Merak ediyorlardı, çünkü insan
topraktan
geliyordu, cinlerse ateşten.
Daha ilk insan yaratılmadan yeryüzünün halifesiydi onlar. Ama
isyan etmişlerdi bir kere Yaratan’a. İsyanlarının bedelini topraktan gelenlere
yeryüzü hâkimiyetini kaptırarak ödemişlerdi. Görmediklerine inanmayı reddecek
kadar kibirliydi yeryüzünün yeni hâkimi insanlar. Ateşin çocukları cinler bu
yüzden tekrar topraktan gelen insanın hükmü altına girmek istemiyordu. “Ben
hâlis ateşten yaratıldım. Ademse topraktan; benden aşağı olan bu varlığa secde
etmem.” diyordu Şeytan.
İnsanlarla cinlerin yeryüzüne hakim olmak için verdiği gizli
mücadele, İblis’in insanlara karşı nefretinin sırrı, insanların ve cinlerin
yeniden beraber yaşayabilecekleri bir dünya hayalini kuran kehanet bekçileri…
***
ASIRLARCA SORULAN SORU
DÜNYA, ÜZERİNDE GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK hükümranlığı görmüş ve
kendisinden sonra hiç kimseye verilmeyecek olan bir mülk emanetçisini
ağırlamıştı. O mülk ve hükümranlığın emanetçisi Allah’ın peygamberi Hazreti
Süleyman’dı.
Devrinde O, insan ve cinlere hükmetti. Hatta bir kısım
şeytanlar dahi onun hükümranlığına boyun eğdi. Zamanının en güzel saraylarını
yaptırdı; cinlere derin denizlerin en gizli hâzinelerini çıkarttırdı. Allah,
peygamberi Süleyman’a, cinleri koşulsuz itaate kodlayacak şifreyi verdi. Hz.
Süleyman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular meydana getirdi. Kenan
diyarını, Sebe kavmini kendi krallığına boyun eğdirdi. Onlara hak dini tebliğ
etti. Bu ona verilen mucizelerden sadece biriydi.
Fakat peygamber de olsa onunda her fani gibi vücudu toprakla
vuslata ermişti. Geriye büyük bir krallık bırakmıştı. Ama kendisine kalmayan
dünya, kendisinden sonrakilere de kalmayacaktı. Onun hayatının son bulmasıyla
hükmü de son bulmuştu. Asıl hüküm sahibi, elçisi olduğu yüce Allah’tı.
Cinlere hükmedecek bir insan artık yeryüzünde yoktu. Hz.
Süleyman’ın cinlerden oluşan ordusu dağılmış, farklı isimlerle anılır olmuştu.
İblis’in yolundan giden, çirkinleşip şirret haline gelenler
yeniden şeytan olmuş, insanların arasına yerleşen ve onların yaşadıkları
mekânları mesken edinenler ammar, yaramaz ve güçlü cinler ise yeniden ifrit
adını almışlardı.
Aslında cinler Hz. Süleyman’ın hükmü altındayken hiçbir
şekilde eziyet görmemiş, insle barış ve beraberlik içinde yaşamışlardı. Ama ne
de olsa bir insanın hükmü altındaydılar. O insan, Allah’ın gönderdiği bir
peygamber de olsa, cinlerin bir kısmı memnun değildi hallerinden. Hz. Süleyman
yaşarken taşkınlık çıkarmamışlardı. Fakat O’da ölmüştü.
Şimdi merak ettikleri tek bir soru vardı: “Tekrar Hz.
Süleyman gibi birisi gelecek miydi dünyaya? Cinler, Zülkarneyn ve Süleyman’dan
sonra yeniden kayıtsız şartsız insanın emrinde olacaklar mıydı?”
TARİH YOKKEN
ADEM BALÇIK HALDEYKEN ONLAR VARDI. Bir kısım rivayetlerde
O’ndan 2000 yıl öncesinde de… Zaman, âlem onlarda farklıydı; boyutları
farklıydı. Allah’a karşı sorumluydular ve vazifeleri vardı. Allah’ın isimlerine
ayna olma görevi bir zamanlar sadece onlarındı. Âleme halife de onlardı. Doğru
yolda olmaları için onlara bir elçi göndermişti Allah. Elçinin adı aynı zamanda
ataları Can’dı.¹
Canın görevi onlara nasihat etmek, kul olduklarını
unutturmamaktı. Ama bir zaman sonra nebilerini dinlemez oldular, dalalete,
sapkınlığa düştüler ve yeryüzünde bozgunculuğa başladılar.
Anarşinin ilk tohumları yeryüzüne serpilmeye başlamıştı, o
kadar ki en sonunda ataları Can’ı da öldürdüler. Allah’ın kendilerine nebi
olarak gönderdiğini öldürüp ona isyanlarını daha da arttırdılar. Daha sonra
içlerinden Yusuf² geldi nebi olarak, doğru yolu tavsiye etti, asıl vazifelerini
hatırlattı. Ama yoldan çıkmışlardı bir kere, onu da dinlemediler ve ataları
Can’a yaptıklarını Yusuf nebiye de yaptılar.
Gök ehli yeryüzüne halife tayin ettikleri bu bozgunculara
kızmıştı. Sonunda Allah cinlerin bu isyanına gazabıyla cevap verdi.
Allah (c.c) yeryüzünün zimamını önceleri cin taifesine
vermiştir. (İlk önceleri Cenab-1 Hakk’ın isimlerine ayna olma ve ilâhi icraatı
alkışlama işini onlar yapıyordu) Daha sonra tuğyan (azgınlık sapkınlık)
ettiler. Peygamberlerini öldürdüler. Gökten melekler geldi, aralarında cinlerin
kendi cinsinden olan İblis de vardı, bu isyankârları yeryüzünden sürdüler.
Hepsi denizlere kaçtı ve oralara taht kurdular…” (İbni Kesir, el-Bidaye 1/150)
Yeni meskenleri artık denizlerdi bu isyankârların. Ama
yeryüzünün halifeliğini üstlenecek yeni kullara, Allah’ın isimlerinin
belirtilerine ayna olma vazifesi yapacak kâinatın küçültülmüş bir misaline
ihtiyacı vardı. Dağa, taşa, ormana, denize kime teklif edildiyse bu vazife;
sorumluluğun büyüklüğü karşısında ezildi. Bunun üzerine Allah yeni bir halife
getirmeye karar verdi. Ve ilk insan yaratıldı. Adı Adem’di. Melekler bunu
duyunca:
“Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi halife
kılacaksın.” (Bakara 2/30) demişlerdi.
Geçmiş, insanın selefi olan cinlerin kötü davranışlarıyla
doluydu ve insanda aynı tabiatı paylaşıyordu. İnsanların selefleri cinlerdi.
Onlar yeryüzünde bozgunculuk yapmış, kan dökmüşlerdi. Melekler doğru
söylüyordu, ama Allah onlara, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” (Bakara 2/30)
ikazında bulundu. Çünkü her ne kadar insanlar, cinlerle aynı tabiatı paylaşsa
da içlerinden öyleleri çıkacaktı ki, Rabbini bilecek, fıtratını elçiler
aracılığıyla gelen vahiyle şekillendirecek ve tam anlamıyla halifeliğinin
hakkını verecekti.
Allah Meleklere eşyanın isimlerini ve hikmetlerini sordu.
Onlar bilemeyince Cenab-ı Hak, bu defa Hz. Ademe de aynısını sordu. Hz. Adem
soruların cevabını bildi.
Melekler söylediklerinde bir bakıma haklı olsalar da perde
arkasında göremedikleri bu husus karşısında aldıkları ikazla hemen kendilerine
geldiler ve “Sen yücesin. Bizim, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz
yoktur. Şüphesiz Sen Alimsin, Hâkimsin.” (Bakara 2/32) demişlerdi ki, bu onlar
için bir yenilenme ve tövbe oldu.
Allah’ta onlara yeni halifesinin önünde secde etmeleri emrini
verdi. Melekler bu emir karşısmda Hz. Adem’in önünde secde ettiler. Biri hariç.
Adem’in selefiyle aynı mayadan gelen büyük melek İblis bu emre itaat etmedi.
İblis aslında melek değildi. O Allah’a olan çokça ibadetiyle meleklerin katına
yükselmiş hatta onlara baş olma payesine erişmişti. O, kendi cinsleri gibi
olmamıştı ta ki Adem yaratılana ve ona secde etmesi emredilene kadar.
“Ben hâlis ateşten yaratıldım. Ademse topraktan; benden aşağı
olan bu varlığa secde etmem.” dedi. İblis bu itaatsizliği yüzünden Allah’ın
gazabına uğradı ve akıbeti diğer cinslerininkinden de beter oldu. Sonsuza dek
Allah’ın lanetiyle lanetlendi.
Onun akıbetinin diğerlerinden daha ağır olmasının bir nedeni
de aracısız gelen emre karşı itaatsizlik etmiş olmasıydı. Bunun üzerine İblis,
Allah’tan kıyamete kadar yaşamak için süre istedi. Allah, ona kıyamet’e kadar
süre verdi. Gideceği yer sonunda cehennem olsa da yeryüzünün yeni mirasçılarını
Allah’a karşı itaatten saptıracaktı. Böylece İblis, Allah’ın huzurundan
kovuldu.
Onu kibri ve aşkı bu hale sokmuştu. Allah’a ibadetindeki aşkı
başka bir kula karşı kıskançlık duymasına neden olmuştu. O kadar ki, Allah’ın
kendisi yerine topraktan yaratılan bu kulu daha çok sevmesi onun yaratıcısına
isyan etmesine neden olmuştu.
İblis artık şeytana dönüşmüştü. Tekrar kendi cinslerinin
yanına gitti ve inse karşı cinleri kışkırtmaya başladı. Bir kısım cin taifesi
ona katıldı ve onlarda İblis gibi şeytanlaştı. Ama ne olursa olsun cin taifesi
artık yeryüzünün yeni halifesine tâbi olmak zorundaydı. Yeryüzünde farklı
boyutta dolaşabilme, zamandan ve mekândan insana göre daha çok yararlanabilme,
insanın göremediklerini görebilme imkânları olsa bile, yine de cinler insana
tabii olmak zorundaydılar. Allah’a itaat etmeyen yoldan sapanları ise öldükten
sonra itaatsizliklerinin karşılığı olarak şiddetli bir azap bekliyordu.
Adem’e ruh üflendikten sonra Allah, onun için eş olarak Havva
anamızı yarattı ve ikisini cennetine koydu. Orada istedikleri kadar
kalabileceklerini yalnız cennetteki bir ağacın meyvesinin kendilerine
yasaklandığını buyurdu.
Adem ve Havva anamız orada yaşarken şeytan çok defa
kendilerini kandırmaya çalıştı. Adem, şeytan ne kadar çalışırsa çalışsın, onun
tuzaklarına düşmüyordu. En sonunda şeytan Havva anamıza “yasak meyveyi yemeleri
halinde cennette sonsuza kadar kalma imkânı vereceğini Allah’ın bu yüzden
kendilerine o meyveyi yemeyi yasakladığını” söyledi. Havva anamız, Hz. Adem’i
ikna etti. Kendilerine yasak edilen meyveden yiyerek Şeytan’ın yalanına
inandılar ve Allah’a itaatte kusur ettiler. Allah bunun üzerine Adem’i ve
zevcesini cennetten çıkardı.
“Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden
yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.” Şeytan, ayıp
yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbinizin sizi bu
ağaçtan men etmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.
“Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim.” diye ikisine yemin etti. Böylece onların
yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri
göründü, cennet yapraklarından oralarına örtmeğe koyuldular. Rableri on-lara,
“Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman
olduğunu söylememiş miydim?” diye seslendi. Her ikisi, “Rabbimiz! Kendimize
yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden
oluruz.” dediler. “Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet
için yerleşip geçineceksiniz. Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip
çıkarılırsınız.”dedi. (Araf, 7/19-25)
Ve yeni halife Adem, Şeytanın aldatmasıyla cennetten
çıkarılarak dünyaya gönderildi. Neslinin devamı için Havva anadan çocukları
oldu, onlara her daim vazifelerini hatırlattı. O da nebiydi sonuçta. Ama
yeryüzüne anarşinin tohumları çok önceden atılmıştı. Dün anarşinin tohumlarını
ekenler insanların arasına da bu tohumları salmak istiyordu. İlk olarak Hz.
Adem’in oğlu Kabil’i, kardeşi Habil’e karşı kışkırttılar. Kıskançlık damarını
körüklediler ve insanlar arasında ilk kan döküldü. Kabil, kardeşi Habil’i
öldürmüştü. O günden sonra derler ki, her cinayet işleyen insin günahından bir
kısmı Kabil’in defterine yazılır.
Artık zaman ins adına işlemeye başlamıştı. Onlarda
nesillerini devam ettirebilmek için çoğaldılar. Kavimler, ırklar oluştu. Zaman
içinde bazıları tıpkı kendilerinden öncekiler gibi isyana yöneldi. Her kavme
mahiyetini, yaratılışlarındaki gayelerini hatırlatan uyarıcı nebiler geldi.
Kimisi yanlışından döndü, kimisi isyanında ısrar etti, kimisi de selefleri gibi
kendilerine doğru yolu gösterenleri öldürdü. Bu davranışlarından ötürü
sonrakilere ibret için Allah kendisine itaat etmeyen bazı kavimleri helak etti.
Gelen her nebi insandı. Cinlere ise onlara tâbi olmak, Rab
tarafından kendilerine gelen mesajlara itaat etmek düşüyordu. Bazı nebiler
kavimlerinin dışında cinlere de gelen mesajı anlatıyor, onları irşad ediyordu.
Cinlerden bazıları mesajı kabul ediyor nebinin getirdiği dine tâbi oluyor;
bazıları ise gizliden şeytanın emrinde kavimleri isyana sürüklüyordu.
İnsanlık tarihi Zülkarneyn’i gördü. Zülkarneyn, cinlere
hükmetti. İns tarihinde doğuyla batının hâkimiyeti sadece ona verildi. Ama
cinlere tek başına hükmetme yetkisi sadece ona bahşedilen bir yetki değildi.
Kendisiyle birçok ortak noktası olan bir nebi vardı. İşte o nebi Davut’un oğlu
Süleyman peygamberdi.
Birgün geldi onun sesi soluğu da dünya üzerinde duyuldu.
DEVAMI:
Allah ona kendisinden öncekilere verilmeyen ve kendisinden
sonrakilere de verilmeyecek bir mülk verdi. Ayrıca insanlara, cinlere ve
kuşlara hükmetme yetkisi verdi.
Süleyman babası Davut’dan saltanatı devraldı ve onu
genişletti. Cinler onun devrinde Zülkarneyn’den sonra bir kez daha kayıtsız
şartsız mutlak itaat altına girdiler. Hatta içlerinde itaat eden bazı şeytanlar
da vardı. Onun hükmü altında yaşamak istemeyen diğerleri Süleyman ölene kadar
kendi boyutlarından dışarıya çıkmadılar. Allah, Süleyman’a cinleri koşulsuz
itaate kodlayacak şifreyi verdi. Devrinde Süleyman cinlerden, insanlardan ve
kuşlardan ordular meydana getirdi. Kenan diyarını, Sebe kavmini kendi krallığına
boyun eğdirdi. Onlara hak dini tebliğ etti. Bu ona verilen mucizelerden
biriydi.
“Her nebi, Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden birine, diğer esmaya
nisbeten âzâm derecede mazhardı. Diğer bir ifade ile, her nebi kendi isminin
mazharıydı. Muhyiddin İbni Arabi’nin dediği gibi, ‘Süleyman’ isminde, ‘şehadet
ve gayb âleminde saltanat sürme, görünen ve görünmeyen âlemlerin emrine
musahhar kılınması’ manaları vardı. İşte bu isme mazhariyeti sebebiyleydi ki
Hz. Süleyman’a Cenab-ı Hak tarafından her iki âleme hükmetme yetkisi
verilmişti.”³
Orduları çok gelişmişti Süleyman’ın. Zamanında cinlere çok iş
gördürdü. Kaleler, saraylar, heykeller, büyük havuzlar ve daha birçok insan
aklının sınırlarını zorlayacak güzellikte eserler yaptırdı. Kızıldeniz’in
derinliklerine daldırdı cinleri. Derinlerden denizin gizlediği güzellikleri
çıkarttı.
Devrinde görülmemiş güzellikte sırçadan saray yaptırdı, içine
giren Belkıs’ı hayran bıraktıran ve bir anda hidayetine vesile kılan…
Babasının zamanında sadece bir çadır bulunan Siyam Dağı’na
bir mabet yaptırdı Kudüs’te. Babası Davut’un zamanında bu çadıra Tâbutül-ahd
(Ahit sandığı) konulmuştu.
Şimdi Süleyman Mabedi olarak anılan yapıdan geriye sadece
temel duvarları kalmıştır. Bugün Yahudilerce ağlama duvarı olarak
isimlendirilen Süleyman Mabedi’nin temelleri Yahudi, Hıristiyan ve
Müslümanlarca kutsal kabul edilmektedir.
Cinler, Süleyman’ın her dediğini yapıyorlardı. Ona karşı
koyacak kudreti kendilerinde bulamıyorlardı. Allah buna izin vermiyordu.
Cinler, Son Peygamber Hz.Muhammed’in doğumuna kadar semadan
gaybla ilgili haberleri alabiliyor geleceğin az da olsa bir kısmını
okuyabiliyordu. Bunların arasında bazıları, hem bizim kendi tarihimizi
yazdığımız gibi kendi tarihlerini yazıyor,
————
1 Cinlere geldiği
rivayet edilen peygamberin ismi.
2 Cinlere geldiği
rivayet edilen ikinci peygamberin ismi, insanlara gönderilen Yusuf peygamber
ile karıştırılmamalı.
3 Hz. Süleyman ve
Cinleri İstihdamı, M.FG., Varlığın Metafizik Boyutu.
İÇİNDEKİLER
Asırlarca Sorulan Soru 7
1. Bölüm: Tarih Yokken 11
2. Bölüm: Mayeşum’un Kehaneti 25
3. Bölüm: Anahtar 61
4. Bölüm: Kâhinlik Kuralları 133
5. Bolüm: Kanaat Önderleri 147
6. Bölüm: Kilit 173
7. Bölüm: Fasual’ın Kehaneti Ve Keşup 185
8. Bölüm: Erkan 193
9. Bölüm: Toplantı 203
10. Bölüm: Kibir 229
11. Bölüm: Ve Muhafızlar Kendilerini Gösteriyor 247
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder