakta ve muhafaza edilmektedir.
Acaba, insanın yaptığı bütün amelleri ve hayat maceralarını o küçücük hafızada saklayan ve muhafaza eden zat kimdir?
Elbette Allah’tır. Zira bu harikulade fiil, hiç bir sebep ile izah edilemez.
Şu âlemdeki hafiziyetin delillerini daha fazla anlatmaya herhâlde gerek yoktur. Zira şu âciz insan bile, o hafiziyet kanunundan istifade ederek her şeyi kayıt altına almaktadır. Kameralar, bilgisayarlar, ses kayıt cihazları, flash bellekler, hard diskler ve saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok eşya, âlemdeki bu hafiziyet kanunundan istifade ile yapılmış eserlerdir.
İşte âlemdeki bu hafiziyet; yani her mahlukun planının, programının, tarihçe-i hayatının ve amellerinin son derece dikkat ve özenle muhafaza edilmesi ve kayıt altına alınması, perde arkasındaki bir zatı “Hafiz” ismiyle bizlere tanıttırır ve bildirir. Zira böyle bir muhafaza ve hafiziyet; tesadüfün, kör ve sağır sebeplerin işi olamaz. Allah’tan başka kimse bu hikmetli fiile fail olarak gösterilemez.
Şimdi ikinci basamağa geçerek ahiretin kapısını açalım.
İKİNCİ BASAMAK: HAFİZ İSMİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ?
Madem bu âlemin sahibi olan zat Hafiz’dir ve mülkünde cereyan eden her şeyi muhafaza ediyor. Acaba geçici, basit, fani ve ehemmiyetsiz şeylerde muhafaza böyle olursa; hiç mümkün müdür ki, şu âlemin en kıymetli misafiri, Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve emanetinin taşıyıcısı olan insanın amelleri saklanmasın ve buna göre bir muhasebe görmesin? Hayır ve asla!
Evet, âlemdeki şu hıfziyetin bu şekilde tecellisinden anlaşılıyor ki:
Şu varlıkların sahibi, mülkünde cereyan eden her şeyin kaydına büyük bir önem veriyor.
Hem hâkimiyetine nihayet derecede dikkat ediyor.
Hem saltanatının rububiyetinde gayet özen gösteriyor.
O derece ki, en küçük bir hadiseyi, en ufak bir hizmeti yazıyor, yazdırıyor; mülkünde cereyan eden her şeyin suretini farklı farklı şeylerde muhafaza ediyor.
İşte şu muhafaza kanunu işaret eder ki, amellerimizin kaydedildiği amel defterimiz muhasebe için açılacak ve bilhassa mahiyetçe en büyük, en hürmete layık ve en şerefli bir mahluk olan insanın büyük olan amelleri, mühim olan fiilleri, mühim bir hesap ve teraziye girecek, amel sahifeleri neşredilecek.
Acaba, bir ağacın, ruha benzeyen programını, bir nokta gibi en küçük bir çekirdeğinde yerleştirip muhafaza eden Zat-ı Hafiz için, “Vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza edecek?!” denilir mi ve bundan şüphe edilir mi?
Acaba hiç mümkün müdür ki, insan şu dünyada halifelik ve emanetle ikramda bulunulmuş olsun da, sonra kabre girip ahatla yatsın ve uyandırılmasın, küçük-büyük her amelinden sual edilmesin, mahşere gidip büyük mahkemeyi görmesin, yokluğa kaçsın ve toprağa girip saklansın? Hayır ve asla!
Şimdi bu delili özetleyelim:
Bu dünyadaki her şeyin program ve suretlerinin, yani bir cihette amellerinin; tohumlarda, çekirdeklerde, nutfe denilen su damlacıklarında, hafızalarda, DNA ve diğer yerlerde muhafaza edilip saklanması ispat eder ki, perde arkasında bir zat vardır ve mülkünde olan her şeyi muhafaza etmektedir.
Çiçek gibi, ağaç gibi en basit ve kıymetsiz şeylerin plan ve programlarının saklanması ispat eder ki, insanın amelleri de saklanıyor. Zira insan bu âlemde halifelik makamının sahibi, yerlerin ve göklerin taşıyamadığı en büyük emanetin taşıyıcısı ve Allah Teâlâ’nın has muhatabıdır. Cenab-ı Hakk’ın en basit eşyanın amellerini muhafaza edip rububiyetin saltanatına dokunan insanın amellerini muhafaza etmemesi mümkün değildir.
Madem insanın amelleri muhafaza ediliyor, elbette bu muhafaza bir muhasebe ve hesap içindir. Hâlbuki bu dünyada insan hiçbir hesap görmemekte ve suale çekilmemektedir. İşte bu hâl de ispat eder ki, başka bir yer olmalıdır, orada bir büyük bir mahkeme olmalı ve insan, amellerinin hesabını orada vermelidir. İşte orası da ahirettir.
O hâlde diyebiliriz ki, ahireti inkâr edebilmek için, ilk önce Cenab-ı Hakk’ın “Hafîz” ismini inkâr edebilmek gerekir. Zira “Hafîz” ismini inkâr edemeyen, insanın amellerinin de muhafaza edildiğini kabul etmek zorunda kalacaktır. Bu muhafaza da elbette, bir muhasebe için olacağından ve bu muhasebe de bu dünyada olmadığından dolayı ahiretin varlığı mecburen kabul edilecektir.
Demek ahireti inkâr edebilmek için, Allah’ın “Hafiz” ismini inkâr edebilmek gerekiyor. “Hafiz” ismini inkâr edebilmek için de şu kâinatı inkâr edip akıldan istifa etmek gerekiyor. Zira tohumlardan, çekirdeklere; hafıza kuvvetinden, yumurtalara; DNA’lardan, hücreye kadar her şeyde bir hıfziyet vardır. “Fiiller failsiz olamaz.” kaidesince, bu hıfziyetin de bir faili olmalıdır. Göz önündeki bu hıfziyeti inkâr edemeyen, faili olan Hafiz-i Zülcelâl’i inkâr edemez. Hıfziyeti inkâr etmek ise, ancak akıldan ve insanlıktan vazgeçmekle mümkündür. İnsanlığını bırakıp da akıldan vazgeçenlere ise zaten bizim söyleyecek bir sözümüz yoktur!..
Resim:
Acaba kim, o koca incir ağacını küçücük çekirdeğinde saklayan ve o çekirdeği, o ağaca bir sandukça yapan? Bu hikmetli fiile, Allah’tan başka bir fail gösterebilir misiniz?
Hayvanların program ve tarihçe-i hayatları ise yumurtalarında muhafaza edilmektedir. Âdeta o küçücük yumurtalar, o hayvan için bir amel defteri olmakta ve o hayvanın bütün özellikleri o yumurtada saklanmaktadır.
Acaba rengârenk bir tavus kuşunu, o basit yumurtasında saklayan ve o yumurtayı kırarak ondan aynı tavus kuşunu çıkaran zat kimdir?
Kimdir, bütün yumurtaları hayvanlara birer amel defteri yapan ve o hayvanın bütün programını o yumurtalarda saklayan?
Evet, Allah’tır. Zira O’ndan başka hiçbir şeyin gücü buna yetmez. Çünkü muhafaza etmek; nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, sonsuz bir hikmeti, kayıtsız bir iradeyi ve diğer sıfatları gerektirmektedir. Bu sıfatları olmayanın, bir yumurtada bir hayvanın plan ve programını saklaması mümkün değildir. Bu nihayetsiz sıfatlar ise sadece Allah’ta mevcuttur.
Bir insanın plan programı ise küçücük bir su damlasında muhafaza edilmektedir. Nutfe denilen o suda, insanın bütün planı ve programı saklanmış ve insanın bütün özellikleri o suda kaydedilmiştir. Yine soruyoruz:
Her yönüyle bir sanat harikası olan insanı, nutfe denilen bir damla suda saklayan zat kimdir? Kimdir, bir damla suyu bir kütüphane hükmüne getiren ve o suda insanı yazan?
Evet Allah’tır. O’dur, bir damla suyu insana bir başlangıç yapan ve içinde şu harikulade insanın programını saklayan.
Ya insanın DNA’larına ne demeli? Bir tek hücrede bulunan DNA molekülleri, her biri 20.000 sayfayı ihtiva eden kırk altı ciltlik dev bir ansiklopediye benzer ve bu kadar bilgiyi ihtiva eder. İnsanda ise altmış ile yüz trilyon arası hücre vardır.
Acaba, her bir DNA’yı dev bir ansiklopedi yapan ve içinde bir milyon sayfalık bilgiyi muhafaza eden kimdir?
Elbette Allah’tır. Zira tesadüf; değil bir ansiklopediye, tek bir harfe bile kâtip olamaz.
Bir de insanın hafızasına bakın! Tırnak kadar bir yerde, insanın başından geçen her şey, bütün tarihçe-i hayatı ve öğrendiği her bilgi saklanmakta ve muhafaza edilmektedir.
Acaba, insanın yaptığı bütün amelleri ve hayat maceralarını o küçücük hafızada saklayan ve muhafaza eden zat kimdir?
Elbette Allah’tır. Zira bu harikulade fiil, hiç bir sebep ile izah edilemez.
Şu âlemdeki hafiziyetin delillerini daha fazla anlatmaya herhâlde gerek yoktur. Zira şu âciz insan bile, o hafiziyet kanunundan istifade ederek her şeyi kayıt altına almaktadır. Kameralar, bilgisayarlar, ses kayıt cihazları, flash bellekler, hard diskler ve saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok eşya, âlemdeki bu hafiziyet kanunundan istifade ile yapılmış eserlerdir.
İşte âlemdeki bu hafiziyet; yani her mahlukun planının, programının, tarihçe-i hayatının ve amellerinin son derece dikkat ve özenle muhafaza edilmesi ve kayıt altına alınması, perde arkasındaki bir zatı “Hafiz” ismiyle bizlere tanıttırır ve bildirir. Zira böyle bir muhafaza ve hafiziyet; tesadüfün, kör ve sağır sebeplerin işi olamaz. Allah’tan başka kimse bu hikmetli fiile fail olarak gösterilemez.
Şimdi ikinci basamağa geçerek ahiretin kapısını açalım.
İKİNCİ BASAMAK: HAFİZ İSMİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ?
Madem bu âlemin sahibi olan zat Hafiz’dir ve mülkünde cereyan eden her şeyi muhafaza ediyor. Acaba geçici, basit, fani ve ehemmiyetsiz şeylerde muhafaza böyle olursa; hiç mümkün müdür ki, şu âlemin en kıymetli misafiri, Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve emanetinin taşıyıcısı olan insanın amelleri saklanmasın ve buna göre bir muhasebe görmesin? Hayır ve asla!
Evet, âlemdeki şu hıfziyetin bu şekilde tecellisinden anlaşılıyor ki:
Şu varlıkların sahibi, mülkünde cereyan eden her şeyin kaydına büyük bir önem veriyor.
Hem hâkimiyetine nihayet derecede dikkat ediyor.
Hem saltanatının rububiyetinde gayet özen gösteriyor.
O derece ki, en küçük bir hadiseyi, en ufak bir hizmeti yazıyor, yazdırıyor; mülkünde cereyan eden her şeyin suretini farklı farklı şeylerde muhafaza ediyor.
İşte şu muhafaza kanunu işaret eder ki, amellerimizin kaydedildiği amel defterimiz muhasebe için açılacak ve bilhassa mahiyetçe en büyük, en hürmete layık ve en şerefli bir mahluk olan insanın büyük olan amelleri, mühim olan fiilleri, mühim bir hesap ve teraziye girecek, amel sahifeleri neşredilecek.
Acaba, bir ağacın, ruha benzeyen programını, bir nokta gibi en küçük bir çekirdeğinde yerleştirip muhafaza eden Zat-ı Hafiz için, “Vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza edecek?!” denilir mi ve bundan şüphe edilir mi?
Acaba hiç mümkün müdür ki, insan şu dünyada halifelik ve emanetle ikramda bulunulmuş olsun da, sonra kabre girip ahatla yatsın ve uyandırılmasın, küçük-büyük her amelinden sual edilmesin, mahşere gidip büyük mahkemeyi görmesin, yokluğa kaçsın ve toprağa girip saklansın? Hayır ve asla!
Şimdi bu delili özetleyelim:
Bu dünyadaki her şeyin program ve suretlerinin, yani bir cihette amellerinin; tohumlarda, çekirdeklerde, nutfe denilen su damlacıklarında, hafızalarda, DNA ve diğer yerlerde muhafaza edilip saklanması ispat eder ki, perde arkasında bir zat vardır ve mülkünde olan her şeyi muhafaza etmektedir.
Çiçek gibi, ağaç gibi en basit ve kıymetsiz şeylerin plan ve programlarının saklanması ispat eder ki, insanın amelleri de saklanıyor. Zira insan bu âlemde halifelik makamının sahibi, yerlerin ve göklerin taşıyamadığı en büyük emanetin taşıyıcısı ve Allah Teâlâ’nın has muhatabıdır. Cenab-ı Hakk’ın en basit eşyanın amellerini muhafaza edip rububiyetin saltanatına dokunan insanın amellerini muhafaza etmemesi mümkün değildir.
Madem insanın amelleri muhafaza ediliyor, elbette bu muhafaza bir muhasebe ve hesap içindir. Hâlbuki bu dünyada insan hiçbir hesap görmemekte ve suale çekilmemektedir. İşte bu hâl de ispat eder ki, başka bir yer olmalıdır, orada bir büyük bir mahkeme olmalı ve insan, amellerinin hesabını orada vermelidir. İşte orası da ahirettir.
O hâlde diyebiliriz ki, ahireti inkâr edebilmek için, ilk önce Cenab-ı Hakk’ın “Hafîz” ismini inkâr edebilmek gerekir. Zira “Hafîz” ismini inkâr edemeyen, insanın amellerinin de muhafaza edildiğini kabul etmek zorunda kalacaktır. Bu muhafaza da elbette, bir muhasebe için olacağından ve bu muhasebe de bu dünyada olmadığından dolayı ahiretin varlığı mecburen kabul edilecektir.
Demek ahireti inkâr edebilmek için, Allah’ın “Hafiz” ismini inkâr edebilmek gerekiyor. “Hafiz” ismini inkâr edebilmek için de şu kâinatı inkâr edip akıldan istifa etmek gerekiyor. Zira tohumlardan, çekirdeklere; hafıza kuvvetinden, yumurtalara; DNA’lardan, hücreye kadar her şeyde bir hıfziyet vardır. “Fiiller failsiz olamaz.” kaidesince, bu hıfziyetin de bir faili olmalıdır. Göz önündeki bu hıfziyeti inkâr edemeyen, faili olan Hafiz-i Zülcelâl’i inkâr edemez. Hıfziyeti inkâr etmek ise, ancak akıldan ve insanlıktan vazgeçmekle mümkündür. İnsanlığını bırakıp da akıldan vazgeçenlere ise zaten bizim söyleyecek bir sözümüz yoktur!..
Resim:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder