1937
senesinde Mustafa Kemal'in en çok şikayetçi olduğu rahatsızlık, vücudunun
muhtelif yerlerindeki ve bilhassa ayaklarındaki kaşıntıdır. 1937 Ekim'inde bu
kaşıntıların musebbibinin Çankaya köşkündeki "et yiyen cinsinden küçük kırmızı karıncalar" olduğu
söylenince, bu defa adeta bir seferberlik ilan edildi.
Genelkurmay zehirli gaz uzmanı Nuri Refet Korur'un tavsiyesi ile köşkün "Cyclon B" denen siyanidrik asit gazıyla dezenfekte edilmesi kararlaştırıldı. Bu zehirli gaz gemilerde farelere karşı da kullanılmaktaydı. Bu bakımdan Yavuz gemisinden uzman bir ekip getirtildi. 7 Şubat 1938 günü işe girişilerek, köşkün bütün pencere ve kapıları zamklı bez ve kağıtlarla kapatılarak gaz geçirmez bir hale getirildi. 48 saat müddetle köşk yoğun bir gaz altında tutuldu.
Genelkurmay zehirli gaz uzmanı Nuri Refet Korur'un tavsiyesi ile köşkün "Cyclon B" denen siyanidrik asit gazıyla dezenfekte edilmesi kararlaştırıldı. Bu zehirli gaz gemilerde farelere karşı da kullanılmaktaydı. Bu bakımdan Yavuz gemisinden uzman bir ekip getirtildi. 7 Şubat 1938 günü işe girişilerek, köşkün bütün pencere ve kapıları zamklı bez ve kağıtlarla kapatılarak gaz geçirmez bir hale getirildi. 48 saat müddetle köşk yoğun bir gaz altında tutuldu.
Bütün bu faaliyetlerden sonra
köşk kırmızı karıncalardan
temizlendi, ama Mustafa Kemal'in kaşıntıları yine geçmedi.
Bunun uzerine yurt dışından doktorlar getirtildi. O sırada Mustafa Kemal'in karnı da cok miktarda su toplamaya ve bu su şiddetli rahatsızlık vermeye başlamıştı. Doktorlar yaptıkları muayene neticesinde hastalığa teşhis koymuşlardı. Bütün belirtiler, hastalığın "Siroz" olduğunu ortaya koyuyordu.
Mustafa Kemal o zamana kadar her gece yaklaşık bir litre rakı içmekteydi. Doktorlara göre hastalığın amili bu alışkanlıktı. Doktorlar hastanın karaciğerinin artık vazifesini yapmadığını, zehirlenmenin başladığını, vücuttaki yağların tamamen eridiğini, şimdi de etlerin erimekte olduğunu söylüyordu.
temizlendi, ama Mustafa Kemal'in kaşıntıları yine geçmedi.
Bunun uzerine yurt dışından doktorlar getirtildi. O sırada Mustafa Kemal'in karnı da cok miktarda su toplamaya ve bu su şiddetli rahatsızlık vermeye başlamıştı. Doktorlar yaptıkları muayene neticesinde hastalığa teşhis koymuşlardı. Bütün belirtiler, hastalığın "Siroz" olduğunu ortaya koyuyordu.
Mustafa Kemal o zamana kadar her gece yaklaşık bir litre rakı içmekteydi. Doktorlara göre hastalığın amili bu alışkanlıktı. Doktorlar hastanın karaciğerinin artık vazifesini yapmadığını, zehirlenmenin başladığını, vücuttaki yağların tamamen eridiğini, şimdi de etlerin erimekte olduğunu söylüyordu.
DEVAMI :
Ağustos
1938'de hastalık iyice artmış, karında çok miktarda su toplanmıştı. Bu yüzden
Mustafa Kemal ızdırap içerisindeydi. Sonunda bu suyun alınmasına karar verildi.
Prof. Mim Kemal Öke, 7 Eylül 1938'de Mustafa Kemal'in karnında toplanan suyu
şırınga ile aldı. Karından 12 litre su çıkmıştı. Ne var ki bu müdahaleden
birkaç gün sonra karında tekrar su toplandı. Bunun üzerine 22 Eylül 1938'de
yine Prof. Öke karındaki suyu aldı. Bu defa da yaklaşık 12 litre kadar mayi
çıktı. Bu gibi çalışmalara, bütün bakım, tedavi ve ihtimamlara rağmen
rahatsızlık günden güne şiddetleniyor, karında yine su birikiyordu. 13 Ekim 1938'de
yine karından su alındı.
18 Ekim Salı sabah saat 10.30'dan başlamak üzere sık olarak 'Aman dil, aman dil, bu geceden efendim' sözlerini tekrarladı. 9 Kasım 1938: Gece, Mustafa Kemal tekrar komaya girdi. 10 Kasım 1938: Ahval-i umumiye (genel durum) fenadır. Koma devam ediyor. Saat 8.00'i geçerken Mustafa Kemal'in yüzü daha da soldu; sapsarı oldu ve birden gırtlağından 'Hi... Hi... Hi..." diye sesler çıkmaya başladı.
Bu sırada oradaki doktorlardan Kamil Berk gözleri yaşlı ve bir eli karyolaya dayalı olarak, diğer elindeki ıslatılmış pamukla Mustafa Kemal'in ağzına su verme çabasında, üzüntüleri solgun yüzlerinden okunan Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter ile Dr. Abravaya Marmaralı, tabanla ilgili refleksleri kontrol etmekteler. Saat 9.05 Mustafa Kemal birden gözlerini açtı, başını sert bir hareketle sağ tarafa çevirdikten sonra tekrar önceki durumuna getirdi... Ve son nefesini verdi.
18 Ekim Salı sabah saat 10.30'dan başlamak üzere sık olarak 'Aman dil, aman dil, bu geceden efendim' sözlerini tekrarladı. 9 Kasım 1938: Gece, Mustafa Kemal tekrar komaya girdi. 10 Kasım 1938: Ahval-i umumiye (genel durum) fenadır. Koma devam ediyor. Saat 8.00'i geçerken Mustafa Kemal'in yüzü daha da soldu; sapsarı oldu ve birden gırtlağından 'Hi... Hi... Hi..." diye sesler çıkmaya başladı.
Bu sırada oradaki doktorlardan Kamil Berk gözleri yaşlı ve bir eli karyolaya dayalı olarak, diğer elindeki ıslatılmış pamukla Mustafa Kemal'in ağzına su verme çabasında, üzüntüleri solgun yüzlerinden okunan Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter ile Dr. Abravaya Marmaralı, tabanla ilgili refleksleri kontrol etmekteler. Saat 9.05 Mustafa Kemal birden gözlerini açtı, başını sert bir hareketle sağ tarafa çevirdikten sonra tekrar önceki durumuna getirdi... Ve son nefesini verdi.
Bediüzzaman Mustafa Kemal’in ölümüyle alakalı
haberi evvela daha evvel telif ettiği Beşinci Şu’a’da vermektedir:
Sonra dediler: "Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek?" Ben de cevaben dedim: "Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama "eli deliktir" denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi' oluyor, deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz
israfata
girecek, başkalarını da alıştıracak."
Sonra
birisi sordu ki: "O öldüğü zaman İstanbul'da Dikili Taş'ta şeytan dünyaya
bağıracak ki; filan öldü." O vakit ben dedim: "Telgrafla haber
verilecek." Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam
değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dar-ül Hikmet'te iken dedim: "Şeytan
gibi radyo ile dünyaya işittirecek." Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve
Me'cüc ve dabbet-ül-arz ve Deccal ve nüzul-ü İsa (A.S.) hakkında sualler
sormuşlardı. Ben de cevab vermiştim. Hatta eski Risalelerimde onlar kısmen
yazılmışlar.
MUSTAFA
KEMAL'İN İKTİDARI NE KADAR SÜRECEK?
Bediüzzaman,
Mustafa Kemal’in iktidarının ne kadar olacağı konusunda da, Barla’da kaleme
aldığını bildiğimiz Sırr-ı İnna A’tayna adlı eserde bazı istihraclarda
bulunmuştur. Eğer Mustafa Kemal’in saltanatını, saltanata ilk hiyanet ettiği
yıl olan 1922’den başlatırsanız 16 yıl; Hilafetin kaldırılması ve Kanun-ı
Esasinin kabulünden yani 1924 yılından başlatırsanız 14 yıl; İstiklal
Mahkemelerinin kuruluşu ve Takrir-i Sükun kanunlarından başlatırsanız yani 1925
yılından 13 yıl ve bütün muhaliflerini bertaraf ederek tam saltanata başladığı
1926 yılını esas alırsanız 12 yıl sürecek demek olur.
(Gaybı
ancak Allah bilir); (“Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta
yazılmış olmasın.” En’am Suresi, 6:59)
Ümmetin
lisan-ı hali her vakit sorduğu gibi, mükerreren hararetli hamiyet-i İslamiyeyi
taşıyan zatlar benden sual ediyorlar ki: Bu istibdad-ı askeriye-i keyfiye-i
küfriyenin tecebbürü ne kadar devam edecek?
Elcevab:
Benim gibi hiç ender hiç bir adamdan böyle şeyler sorulmaz diyordum. Sen
Kur’an’ın dellalısın diyorlar, biz senden Kur’an namına istiyoruz. Ben de bu
mes’eleyi Kur’an’dan sordum. Kur’an beni en kısa sure olan Sure-i Kevser’e
havale etti. Ben o sureden sordum, şu sure dahi beni ahirki ayeti olan إِنَّ شَانِئَكَ
هُوَ ٱلۡأَبۡتَرُ
e (“Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.” Kevser, 108:3)
havale etti.
Ben ona müracaat ettim. Dedi: “Benim hurufatımı say!..” Saydım,هُوَ ٱلۡأَبۡتَرُ deki hemze-i vasl ile beraber 13’tür, hemzesiz 12’dir. إِنَّ şeddeli “nun” bir sayılsa 14 olur. Nun iki sayılsa, hemze-i vasl dahi hesab edilse 16. Öyle ise bunların ömrü ve zulmünün devamı 12, 13, 14 veya 16 sene içindedir. Delil istedim, lisan-ı mana ile ayet dedi: “Tevafuk sırrıyla bak, beş emareyi göreceksin.”
Ben ona müracaat ettim. Dedi: “Benim hurufatımı say!..” Saydım,هُوَ ٱلۡأَبۡتَرُ deki hemze-i vasl ile beraber 13’tür, hemzesiz 12’dir. إِنَّ şeddeli “nun” bir sayılsa 14 olur. Nun iki sayılsa, hemze-i vasl dahi hesab edilse 16. Öyle ise bunların ömrü ve zulmünün devamı 12, 13, 14 veya 16 sene içindedir. Delil istedim, lisan-ı mana ile ayet dedi: “Tevafuk sırrıyla bak, beş emareyi göreceksin.”
Birinci
Emare: Bu
istibdad reislerinin üçünün mecmuu isimleri 13 olarak, benim mecmu-u hurufatım
olan 13’e tevafuk etmekle beraber ef’alleriyle manama tevafuk ediyor. Demek
umum ömürleri de bu kadardır.
İkinci
Emare: O
istibdadın büyük reisi, lakabıyla beraber ismi tek başıyla yine ef’aliyle
manama tevafuk etmekle beraber aded-i hurufatı 13 olup benim hurufuma tevafuk
ediyor. Demek cebbarane ömrü de o kadardır.
Üçüncü
Emare: Mustafa
Kemal ismine layık olmadığı için manası مااصطفي
بكمال oluyor. O halde tek başıyla tek ismiyle
12 oluyor. Bir cihetle mecmu-u hurufum olan 12’ye tevafuk etmekle ef’aliyle
manamı göstermekle beraber, ebcedi makamı lakabıyla 1341 aded edip dinsiz
cumhuriyetin mebdeini gösteriyor. İsbat ediyor ki, irtidadkarane siyasetin
müddeti 12 senedir.
Dördüncü
Emare: مااصطفي بكمال
lakabı olan “Gazi” ile beraber 16 adediyle إِنَّ
شَانِئَكَ هُوَ
ٱلۡأَبۡتَرُ in إِنَّ
ile beraber 16 harfine ismi tevafuk ettiği gibi, müsemması dahi şenaatkarane
siyasetiyle manama tevafuk ediyor. Demek müddet-i firavuniyeti 16 senedir. İki
senesi mason komitesinin tehyiç ve tedbiriyle meşgul ve bir-iki sene de nifak
perdesi altında zahir Müslüman ve İslamiyet lehinde çalıştığından, bilhesab
evvelki hesabdaki emarelerin neticesiyle yine 12 senede tevafuk ediyor.
Beşinci Emare: Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’a “el-ebter” deyip, adavetini bi’setin ikinci senesinde başlayan ve veledinin vefatıyla şeametkarane izhar eden müşrikin-i Kureyş’in hakkında nazil olan إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ ٱلۡأَبۡتَرُ ayetinin hurufatıyla hicretin ikinci senesinde vuku bulan gaza-i Bedir’de onların mahvlerini bi’setten 13, 14 sene zarfında olduğunu gösterdiği gibi o heriflerin bir nevi halefleri olan bu zamanın münafıkin-i şaninin dahi o müddet içinde adavetine hatime verileceğine işaret, bu beş emare bir delil-i kat’i hükmündedir. لا يعلم الغيب إلا الله
Bediüzzaman Hazretleri, Mustafa Kemal’i deccal
diye vasıflandırmasına itiraz eden din alimlerine de şöyle cevap veriyor:
Mu’terizane
ve tenkidkarane mühim bir sual bana varid oluyor.
Diyorlar
ki: Nasıl bu Cumhuriyet-i İslamiyenin bir kısım reislerine “Küçük Deccal” namı
veriyorsun. Halbuki diyanet riyasetindeki mühim alimler misillü çok ulemalar
onlara tabi’dir, onlara duagu sayılırlar?
Elcevab:
1350 sene evvel Hazret-i Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’ın bir şakirdi ve
esrar-ı Kur’aniyenin dersini bizzat Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’dan alan
Hazret-i Ali (R.A.) meşhur ve matbu’ kasidesinde demiş ki:
(Bir takım Acem harfleri ki satır satır yazdırılmıştır
Zengin
fakir onunla gecelettirilmiştir.
De
ki gözüktü vakit gözüktü hem yaklaştı.
Deccali
bekleyin, kim yalan derse azmıştır.
Çünkü
o beldelerde dolaşır.
Kulları
arasında fitne çıkarır.)
İşte bu kasidede Peygamber Aleyhissalatü
Vesselam’dan aldığı
derse binaen diyor ki:
derse binaen diyor ki:
“Huruf-u
Arabiye acemi yani frengi hurufuna tebdil edildiği zaman, Deccal’ı intizar
ediniz.” Evet o işi yapan ise küçük deccallardır ki, büyük Deccal’ın ileri
karakoludur. Hem o zamanın en fenası, ulemanın fenasıdır. Yani dalaletin en
fenası, ulema-is su’ namı altındaki bir kısım bedbaht kisve-i ulemada, dini
dünyaya satmış adamlardan gelir. Ben de bu noktaya binaen derim ki: Hangi ulema
var ki; ezan-ı Muhammediyeyi beğenmeyip, ezan yerinde bir şarkıyı kabul etsin.
Öyleler alim değil belki مَثَلُ
ٱلَّذِينَ حُمِّلُواْ
ٱلتَّوۡرَٮٰةَ ثُمَّ
لَمۡ يَحۡمِلُوهَا
كَمَثَلِ ٱلۡحِمَارِ
يَحۡمِلُ أَسۡفَارَۢاۚ altında dahil oluyor..
(“Tevrat`la
yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan
merkebin durumu gibidir. Allah`ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne
kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” Kur’an, 62: 5)
KEMALİZMİN
SON DÖNEMİNDEYİZ
Mustafa
Kemal’in öncülüğünü yaptığı Kemalizmin merhalelerini açıklayanBediüzzaman şu tesbitleri yapmaktadır:
Onikinci
Mes'ele: Rivayetlerde var ki: "Deccal'ın birinci günü bir senedir, ikinci
günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür."
لاَ يَعْلَمُ
الْغَيْبَ اِلاَّ
اللّٰهُ Bunun iki tevili vardır:
Birisi:
Büyük Deccal'ın kutb-u şimali dairesinde ve şimal tarafında zuhur edeceğine
kinaye ve işarettir. Çünki kutb-u şimalinin mevkiinde bütün sene, bir gece bir
gündüzdür. Bir gün şimendifer ile bu tarafa gelse, yaz mevsiminde bir ay
mütemadiyen güneş gurub etmez. Daha bir gün otomobil ile gelse, bir haftada daima güneş görünür.
Ben Rusya'daki esaretimde bu mevkiye yakın bulunuyordum. Demek büyük Deccal, şimalden bu tarafa
tecavüz edeceğini mu'cizane bir ihbardır.
İkinci
tevili ise: Hem büyük Deccal'ın, hem İslam Deccalı'nın üç devre-i istibdadları
manasında üç eyyam var. "Bir günü, yani bir devre-i hükumetinde öyle büyük
icraat yapar ki, üçyüz senede yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir
senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir
senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi adileşir,
bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır." diye, gayet yüksek
bir belagatla ümmetine haber vermiş.
Ancak
şu notu burada da düşmek gerekmektedir:
Aziz,
sıddık, halis, sebatkar, fedakar kardeşlerim!
Evvela:
Sırr-ı İnna A’tayna hiç yanımda bulunmadığının sebebi, eski zamanda iki hiss-i
kabl-el vukuumda bir iltibas olmuş.
Birincisi:
Bir hiss-i kabl-el vuku ile yalnız vatanımızda dehşetli bir hadiseyi ve
zalimlerin musibetini hissettim. Halbuki büyük dairede, zemin yüzünde, haber
verdiğimiz gibi oniki sene sonra aynen o sırr-ı azim görüldü. Benim istihracımı
gerçi zahiren bir parça tağyir etti. Fakat hakikat cihetinde pek doğru ve ayn-ı
hakikat meydana çıktı. Bunun için o Risaleyi yanımda bulundurmuyorum ve
başkalarına vermiyorum.
İkincisi:
Kırk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim. O
nuru büyük daire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o Nur, Risale-i Nur idi. Nur
şakirdlerinin dairesini umum vatan ve memleket siyasi dairesi yerinde tahmin
edip sehiv etmiştim.
Hüsrev
Ağabey’in konuyla alakalı şu tesbiti de manidardır:
İkinci
fıkra ki, Sırr-ı İnna A’tayna’ya bakıyor. Evet sevgili Üstad’ım! O Sırr-ı
Kevser birinci basamakta umulmadık bir tarzda i’cazını gösterdi. On üç senenin
hitamında dehşetli dinsizlik cereyanının en dehşetli bir düğümünü öldürdü. O
vakit kabusun yarısının üzerimden sıyrılıp kalktığını, çekilip gittiğini görür
gibi kendimde hissetmiştim ve öylece hıffet bulmuştum. İnşaallah on altı
nihayetinde de o en dehşetli düğümün ikincisini de öldürür. Bu dehşetli,
boğucu, öldürücü, zulmetli kabustan bizi bütün bütün kurtarır. Lütf-u Hak’la
bizi selamete isal eder.
( Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Bediüzzaman Said Nursi ve İlmi Şahsiyeti, c. II )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder