30 Mayıs 2015 Cumartesi

Cemaate Hizmet Partisi”ne dikkat! “Cehenneme Hizmet Partisi”ni çıkarları için “Cemaate HizmetPartisi”ne dönüştürme



Allah’ın lütfu ve milletimizin destekleriyle iş başına gelen iktidarın kısmen gerçekleştirdiği hak ve özgürlükler ortamında yeni tezgâhlarla karşı karşıyayız.

Şeytan ve yandaşları hiçbir zaman pes etmezler. Şartlara göre insanoğluna tuzak kurmada mahir bir masondurlar! Yani ustadırlar! Bu münafıklar araziye göre şekillenen bukalemuna benzerler.
Dün, başta namaz ve örtümüz olmak üzere İslami değerlere topyekûn saldırıyorlardı. Bugün ise, başa çıkamayacaklarını anlayınca, o değerlerimize Milletimizi aldatma adına sarılmaya başladılar. 
Dün, “Namaz ve başörtüsü devleti yıkacak irticai tehlikedir!” naraları atanlar, bugün “bunlar bizleri kurtarıcı can simidi!” diyorlar!
Dün, Ana Hayat Yasamız Kur’an-ı Kerim’i çocuklarımıza öğretmeyi ağır cezalarla yasaklattıranlar, bugün o yasakları kaldıran iktidarımıza destek verenleri din istismarıyla aldatma rolündeler!
Dün, gecelik yüzde binlere varan faiz artırımlarıyla ülkemizi ve halkımızı borç batağında yerli ve yabancı banka patronlarına sömürttürenler, bugün utanmadan, sıkılmadan dürüstlük postuna büründüler!
Dün, devlet parasıyla kurdukları özel bankalarla devleti dolandırıp, iflas numarasıyla katrilyonlarca zararı Devletimize ödettirenler, bugün güya yolsuzluk ve hırsızlık avına çıkmış birer Donkişot rolünü üstlendiler! 
 Dün, işçilerimizin haklarını, satılmış sendikalar eliyle toplusözleşmelerinde sıfır maaş (!) artışlarıyla patronlara ezdirtenler, bugün emekçilerimizi yeniden aldatmak için kurtarıcı rolünde, kuzu postunda kurtlaştılar!
Dün, Kırk Haramileri aratmayacak şekilde ihale, yolsuzluk ve hırsızlıklarında başrolde olanlar, bugün, karanlık odada vaftiz edilmiş günahsız birer masum rolüne büründüler!
Dün, gerçek vatanseverleri; dinci, irticacı, yobaz, çağdışı ve Ataput düşmanı damgasıyla dışlayanlar, bugün mürtecileri bekârına ve duluna bakmadan, hacısını, hocasını ve müftüsünü partilerine ve localarına alma yarışına girdiler!
Dün, laiklik ve Kemalizm maskesiyle dinsizliği ve ateistliği savunanlar,bugün ise  “Cehenneme Hizmet Partisini çıkarları için “Cemaate HizmetPartisi”ne dönüştürme hilesini, andaç Mason Demirel taşeronluğunda planladılar!
Dün, Tarikatları ve Cemaatleri potansiyel en büyük tehlike ve irtica merkezi görenler, bugün “düşmanımın düşmanı dostumdur!” hilesiyle bazı kardeşlerimize, sol elleriyle tokalaşıp, sağ elleriyle arkadan hançerleme tuzağını kurdular! 
Dün, Cemaat, Tarikat ve halkımızı tam kırk yıl yalan ve dolanla aldatma hilesini, Demirel ve yandaşları ustalıkla yaparken, bugün bizzat yönettiği İslam’a atılan altı oklu talebelerinin hile kulakları, usta boynuzları geçmiş durumda!
Dün, inanç ve amel yönünden birbirine tavan tabana zıt C.H.P ile Cemaatin bugün kıydığı Mut’a Nikâhı’ndan “Cemaate Hizmet Partisi” mi, “Cemaate Hezimet Partisi” mi doğacak?!  Bakalım, izleyip göreceğiz!
Tüm bu oyunlarla, dün olduğu gibi bugün de bizlerin eliyle ülkemizi yeniden kaosa sürükleyip istikrarsızlaştırmak istiyorlar! 
Ülkemizi, bölüp parçalayarak yutmak isteyen bütün bu Şeytani Siyonist tuzakları, dün olduğu gibi bugün de birlik, kardeşlik ve dayanışma emri ilahîsine uyarak ve 
“Ey Rabbim! Düzenbaz Şeytan ve yandaşlarının kışkırtmalarından ve tuzaklarından sana sığınırım! Ve Ey Rabbim! (benim onların yanında)onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım! (Mu’minun S.97-98)” duasının gereğini yaparak boşa çıkarmalıyız. 
Selam, sevgi ve duayla
Şevki Yılmaz

Tanrı uludur”lu günlerin başlangıç tarihi


İslâm dünyasında 622 yılından beri, Hz. Peygamber’in öngördüğü biçimde okunan “Ezan-ı Muhammedî”, ilk kez “Muhammedî” kimliğinden, onunla birlikte de “şeair” (İslâm işareti) vasfından koparıldı ve Türkçe bilmeyenler için “anlamsız” bir bağırtıya dönüştürüldü.
Hafız Rıfat Bey tarafından ilk Türkçe ezanın Fatih Camii’nde okunduğu tarih 3 Şubat 1932’dir. 
Aynı yıl Türkiye’de insanlar açtı, ilâçsızdı; doktorsuzdu, ekmeksizdi, sahipsizdi; millet önlenemeyen salgın hastalıklarla pençeleşiyordu…
Çocuklar ya doğum sırasında, ya da kızıl, kızamık, boğmaca gibi hastalıklardan ölüyordu…


Türkiye’nin yeterli öğretmeni, okulu, hastanesi, yolu, suyu, fabrikası, barajı, elektriği, havaalanı yoktu…
Gençlere “din eğitimi” verecek imam-hatipleri, Kur’an kursları, İlahiyat Fakülteleri (o da aynı yıl, yani 1932 yılında kapatıldı) yoktu…
Artık “ezan gibi ezan”ı da yoktu, Türkiye’nin!
Ama bir “Dünya Güzellik Kraliçesi” vardı…
Yarışmayı, yanlış hatırlamıyorsam, tek parti yönetiminin yarı resmi organıCumhuriyet Gazetesi organize etmişti. 
Ve Avrupa, bizi açılıp saçılmaya teşvik babında, “Türkiye Güzeli”ni,“Dünya Güzellik Kraliçesi” ilân etmişti.
Ekonomi gazeteleri dâhil tüm gazeteler bu haberi günlerce manşetten veriyor, halka “ezansızlığın acısı”nı unutturmaya çalışıyordu.
Ama halk ne o acıyı unuttu, ne de o acıyı kendisine yaşatanları: Eline geçen ilk fırsatta (14 Mayıs 1950 genel seçimleri) kendisini tam 18 sene ezansızlığa mahkûm edenlerden intikamını aldı… CHP’yi deviripDemokrat Parti’yi iktidar yaptı…
Sonra o çizgide yürüyen diğer partileri: AP, ANAP, DYP; nihayet AK Parti…
On yıllık iktidarında kaçınılmaz olarak yaptığı bazı hatalara rağmen, bugün bile AK Parti’nin oy oranı yüzde 55’lerde, CHP’ninki ise taş çatlasa 20-25’lerde ise, bu sonuç “Ezanın intikamı”dır!
Türkiye’nin düşman işgaline uğramasını camilere çan takılması ve Ezan-ı Muhammedî’nin susturulması olarak algılayan Mehmed Âkif, Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine yazdığı meşhur “Bülbül”şiirinde şöyle kükremişti:
“Ne zillettir ki: Nâkuus, (çan) inlesin beyninde Osman’ın,
“Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlânın!..” 
Ve kendisine ısmarlanan İstiklâl Marşı’na o hicran içinde ezanlı mısralar koymuştu:
“Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin, temeli,
“Ebedi yurdumun üstünde benim, inlemeli.”
Âkif, bu şaheser mısraları yazarken, bir gün bu topraklarda Ezan-ı Muhammedî’nin susturulacağını, eski coşkunun hıçkırığa dönüşeceğini acaba hiç aklına getirmiş miydi?
Âkif’i bilemem, ama cumhuriyet döneminin fikir babalarından Ziya Gökalpçoktan kararını vermişti: “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur/ Köylü anlar manasını namazdaki duanın” diyerek ezanın  Türkçeleşmesini savunuyordu.
Ezanı aslı gibi okumaktan çıkarmanın kılıfı, “Ne söylendiğinin anlaşılması”ydı, ama saklı amaç, o dönemin fikir babalarından Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” ismiyle yayınladığı hatıralarında ifade ettiği üzere,“dinde reform” yapmaktı.
Dönemin yarı resmi gazetesi Cumhuriyet, 04 Şubat 1932 tarihli nüshasında konuya “Türkçe” çerçeveli yaklaşıyor, “Türk dünyasının Tanrı’sına kendi bilgisiyle taptığını” yazıyordu.
Milletin bütün bu “arıza”ları aşıp tekrar kıblesiyle buluşacağını, o günlerde biri söylese kimse inanmazdı. Bugün çok şükür yaşıyoruz.
Allah’ı “ulu” (zira bir de “Ulu Önder” var” gibi kifayetsiz kelimelerle değil,“Allahüekber”lerle anıyoruz!

Yavuz Bahadıroğlu


Paralel yapıyı bekleyen gelecek!


Bir yandan yargı süreci devam ederken, bu yapının devleti ele geçirme planlarını konu alan “Kod adı KOZ” adlı film de vizyona giriyor. Bütün bunları bir arada düşündüğünüzde aslında adım adım büyük bir operasyona yaklaşıldığını tahmin etmek çok güç olmasa gerek..
81 ilin imamından söz ediliyor. Bölge imamları var. Bunların yardımcıları, koordinatörleri, ilçe imamları, mali komiteler, iktisadi işletmek, hukuki işler, uluslararası ilişkiler, basınla ilişkiler, istihbarat, himmet grubları ve daha bir sürü komite ve komisyonun başkan ve yardımcıları. Bunlar örgüt üyeliği, örgüte yardım ve yataklıktan sanık olabilir. Örgüte para toplayanlar, bu paraları taşıyanlar, örgütün işletmelerinin yöneticilerinin sanık olduğu bir dava düşünün, 81’i, 800 ilçe, 110 ülke. On binlerce kişilik bir potansiyel sanıklar ordusundan söz ediyoruz. Bunları nasıl yargılayacak, nerede tutacaksınız. Yargılama ya da ceza ve tutukevi olarak yeni tip cezaevlerine ihtiyaç olacak. Klasik F Tipi bu ihtiyaca cevap vermeyecektir. Silivri de yetersiz. Aslında Silivri paralelcilerin rakipleri için düşündüğü yerleşkeydi. Kime niyet, kime kısmet.. Ama Silivri gelinen noktada yeterli değil. Aceba dikey bir yargılama ve cezaevi tipi mi geliştirmek gerek..
Derin devlet, paralel devlet, darbe, terör, Mafia gibi örgütlü suçların yargılamaları,  cezalandırılmaları, dava dosyaları, basın, STK, yerli ve yabancı gözlemciler, Üniversiteler, müdahiller içi özel bölümleri ile yepyeni bir anlayışla bu merkez dizayn edilebilir.. Özellikle diğer ülkelerde açılacak davalarla ilgili, çok sayıda yabancı savcı, hakim ya da siyasi, emniyet, istihbarat görevlisi, diplomat bu davayı kendi iç hukuklarındaki karşılığı için pilot bir yargılama olarak görecekler.. Bu açıdan yargılamanın anında özet olarak da olsa tercüme edilerek bir basın ajansı ya da “AA” içinde oluşturulacak bir birim tarafından servis edilmesi gerek.
Bu yargılama başlayıp, hemen bitmeyecek. Yıllar sürecek..
Bu işin, Media, Mafia, Sermaye, Finans, Siyaset, Bürokrasi, Güvenlik, İstihbarat, STK, dış bağlantıları var. Paralel devlet, paralel din yapılanması sadece Türkiye ile başlayıp, Türkiye’de bitmiyor. Yarın bu iş, ABD, bazı AB ülkeleri, Vatikan ve İsrail’de iç politika meselesi haline gelirse şaşmamak gerek. İrangate gibi patlayabilir bu iş. Birçok ülkenin istihbaratı ile içli dışlı olan bir yapıdan söz ediyoruz. Sahte diploma, kayıtdışı para hareketleri, sınav sorularının çalınması, kamu kaynakları ve fon kaynaklarının haksız kullanımı, gizli bilgilerin ele geçirilmesi ve başka ülkelere transferi, her şey var. Hatta Mısır, Yemen, Libya, Tunus gibi ülkelerde meydana gelen olaylarda da bu kişilerin parmak izlerini görmek mümkün.
Türkiye’deki yargılamanın bu açıdan iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerek..
Kendiler kabul etmek istemiyorlar ama, bu işin geri dönüşü yok.. Geleceğe ilişkin bir kehanete inanıyorlar ve bekliyorlar. Bu şekilde deşifre olmaya devam ederlerse aniden çözülebilirler.. Para kaynakları ve para hareketleri da deşifre edildikten sonra fazla bir hareket alanı bulamazlar. Giderek istihbarat kaynaklarını kaybediyorlar. Bürokrasideki adamları tasfiye edilmeye devam ediyor. Yargı ve polisteki, istihbarat örgütleri ve stratejik kurumlardaki adamları tesbit edildi..
Sanırım, ağustostan sonra ordu, eğitim kurumlarındaki adamları da büyük ölçüde tasfiye edilmiş olur.. Zaten o zamana kadar seçimler yapılmış olacak.. Yeni meclis, yeni hükümet, o zamana kadar açıklanacak iddianamelerle suçlamaların ve kanıtlarının ortaya çıkması ile de tasfiye süreci hız kazanmış olacaktır.
Paralel yapı da bu kötü gidişin farkında onun için onlar da ellerini daha çabuk tutmak istiyorlar. Çünki gelecek günlerin geçen günleri aratacağının farkındalar.. Çember daraldıkça korku, panik, stres artıyor..
Bu yaz sıcak geçecek gibi sanki.. Sadece Türkiye’de değil, bölgemizde ve İslam dünyasında.. Zaten büyük değişimin sancısız olacağını düşünmek doğru değil.. Sel gidecek, kum kalacak. Gecenin karanlığından sonra aydınlık bir şafak bizi bekliyor.
“Bekleyin inananlar, bahar gelecek bahar!”
Selâm ve dua ile.
Abdurrahman Dilipak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder