21 Mart 2015 Cumartesi

OSMANLIYA YAPILAN ÇANAKKALE SAVAŞ TUZAĞI - Resmi tarihin yazmadığı Çanakkale Savaşı : 250,000 ŞEHİDİMİZİN ÖLÜMLERİDEN SONRA 1918 de düşman gemileri çanakkaleyi savaş yapmadan geçti ÇANAKKALE GEÇİLDİ, HABERİNİZ OLSUN! Müslüman doğruyu düşmanından bile duysa kabul etmeli. Doğruya doğru, eğriye eğri diyemediğimiz ve doğru söyleyenlere saldırdığımız müddetçe, hâlimiz perişandır.


ERBAKAN HOCA BÖYLE DEMİŞ:

Çanakkale geçilseydi Türkiye Cumhuriyeti kurulmazdı .

Yalan tarihe ortak olan , sessiz olan , araştırmayıp yalan tarihi öğreten Hocalara hitaben ,

Çanakkale Geçildi Hocam,

“Bir seçimde Çanakkale geçilmemeli demiş Rahmetli Erbakan Hocam”( Mekanı cennet olsun )


Çanakkale geçildi hocam.. Çanakkale’de İngilizlerle Almanlar savaştı, ama biz öldük Hocam ..

Çanakkale geçildi be hocam.. O kahramanca direnişin şehidlerini rahmetle anıyorum ama, sonuçta kirli bir savaşın kurbanları olduk.. Ölüm tarlalarına sürüldük karanlık siyasi pazarlıklar uğruna..

Biz şehidlerimizin ardından Fatiha okuyup hatimler indirmeyi seviyoruz..

Şiir okumayı da seviyoruz..

Öfkeli bildiriler yayınlamayı, sloganlar haykırmayı da..

Övgü ve sövgüyü de.. Ama keşke biraz da okumayı, araştırmayı ,düşünmeyi sevebilsek..

Neden yalan yazılmış tarihin üzerine birde , yalanlara ortak oluyoruz .


Tarih, övgü ya da sövgü kitabı değildir.. Tarihten ders alınır.. Tarih, bir toplumun hafızası ve tecrübeler birikimidir. Tarihlerini kaybetmiş, abartılı övgü ya da sövgülere kurban etmiş toplumların gelecekleri karanlıktır..


Kemalistler gözlerine Mustafa Kemal’i çok yaklaştırdıkları için arkasında bir savaşı kaybediyorlar. Bizimkilerse kınalı kuzu mektuplarını okuyup gözyaşlarına boğulurken, heyecan verici şiilerin coşkusu ile gözleri dolduğunda tarihin sis bulutları arasında yaşanan bir savaşın soğuk gerçeklerini fark edemiyorlar.. Çoğu kimse Liman Von Sanders’i farketmiyor,


Biz buradan ‘İngilizler, Çanakkale’yi geçerse hilafet merkezi düşer’ diye gayret-i diniye ile yükleniyorduk; karşıdan İngiliz ve Fransız gemilerinden çıkan Müslümanlar, Almanlara esir düşen halifeyi kurtarmak için yükleniyordu.. Çünkü onlara öyle söylenmişti..


Osmanlı bütün kuvvetlerini Çanakkale’ye sevk edince; Ruslar, Kars’tan girip ilerleyince; Allahuekber Dağları’nda askerlerimiz donup ölünce İngiliz, Filistin’den vurdu bizi.. Biz de Çanakkale’deki komutanları bu defa Filistin’e sevk edince, o canhıraş savaşların yaşandığı Çanakkale’den bir süre sonra İngilizler tek kurşun atmadan ellerini kollarını sallayarak geçtiler..


Çanakkale geçildi yani sonunda Hocam..

Çanakkale geçildi be hocam.. O kahramanca direnişin şehidlerini rahmetle anıyorum ama, sonuçta kirli bir savaşın kurbanları olduk.. Ölüm tarlalarına sürüldük karanlık siyasi pazarlıklar uğruna..


Birileri bir trajediden, bir imparatorluğun kaybı ile sonuçlanan bir yenilgiden, tarihin belli enstantanelerine sıkıştırılmış bir kahramanlık destanı ürettiler..


Almancılık veya İttihat Terakkicilik ya da ölen kirli bir oyunun kurbanı olan “kınalı kuzular”.. Kendi geleceğimizi bu kurgunun dışında aramamız gerek.. Bu kurguda kazanan kimse olmadı. Sonuçta insanlık kaybetti. Kazananlar için bile bu zafer pahalıya maloldu..

Zafere bak…Çanakkale sadece o gün geçilemedi. Sonuçta bir imparatorluğu kaybettik..


İNGİLTERE İLE KURULAN MUAZZAM BİR SİSTEM :

ABD'nin dünya politikasını kontrol eden İngiltere'dir. ABD'de önemli kararlar İngiliz diplomatların kararıyla alınır.

Ve onların izni, haberi olmadan adım atmaları mümkün değildir.


"ABD'yi dünyada etkileyecek tek güçtür Londra. Ve Washington'un da dünyada danışacağı tek ülke İngiltere'dir.






Biraz sonra öleceğini bile bile” kim koşar düşmanın üzerine?!?


“Şehidlik” gibi bir “makam” olmasa, kendisini bekleyen “mutlak ölüm”ün üzerine kim yürür?..



ÇANAKKALE SAVAŞINDA AKIL OYUNLARI ÇANAKKALE’Yİ ANLAMAK

18 Mart sabahı çocuğun okulunda Çanakkale Zaferi kutlamalarını izledim. Akşama kadar da bütün TV kanalları Çanakkale’den canlı yayın yaptılar. İnanır mısınız, 8 yaşındaki çocukların anladıkları ve anlattıklarıyla 58 yaşındaki uzmanların konuştukları arasında kayda değer bir fark bulamadım.

Evet Seyit Onbaşı’nın kahramanlığı unutulmaz bir semboldür. Ama ya gerisi?

Evet, çok kanlı savaş oldu, peki ya niçin? Sonuçları nasıl oldu?

Evet, 250 bin şehit verdik, peki karşılığı ne oldu?

Evet Türk milleti kahramandır, peki o kahramanları güçlü düşmanın önüne yem gibi atan ve sonra kaçanlar?

“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diye yeni duyduğumuz bir söz var. Söz konusu vatansa elbette şehit vereceğiz, iğneden ipliğe cepheye taşıyacağız, milyonların hayatı değişecek, sıkıntılar çekeceğiz.

Peki, bu sıkıntıları niçin çektik ve kim sebep oldu, bu acı günleri hiç görmeyebilir miydik bunu hiç düşündük mü?

Lafa gelince eğitim sistemimiz gençleri “sorgulayan bireyler” olarak yetiştiriyor. En sorgulanmayacak olan dinimizi sorguluyorlar, baştan aşağı sapır sapır dökülen tarihi sorgulamıyorlar.

Sorgulatmıyorlar.

Çünkü gençlik sorgularsa görecek ki Çanakkale Savaşının öncesinde ve sonrasında sayısız çelişki, hata ve ihmal var.

Tarihçi değilim ama o acı günlere dair bugün titizlikle saklanan, anlatılmayan bir düzine şey sayabilirim:

1- Abdülhamid Hân yönetimde olsaydı 1. Dünya Savaşı’na asla girmezdi.



2- I. Dünya savaşına girmemize sebep olan Osmanlı idaresi değil, darbeyle yönetimi ele geçiren İttihat Terakkî'dir.




3- Yani, “Padişah sarayda keyif sürerken fakir milleti savaşa gönderdi” diyenler yalancıdır.



4- Savaşı idare eden komutanların ciddi bir kısmı yabancıydı.



5- Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal’in rolü yadsınamaz


6- Çanakkale, İtilâf Devletleri’nin Osmanlı ordusunu ve yetişmiş eğitimli kadrosunu tamamen yok etmek için kurduğu bir tuzaktır.

7- Savunma savaşı hücum savaşına göre daha avantajlı olmasına rağmen çok büyük kayıplar verildi.

8- Sultan Hamid zamanında yetiştirilmiş yedek subaylar, on binlerce yüksek tahsilli genç, binlerce lise talebesi bile şehit edildi. 35 bin öğretmen şehit oldu. Savaştan sonra memleketi ayağa kaldıracak adam kalmadı.



9- Çanakkale Zaferi 1. Dünya Savaşı dahilindeki bir bölgesel savaştır. Çanakkale’de büyük bir zafer kazandık ama 1. Dünya Savaşı’nı kaybettik.

10- 18 Mart 1915’te dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye haykırdık ama 3 yıl sonra Çanakkale geçildi. 7 Kasım 1918’de düşman gemileri Çanakkale’yi savaşsız geçti İstanbul’u kuşatma altına aldı.

11- Madem Çanakkale 3 sene sonra savaşsız geçilecekti, neden daha büyük kayıplara yol açan Çanakkale kara savaşları yaşandı?



12- Daha az kayıpla savaştan çekilmek mümkün olduğu halde yeni cepheler açılarak (Irak, Mısır, Galiçya, Suriye gibi) milyona yakın Mehmetçiğin şehit olmasına sebep olundu.

13- Irak cephesinde, Kut-ül Amare’de de büyük bir zafer kazanıldı, hattâ İngiliz kumandanı esir alındı. Acaba günümüz gençliği bu zaferi bir kez olsun duymuş mudur?

Evet, Çanakkale parlak bir zaferdir.

Doğru öğretilirse zaferin şanından bir şey eksilmez, İttihat Terakki’nin ve hâlâ zarar veren zihniyetinin bu millete ödettiği fatura ortaya çıkar.

TÜRKİYE GAZETESİ / Hakkı Arslan

MASONİK YAHUDİ İTTİHAT TERAKKİNİN KURULUŞU






Sultan Abdülhamid'i indirmek istiyorlardı.

Önce içeride örgütlendiler.

Sonra yurt dışındaki Jön Türkler'e el attılar.

Avrupa'ya giderek aralarına karıştılar.

Beyinlerini yıkadılar, Jön Türkler'i de kadroya aldılar.

İttihat Terakki böyle kuruldu.
Kurucularının tamamı Mason'du.

Gerekli olan para da zaten Fransız Mason Locası'ndan geliyordu.

Balkanlarda isyanlar çıkardılar.

Ordular kurdular.
İstanbul'a yürüdüler.
Sultan Abdülhamid Han, o isyan ordularını toprağa gömebilirdi ama kardeş kanı dökülmesin istedi.

33 yıllık hükümdarlığı boyunca tek karış toprak vermeyen Sultan Abdülhamid'i 3 kez tahttan indirdiler.

Darbeler yaptılar, insanları evlerinden topladılar. Yargıladılar, suçsuz pek çok vatanseveri OPERASYONLARLA hapislerde çürüttüler veya astılar.

Koca İmparatorluğu İngilizler'e, Avrupa'ya peşkeş çektiler.

Vatan hainleri vatanı satmak için sürekli iktidarı ele geçirdi, gerekirse DARBE yaptı, hükümetler kurdu.

Karşı çıkan hükümetleri hep indirdi.
Bunu sağlamak için medya gücü lazımdı.

Düzinelerle gazete çıkardılar.

Yalan ve iftiralarla astığını astı, kestiğini kesti, sürdüğünü sürdüler. Sonuçta Masondular.
İmparatorluğu satıp parçalayacaklardı.
Görevleri buydu.

Harbiye Nazırlığı'na getirilen bir Mason Paşa, hayati önemdeki Trablus ordusunu Yemen'e gönderdi. Trablus'taki silah ve cephaneyi de gemilerle İstanbul'a çekti.

Vali ve kumandanı görevden aldı.
Koca şehri sahipsiz kimsesiz bıraktı.

O dönemde Vatikan devreye girdi.
Türkler gemilerle Trablusgarp'a silah sevkediyor yalanını uydurdu.

Osmanlı'ya ültimatom verdi. "Derhal şehri biz verin" diyen harp ilanıydı bu.
Sadece bir şehir böyle bedavaya gitti.

İtalyanlar'ın Trablus için ültimatom gönderdiği dakikalarda bizim hariciye nazırı yani o zamanın dışişleri bakanı İtalyan elçisi ile boğazda SATRANÇ oynuyordu.

Bizi hep satranç masasına oturttular.

Şahları hep devirdiler, mason vezirlere dokunmadılar.

O mason vezirlerle ve onların paşaları ile 1914'te 1. Dünya Savaşı'na soktular.

Milyonlarca kilometrekareye yayılmış koca imparatorluğu yüzbinlerle ifade edilen bir alana hapsedip bu ülkeden kaçtılar.

Geride gömülecek mezar bile bulamayan milyonlarca şehit bırakarak.

Sultan Abdülhamid İttihatçı Masonlar'ın ve Jön Türkler'in büyük ihanetini görmüştü.

"Göreceksiniz, bu ülkeyi hem Ruslar'la hem de İngilizler'le savaşa sokacaklar.
Ve o zaman Allah göstermesin, bu devletin parçalandığına şahit olacağız" diyordu.

Ve şahit olundu.

Bir imparatorluk paramparça edildi.

Aradan geçen 100 yıl boyunca imparatorluğu vatan hainleri ile yıkanlar, maşaları içimizden hiç eksiltmedi.

Nolur nolmazdı.

Ya parçalanan dev tekrar birleşir ve ayağa kalkarsa ne yapacaklardı?

Asla tedbiri elden bırakmadılar.

Bizi bizle içeride kırdırarak yönetirken, bir zamanlar hakimiyetimizde olan İslam coğrafyasında da günde 1000 müslümanın öldürüldüğü bir fitne sistemi kurdular.

Satranç masasındaydık her daim.
Parçaların asla birleşmeyeceklerini sanıyorlardı .

Osmanlı Devleti, İttihatçıların elebaşı Enver Paşa ve avanesinin oldu bittiye getirmesiyle Birinci Dünya savaşına sokulmuştur. Savaşa girmek Osmanlı Devleti açısından mânâsız ve gereksizdi. Ama savaşa girilmişti.


Savaş, İttihat Terakki cuntasının ihaneti sonucu, Braslav ve Goben gemilerindeki askerlere fes, gemi gönderine Osmanlı bayrağı asarak bizim adımıza Almanların Rusya’ya saldırması ile başladı..

Yani savaşı başlatan taraf biz olmuş olduk. Bir oyunla saldırgan ülke konumuna düşürüldük..


Artık Osmanlı Devleti Almanya’nın safında savaşa girmişti.

Daha altı yıl öncesine kadar Osmanlı devletinin başında bir siyasî deha olan Sultan Abdülhamid Han bulunuyordu. 31 Mart 1909’da tahttan indirilmişti. Onun yerine Sultan Reşad geçmişti. Sultan Reşad bütün iyi niyetine rağmen İttihatçıların elinde çaresizdi. Onların dediğini yapmak zorunda kalmıştı.

Çanakkale deyince, sadece Mustafa Kemal’i akıllarına getirip, oradaki“ümmet şuuru”nu görmeyenler, tek kelimeyle “zırcahil”dir



Meselâ, Mustafa Kemal’i bile “hayran” bırakan, “Bombasırtı Vak’ası”ndan habersizdir!..

Mustafa Kemal; Çanakkale savaşlarının bir parçası olan “Bombasırtı Vak’ası”nı anlatırken, aynen şöyle der:

“Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı Vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak! Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor… Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkül ile biliyor musunuz? Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bu, Türk Askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur!”

Çanakkale Savaşlarında Osmanlı kuvvetlerinin kumandanı Esad Paşa’dır. Bu savaşa gelinceye kadar orduda pek çok vazifelerde bulunmuş ve pek çok başarı kazanmıştır. 1912’deki Yanya Savaşlarında iyi bir kumandan olduğunu göstermiştir. Çok tecrübeli, dirayetli ve basiretli bir kumandandır.

(İslâm’ın kalbine nüfuz etmek için gelmişlerdi. İtibar ve onurlarını ayaklar altında bırakarak kaçtılar.)

(Müslümanların iki kuvvetli düşmanı (İngilizler ve Fransızlar) birden Çanakkale’ye karadan ve denizden saldırmışlardı.)

18 MART 2015 sabahı İngilizler çok mağrurdular. ‘Küçük dağları biz yarattık’ der gibiydiler. Modern savaş gemileriyle Çanakkale Boğazından geçip gidecekler İstanbul’a varacaklardı. “Hasta Adam” dedikleri Osmanlı Devletinin payitahtını ele geçirecekler, İslâm dünyasının yüreğini yaracaklardı. Bu ara İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletler İstanbul’u kendi aralarında çoktan pay etmişlerdi.

İngilizler Çanakkale’yi geçemediler. Geçselerdi çok şeyler yapacaklar, bizi çürütüp tarih sahnesinden sileceklerdi. Ama daha sonraları içimize saldıkları zağarları vasıtasıyla düşüncelerini gerçekleştirdiler. Halbuki bunu daha önce düşünmüş olsalardı bu kadar zayiat vermezlerdi. Yüz binlerce askerleri ölmez, o kadar gemileri batmaz, bu kadar maddi kayıpları olmazdı. Ne hikmetse bu şeytanlığı baştan düşünmemişlerdi.

“ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!..”

Winston Churchill şunu söylemek zorunda kalmıştı:

“Biz Çanakkale’de Türklerle değil Allah’la savaştık. Tabiî ki yenildik.”

TÜRK-KÜRT OMUZ OMUZA

Öyle bir “çimento” ki;

Türk’ü, Kürt’ü, Laz, Çerkez, Arap, Arnavut ve Boşnak’ı, şu anda “Çanakkale Şehitliği”nde koyun koyuna yatıyor.

Bugün, bazıları “farklı söylemler” içinde olsalar da, Çanakkale’de, öleceğini bile bile cepheye koşan “askerler” arasında “Kürtler” de vardır.



Çanakkale Valiliği’nin bundan 2 yıl önce, yani 2013 yılında yayınladığı bir kitapçıkta, “Gelibolu’ya takviye için yola çıkan Kürt birlikleri”nin fotoğrafı da yayınlanmış ve altına şunlar yazılmıştı:

“Osmanlı Devleti, etnik kökene göre kayıt tutmadığı için Çanakkale’de hangi etnik kökenden kaç şehit olduğu bilinememektedir... Bir Osmanlı tebaası olan “Kürtler”in Çanakkale Savaşı’na katılması ve mücadele etmesi gayet mühimdir... Çünkü o dönemde “Kürt tebaa”nın yoğun yaşadığı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de hem “Ermeni Olayları” yaşanmakta, hem de Kafkas Cephesi ismi altında kıran kırana bir savaş yaşanmakta idi... Kürtlerin Çanakkale’ye koşmaları hem Kürt ahalinin Osmanlı’ya sadakatinin, hem de vatanın hiçbir parçasını ayrı görmediklerinin önemli bir kanıtıdır. Bugün, Çanakkale toprağında yatan Kürt şehitlerimizin kanı, sarsılmak istenen milli birliğimizi koruyup güçlendiren en önemli etmendir.”


BİR HİLÂL UĞRUNA!

Fazla söze hacet var mı?..
Umarım; “PKK’lılar” ve “HDP’liler” Çanakkale’yi bir defa daha düşünürler!..

Çanakkale’yi herkes düşünmelidir!..

Çünkü Çanakkale;

Bu topraklara “mağrur” olarak gelen düşman askerlerinin “rezil” olup, kös kös gittikleri bir yerdir!.. Çünkü Çanakkale; “Çelik ile Barut’un imana diz çöktüğü” bir yerdir... Çünkü Çanakkale; bir “Hilâl” uğruna, nice“güneş”lerin battığı bir yerdir... Çünkü Çanakkale, merhum Mehmet Akif’in deyimiyle, “tek dişi kalmış medeniyet canavarları”nın geçemediği ve süklüm-püklüm geri döndüğü bir yerdir!..

Hasılı kelâm;
Çanakkale bir “destan”dır!..

Tüm “şehit”lerimizin ruhuna, Fatiha...

Japonların Nagazaki ve Hiroşima’sı varsa, bizim de Çanakkale’miz var!

Yazarımız Yavuz Bahadıroğlu, 8 Ağustos 2005 tarihli yazısında; merhumTurgut Özal ile bir “Japon heyeti” arasındaki görüşmeyi, özetle şöyle anlatıyordu:

“Rivayet o ki, rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlık döneminde Türkiye’yeJaponya’dan bir eğitim heyeti gelmiş. Heyet, Türkiye’de incelemelerde bulunduktan sonra, Türk heyetiyle bir toplantı yapmış. Bir ara söz çocuklarda “millî şuur” oluşturmaya gelince, Japon heyetin başı, bunu nasıl başardıklarını anlatmış ve demiş ki:

İlk şoktan sonra onları Hiroşima’ya götürüyoruz. Dehşeti gözleriyle görüp, yaşıyorlar. Atom Bombası atıldığından beri hiçbir bitkinin yetişmediğialanları geziyorlar...

Ondan sonra alıyoruz karşımıza, ‘Eğer siz yeteri kadar çalışmaz, diğer devletleri geçmezseniz, vatanınız işte böyle bombalanır, anneniz babanız böyle öldürülür. Toprağınızda bir çiçek bile yetişmez olur’ diyoruz.”

Bizimkiler, “İyi ama bizim Hiroşima’mız, Nagazaki’miz yok ki” deyince,Japonlar şöyle konuşmuşlar:

“Ama sizin de Çanakkale’niz var! Çanakkale, bizimkilerden çok daha çarpıcı bir örnek. O bölge çocuklarınıza ve gençlerinize millî şuur aşılamak için tam bir laboratuvar. Öğrencileri kafileler halinde Çanakkale’ye götürüp gezdirin ve 250 bin şehidinizin hikâyesini anlatın. Yeterince çalışmazlarsa, başlarına bugün de benzer şeylerin gelebileceğini söyleyin.””

Evet, Japonlar “formül”ü bulmuşlardı... “Hiroşima ve Nagazaki’yi yeniden yaşamak istemiyorsanız, ilerlemeye devam edin!” diyorlardı çocuklarına...

Aynı “formül”ü bize de tavsiye ediyorlardı:

“Sizin de Çanakkale’niz var!”

Evet, bizim de “Çanakkale”miz var!..

“Geçilmez” dedirttiğimiz Çanakkale’miz!..

YENİAKİT - Hasan Karakaya



Mezar taşları Çanakkale Destanı'nı anlatıyor

Omuz omuza çarpıştılar. Yan yana yatıyorlar. Halep'ten, Diyarbakır'dan, Trabzon'dan, Saraybosna'dan, Kudüs'ten, Yozgat'tan... İmparatorluk topraklarının dört bir yanından savaşa katılıp Çanakkale'de destan yazan Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum tüm şehitlerin mezarları Çanakkale Deniz Zaferi'nin yıldönümünde ziyaretçileri ağırlıyor.

18 Mart 2015.

Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümü!..

İşte “bilgi sahibi” olmayıp da, “fikir sahibi” olduğunu zanneden, kuş beyinli“boş teneke”ler, “Çanakkale”nin geçilmez olduğu” konusunda ahkâm keserken, orada gerçekleşen bazı olağanüstü hadiseler için “hurafe” diyor,“masal” diyor ve böylece “Çanakkale’deki ruh”tan ne kadar “habersiz”olduklarını, nasıl “zırcahil” olduklarını gözler önüne seriyorlar!..

Çanakkale’de bir “ümmet savaşı” verildiğinin en büyük delili, şu anda Çanakkale’de koyun koyuna yatan “şehit”lerdir!..

Libya’dan gelmişler, Afganistan’dan gelmişler, İran’dan gelmişler,Suriye’den, Hicaz’dan, Filistin’den, Cezayir’den, Yunanistan’dan,Arnavutluk’tan, Makedonya’dan, Bulgaristan’dan, Romanya’dan, Bosna’dan,Gürcistan’dan, Azerbaycan’dan ve Kafkasya’dan gelmişler; sırf Çanakkale’yi“geçilmez” kılmak için!..

Çünkü;

“Ümmet” için, Çanakkale sadece bir “şehir” değil, bir “kale” idi...

Çanakkale, “İstanbul” demekti, Çanakkale “Erzurum” demekti, Çanakkale“Diyarbakır” demekti, Çanakkale “Mekke ve Medine” demekti!..

“Ümmetin çocukları” biliyordu ki;

Eğer Çanakkale “geçilir” ise, düşman “İstanbul’u” ele geçirir!.. İstanbul’u ele geçirirse Şam elden gider, Bağdat elden gider, Mekke ve Medine elden gider!..

Dolayısıyla;

Çanakkale’deki direniş, aynı zamanda “Şam’ın, Bağdat’ın, Mekke ve Medine’nin direnişi”dir!..

Birlik-beraberliğimizin adresi Çanakkale’dir

Etrafında ihtilafsız ittifak edebileceğimiz ortak değerleri öne çıkarmamızı gerektiren günler yaşıyoruz...

Tarih ortak değerlerimizden biridir...

Özellikle Çanakkale Zaferi, yakın tarih içindeki yeri bakımından, son derece anlamlıdır.

Anlamlıdır, çünkü “Osmanlı bitti, bir daha dirilemeyecek şekilde yere serildi” denilen bir zamanda kazanılmıştır.

Mahiyeti itibariyle bir diriliş cehdi, aynı zamanda da birlik-beraberlik sembolüdür. Bu itibarla Çanakkale mücadelesini kazanan ruhu keşfetmeye ve kavramaya muhtacız.

Hatırlayalım ki, Çanakkale Zaferi, İngiliz önderliğinde birleşen Avrupa ile Rusların 17 yıl aralıksız savaştırıp yıprattıktan sonra, nihayet “Hasta Adam” damgasını vurup son ölümcül darbeyi indirmek üzere gelen“düşman”a karşı verilmiş canhıraş bir varlık mücadelesidir. Tarihi zaferlerle ve medeniyet nimetleriyle dolu bir milletin ateşle imtihanıdır...

Oysa yıllarca savaşmaktan yorgundu. İmparatorluğun geniş coğrafyası içinde yıllarca aralıksız savaştırılmış, Trablusgarp’tan Balkanlar’a kadar tüm vatan sathını kanıyla âdeta sulamış, başta insan kaynakları olmak üzere hemen hemen tüm kaynaklarını tüketmişti.

En tükenmiş zamanımızda geldiler, ama öyle bir ders aldılar ki, sonsuza kadar unutamıyor, o korkunun etkisiyle Türkiye’yi ve komşularını her vesileyle rahatsız etmeye çalışıyorlar.

Çanakkale savaşlarının yüzüncü yıldönümündeyiz (1915-2015)...

Ama ben size savaşı değil, imkânsızlıklar içinde o savaşı kazanan insanı birkaç örnekle anlatmaya çalışacağım. Çünkü insan, hayatın olduğu gibi, savaşın da ana unsurudur.

Öncelikle şunu belirteyim ki, Çanakkale’yi canla, başla, imanla savunanların dilinden düşürmediği üç kelime var:

Allah...Bismillah...

Kardeş.
Çanakkale’de ırk farkı unutulmuş, dil farkı unutulmuş, memleket farkı unutulmuş, bütün savunmacılar “kardeş” kelimesinde ittifak etmiştir...

Türk Kürd’ün, Kürt Laz’ın, Laz Çerkez’in, Abaza’nın, Arnavut’un, Roman’ın sadece “kardeş”idir...

Karşılarındaki saldırganlar ise İngiliz-Fransız, Anzak olarak değil, sadece“düşman” olarak tanımlanmaktadır...

Zaten Mehmed Âkif de öyle yapmış, “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” diyerek tek mısrada “düşman”ı özetlemiştir.

Kısacası saldıranlar “düşman”, savunanlar “kardeş”tir, o kadar!

Önemli bir nokta daha var: O insanlar gökten zembille inmedi, yetiştirildi. İhtiyacınız olduğunda ihtiyaç duyduğunuz imanlı, kararlı, sabırlı, yürekli, gayyur, fedakâr, cefakâr, dayanıklı, vatansever insanı bulabilmek için, önceden yetiştirmiş olmak gerekiyor...

Osmanlı yıllarca emek vererek o insanı yetiştirmiş, o insan da imkânsızlıklardan imkân çıkararak Çanakkale Zaferi’ni kazanmıştır.

Şöyle kabaca bir düşünün lütfen: Çanakkale’de dünyanın en güçlü armadası ve en eğitimli ordularıyla savaşan Osmanlı Devleti’nin parası var mıydı? Yoktu...

Devlet o kadar fakirdi ki, savaşan askerlerine miğfer dağıtamıyor, bu yüzden binlerce askerimiz, İngiliz uçaklarından atılan çivi bombalarına canlı hedef olup şehâdet şerbetini içiyordu.

Peki bari devlet, cephelerde savaşan askerlerinin karnını doğru düzgün doyurabiliyor muydu?..

Hayır, doyuramıyordu: Anadolu’nun dört yanından gelen gencecik vatan evlâtları kavrulmuş süpürge tohumu kemirerek savaşıyor, subaylarımız haftada bir çıkan sıcak çorbalarını bile, “Onlar güzel yemeklere alışkındır, biz nasıl olsa idare ederiz” diyerek, İngiliz esirlerine ikram ediyordu...

Askerlerimizn silâhları muntazam değildi... Müttefiklerin modern silahlarının yanında “çakaralmaz” denebilecek kadar eski silahlarla savaşıyorlardı...

İsterseniz sonraki yazımızda resmi belgelerden bir döküm verelim...

YENİAKİT - Yavuz Bahadıroğlu


Çanakkale zaferinden İstiklâl Marşı’na

12 Mart “İstiklâl Marşı”mızın TBMM’de kabulünün yıldönümüydü. Perşembe günleri yazmadığım için konu bugüne kaldı.

Önce “Milli Mücadele”ye gelen süreci kısaca hatırlayalım...

17 yıl aralıksız süren savaşlarda insan, para ve silâh kaynaklarını tüketenOsmanlı’nın başkenti, Mondros Mütarekesi çerçevesinde işgal ediliyor.

En bitkin, en yorgun zamanımızda kendimizi “Milli Mücadele”nin içinde buluyoruz. Artık küllerimizden tekrar doğmak zorundayız! Parola: “Ya istiklâl ya ölüm”dür!

Çete baskınlarıyla başlayan mücadele, yerini git gide düzenli ordulara bırakırken, yorgun milletin ruhunu kışkırtıp, moralini takviye edecek bir“İstiklâl Marşı”na ihtiyaç duyuluyor ve bu amaçla Maarif Vekâleti 1921 başında 500 lira nakit para ödüllü bir “İstiklâl Marşı” yarışması açıyor.

Bu yarışmaya 724 şiir geliyor,ancak jüri tarafından tek tek değerlendirilen şiirlerden hiç biri beğenilmiyor. Şiirler çala kalem, sırf yüksek para ödülü için yazılmış gibidir.

Oysa istenilen evsafta bir şiiri maddi mülâhazalarla yazabilmek mümkün değildir. Onu yazabilmek için anonim imanın ruhuyla ruhlanmak gerekmektedir...

Bu öyle bir şiir olmalıdır ki, bitip tükenmeyen savaşlardan yorgun düşmüş bir milletin yüreğini kıpırdatmalı, umutlarını diriltmeli, ruhunu ayağa kaldırmalıdır.

Tarih boyunca yaşanan acılar satırlara dökülmeli, bir şiirin içselliğinde geçmiş geleceğe bağlanmalıdır... Bunu, yüreğini Peygamber yüreğinin ritmiyle bütünleyebilmiş bir şair ancak yazabilirdi.

Çünkü şiire konu olan millet, sünneti devletleştirip yüzyıllarca zirvede tutmuş bir milletti.

İşte şehidlik ile ilgili ayet-i kerimeler:

“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara, 154)

“Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 157)

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. “ (Âl-i İmrân, 169-171)

“Kim Allâh’a ve Rasûl’e itâat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisâ, 69)

“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisâ, 74)

“De ki: Bizim için siz, (şehitlik veya zafer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah’ın kendi katından veya bizim ellerimizle size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.” (Tevbe, 52)

“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu), Allah üzerine hak bir vaattir…” (Tevbe, 111)

“Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”(Hac, 58)

“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 23)

“…Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz.” (Muhammed, 4)

“Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nûrları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.” (Hadid, 19)


ŞEHİDLİKLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER


Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular:


“Şehîdler beştir:

1. Tâundan (vebadan) ölen,

2. Karın (yani iç) hastalığından ölen,

3. Suda boğulan,

4. Yıkıntı altında kalıp ölen,

5. Bir de Allah yolunda şehîd olandır.” (Buhârî, Ezân, 32)

Raûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:

“Emîn, doğru sözlü ve müslüman bir tâcir, kıyâmet günü şehitlerle berâberdir.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 1)

Bedir Savaşı Sırasında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular:

“–Her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebât eder, şehit düşerse, Cenâb-ı Hak elbette onu cennete koyacaktır. Bugün şehit olanlara Firdevs Cenneti hazırdır. Hücûm ediniz, hamle ediniz!” (İbn-i Hişâm, II, 267-268)

ŞEHİDİN, KUL HAKKI DIŞINDAKİ BÜTÜN GÜNAHLARI AFFOLUNUR!

Ebû Katâde -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâb arasında ayağa kalktı ve:

“Allâh’a îman etmek ve Allah yolunda cihat, amellerin en fazîletlisidir.”diye hatırlattı. Bunun üzerine bir adam kalkıp:

“–Ya Rasûlallah! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?” diye sordu.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:

“–Evet, şayet sen sabrederek, ecrini sadece Allah’tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibril söyledi.”buyurdu. (Müslim, İmâre, 117; Tirmizî, Cihâd, 33/1712)

Diğer bir rivâyette de:

“Şehidin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allah affeder.” buyrulmuştur. (Müslim, İmâre, 119)

Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbına şöyle buyurdu:

“Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve kıymette idi. Sonra o iki kişi bana:

–Bu eşsiz ev, şehitlerin sarayıdır, dedi.”(Buhârî, Cihâd, 4; Cenâiz, 93)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular:

“Sizden biriniz, karınca ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar.” (Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 26/1668; Nesâî, Cihâd, 35; İbn-i Mâce, Cihâd, 16)

ŞEHİDLİĞİ ARZU ETMEK
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular:

“Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allah yolunda şehit olmak, sonra diriltilip tekrar şehit olmak yine diriltilip tekrar şehit olmak isterdim.” (Buhârî, Îman, 26; Müslim, İmâre, 103, 107)

Raûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:

“Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehitlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah ona şehitlik mertebesini ihsân eder.” (Müslim, İmâre, 157; Nesâî, Cihâd, 36)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular:

“Şehitliği gönülden arzu eden bir kimse, şehit olmasa bile sevâbına nâil olur.”(Müslim, İmâre, 156)

Raûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:

“Şehid olmayı Yüce Allah’tan samimi olarak dileyen kimseyi, Allah, rahat yatağında vefat etse bile, şehidlerin derecesine eriştirir.” (Müslim, İmâre, 156, 157; Ebû Davud, İstigfâr, 26; Neseî, Cihâd, 36; ibn Mâce, Cihâd, 15).

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kısım insanları da şehit hükmünde kabul etmiştir. Nitekim bir defâsında ashâbına:

“–Siz kimleri şehit sayıyorsunuz?”diye sormuştu.

Sahâbîler:

“–Ya Rasûlallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir!” dediler.

Peygamber Efendimiz:

“–Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır.” buyurdu.

Ashâb-ı kirâm:
“–O hâlde kimler şehittir ya Rasûlallah!” dediler.


Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah yolunda öldürülen şehittir; Allah yolunda ölen şehittir; imanlıise imanı varsa bulaşıcı hastalıktan ölen şehittir; ”buyurdu. (Müslim, İmâre, 165; İbn-i Mâce, Cihâd, 17)

Uhud şehitleri zikredildiğinde Varlık Nûru Efendimiz, o mübârek şehitlerin fazîletini beyan sadedinde:

“Vallâhi ashâbımla birlikte Ben de şehit olup Uhud Dağı’nın dibinde gecelemeyi ne kadar isterdim!”buyurmuştur. (Ahmed, III, 375)

MÜSLÜMAN OLUR OLMAZ ŞEHİD OLAN SAHABE

Uhud savaşı sırasında Kuzman adlı bir Medîneli, savaşta yedi kişiyi öldürmüş, kendisi de ağır bir yara alarak ölmüştü. Buna rağmen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Kuzman cehennemliktir!”buyurdu.
Çünkü o, son nefesinde kendisine:

“−Şehitliğin mübârek olsun ey Kuzman!” diyen Katâde bin Nûmân’a:

“–Ben kabîlem için savaştım; şehitlik için değil!” demiş ve kılıcına abanarak intiharla canına kıymıştı. (Vâkıdî, I, 263)

Buna karşılık, kabîlesinin İslâm’a girmesine önce itiraz eden sonra da pişman olan Usayram, tepeden tırnağa silâhlanmış bir hâlde Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e geldi ve:

“–Ya Rasûlallah! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?”dedi.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Önce müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu. Bunun üzerine Usayram müslüman oldu, sonra savaştı ve şehit oldu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Usayram için:

“–Az çalıştı, fakat çok kazandı!”buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 13; Müslim, İmâre, 144)

CENNETE TOPALLAYARAK GİREN SAHABE

Ensâr’dan Selimeoğulları’nın reisi Amr bin Cemûh, topal bir kimse idi.

Kendisi ve dört oğlu Allah Rasûlü ile birlikte savaşlara katılırlardı. Rasûl-i Ekrem Efendimiz Uhud Gazvesi’ne çıkacağı sırada Amr da sefere katılmak istedi. Oğulları:

“–Sen cihat ile mükellef değilsin. Allah Teâlâ seni özür sâhibi kabul etti. Biz senin yerine gidiyoruz.” dediler.

Amr, oğullarına:

“–Siz Bedir günü benim cennete girmeme mânî oldunuz. Vallâhi ben bugün sağ kalsam dahî, muhakkak bir gün şehit olup cennete gireceğim!” dedi.

Sonra hanımına da:

“–Herkes şehit olup cennete giderken ben sizin yanınızda oturup duracak mıyım?”diyerek çıkıştı. Hemen kalkanını aldı ve:

“–Allâh’ım! Beni âileme geri çevirme!” diye duâ ettikten sonra Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitti. O’na:

“–Oğullarım beni Medîne’de bırakmak istiyorlar. Beni, Sen’inle birlikte savaşa gitmekten alıkoyuyorlar. Vallâhi, ben şu topal hâlimle cennete ayakbasmayı arzuluyorum.” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah Teâlâ seni mâzur görmüştür. Sana cihat farz değildir.” buyurdu.

Amr -radıyallâhu anh-:

“–Ya Rasûlallah! Sen benim Allah yolunda ölünceye kadar savaşarak şehit olup şu topal ayağımla cennette yürümemi uygun görmez misin?” dedi. Nebiyy-i zîşân Efendimiz:

“–Evet, uygun görürüm.” buyurdu. Amr’ın oğullarına da:

“–Artık babanızı savaşa katılmaktan menetmeyiniz. Umulur ki, Allah ona şehâdet nasip eder.” buyurdu.

Amr kıbleye döndü ve:

“Allâh’ım! Bana şehitlik nasip et! Beni mahrum ve mahzun olarak ev halkımın yanına döndürme!” diyerek duâ etti ve cihâda katıldı.

Uhud Harbi’ne iştirâk eden, şehâdet heyecânıyle dolu bu sahâbî, cihat esnâsında; “Vallâhi ben cenneti özlüyorum.” demiş, netîcede kendisini korumaya çalışan bir oğlu ile birlikte bu savaşta şehit düşmüştür. 


Daha sonra Sevgili Peygamberimiz onun hakkında:

“Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, Amr’ın cennette topallayarak yürüdüğünü gördüm!”buyurmuştur. (Vâkıdî, I, 264-265; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 208)

Kaynak: İslam ve ihsan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder