MUTLAKA SEYRETMELİSİN :
GEÇMİŞTEKİ BECERİKSİZ YÖNETİCİLRİN YAPTIKLARINI HATIRLA
A Haber Hatırla! Belgeseli Full
Bu Belgeseli KaÇıRan ÜZÜLÜR! - T. ÖZaL'a Diktatör Diyenler - HatırLa Be...
‘Hatırla!’ Belgeseli Ahaber
Bahçeli, Ecevit, Yılmaz'ın koalisyon kurup ancak sadece 3 yıl devam ettirip, devleti iflas noktasına getirip, bu süre zarfındada ülkenin neredeyse tüm mali kaynaklarını hipotek ettiren 57'inci hükümetin Bu millete verdiği zarar araştırılıp ve kaybolan 246 milyar dolar'ın hesabı sorumlulardan sorulacak.
Bakalım hırsız kimmiş ?
Türkiye tarihinin en derin krizini 2001 yılında, Bülent Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinde yaşamıştı. 2001 krizine nasıl gelindi? Neler yaşandı? Gelin hatırlayalım...
KOALİSYON İSTEYENLERİN ÖZLEDİĞİ TABLO
HDP’NİN BARAJI AŞMASI VE AK PARTİ’NİN TEK BAŞINA İKTİDAR OLMAMASINI İSTEYEN ÇEVRELER; 22 BANKASI BATMIŞ, 65 MİLYAR DOLARI HORTUMLANMIŞ BİR TÜRKİYE TABLOSU ÖZLÜYOR!
Paralel Yapı, Doğan medyası, CHP ve HDP, AK Parti'nin tek başına iktidar olmaması ve ülkenin bir koalisyon hükümeti tarafından yönetilmesi için mücadele ediyor.
HEDEFLERİ BANKALARI HORTUMLANMIŞ TÜRKİYE
HDP'nin barajı aşması ve AK Partinin tek başına iktidar olmasını engellemek için propaganda yapanların asıl amacı bankaları batırılmış kaynakları hortumlanmış Türkiye. AK Partisiz bir hükümet propagandası yapanların övdüğü koalisyon hükümetleri döneminde 22 banka hortumlandı ve battı. 1998-2001 arasında batan bankalardan 47 milyar dolar hortumlandı.
65 MİLYAR DOLAR HALKIN CEBİNDEN ÇIKTI
Batırılan ve hortumlanan bankaların halka toplam faturası ise 65 milyar dolar oldu. Bu rakam Hazine tarafından ödendi.
O PARALARLA 22 MARMARAY YAPILIRDI
ANASOL-D, ANASOL-M ve Ecevit azınlık hükümeti zamanında bankalardan hortumlanıp bedeli halkın cebinden çıkan 65 milyar dolarla, 22 tane Marmaray, Ankara-İzmir arasına 43 hızlı tren hattı yapılabilirdi.
İŞTE HORTUMLANAN VE BATAN BANKALAR
Koalisyon hükümeti döneminde batırılan ve hortumlanan bankalar ise şöyle:
İnterbank, Türk Ticaret Bankası, İmar, Adabank, Sümerbank, Egebank, Yurtbank, Yaşarbank, Ulusal Bank, Bank Kapital, EGS Bank, Bank Ekspres, EtiBank, Esbank, Pamukbank, Türkbank, İktisat Bankası, Toprak Bank, Kentbank, Tarişbank, Adabank, Osmanlı Bankası.
Kaynak: Takvim.com.tr
**************
A HABER - MİLLETE OPERASYON 17 ARALIK BELGESELİ
HADİD-57/14. Münafıklar, müminlere: "Biz sizinle beraber değilmiydik?" diye bağrışırlar. Dünyada sadece dilleriyle deyip mümin göründüklerini söylemek isterler.
Buna karşı müminler diyecekler evet.. velakin sizler kendilerinizi fitneye soktunuz. Yani münafıklık yaparak kendinizi meşakkate düşürdünüz, ateşe doğru gittiniz ve helak ettiniz. Ve gözettiniz müminlere belâ ve musibet gelmesini beklediniz. Bunun da sebebi ve şüphe ettiniz, işkillendiniz. Yani inanamadınız, böylece de hakikaten müminlerle beraber olmadınız. ve bunun sebebi de kuruntularınız sizi aldattı…..
MÜNÂFİKÛN 4 - Allah münafıkları “DÜŞMAN” olarak vasıflandırıyor:
“Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme), onlardan sakın. Allah kahretsin onları! Hakk’tan nasıl çevriliyorlar.”
Bu münafıklar hâinliklerini gizli yaparlar.
Onların düşman olduğunu bilmemiz lâzım.
Görünüşte vatan için çalışır, gerçekte hâindir.
Ama Cenâb-ı Hakk onların hepsini en iyi biliyor.
TEVBE: 78 “Bilmezler mi ki Allah, onların sırlarını da gizli konuşmalarını da bilir.
Ve Allah, gaybları çok iyi bilendir.”
EY İÇİMİZDEKİ HAİNLER
MÜSLÜMAN GÖRÜNTÜSÜNDE MÜSLÜMAN DEĞİLSİNİZ
HAŞHAŞİSİNİZ CEMAAT DEĞİLSİNİZ
KÜRT DAVASINDA PKK OLARAK KÜRD DEĞİLSİNİZ
MUHALEFET GİBİSİNİZ ÜLKENİZLE DEĞİLSİNİZ KARŞISINIZ
HERBİRİNİZ MAŞA,HERBİRİNİZ PİYONSUNUZ
GÖRÜNTÜDE GÖYA TÜRKSÜNÜZ GÖYA MÜSLÜMAN SINIZ
GERÇEKTE İMAN ETMEZSİNİZ ALLAHA
SİZLER TANRI DERSİNİZ ATA DERSİNİZ FİTNENİN PUTLARINA
SİZLER İMAN VE BİAT EDERSİNİZ ONLARA ,
ZULMANİ DECCALA VE NURU ZİYAYA
ÇÜKÜ BU SİZİN DİNİNİZDİR , İLMİNİZDİR .
KANDIRMAKLA,YALANLA,FİTNEİLE İŞ GÖRMEK
A’RÂF: 155 “Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin? Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Sen bu imtihanınla dilediğini dalâlete düşürür saptırırsın, dilediğini de hidayete götürür doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin. Bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”
ALLAHIM
"Savaş gemilerimizin yazılımları yabancılara aitti. Bu ne demek biliyor musunuz? Savaşta o ülkeyle karşı karşıya geliyorsanız kendi savaş geminizle kendinizi vurmanız demek. Şimdi yazılımları değiştirip MİLLİLEŞTİRDİK..."
"Savaş gemilerimizin yazılımları yabancılara aitti. Bu ne demek biliyor musunuz? Savaşta o ülkeyle karşı karşıya geliyorsanız kendi savaş geminizle kendinizi vurmanız demek. Şimdi yazılımları değiştirip MİLLİLEŞTİRDİK..."
Ülkemiz son zamanlarda bir çok tehlikeyi bünyesinde barındırmaktadır. Bu sorunlarla öylesine meşgul olmuştur ki artık dış güçlere karşı stratejileri değişmiştir.
Ülke içinde gerçekleşen yolsuzlukların haddi hesabı yoktur.
Polis, savcı, hakim ve siyasetçiler bunların içerisinde bulunan yapılanmalar yargının doğru dürüst işlemesini engellemektedir.
Adam gayırma usulüyle bir çok kişi devlet kadrolarına yerleştirilmiştir.
Bu tür konuları ancak aksiyon filimlerinde görürsünüz , duyarsınız zannetmeyin. Türkiyede hepsi yaşandı .
AK Partiden önceki dönemler de dinsiz devlet düzeni ,casusluk, ihanet ,munafıklık ,gizem, sefalet , yolsuzlu ,hırsızlık , yalan dolan ,din düşmanlığı ,mafya , gerilim ve suç yatmaktaydı ,yaşanmaktaydı.
Müslümanlar, haysiyetleriyle ve izzetleriyle oynanmasına göz yummamalı, küresel sisteme teslim olmama mücadelelerini sürdürmeliler!
Türkiyede de bugüne kadar kendini koyun gibi gösteren aynalara bakarak çok vakit kaybetti.
Birisi aynayı kırdı ve aslan olduğunu anladı , anlattı .
Şimdi bu aslanın ayakları yamyamlarca bağlanmak isteniyor.
************************Şimdi bu aslanın ayakları yamyamlarca bağlanmak isteniyor.
Amerika ve İsrail devletlerinden kasıt aslında bütün planların arkasındaki tek ülke olan İngilteredir.
Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu Hükumet dahil hiç bir Hükumet İngiltere’den onay almadan kurulmamıştır.
Bu kavga Türkiye ile dünyanın kavgası. Bu kavga Hak ile Batılın kavgası.
1- Fethullah Gülen Amerika’ya yerleşmese idi dünyanın dört bir yanında okullar açılmayacaktı. Amerika buna müsaade etmezdi.
Orta doğu’da Türkiye gibi bir müttefiki elde tutmanın yolu sadece Hükumet ile iyi ilişkiler kurmak anlamına gelmez, halkın sevdiği kanaat lideri olarak tanıdığı şahısları da kontrol etmekten geçiyordu.
Amerika Türkiye’de bir kaç kanaat liderini kontrol altına alabildi. Daha fazla kanaat liderine nüfuz edemeyince kendisi kanaat liderleri ortaya çıkarmaya çalıştı (İskender Evrenosoğlu, A.O v.b) Kendi yarattıkları kanaat önderleri tek tek ellerinde patlayınca (kimi sapık çıktı, kimi kedi meraklısı) ellerinde kala kala Fethullah Gülen kalacağını anladılar bu yüzden Fethullah Gülen’i her anlamda desteklediler.
Fark ettiyseniz Rusya (Putin ve Medvedev) ülkesinden önce sermaye baronlarını kovdu, sonra da Gülen okulları gibi tehlike arz edebilecek yapılanmalara yasak getirdi. Mesela Rusya’da Gülen Gurubu’nun okulları tek tek kapatılırken Süleymanlı Cemaati’nin yurtlarına hiç dokunulmadı. Bununla ilgili Rusya’dan Türkiye’ye özel bir ekibin gelip buradaki Suleymanlı Cemaati’ne ait yurtları tek tek gezdiğini ve bu cemaatin tamamen ıslah çalışması yaptığına kanaat getirip bunu rapor olarak Putin’e sunduğunu biliyor muydunuz?
Aynı çalışmayı Gülen Okullarında da yaptılar ancak bu okullarda devletlere nufuz edebilmek adına insanlar yetiştirildiğini anladıkları zaman bütün okulları tek tek kapattılar. Diğer ülkeler de aynı şeyi yapacaklardı ancak Amerika buna müsade etmedi ve Gülen okullarının dünya çapında yayılmasına müsaade etti. Tek şartla ; O da Gülen’in Amerika’da kendi kontrolleri altında kalmasıydı.
2- Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu Hükumet dahil hiç bir Hükumet İngiltere’den onay almadan kurulmamıştır.
2- Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu Hükumet dahil hiç bir Hükumet İngiltere’den onay almadan kurulmamıştır.
İngiliz kraliyet ailesi Erdoğan’ında hükümeti kurabilmesi adına Amerika ve İsrail’e gerekli yetkileri vermiş ve Erdoğan’ı desteklemelerini emretmiştir.
Bu durumda açıklanabilecek bir kaç sebep vardır. Birincisi ileride yapacaklarını düşündükleri Arap baharları için Orta doğuda gösterebilecekleri örnek pilot devlet (Arap baharları olmadan önce Hükumet kurulmuştu). İkincisi İsrail’in güvenliğini sağlayabilecek bir devlet. Üçüncüsü madden çökmüş olan Orta doğu’ya yeni bir nefes katacak devlet. Bunları sol partili biri başaramazdı. Çünkü sadece çalmakla yetinirdi, öyle de oldu. Milliyetçi yapamazdı, işi gücü halkı birbirine kışkırtmak olurdu, oysa Orta doğu İslam adı altında birliğe muhtaçtı, bunu Anap yapamazdı çünkü güçlü bir liderleri yoktu.
Bunu yapabilecek tek kahraman Recep Tayyip Erdoğan’dı. İstanbul’u yeniden inşa eden adam olarak biliniyordu. Ve Erbakan gibi mükemmel bir şahsiyeti halkın ihmal edebilmesi için karşısına defolu da olsa mükemmel bir başka adam çıkarmak gerekirdi. Erdoğan da bunun için Amerika’ya gitti.
3- Erdoğan Amerika’da bazı görüşmeler ve anlaşmalar yaptı. Bunu kimse inkar edemez. Ama buna kimse devleti sattı da diyemez. Erdoğan akıllı adamdı. Bu ülkeyi o istese de istemese de Amerika’nın istediği birileri yönetecekti. En azından kendi kontrolünde bu yönetimin olması, bazı hürriyet ve özgürlükleri Türkiye’ye getirebilmesi, toplumun daha ferah yaşaması demekti.
3- Erdoğan Amerika’da bazı görüşmeler ve anlaşmalar yaptı. Bunu kimse inkar edemez. Ama buna kimse devleti sattı da diyemez. Erdoğan akıllı adamdı. Bu ülkeyi o istese de istemese de Amerika’nın istediği birileri yönetecekti. En azından kendi kontrolünde bu yönetimin olması, bazı hürriyet ve özgürlükleri Türkiye’ye getirebilmesi, toplumun daha ferah yaşaması demekti.
Bu yüzden Amerika’nın teklifini geri çevirmedi. Amerika kendi yaptığı planlar dahilinde Erdoğan’ı kullanacaktı. Böylece hem kanaat önderi Fethullah Gülen hem de Siyasi Lider Erdoğan avuçlarının arasında olacaktı. Ama onlar plan yaparken Erdoğan boş durmamıştı.
Erdoğan onların kendisini kullandıklarını zannetmesini istemişti. Amerika Erdoğanı, Erdoğan’da Amerika’yı kullanacaktı. Bir yere kadar. Amerika Erdoğan’ın foyasını anlayana kadar Erdoğan istediği gücü elde etmiş olacak ve Amerika’ya kafa tutabilecekti. Erdoğan Rusya’yı aydınlığa kavuşturan Putin’i örnek alıyor, Erbakan’ın ona öğrettiği tarih derslerini tekrarlıyor, Davutoğlu gibi dış siyaset dehalarını yanı başından ayırmıyor, 28 şubattan aldığı Medya dersi ile bir yandan TV, Gazete ve Radyo kanallarında nüfuz oluşturmaya çalışıyor, Türkiye’de sözü geçen siyaset, din ve bilim adamlarını tek tek arkasına alıyor, Ordu’da yeni düzenlemeler yapıyor, üst üste yasalar çıkarıyor, polisi güçlendiriyor, yargıyı arkasına alıyor, her çevreden tekmil koca bir ordu hazırlıyordu. Erdoğan bütün bunları yaparken birine çok güvenmiş ve bütün bu guruplar içinde kadrolaşmasına müsaade etmişti. O kişi Fethullah Gülen’di.
4- Türkiye’nin ekonomik durumu her geçen gün daha iyiye giderken, sıfırlar paralardan atılıyor, yeni köprüler, yeni şehirler, yeni metrolar, yeni kanallar, yeni istihdamları beraberinde getiriyor, 140 lira olan asgari ücret 1000 TL oluyor, daha önce İstanbul’un Anadolu yakasında sadece Carreffour AVM varken, her ilçede 3′er 5′er AVM açılıyor ve her biri tavan cirolar yapıyor, altyapı iyileştirmeleri sonuca gidiyor, yollar dubleleşiyordu. Bütün bunlar olurken devletin kasası da doluyor, devlet faiz ödemeyi bırakıp borç vermeye kalkıyor, İran ile ticaret yapmak için uluslararası para akışını sağlayan SWIFT kodu kullanmıyor ve muazzam bir para akışı sağlanıyor, bu paranın miktarını ne ABD ne başka devletler öğrenemiyor, hepsi çıldırıyordu. Artık kasada yeterince para biriktiğine inanan ve bu parayı birilerinin yemesi gerektiğini düşünen bir Amerika vardı artık. Bu parayı yiyecek olan baronlar da hazırolda bekliyordu. Recep Tayyip Erdoğan Davos’ta İsrail devlet başkanını yerin dibine sokuyor, bütün ülkeler ağzı açık izliyor, Mavi Marmara’da sadece Türkler şehit verirken Türkiye bir anda İslam aleminin bilinçaltında küflenmiş olan Ümmet bilincinin merkezi oluyordu. Artık Amerika için hareket vaktiydi, daha fazla bekleyemezdi. Daha fazla güçlenmemeliydi Türkiye. Çünkü Başbakan yerli otomobilden bahsediyor, Uzaya uydular fırlatılıyor, kendi uçağımızı ve helikopterimizi üretmekten bahsediyor, Altay Tankı İsrail’in ve Almanya’nın üzerinde yıllarca çalıştığı tanklara taş çıkartıyor, silah ihracatımız silah ithalatına yaklaşacak kadar artıyor, Türkiye önü kesilemez bir dönemece giriyordu. Artık buna dur demeliydi. Tek eksik, yargı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçileri karşısında cılız kalan medya gücüydü. Ne yapmalıydı?
5- Türkiye’deki bütün sermaye baronlarını, bütün medya gücünü, bütün hukukçuları, bütün üniversiteleri, bütün yargı birimlerini, bütün kanaat önderlerini, bütün muhalif partileri, bütün vakıfları, bütün dernekleri, LGBT gibi kenarda köşede lazım olur diye kurdukları bütün örgütleri tek yumruk haline getirip, Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmenin zamanı gelmişti. Bunun için bahane hazırdı. Gezi Parkında ağaç eylemi yapılacak, önceden ayarlanmış polisler aşırı güç kullanacaklar, toplum tepki gösteriyormuş gibi oraya toplanacak ve bir yıkıma start vereceklerdi. Ama hesaba katmadıkları bir şey oldu. İstihbarat teşkilatı mevcut emniyetten bağımsız bir şekilde çalışarak Gezi Parkı olaylarını tek tek deşifre etti, Hükumet’in destekçisi bazı medya organları ve yazarlar dakika dakika olanları yazdı ve en önemlisi milyonlarca insan Recep Tayyip Erdoğan’a DİK DUR EĞİLME BU MİLLET SENİNLE mesajı verdi. Bu mesajı ne CNN’in 24 saatlik gezi parkı canlı yayını, ne Financial Times’ın kötü ekonomi yalanları, ne BBC’nin ajan muhabirleri, ne de Almanya’dan gelen Otpor Örgütü uzmanları alt edemedi. Çünkü mesaj millettendi ve millet bütün güçlerin üstünde bir güçtü. Milletin gücü olmadan hükümeti devirmek ise kumda tuğla ile arabacılık oynamaya benzerdi.
6- Hükumet’i Gezi’de devirip yerine hem sağdan hem de soldan bir karışım yaparak ekip yerleştirmek isteyen Amerika bunu beceremeyince gizli silahını ortaya çıkarmaya karar verdi. Artık risk alma vakti gelmişti. Gezi’de oluşturdukları muazzam gücün Recep Tayyip Erdoğan’a işlememesi Amerika, İngiltere gibi dış güçleri daha fazla korkuttu. Kolunu kırdıklarını düşündükleri Türkiye’nin kafasını koparma vakti gelmişti. Bunu meydan savaşında beceremedikleri aşikardı. En iyisi brütüsçülük oynamaktı. En iyisi Recep Tayyip Erdoğan’ın beklemediği biri ile beklenmedik bir hamle üzerinden saldırmaktı. Harcayacakları kişi belliydi. Aslında elde kalan son kişiydi o. Bunu yaparak hem Fethullah Gülen’in gücünü zayıflatacaklardı hem de Recep Tayyip Erdoğan’ın. Yani dış güçler bir taşla iki kuş vuracaklardı.
7- Gezi olayları sonrası hemen kirli oyunlar oynanmaya başlandı. Hükumetin bakanları ve çocukları hedefe alındı. Takipler yapıldı. Görüşmeler kaydedildi. En önemlisi Devlet’in en büyük bankası olmaya aday Halkbankası da bu operasyonla beraber dibe çökecek, İran ile yapılan ticaret engellenecekti. Hakan Fidan’ın kellesini isteyen İsrail yerine piyon olarak cemaatin adamını koyacak, Türkiye’nin bütün istihbaratını eskiden olduğu gibi elinde tutacaktı. Operasyon Başbakan Erdoğan’a kadar uzanacak, Başbakan Erdoğan’ı istifa ettirir ettirmez içeri alacaklardı. Hedef büyüktü, gözler karaydı. Bütün emirler verilmiş. 17 Aralık gecesini ikinci bir lozan yapacaklardı. Cemaat yargı organlarında meşhur iki savcısını kullanacak, medya ayağında ise sahibi oldukları organlar haricinde eski operasyonlarda ismi bavullarla geçen iki tetikçisini kullanacaktı. Onlar da hazırdı. Onlar Askeri vesayeti ortadan kaldırmışlardı. Onlar yargı vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onlar eğitim vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onların önünde kimse duramamıştı. Başbakan da duramazdı. Hükümeti de devireceklerinden emin bir şekilde çıkmışlardı yola. Halbuki onlar bütün bu vesayetleri ortadan kaldırırken yanlarında Başbakan ve dolayısı ile millette vardı. Başbakanı ortadan kaldırırken bunu hesap edememişlerdi. Millet karşılarında dikilecek, boylarının ölçülerini alacaklardı. Bir savaşı kumandanın değil, ordunun kazandığını unutmuşlardı. Önceki savaşları kendilerinin kazandıklarını zannediyorlar ve bu sarhoşlukla operasyona başlıyorlardı.
8- 17 Aralık’ta operasyon başladı, bakan çocukları, vekil çocukları, iş adamları tek tek baskınlarla içeri alındı, sorgulandı. Sorgu başladığı ilk gün medyanın iki tetikçisi bir bir dökülmeye başladı, 7-8 ay önceki mesajları ortaya çıktı, operasyondan bu şahısları haberdar eden savcılar nasıl oluyor da üslerini veya yargı kurumlarını bilgilendirmiyordu, operasyonu bu şahıslara sızdıran emniyet müdürleri nasıl oluyor da operasyondan üslerini haberdar etmiyordu. Ortada bir kapan vardı ve bu kapanın üzeri Ananas bitkisi ile kamufle edilmişti. Kimse farkında değildi. Herkes Fethullah Gülen 4 metre kare bir odada sabahtan akşama kadar ibadet ediyor ve sadece ağlıyor diye inanmışken ortaya akıl almaz ses kayıtları çıkıyor ve cümle alem yeryüzüne gelmiş geçmiş en büyük CEO, GENEL MÜDÜR’ü yani Fethullah Gülen’i tanımaya başlıyordu.
9- Operasyon sekmişti, nokta atışı yapacağını zannedenler yanılmıştı, devlet kurumları ve özellikle istihbarat iyi çalışıyordu. Düşman 1 yıl içerisinde 2. tarihi yenilgisini almaya hazırlanıyordu. Onlar için bu iki yenilgi bizim için ise bu iki zafer o kadar önemliydi ki Rusya Devlet Başkanı Putin “Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini alkışlıyorum” diyordu. Bosna Hersek’ten, Malezya’dan, Filistin’den, Mısır’dan, Endonezya’dan, Pakistan’dan Müslümanlar gösteriler yapıp son kalenin ayakta kalmasını istiyorlardı. Evet Türkiye son kaleydi. Sermaye baronlarının at koşturmak için sabırsızlandığı, bankaları tekrar boşaltmak için can attığı, devlet kurumlarını iç etmek için ağızlarının sulandığı, ezanı susturmak, insanları yozlaştırmak, şeytana hizmet etmek için ter döktükleri son ülke burasıydı.
10 – Üçüncü Dünya Savaşı çıkmıştı. Kimsenin haberi yoktu. Bangladeş’te Müslümanlar sokakta öldürülüyor. Myanmar’da Budistler camii ve Müslüman mahalleleri basıp masumları diri diri yakıyor, Filistin’de duvarlar örülüp Müslümanlar açlığa terk ediliyor, Mısır’da darbe yapılıp sokak ortasında katliamlar yapılıyor, Irak’ta Şii ve Sünni bahanesi ile her gün onlarca bomba patlıyor, Suriye’de Esad rejimi Müslümanlara kan ağlatıyor, Doğu Türkistan’da Çin Halk Cumhuriyeti Müslümanları kısırlaştırıyor, Somali’de, Etiyopya’da çölün ortasında bile El Kaide denen ve ismini bile Amerikalılardan duyduğumuz bir örgüt hortluyor, Müslümanlar dünyanın her yerinde zulüm ve işkence altında eriyordu. Savaş olmayan, kazandığımız bir tek yer vardı. Müslümanları tekrar bir araya getirecek, İslamı tekrar diriltecek, yeniden bir dirilişe şahitlik edecek o topraklar Türkiye’ydi. Şeytanın ve uşaklarının tek amacı burada da fitne ateşini yakıp İslamı somut olarak tamamen ortadan kaldırmak, ortada güçlü bir İslam devleti bırakmamaktı. Evet Müslümanlar bunun farkında değildi ama 3. dünya savaşı çoktan başlamıştı.
11- Türkiyeyi de savaşın ortasına atmak isteyen, pasifize etmek isteyen dış güçler ellerinde son kozu olan cemaati kullanmaktan çekinmediler. Milletvekilleri istifa ettirdiler, bürokratları yasa dışı hareketlere teşvik ettiler, bazılarını tehdit ve şantajla taraflarına çekmek istediler. Bu yüzden belki Başbakan Haşhaşi benzetmesi yaptı. Belki bu yüzden bu benzetme cemaatin bu kadar zoruna gitti. Gitmeliydi. Çünkü doğruydu. Yanlış olsa gülüp geçeceklerdi. Öyle olmadı ve olmayacakta.
12- Hedef yerel seçimler değil genel seçimler, bundan sonra 1 yıl boyunca Akparti’de istifalar devam edecek, bazı bölgelerde patlaklar olacak, farklı savcılar, farklı soruşturmalar olacak, farklı ses kayıtları, farklı görüntüler çıkacak ortaya. Hedef 1 sene içerisinde genel seçimler yapılana dek Hükumeti yıpratmak olacak. Bu yarışın kaybedeni hem Akparti olacak hem Cemaat. Kazanan ise şakşakçılar. Yani eline cips ve kola alıp evlerinde mücadeleyi TV’den keyifle izleyenler. Bizim Gezi’de yapamadığımızı 1 gecede cemaat yaptı diyen zihniyet olacak kazanan.
13- Bilmem hatırlar mısınız? Bütün bunların farkındaymış gibi son genel seçimlerden sonra “Artık Gel Bitsin Bu Hasretlik” demişti Başbakan. Sizce bunların farkında değil miydi Başbakan? Fethullah Gülen Türkiye’de olsaydı ve CEO olmak yerine Hoca efendi olmayı tercih etseydi şu anda Türkiye’de durum çok farklı olurdu. Ama vazgeçemedi şirketlerinden. Amerika’da kalmayı tercih etti. Yani baronlarla el ele olmayı tercih etti. İsrail’i tercih etti. Mavi Marmara’ya ikinci defa küfür etmeyi, Başbakan’ın başrolde oynadığı Roma oyununda Brütüs olmayı tercih etti.
Bundan sonra ne mi olacak?
Her şey size bağlı. Ya Akparti de Cemaatte gücünü yavaş yavaş kaybedebilir. Erdoğan bir sonraki seçimlerde partinin başında durur ve davaya sahip çıkarsa Türkiye kaburgasından dışarı çıkabilir. Yani hayal ettiğimiz gibi bağımsız bir ülke olabiliriz ( Şu an bağımsız olduğumuzu düşünmüyorsunuz değil mi? ) Ancak Başbakan artık ben yokum derse bu ülkeyi taşıyacak başka kahramanların olmadığını belirtmek isterim. Maalesef savaş ince bir sanattır. Tecrübe, Bilek ve Yürek gerektirir. Biri eksik olursa, eninde sonunda kaybedersiniz.
Beddua ile yazıyı tamamlamanın bir anlamı yok. Bu ülkenin bir ferdi olarak dış güçlerin oyunlarını bozacak tek güç yine Millettir. Yani sağlam irade’dir. Lütfen İrademize sahip çıkalım. Tabi önce İradeli olmak kaydı ile.
4- Türkiye’nin ekonomik durumu her geçen gün daha iyiye giderken, sıfırlar paralardan atılıyor, yeni köprüler, yeni şehirler, yeni metrolar, yeni kanallar, yeni istihdamları beraberinde getiriyor, 140 lira olan asgari ücret 1000 TL oluyor, daha önce İstanbul’un Anadolu yakasında sadece Carreffour AVM varken, her ilçede 3′er 5′er AVM açılıyor ve her biri tavan cirolar yapıyor, altyapı iyileştirmeleri sonuca gidiyor, yollar dubleleşiyordu. Bütün bunlar olurken devletin kasası da doluyor, devlet faiz ödemeyi bırakıp borç vermeye kalkıyor, İran ile ticaret yapmak için uluslararası para akışını sağlayan SWIFT kodu kullanmıyor ve muazzam bir para akışı sağlanıyor, bu paranın miktarını ne ABD ne başka devletler öğrenemiyor, hepsi çıldırıyordu. Artık kasada yeterince para biriktiğine inanan ve bu parayı birilerinin yemesi gerektiğini düşünen bir Amerika vardı artık. Bu parayı yiyecek olan baronlar da hazırolda bekliyordu. Recep Tayyip Erdoğan Davos’ta İsrail devlet başkanını yerin dibine sokuyor, bütün ülkeler ağzı açık izliyor, Mavi Marmara’da sadece Türkler şehit verirken Türkiye bir anda İslam aleminin bilinçaltında küflenmiş olan Ümmet bilincinin merkezi oluyordu. Artık Amerika için hareket vaktiydi, daha fazla bekleyemezdi. Daha fazla güçlenmemeliydi Türkiye. Çünkü Başbakan yerli otomobilden bahsediyor, Uzaya uydular fırlatılıyor, kendi uçağımızı ve helikopterimizi üretmekten bahsediyor, Altay Tankı İsrail’in ve Almanya’nın üzerinde yıllarca çalıştığı tanklara taş çıkartıyor, silah ihracatımız silah ithalatına yaklaşacak kadar artıyor, Türkiye önü kesilemez bir dönemece giriyordu. Artık buna dur demeliydi. Tek eksik, yargı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçileri karşısında cılız kalan medya gücüydü. Ne yapmalıydı?
5- Türkiye’deki bütün sermaye baronlarını, bütün medya gücünü, bütün hukukçuları, bütün üniversiteleri, bütün yargı birimlerini, bütün kanaat önderlerini, bütün muhalif partileri, bütün vakıfları, bütün dernekleri, LGBT gibi kenarda köşede lazım olur diye kurdukları bütün örgütleri tek yumruk haline getirip, Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmenin zamanı gelmişti. Bunun için bahane hazırdı. Gezi Parkında ağaç eylemi yapılacak, önceden ayarlanmış polisler aşırı güç kullanacaklar, toplum tepki gösteriyormuş gibi oraya toplanacak ve bir yıkıma start vereceklerdi. Ama hesaba katmadıkları bir şey oldu. İstihbarat teşkilatı mevcut emniyetten bağımsız bir şekilde çalışarak Gezi Parkı olaylarını tek tek deşifre etti, Hükumet’in destekçisi bazı medya organları ve yazarlar dakika dakika olanları yazdı ve en önemlisi milyonlarca insan Recep Tayyip Erdoğan’a DİK DUR EĞİLME BU MİLLET SENİNLE mesajı verdi. Bu mesajı ne CNN’in 24 saatlik gezi parkı canlı yayını, ne Financial Times’ın kötü ekonomi yalanları, ne BBC’nin ajan muhabirleri, ne de Almanya’dan gelen Otpor Örgütü uzmanları alt edemedi. Çünkü mesaj millettendi ve millet bütün güçlerin üstünde bir güçtü. Milletin gücü olmadan hükümeti devirmek ise kumda tuğla ile arabacılık oynamaya benzerdi.
6- Hükumet’i Gezi’de devirip yerine hem sağdan hem de soldan bir karışım yaparak ekip yerleştirmek isteyen Amerika bunu beceremeyince gizli silahını ortaya çıkarmaya karar verdi. Artık risk alma vakti gelmişti. Gezi’de oluşturdukları muazzam gücün Recep Tayyip Erdoğan’a işlememesi Amerika, İngiltere gibi dış güçleri daha fazla korkuttu. Kolunu kırdıklarını düşündükleri Türkiye’nin kafasını koparma vakti gelmişti. Bunu meydan savaşında beceremedikleri aşikardı. En iyisi brütüsçülük oynamaktı. En iyisi Recep Tayyip Erdoğan’ın beklemediği biri ile beklenmedik bir hamle üzerinden saldırmaktı. Harcayacakları kişi belliydi. Aslında elde kalan son kişiydi o. Bunu yaparak hem Fethullah Gülen’in gücünü zayıflatacaklardı hem de Recep Tayyip Erdoğan’ın. Yani dış güçler bir taşla iki kuş vuracaklardı.
7- Gezi olayları sonrası hemen kirli oyunlar oynanmaya başlandı. Hükumetin bakanları ve çocukları hedefe alındı. Takipler yapıldı. Görüşmeler kaydedildi. En önemlisi Devlet’in en büyük bankası olmaya aday Halkbankası da bu operasyonla beraber dibe çökecek, İran ile yapılan ticaret engellenecekti. Hakan Fidan’ın kellesini isteyen İsrail yerine piyon olarak cemaatin adamını koyacak, Türkiye’nin bütün istihbaratını eskiden olduğu gibi elinde tutacaktı. Operasyon Başbakan Erdoğan’a kadar uzanacak, Başbakan Erdoğan’ı istifa ettirir ettirmez içeri alacaklardı. Hedef büyüktü, gözler karaydı. Bütün emirler verilmiş. 17 Aralık gecesini ikinci bir lozan yapacaklardı. Cemaat yargı organlarında meşhur iki savcısını kullanacak, medya ayağında ise sahibi oldukları organlar haricinde eski operasyonlarda ismi bavullarla geçen iki tetikçisini kullanacaktı. Onlar da hazırdı. Onlar Askeri vesayeti ortadan kaldırmışlardı. Onlar yargı vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onlar eğitim vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onların önünde kimse duramamıştı. Başbakan da duramazdı. Hükümeti de devireceklerinden emin bir şekilde çıkmışlardı yola. Halbuki onlar bütün bu vesayetleri ortadan kaldırırken yanlarında Başbakan ve dolayısı ile millette vardı. Başbakanı ortadan kaldırırken bunu hesap edememişlerdi. Millet karşılarında dikilecek, boylarının ölçülerini alacaklardı. Bir savaşı kumandanın değil, ordunun kazandığını unutmuşlardı. Önceki savaşları kendilerinin kazandıklarını zannediyorlar ve bu sarhoşlukla operasyona başlıyorlardı.
8- 17 Aralık’ta operasyon başladı, bakan çocukları, vekil çocukları, iş adamları tek tek baskınlarla içeri alındı, sorgulandı. Sorgu başladığı ilk gün medyanın iki tetikçisi bir bir dökülmeye başladı, 7-8 ay önceki mesajları ortaya çıktı, operasyondan bu şahısları haberdar eden savcılar nasıl oluyor da üslerini veya yargı kurumlarını bilgilendirmiyordu, operasyonu bu şahıslara sızdıran emniyet müdürleri nasıl oluyor da operasyondan üslerini haberdar etmiyordu. Ortada bir kapan vardı ve bu kapanın üzeri Ananas bitkisi ile kamufle edilmişti. Kimse farkında değildi. Herkes Fethullah Gülen 4 metre kare bir odada sabahtan akşama kadar ibadet ediyor ve sadece ağlıyor diye inanmışken ortaya akıl almaz ses kayıtları çıkıyor ve cümle alem yeryüzüne gelmiş geçmiş en büyük CEO, GENEL MÜDÜR’ü yani Fethullah Gülen’i tanımaya başlıyordu.
9- Operasyon sekmişti, nokta atışı yapacağını zannedenler yanılmıştı, devlet kurumları ve özellikle istihbarat iyi çalışıyordu. Düşman 1 yıl içerisinde 2. tarihi yenilgisini almaya hazırlanıyordu. Onlar için bu iki yenilgi bizim için ise bu iki zafer o kadar önemliydi ki Rusya Devlet Başkanı Putin “Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini alkışlıyorum” diyordu. Bosna Hersek’ten, Malezya’dan, Filistin’den, Mısır’dan, Endonezya’dan, Pakistan’dan Müslümanlar gösteriler yapıp son kalenin ayakta kalmasını istiyorlardı. Evet Türkiye son kaleydi. Sermaye baronlarının at koşturmak için sabırsızlandığı, bankaları tekrar boşaltmak için can attığı, devlet kurumlarını iç etmek için ağızlarının sulandığı, ezanı susturmak, insanları yozlaştırmak, şeytana hizmet etmek için ter döktükleri son ülke burasıydı.
10 – Üçüncü Dünya Savaşı çıkmıştı. Kimsenin haberi yoktu. Bangladeş’te Müslümanlar sokakta öldürülüyor. Myanmar’da Budistler camii ve Müslüman mahalleleri basıp masumları diri diri yakıyor, Filistin’de duvarlar örülüp Müslümanlar açlığa terk ediliyor, Mısır’da darbe yapılıp sokak ortasında katliamlar yapılıyor, Irak’ta Şii ve Sünni bahanesi ile her gün onlarca bomba patlıyor, Suriye’de Esad rejimi Müslümanlara kan ağlatıyor, Doğu Türkistan’da Çin Halk Cumhuriyeti Müslümanları kısırlaştırıyor, Somali’de, Etiyopya’da çölün ortasında bile El Kaide denen ve ismini bile Amerikalılardan duyduğumuz bir örgüt hortluyor, Müslümanlar dünyanın her yerinde zulüm ve işkence altında eriyordu. Savaş olmayan, kazandığımız bir tek yer vardı. Müslümanları tekrar bir araya getirecek, İslamı tekrar diriltecek, yeniden bir dirilişe şahitlik edecek o topraklar Türkiye’ydi. Şeytanın ve uşaklarının tek amacı burada da fitne ateşini yakıp İslamı somut olarak tamamen ortadan kaldırmak, ortada güçlü bir İslam devleti bırakmamaktı. Evet Müslümanlar bunun farkında değildi ama 3. dünya savaşı çoktan başlamıştı.
11- Türkiyeyi de savaşın ortasına atmak isteyen, pasifize etmek isteyen dış güçler ellerinde son kozu olan cemaati kullanmaktan çekinmediler. Milletvekilleri istifa ettirdiler, bürokratları yasa dışı hareketlere teşvik ettiler, bazılarını tehdit ve şantajla taraflarına çekmek istediler. Bu yüzden belki Başbakan Haşhaşi benzetmesi yaptı. Belki bu yüzden bu benzetme cemaatin bu kadar zoruna gitti. Gitmeliydi. Çünkü doğruydu. Yanlış olsa gülüp geçeceklerdi. Öyle olmadı ve olmayacakta.
12- Hedef yerel seçimler değil genel seçimler, bundan sonra 1 yıl boyunca Akparti’de istifalar devam edecek, bazı bölgelerde patlaklar olacak, farklı savcılar, farklı soruşturmalar olacak, farklı ses kayıtları, farklı görüntüler çıkacak ortaya. Hedef 1 sene içerisinde genel seçimler yapılana dek Hükumeti yıpratmak olacak. Bu yarışın kaybedeni hem Akparti olacak hem Cemaat. Kazanan ise şakşakçılar. Yani eline cips ve kola alıp evlerinde mücadeleyi TV’den keyifle izleyenler. Bizim Gezi’de yapamadığımızı 1 gecede cemaat yaptı diyen zihniyet olacak kazanan.
13- Bilmem hatırlar mısınız? Bütün bunların farkındaymış gibi son genel seçimlerden sonra “Artık Gel Bitsin Bu Hasretlik” demişti Başbakan. Sizce bunların farkında değil miydi Başbakan? Fethullah Gülen Türkiye’de olsaydı ve CEO olmak yerine Hoca efendi olmayı tercih etseydi şu anda Türkiye’de durum çok farklı olurdu. Ama vazgeçemedi şirketlerinden. Amerika’da kalmayı tercih etti. Yani baronlarla el ele olmayı tercih etti. İsrail’i tercih etti. Mavi Marmara’ya ikinci defa küfür etmeyi, Başbakan’ın başrolde oynadığı Roma oyununda Brütüs olmayı tercih etti.
Bundan sonra ne mi olacak?
Her şey size bağlı. Ya Akparti de Cemaatte gücünü yavaş yavaş kaybedebilir. Erdoğan bir sonraki seçimlerde partinin başında durur ve davaya sahip çıkarsa Türkiye kaburgasından dışarı çıkabilir. Yani hayal ettiğimiz gibi bağımsız bir ülke olabiliriz ( Şu an bağımsız olduğumuzu düşünmüyorsunuz değil mi? ) Ancak Başbakan artık ben yokum derse bu ülkeyi taşıyacak başka kahramanların olmadığını belirtmek isterim. Maalesef savaş ince bir sanattır. Tecrübe, Bilek ve Yürek gerektirir. Biri eksik olursa, eninde sonunda kaybedersiniz.
Beddua ile yazıyı tamamlamanın bir anlamı yok. Bu ülkenin bir ferdi olarak dış güçlerin oyunlarını bozacak tek güç yine Millettir. Yani sağlam irade’dir. Lütfen İrademize sahip çıkalım. Tabi önce İradeli olmak kaydı ile.
Hükumet ve Cemaat kavgası diye başlık attık ama aslında başından beri demek istediğimiz tek şey bu kavganın Hükumet ve Cemaat arasında olmadığı. Bu kavga Türkiye ile dünyanın kavgası. Bu kavga Hak ile Batılın kavgası.
YAZAR YENİAKİT : Bi Simit
YAZAR YENİAKİT : Bi Simit
SİZLERDE KANDIRILIYORSUNUZ . SONUNUZ KÖTÜ OLACAK . FARKINDAMISIN SEN DECCALIN TARAFINDASIN BEN MEHDİYETİN TARAFINDAYIM...
Kaygılıyız” diyen aydınlar(!) ya başarsalardı?
Topluma “aydın” diye lanse ediyorlar..
Onlar da bilgiç bilgiç ahkam kesiyorlar.
Son somut örneği.
Gezi isyanı sırasında, “Kaygılıyız” başlığı ile gazetelere ilan veren 100 Türk aydını(!).
Müjdat Gezen’den Orhan Pamuk’a.. Süreyya Önder’den Tarık Akan’a.. Tahmin ettiğimiz isimler.
Gezi olaylarındaki konulardan hareketle, ülkenin gidişatını beğenmediklerini belirtip, “kaygılıyız” demişler..
Aynı olaylar, aynı günlerde, Mısır’da da yaşanıyordu.
Ordaki aydınlar(!) burdakiler gibi belki gazete ilanları vermiyorlardı ama..
Benzer şekilde, Mursi’nin icraatlarının ülkeyi kötüye götürdüğünü iddia ederek, diktatörlük isnadında bulunuyorlardı..
Oysa Mursi cumhurbaşkanı seçileli daha bir yıl olmuş..
Mısır’ı bir önceki diktatör Mübarek 30 sene yönetmiş de..
Hiçbirisinin aklına, “ülke kötüye gidiyor” diye bir gösteri yapmak gelmemiş.
Seçimle cumhurbaşkanı olan Mursi’ye sıra gelince..
Hemen bir senede ayaklanmışlar..
Sonra ne oldu?
Daha fazla demokrasi isteyenler, Mısır’da darbeye zemin hazırladılar.
Genelkurmay Başkanı yönetime el koydu..
Sonrasında demokrasi yerine, katliamlar yaşandı.
Ve şimdi son olarak..
106 idam birden..
•
Aynı olaylar..
Türkiye’de de yaşanacaktı.
Tayyip Erdoğan, işi birazcık gevşek tutsaydı..
Türkiye’de de darbe gerçekleştirilecek..
Sonrasında da..
Artık sağcı-solcu olduğuna bakılmaksızın, konjonktüre uygun şekilde, “Bir sağdan-bir soldan” formülü ile..
Kim bilir kaç kişi idam sehpasına yollanacaktı..
İtiraz edecekler mi? Sokaklara çıkıp gösteri yapmaya kalkışacak olanlar mı?
Cesedinin hangi morga kaldırıldığının bile belli olmamasını göze alanlar..
Çıksınlar sokağa..
Bir ay sonra mı. İki ay sonra mı ailesi cesedini alır, artık Allah bilir..
•
Muhtemelen yaşanılacak olanları, o günlerde de hatırlatıyor, uyarıda bulunuyorduk.
“Siz şu anki yönetimden memnun değilsiniz ama.. Sebebiyet verdiğiniz kaos sonrasında gerçekleştirilecek darbede, temel hak ve özgürlüklerinizin hiçbirisi kalmayacak” diyorduk.
Ama dinletemiyorduk.
Kendisini aydın olarak takdim eden 100 isim, gösterilerin en şiddetli olduğu günlerde, olayları daha fazla kışkırtıcı nitelikte, gazetelere ilan veriyorlardı..
“Kaygılıyız” diyorlardı..
Şimdi o aydın geçinenlere sormak gerekir..
“Sizin Türkiye’deki rahatsızlığınızın aynısını, Mısır’daki paralelleriniz de dile getiriyorlardı.. Orda amacınıza kavuştunuz. Bugün Mısır’da, temel hak ve özgürlükler, iki yıl öncesine göre daha iyi durumda diyebilir misiniz?”
Mısır’daki göstericilerin de gerekçeleri, “temel hak ve özgürlükler” idi..
Ama şu an gelinen noktada..
Mısırlılar düne göre çok daha kötü bir durumdalar..
Ya Türkiye’de?
İstenilen darbe olmadı..
Tüm fitne fücur hareketlerine rağmen..
Hiç olmamasını arzu ederdik ama..
Gösterilerde, Mısır’a kıyasla çok sınırlı sayıda insanımız öldü..
Bu durumda şu tespiti yapmamız lazım..
Demek ki, medyanın “aydın” diye takdim ettiklerinin peşine takılmamak gerekiyormuş.
Burunlarının dibini göremeyenlerin ardı sıra gitmemek gerekiyormuş.
Aksi takdirde..
Mursi’nin bir yıllık icraatında tek bir idam kararı yok iken..
Onu devirerek, daha fazla demokratik hakların tanınacağı bir yönetim vaadinde bulunan Sisi’nin cumhurbaşkanlığında..
Yüzlerce idam kararını.. Artık olağan günlük kararlar olarak görürüz.
•
Dün Tahrir’i, Taksim’e benzetiyorlardı..
Mursi’ye de, Tayyip Erdoğan’a da diktatör diyorlardı..
Bu sebeble halkın, meydanları doldurduğunu söylüyorlardı.
Mısır’da başardıklarını, Türkiye’de başaramadılar..
Şimdi son bir can havliyle..
Etrafa korku salmayı deniyorlar..
Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı için idam kararı verilince..
Mursi’nin aldığı oy oranı ile, Türkiye’nin halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın aldığı oy oranının benzerliğine atıf yaparak, imalarda bulunuyorlar...
Sorsanız..
“Demokrasi” diyorlar..
“Temel hak ve özgürlükler” diyorlar..
YENİ AKİT / Ali Karahasanoğlu
AK PARTİ REKLAM FİLİMLERİ
Topluma “aydın” diye lanse ediyorlar..
Onlar da bilgiç bilgiç ahkam kesiyorlar.
Son somut örneği.
Gezi isyanı sırasında, “Kaygılıyız” başlığı ile gazetelere ilan veren 100 Türk aydını(!).
Müjdat Gezen’den Orhan Pamuk’a.. Süreyya Önder’den Tarık Akan’a.. Tahmin ettiğimiz isimler.
Gezi olaylarındaki konulardan hareketle, ülkenin gidişatını beğenmediklerini belirtip, “kaygılıyız” demişler..
Aynı olaylar, aynı günlerde, Mısır’da da yaşanıyordu.
Ordaki aydınlar(!) burdakiler gibi belki gazete ilanları vermiyorlardı ama..
Benzer şekilde, Mursi’nin icraatlarının ülkeyi kötüye götürdüğünü iddia ederek, diktatörlük isnadında bulunuyorlardı..
Oysa Mursi cumhurbaşkanı seçileli daha bir yıl olmuş..
Mısır’ı bir önceki diktatör Mübarek 30 sene yönetmiş de..
Hiçbirisinin aklına, “ülke kötüye gidiyor” diye bir gösteri yapmak gelmemiş.
Seçimle cumhurbaşkanı olan Mursi’ye sıra gelince..
Hemen bir senede ayaklanmışlar..
Sonra ne oldu?
Daha fazla demokrasi isteyenler, Mısır’da darbeye zemin hazırladılar.
Genelkurmay Başkanı yönetime el koydu..
Sonrasında demokrasi yerine, katliamlar yaşandı.
Ve şimdi son olarak..
106 idam birden..
•
Aynı olaylar..
Türkiye’de de yaşanacaktı.
Tayyip Erdoğan, işi birazcık gevşek tutsaydı..
Türkiye’de de darbe gerçekleştirilecek..
Sonrasında da..
Artık sağcı-solcu olduğuna bakılmaksızın, konjonktüre uygun şekilde, “Bir sağdan-bir soldan” formülü ile..
Kim bilir kaç kişi idam sehpasına yollanacaktı..
İtiraz edecekler mi? Sokaklara çıkıp gösteri yapmaya kalkışacak olanlar mı?
Cesedinin hangi morga kaldırıldığının bile belli olmamasını göze alanlar..
Çıksınlar sokağa..
Bir ay sonra mı. İki ay sonra mı ailesi cesedini alır, artık Allah bilir..
•
Muhtemelen yaşanılacak olanları, o günlerde de hatırlatıyor, uyarıda bulunuyorduk.
“Siz şu anki yönetimden memnun değilsiniz ama.. Sebebiyet verdiğiniz kaos sonrasında gerçekleştirilecek darbede, temel hak ve özgürlüklerinizin hiçbirisi kalmayacak” diyorduk.
Ama dinletemiyorduk.
Kendisini aydın olarak takdim eden 100 isim, gösterilerin en şiddetli olduğu günlerde, olayları daha fazla kışkırtıcı nitelikte, gazetelere ilan veriyorlardı..
“Kaygılıyız” diyorlardı..
Şimdi o aydın geçinenlere sormak gerekir..
“Sizin Türkiye’deki rahatsızlığınızın aynısını, Mısır’daki paralelleriniz de dile getiriyorlardı.. Orda amacınıza kavuştunuz. Bugün Mısır’da, temel hak ve özgürlükler, iki yıl öncesine göre daha iyi durumda diyebilir misiniz?”
Mısır’daki göstericilerin de gerekçeleri, “temel hak ve özgürlükler” idi..
Ama şu an gelinen noktada..
Mısırlılar düne göre çok daha kötü bir durumdalar..
Ya Türkiye’de?
İstenilen darbe olmadı..
Tüm fitne fücur hareketlerine rağmen..
Hiç olmamasını arzu ederdik ama..
Gösterilerde, Mısır’a kıyasla çok sınırlı sayıda insanımız öldü..
Bu durumda şu tespiti yapmamız lazım..
Demek ki, medyanın “aydın” diye takdim ettiklerinin peşine takılmamak gerekiyormuş.
Burunlarının dibini göremeyenlerin ardı sıra gitmemek gerekiyormuş.
Aksi takdirde..
Mursi’nin bir yıllık icraatında tek bir idam kararı yok iken..
Onu devirerek, daha fazla demokratik hakların tanınacağı bir yönetim vaadinde bulunan Sisi’nin cumhurbaşkanlığında..
Yüzlerce idam kararını.. Artık olağan günlük kararlar olarak görürüz.
•
Dün Tahrir’i, Taksim’e benzetiyorlardı..
Mursi’ye de, Tayyip Erdoğan’a da diktatör diyorlardı..
Bu sebeble halkın, meydanları doldurduğunu söylüyorlardı.
Mısır’da başardıklarını, Türkiye’de başaramadılar..
Şimdi son bir can havliyle..
Etrafa korku salmayı deniyorlar..
Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı için idam kararı verilince..
Mursi’nin aldığı oy oranı ile, Türkiye’nin halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın aldığı oy oranının benzerliğine atıf yaparak, imalarda bulunuyorlar...
Sorsanız..
“Demokrasi” diyorlar..
“Temel hak ve özgürlükler” diyorlar..
Gezi isyancısı saf kardeşlerimiz uyanmışlar mıdır acaba?
Mursi’ye “Diktatör” diyorlardı..
Tam da Türkiye’deki Gezi isyanının başladığı günlerde.
Mısır’da da benzeri bir isyan hareketi başlamıştı..
Mursi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde, insanlar mı öldürülüyordu?
Hayır..
İnsanlar toplu şekilde cezaevlerine mi atılıyordu?
Hayır!
Muhalif oldukları için, insanlar yargılanıp, idama mı mahkum ediliyorlardı?
Hayır..
Ama Mısır’ın Gezicileri, sokaklara dökülmüşlerdi bir defa.
“Özgürlük istiyoruz. Demokrasi istiyoruz” diye bağırıyorlardı..
Aynen, Türkiye’deki “okumuş” geçinen, “entellektüel” diye tanıtılan, ama benim nazarımda saf Gezi isyancıları gibi.. (Gezi isyanındaki terör örgütü yandaşlarını hariç tutuyorum. Onlar saf değil, hinoğlu hin idiler.. Ama kendilerini kamufle ediyorlardı.)
•
Türkiye’deki isyancılar, başaramadılar.
Oysa, “Yüzlerce insan gösterilerde öldü” palavralarını sosyal medyada hızla yayıyor, “Çocuk ve hamile annenin polis tarafından öldürüldüğü”yalanını atıyor..
Eski yıllarda denizdeki bir teknenin çarptığı kişinin pervane tarafından parçalanmış sırtını görüntüsü, Gezi’deki bir panzerin altında kalan gencin cesedi gibi gösteriliyordu..
Tüm yalanlara.. Tüm iftiralara rağmen..
Tüm tahriklere rağmen..
Türkiye’deki Gezi isyancıları başaramadılar.
Ama Mısır’dakilerin isyanı, amaçladıkları şekilde tamamlandı..
“Özgürlük.. Özgürlük” diye sokakları dolduran binlerce insan..
Sisi darbeyi yaptığı gün, evlerine çekildiler.
Evlere çekiliş, o gün bugündür, hiç ihlal edilmedi.
“Özgürlük” istiyorlardı ama..
Gelen yönetim darbe yönetimi idi.
“Demokrasi” diyorlardı ama..
Halkın seçtiği cumhurbaşkanını indirip, “Askeri yönetim”i fiilen işbaşına getirmişlerdi..
Mursi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde, aylarca devam eden gösterilerde bir ölüm yaşanmadığı halde..
Askeri yönetim işbaşına gelmesinden hemen sonra.
Bir gecede, meydandaki 4 bin kişinin otomatik silahlarla taranıp şehit edildiği katliam yaşanmıştı..
Bununla yetinmeyen o askeri yönetim..
Şimdi de, eski cumhurbaşkanı başta olmak üzere.. Onlarca sivil insana, idam cezası ile, tekrar tekrar kan isteğinde bulunuyor..
“Daha fazla kan.. Daha fazla kan” diyor..
•
Bu noktada.
Hem Mısır’daki Gezi isyancıları.
Hem Türkiye’deki Gezi isyancıları, bir nefis muhasebesi yapmalılar..
Mursi yönetiminde mi daha demokratik bir ülke idiler.
Şimdi mi?
Hiç idam cezası olmayan ülke ile, haftada bir idam cezası açıklanan askeri yönetimin işbaşında olduğu ülkeyi karşılaştırmak bile abes olsa gerek.
Buradan, Türkiye’deki Gezi isyancıları da bir ders çıkarmalı..
Eğer Mısır’dakiler gibi başarılı olsalardı.
Şu an ya askeri yönetim.. Ya da askerlerin kontrolündeki teknokratlar hükümeti ile yönetiliyorduk.
Büyük ihtimalle de....
Siyasi iktidarın devrilmesi sırasında asker ile teknokratlar hükümeti çekişmesi sırasında, puslu havayı fırsat bilen paralel yapı, yönetime el koyacaktı..
Sizin anlayacağınız, Gezi isyancıları, “sol” gelenekten bir iktidar özlüyorlardı ama.
Gezi isyancıları başarmış olsalardı..
Şu an “Paralel yapı” iktidarda idi..
Onlar da..
Şuna idam.. Buna müebbet hapis..
Döktürüyorlardı.
Dilin ucundaki “diktatörlük”ten kaçarken..
Gerçek “diktatörlüğe” geçmiş olacaktık..
•
Gezi isyancısı saf kardeşlerimiz, “Ama gösterilerde ölen 10 kişiyi hiç dikkate almıyorsun.. O ölümler olmaması için biz sokaklara çıktık”diyecekler..
Taksim Gezi Parkı’ndaki üç tane ağacın yerinden çıkarılıp, bir başka yere dikilmesine karşı çıkılmasaydı..
Tahriklere aldanıp, sokaklara dökülünmeseydi..
“Kaderi değiştirme” anlamında söylemiyorum..
10 kişi sokak gösterilerinde ölmeyecekti..
Sonrasında bir savcımız öldürülmeyecekti..
“Diktatörlük istemiyoruz” diye sokaklara dökülenler..
Aynen Mısır’daki gibi, gerçek bir diktatörlük yönetimine Türkiye’yi sürüklediklerini bilmiyorlardı.
Saf saf..
Sokaklardaki gösterilerle, “demokrasi”yi hayata geçireceklerini sanıyorlardı..
Mısır örneği, bu açıdan dikkate incelenmeli..
Ve ibret alınmalı..
Bazen “ideal demokrasi” isterken..
Askeri yönetime geçilebileceği.. Mevcut yönetimi arar hale gelebileceğimizi bilmeliyiz.
Mısır çok net bir fotoğraf.
Uzak değil, paralel tarihlerde yaşanan, paralel bir örnek..
Göstericiler ne için yola çıktılar.
Bugün ne ile karşılaştılar!..
Mursi’ye “Diktatör” diyorlardı..
Tam da Türkiye’deki Gezi isyanının başladığı günlerde.
Mısır’da da benzeri bir isyan hareketi başlamıştı..
Mursi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde, insanlar mı öldürülüyordu?
Hayır..
İnsanlar toplu şekilde cezaevlerine mi atılıyordu?
Hayır!
Muhalif oldukları için, insanlar yargılanıp, idama mı mahkum ediliyorlardı?
Hayır..
Ama Mısır’ın Gezicileri, sokaklara dökülmüşlerdi bir defa.
“Özgürlük istiyoruz. Demokrasi istiyoruz” diye bağırıyorlardı..
Aynen, Türkiye’deki “okumuş” geçinen, “entellektüel” diye tanıtılan, ama benim nazarımda saf Gezi isyancıları gibi.. (Gezi isyanındaki terör örgütü yandaşlarını hariç tutuyorum. Onlar saf değil, hinoğlu hin idiler.. Ama kendilerini kamufle ediyorlardı.)
•
Türkiye’deki isyancılar, başaramadılar.
Oysa, “Yüzlerce insan gösterilerde öldü” palavralarını sosyal medyada hızla yayıyor, “Çocuk ve hamile annenin polis tarafından öldürüldüğü”yalanını atıyor..
Eski yıllarda denizdeki bir teknenin çarptığı kişinin pervane tarafından parçalanmış sırtını görüntüsü, Gezi’deki bir panzerin altında kalan gencin cesedi gibi gösteriliyordu..
Tüm yalanlara.. Tüm iftiralara rağmen..
Tüm tahriklere rağmen..
Türkiye’deki Gezi isyancıları başaramadılar.
Ama Mısır’dakilerin isyanı, amaçladıkları şekilde tamamlandı..
“Özgürlük.. Özgürlük” diye sokakları dolduran binlerce insan..
Sisi darbeyi yaptığı gün, evlerine çekildiler.
Evlere çekiliş, o gün bugündür, hiç ihlal edilmedi.
“Özgürlük” istiyorlardı ama..
Gelen yönetim darbe yönetimi idi.
“Demokrasi” diyorlardı ama..
Halkın seçtiği cumhurbaşkanını indirip, “Askeri yönetim”i fiilen işbaşına getirmişlerdi..
Mursi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde, aylarca devam eden gösterilerde bir ölüm yaşanmadığı halde..
Askeri yönetim işbaşına gelmesinden hemen sonra.
Bir gecede, meydandaki 4 bin kişinin otomatik silahlarla taranıp şehit edildiği katliam yaşanmıştı..
Bununla yetinmeyen o askeri yönetim..
Şimdi de, eski cumhurbaşkanı başta olmak üzere.. Onlarca sivil insana, idam cezası ile, tekrar tekrar kan isteğinde bulunuyor..
“Daha fazla kan.. Daha fazla kan” diyor..
•
Bu noktada.
Hem Mısır’daki Gezi isyancıları.
Hem Türkiye’deki Gezi isyancıları, bir nefis muhasebesi yapmalılar..
Mursi yönetiminde mi daha demokratik bir ülke idiler.
Şimdi mi?
Hiç idam cezası olmayan ülke ile, haftada bir idam cezası açıklanan askeri yönetimin işbaşında olduğu ülkeyi karşılaştırmak bile abes olsa gerek.
Buradan, Türkiye’deki Gezi isyancıları da bir ders çıkarmalı..
Eğer Mısır’dakiler gibi başarılı olsalardı.
Şu an ya askeri yönetim.. Ya da askerlerin kontrolündeki teknokratlar hükümeti ile yönetiliyorduk.
Büyük ihtimalle de....
Siyasi iktidarın devrilmesi sırasında asker ile teknokratlar hükümeti çekişmesi sırasında, puslu havayı fırsat bilen paralel yapı, yönetime el koyacaktı..
Sizin anlayacağınız, Gezi isyancıları, “sol” gelenekten bir iktidar özlüyorlardı ama.
Gezi isyancıları başarmış olsalardı..
Şu an “Paralel yapı” iktidarda idi..
Onlar da..
Şuna idam.. Buna müebbet hapis..
Döktürüyorlardı.
Dilin ucundaki “diktatörlük”ten kaçarken..
Gerçek “diktatörlüğe” geçmiş olacaktık..
•
Gezi isyancısı saf kardeşlerimiz, “Ama gösterilerde ölen 10 kişiyi hiç dikkate almıyorsun.. O ölümler olmaması için biz sokaklara çıktık”diyecekler..
Taksim Gezi Parkı’ndaki üç tane ağacın yerinden çıkarılıp, bir başka yere dikilmesine karşı çıkılmasaydı..
Tahriklere aldanıp, sokaklara dökülünmeseydi..
“Kaderi değiştirme” anlamında söylemiyorum..
10 kişi sokak gösterilerinde ölmeyecekti..
Sonrasında bir savcımız öldürülmeyecekti..
“Diktatörlük istemiyoruz” diye sokaklara dökülenler..
Aynen Mısır’daki gibi, gerçek bir diktatörlük yönetimine Türkiye’yi sürüklediklerini bilmiyorlardı.
Saf saf..
Sokaklardaki gösterilerle, “demokrasi”yi hayata geçireceklerini sanıyorlardı..
Mısır örneği, bu açıdan dikkate incelenmeli..
Ve ibret alınmalı..
Bazen “ideal demokrasi” isterken..
Askeri yönetime geçilebileceği.. Mevcut yönetimi arar hale gelebileceğimizi bilmeliyiz.
Mısır çok net bir fotoğraf.
Uzak değil, paralel tarihlerde yaşanan, paralel bir örnek..
Göstericiler ne için yola çıktılar.
Bugün ne ile karşılaştılar!..
YENİ AKİT / Ali Karahasanoğlu
AK PARTİ REKLAM FİLİMLERİ
Karı-kız, para ilişkisi olanlar keşke kendileri çekilseler..
Ankara Gülen’in iadesi için hazırlanan dosyaya son şeklini verirken, Gülen’in masonluğu ile ilgili bir iddia atıldı ortaya.
Peki o zaman şimdi siz; paralel yapının aday ve bürokratlarınız arasından, paralel yapıya ters düşen, ama masonik yapılarla ilişkisi olanların dosyalarını bekleyin.
Sadece onların mı, Pensilvanya arşivlerini didik didik edecekler, AK Parti ve diğer partilerin aday listelerini gözden geçirip, kim dost, kim düşman, kimin dosyası-kaseti var ortaya dökecekler.. Seçim stratejilerini bu çalışma üzerine oturtacaklar..
Karı-kız, para ilişkisi olanlar keşke kendileri çekilseler.. Haber veriyorum cemaat tepelerine binecek. Eğer cemaate teslim olurlarsa, parti işlerini bitirecek. Özellikle de eskiden cemaatle iş tutup, şimdi cemaate karşı partinin yanında imiş gibi gözüken, kraldan fazla kralcılara dikkat.. Akademisyen, işadamı, bürokrat, yurtdışı seyahatlerde ipin ucunu kaçıranlar için adaylık dua ile istenen bir belaya dönüşebilir..
Paralel yapı Pensilvanya’yı terk etmek zorunda kalırsa, arşiv ve ekip nereye gidecek? Bu arşivdeki bilgiler seçim sürecinde nasıl kullanılacak, kim üzerinden servis edilecek, bu kişilerle teması kim sağlayacak, bu ve benzeri bir sürü soru cevabını arıyor.. Yani anlayacağınız, topyekûn saldırıya geçecekler. AK Parti’nin seçim başarısının gölgelenmesi gerekiyor onlar için. Erdoğan’ın başkanlığa gitmesinin önünün alınması gerekiyor.. Bunun için ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar.
Sanırım bu süreçte herkesin çok dikkatli olması gerek. Yoksa Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da mümkün. Cemaat özellikle kırmızı bülten ve dinleme, sınav skandalı ile köşeye sıkışmış durumda. Ya teslim olacaklar ya da daha fazla öfkelenecekler ve saldıracaklar.
Bu konuda herhalde İsrail ve Türkiye-AK Parti karşıtları da bu konuda boş durmayacaklar. Onun için herkesin dikkatli olması gerek.. 7 Nisan’da adaylar belli olur olmaz havalarla birlikte siyaset de ısınacak.. Cemaat ise süreç içinde siyaseti an be an izleyecek. Bu süreçte her şey mübah olacak gibi, hakaret, tehdit, şantaj, iftira.. Gayeye giden her yol mübah. Kıran kırana bir mücadele olacak.
Ciddiyet, samimiyet, adalet çok da itibar görmeyecek sanki.. Oysa bir kavme olan düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerekir.. Dilerim ortalık çamur deryasına dönmez..
Paralel yapı bu seçime bir parti ile girmiyor, ama bütün partilerin içinde olacaklar ve iktidara karşı bir cephe oluşturmaya çalışacaklar. “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” anlayışı ile hareket ediyorlar. AK Parti karşıtı herkesle işbirliği yapabilirler.. Seçime kadar da ikinci bir gündemleri yok gibi.. Bu seçimleri “olmak ya da olmamak” meselesi olarak görüyorlar.. Öfkeleri akıllarından büyük olunca başarı şansları yok gibi.. Korku ve panik havası bu riski daha da büyütüyor.. “Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder”.. Cemaat için bu seçimler bir kırılma noktası olabilir.. Onun için son bir hamle ile içine düştükleri acziyet, yalnızlık ve talihsizlikten kurtulmak istiyorlar..
AK Parti, aday adayları arasındaki paralelcilere karşı gösterdiği hassasiyetin aynısını yine aynı listedeki, para ve kadın zaafı olanlara karşı göstermesi gerek.. O kişiler listeye girer ya da elenmezlerse hem partilerine, hem de kendilerine de zarar verecekler.. Korkak, risk almayan adamlar da bu süreçte siyasetten uzak tutulurlarsa iyi olur..
Siyasi gündem açısından son kavşağa giriyoruz. Atılacak ok yaydan çıkmadan gereken tedbiri almak gerek.. Son pişmanlık fayda sağlamaz. Benden söylemesi. İş işten geçmeden bir şeyler yapmak gerek. Selâm ve dua ile..
YeniAkit / Abdurrrahman Dillipak
MÜSLÜMANLAR İÇİN VERİLEN BU FIRSAT İYİ DEĞERLENDİRİLİR VE ALLAH’IN RAZI OLACAĞI BİR HAYATA YÖNELİRSEK, KURTULUŞ İÇİN ADIMLARIN ATILMIŞ OLACAĞI KESİNDİR.
Yok, eğer Müslümanlar bu fırsatı değerlendirmez, hayrın ayağa kalkması için ciddi bir gayret sarf etmezlerse, onların yani Müslümanların hayatlarına asla kendiliğinden hayır hâkim olamayacaktır.
Olacak olan, bir cahiliyeden, diğer cahiliyeye; bir şer kuvvetten, başka bir şer kuvvetin kucağına düşmektir.
Ne yazık ki bu defa, insanlara kendileri için sistem, nizam seçme fırsatı verilmeyecektir.
Rabbimiz, önümüze bir imkân, bir fırsat lütfetti. Eğer bu dönemi ihmal edersek, yarın acıklı bir azapla karşılaşabiliriz .
“OY ”UN ÜZERİNDE OYNANAN “OYUNU” FARK ET TÜRKİYE
YENİAKİT / İbrahim Bektaş
Yeni bir yaşam için ,dinler arası diyalokla ,yeni bir din anlayışı biçimin de ….Şimdi de ABD’nin öncülüğündeki dış dünya, bize şekil vermek, bizi istediği kalıba sokmak, başaramazsa kefen biçmek için epeydir çalışıyor.
Birinci Dünya savaşına un yüklü gemilerden top çıkararak bizi bulaştıran ve 600 yıllık cihan imparatorluğunu parçalayan dış dünya;
Sonra, Ermeni iddiaları ve ASALA terörü ile burçlarda gedik açmaya çalıştı.
ASALA tutmayınca, kılık değiştirerek, sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi suni kutuplaşmalar icat ederek, şansını o alanda denedi.
Bunlar yetmeyince de, Türkiye’nin boynuna iç uşakları vasıtası ile her on yılda bir ihtilal yaftası astı.
Bu girişimlerinin her biri Yüce milletin bağrında derin yaralar açtı. Babayı oğula, kardeşi kardeşe düşman etti. Ancak bunlar da, “Pis Dünya” nın habis emellerine ulaşmasına yetmedi. İstediklerini tam olarak elde edemedi.
Sonunda, ülkenin temel dinamiği olan “İslamiyet’i ve dindarları” tümüyle çökertmeden bu işin olmayacağı kanaatine vararak, 28 Şubat’ta o yönde son bir hamle daha yaptı.
Bundan böyle, Yahudiler tarafından bir bir toprağa düşürülen Filistinli kuzuların gözyaşlarını silen olmayacak. Myanmar’da diri diri gömülen Müslümanların çığlıkları kimseyi rahatsız etmeyecekti.
Libya’da, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Pakistan’da, Habeşistan’da, Nijerya’da, Yemen’de ve diğer İslam coğrafyasında akıtılan kanın hesabını soran olmayacak ve yapanların yanlarına kâr kalacaktı.
Öyle ya! 28 Şubat mezarlığına kefensiz defnedilen delikanlı artık “imdat” seslerini duymayacak. Yahudi mezalimine “One minute” diyerek direnemeyecek, Gazze’de aç susuz yavruların sesini duyurmak için Akdeniz’in serin sularına körpe bedenlerinden mukaddes kanlarını bırakan Furkanlar olmayacaktı.
Bundan böyle kahbe emellerine ulaşmak için, “Bir”in sevdalılarına toslanmayacaktı.
Onlara göre, Muhammed’in (sav) muhabbet fedailerini bir bir yutmak için “Her Şey” tamamdı.
Fakat! Hesaba katmadıkları “Bir Şey” vardı. Başı Everest kadar dik, kökleri magma kadar derin, alnı Mekke kadar ak, duyguları Medine kadar asil olan “Bir Şey”.
28 Şubat’ta el birliği ile defnettikleri mevta, Bir Şeyle dirilip, ayağa kalkıvermişti.
“Bin yıllık habis hayaller” on yıl bile süremeden Bir Şey’in gücü ile hâk ile yeksan olmuştu.
Normal süresinde bir türlü alt edilemeyen, yüreklerde dal budak saran Bir Şey’i de yenmek için geriye son bir şans kalmıştı: 7 Haziran’da oynanacak uzatmalar.
Bu safhada atılacak bir gol, her şeyi değiştirebilirdi.
Esasen bu “oy-unun” kazanılması için başkaca bir yol da görünmüyordu.
Ve bu gol’ün atılması kurallar hiçe sayılarak, için her yol mubah sayıldı. Bir Şey’e hücum başladı.
Bütün bunları niçin mi anlattım?
Mensubu bulunduğun “Yüce Birliğe” sahip çıkman için, “oy-unun” farkına vararak “oy-una” alet olmaman için…
OYUNU AK PARTİYE VER .
7 Haziran günü, kendi irademizin tercümanı olan ellerimizle, iki şeyden biri iktidara gelecektir.
Ya Hak, ya Batıl!
Ya Hayır, ya Şer!
Ya Adalet, ya Zulüm!
Ya Bereket, ya Felaket!
Ya Barış, ya Savaş!,
Ya İstikrar, ya Kaos!
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli --
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -- varsa -- taşım;
Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli --
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -- varsa -- taşım;
Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder