Yeryüzünün dört bucağındaki ulusları Gog’la Magog’u saptırmak, savaş için bir araya toplamak üzere zindandan çıkacak. Toplananların sayısı deniz kumu kadar çoktur.
VAHİY: Va.20:8
Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler.
ENBİYÂ SÛRESİ 96.Ayet
İncil’e göre Gog’la Magog, Kur’an-ı Kerim’e göre ise Ye’cüc ve Me’cüc ordusunun kıyamet yaklaştığı zaman dünyayı istila edeceği söyleniyordu ve bu ordu görünüşe göre Hz. Zülkarneyn’in yaptığı sedden kurtulmuşlardı. Askerlerin bu orduyu durdurup durduramayacaklarını ise zaman gösterecekti.
***
Tarih: 12 Aralık 2012 (12.12.12 )
Saat: 12: 12
Yer: Suudi Arabistan – Mekke
Mekke’nin merkezinde, Aralık ayının ortasında bile tüm dünya yazı yaşamaya devam ediyordu. Bu sıcaklığın sebebi küresel ısınma mıydı yoksa çölün verdiği bir hava değişikliği miydi? Ali, Suudi Arabistan’da çalışmaya karar verdiğinde belki de bu kadar sıcak olacağını tahmin etmiyordu. Oysa bu genç mimarı Türkiye’de de güzel bir gelecek bekliyordu. En büyük holdinglerden birinde staj yaparken zekâsı ve çalışkanlığıyla işini garantiye almıştı bile. Mekke’de büyük bir Türk firmasının yeni inşaatında çalışacak mimarlardan biri olmuş ve yaklaşık 6 aydır da bu sıcak ve kutsal memlekette bulunmaktaydı. Ülkesinden uzakta olmasına rağmen belki de Kâbe’nin o kutsal havasından dolayı vatan hasretini şimdiye değin çok çekmemişti. Ama 6 aylık çalışmanın ardından gelecek hafta 15 günlüğüne Ankara’ya dönecek ve kısa bir tatil yapacaktı ailesinin yanında.
DEVAMI:
“Bu sıcağa nasıl dayanacağız” diye geçirdi içinden.
Gerçekten de bu sene her seneden farklı, bir başka sıcaktı. Her dışarı çıktığında kendini yerlere seren asfaltın çıkardığı o acı sese katlanmak zorunda kalıyordu Ali. Bir sigara yaktı ve yaslandı arkasına. Klima odaya sanki sevgilisiyle yeni sevişmiş bir kadının sigarasından çıkan dumanın sıcaklığında havayı vermeye devam ediyor ve sanki can çekişiyorlardı. Ali’nin gözüne güneş ilişti birden. Her zamankinden daha parlaktı ama garip bir şeyler oluyordu. Güneşin rengi değişmeye başlamıştı. Gözlerini ovuşturdu, güneş yavaş yavaş kırmızıya bürünüyordu. O eski kitaplarda okuduğu lanetli günlerdeki gibi kıpkırmızı olmuştu birden. Hani büyülerin, cadıların, iblislerin cirit attığı Ortaçağ Avrupa’sı vardır ya, etraf böyle bir pusa ve lanete bürünüyordu. Sanki güneşin bağrını biri delmiş kanları dünyaya saçılıyordu ışın halinde. Biri mi delmişti, bir şey mi delmişti… Dehşet içindeydi genç adam. Gözü caddedeki insanlara takıldı pencereden. İnsanlar şaşkın, parmaklarıyla güneşi gösteriyorlardı. Bir anne çocuğunu alelacele caddeden uzaklaştırmaya çalışıyor, kilitlenen trafikte arabada bulunanlar, güneşin acı çığlığıymış gibi kornalarını çalıyorlardı. Sanki kıyametin ötesinden gelen bir şeye sesler karışmıştı. Birden güneşten sanki bir yol açılmıştı. Uzuyor, uzuyordu. Ali besmele çekerek Kâbe’ye döndü. Ali’nin bulunduğu binadan Kâbe’yi görmek mümkündü. Işık Kâbe’ye kadar uzanmaya başlamıştı. Bu acaba Allah’ın bir işareti miydi? İnsanların birçoğu da böyle düşünüyordu. Kırmızı yol şeklinde olan ışın bu mukaddes ibadethanenin yakınına uzanmıştı. Gökyüzünden inen yoldan binlerce yaratık görülmeye başlamıştı bile. Çok hızlı bir şekilde sanki başka bir boyuttan dünyamıza geliyorlardı. Görünüşleri hiç ama hiç dostane bir varlığa benzemiyordu. İnsanlar bu durumu hayretle izlemeye devam ediyorlardı, Bu arada bazı insanlar hak yolundan geldiğine inandıkları bu yola ve o yolun getirdiği varlıklara secde etmeye başlamışlardı. Bunun son secdeleri olacağını nereden bilebilirlerdi ki…
Her taraf koyu bir dumana bürünmüştü. Bu dumanla beraber korkunç homurtular kulakları yırtarcasına geliyordu. Ali artık binadan çıkmanın ve uzaklaşma zamanının geldiğine inanmış kendini caddelere çoktan bırakmıştı. Birdenbire insan çığlıkları kapladı her yeri. Korkunç sesler ve acı içinde oldukları seslerinden belli olan insan çığlıkları. Ali koşuyordu. Homurtular ve çığlıklar hâlâ arkasındaydı ve daha da yaklaşıyordu. Arkası karanlıktı, peşinden gelenlerin ne olduğunu göremiyordu. Ama insan olmadıkları belliydi. Hayvan olabilir miydi bunlar? İçindeki ses bunların hayvan da olmadığını söylüyordu. Hızını arttırmış ama nefes nefese kalmıştı Ali. Otomobiline ulaşması gerekiyordu. Bu varlıkları koşarak atlatması pek mümkün gözükmüyordu. Arabası bir cadde ötedeydi ama sesler arabanın olduğu caddeden de geliyordu. Yavaşladı. Sessizce kafasını caddenin başındaki binanın duvarından çıkarıp arabasının olduğu caddeye çevirdi. Dehşet içinde kalmıştı. Yüzlerce insan yerde can çekişiyor, birçoğunun iç organları yerlerde duruyordu. Bazıların kafası, bazıların kolları, bacakları kopmuştu. Bunu ne yapabilirdi? Bu sorunun cevabını artık biliyordu. Yolda 2 tane, insana benzeyen varlık vardı. Ama gördüğü kadarıyla bunların boyları yaklaşık 2,5 m. idi ve tırnakları 100 metre öteden bile gözükecek kadar uzundu. Ali’nin tüyleri diken diken olmuştu. Kaldırımın üstünde genç bir kız acı içinde haykırıyor, yalvarıyordu. Ali’nin gözlerindeki dehşet iyice artmıştı. Bunlar birçok dini kitapta bahsedilen iblislerdi. Sanki kıyamet alameti olan DECCAL ve ordusu Kâbe’nin yanına inmişler ve o büyük savaşı başlatmışlardı. Gerçekten bu büyük savaş başlamış mıydı? Yoksa uzaydan gelen yaratıklar mıydı bunlar? Ali biraz daha baktığında bunların uzaylı değil daha çok iblislere benzediğini düşünmeye başlamıştı.
Bu arada iblislerden biri kızın bacaklarının derisini tırnaklarıyla yüzmeye başlamış diğeri ise kızın kafasını eliyle tutmuştu. Bu arada 4 adet daha iblis gelmiş çevreyi kolaçan ediyorlardı. Bir anda kızın acı çığlığı ortalığa yayıldı. Kızın başını tutan iblis kızın gözlerini oymaya başlamıştı korkunç bir homurtuyla ve sanki bundan müthiş bir zevk alıyordu. Bu insan katliamını bu caddede dakikalarca yapmaya devam ediyorlardı. Ali bir çöp tenekesinin içine girmiş, duyduğu seslerin bitmesini bekliyordu. Sonunda sesler bitmiş homurtular kaybolmuştu. Çöp tenekesinin kapağını açıp, etrafa bakacak zamanı olacak mıydı, yoksa kapağı açar açmaz onu da kafasından tutup türlü işkenceler mi yapacaklardı iblisler. Ali biraz daha bekledi ve kapağı açtı…
İblisler caddeyi terk etmişler, etrafı bir sessizlik kaplamıştı. Ali arabasına doğru giderken, az önce kızın cansız ve parçalanmış vücudunu gördüğünde, içindeki anlatması mümkün olmayan acı ve öfke yumağını engellemeye çalışıyordu. Ama bunları düşünecek zaman değildi. Arabasına atlayıp buradan uzaklaşmanın hatta Suudi Arabistan’ı terk etmenin yollarını bulmalıydı. Bu iblislerden ne kadar uzak olursa o kadar iyiydi. En yakın havaalanı Medine’de idi. Ama oraya ulaşmak çok kolay olamayacaktı. Herkes Medine yoluna akın etmiş trafik gitgide yoğunlaşıyordu. Mekke’ye doğru ise askeri araçlar, tanklar ve uçaklar gidiyordu. Bu iblislere karşı top ve tüfeğin yeterli olacağından şüpheliydi Ali. Bir benzin istasyonundan benzin almak için durdu. İçeride Mekke’den canlı yayın yapan CNN kanalına takıldı gözü. Her savaşı canlı maç havasına sokan basın, bu tek taraflı infaz görüntülerini de yayınlıyordu. Suudi askerleri iblisleri durdurmaya çalışıyor ama sadece yavaşlatıyorlardı. Ayrıca bu savaşın topraklarına sıçrayacağını fark eden Yemen, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri uçakları da bomba yağdırıyor ama bu ordunun sayısını azaltamıyorlardı. İblisleri öldürmeyi başarsalar da güneşten açılan kırmızı yoldan Kara Ordu’nun askerleri gelmeye devam ediyordu. Artık Ali karşısında olan ordunun şeytanın ordusu olduğuna emindi. Dünya’nın istilası ve kutsal kitaplarda bahsedilen büyük savaş belki de artık başlamıştı.
Tarih: 19 Aralık 2012
Saat: 09: 30
Yer: Türkiye – Ankara
Cennetin orduları ile cehennemin orduları karşı karşıya gelebilecekler miydi? İstilanın birinci haftasında, çoğu kez televizyon dizilerinde gördüğümüz bir ütopyanın 2012 yılı sonlarında gerçekleşme ihtimali bile bütün dünyaya büyük bir kaygıyı yaşatmaya başlamıştı. NATO ülkeleri ve diğer ülkeler ise bunu düşünmektense dışarıdan gelen bu kuvvete kendi ordularıyla karşı koymanın yollarını, planlarını aramaya başlamıştı. ABD, Ortadoğu’da bulunan uçak gemilerini Mersin Limanı çevresine yollamıştı bile. Diğer ülkeler ise kendi aralarında şiddetli fikir tartışmaları içinde nasıl bir strateji uygulamaları gerektiğine bir türlü karar veremiyorlardı. Ortadoğu’nun haşarı çocuğu İsrail bütün orduların Kudüs’te toplanması gerektiğini, Kudüs’ün dört kutsal kitapta da geçen kutsal şehir olmasının savaşta bir avantaj olacağını savunuyorlardı. Ayrıca kendi kaynaklarına göre kıyamet öncesinde Deccal ile olan ve kazanılacak savaşın Kudüs’te olacağından bahsediyorlardı. Ancak unuttukları şey aynı varsayımlara göre Deccal’ın İsrail’de kendisini sahte peygamber ile beraber gösterebileceği hakkındaki kehanetlerdi. Buna karşın Mısır, her ülkenin kendi kendini savunması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü Suudi Arabistan’dan çıkan ordu, Suriye tarafından Türkiye’ye doğru ilerlerken Mısır’a saldıracak gibi gözükmüyordu. Türk Genelkurmay Başkanı Necdet ÖZEL ise dini bulguları bir kenara bırakıp tüm ülke ordularının Şanlıurfa platosunda toplanmasını şart koşuyordu. Burada savaşın kötü gitmesi halinde Güneydoğu Torosların arkasında rezerv bir gücün savaşın gidişatını tamamen değiştirebileceğine inanıyordu. İran Genelkurmay Başkanı General Firuzabadi nükleer silahlarının bu savaşta kullanılmaya hazır olduğunu bildirip Türkiye’nin teklifini destekliyordu. Suriye tarafı ise gelen ordunun topraklarına varmak üzere olduğunu, kendi insanları yok olmadan en azından gelen Kara Ordu’nun yavaşlatılması gerektiğini savunuyor, bunun Suriye halkının dayanması ve güvenli yerlere tahliyesi için zaman kazandıracağını söylüyordu. Avrupa ülkelerinin kamuoyunda ise bunun son yıllarda artan İslami terör örgütleri yüzünden Tanrı’nın sadece Müslüman ülkelere verdiği bir ceza olarak görülmesi, Avrupa devlet başkanları için bir kaçış yolu olarak kullanılmasına bahane oluyordu. Gerçekten de Kara Ordu şimdiye kadar sadece Müslüman ülkeler olan Suudi Arabistan’dan başlayıp, sonra Ürdün, BAE, Yemen, Katar ve Kuveyt’e saldırmışlardı. Bu, acaba Avrupalılar haklı mı sorularını akla getiriyordu. Ancak bu ülkelerde Müslümanlar dışında birçok Hıristiyan, Musevi ve diğer inançtan insanlarda Kara Ordu tarafından katlediliyordu. Rusya ise savaşın Türkiye’de yapılmasını destekleyenlerdendi. Böylece kendi hesaplarına göre Kara Ordu orada yenilmese bile Rusya’ya gelene kadar çok zayıflayacaktı. Ama asıl hayal kırıklığı Çin Halk Cumhuriyeti’nin konuşmasından dolayı olmuştu. Çin temsilcileri bu savaşta kesinlikle taraf olmayacaklarını belirtip, gelen ordunun kötü olup olmadığını bile bilmediklerini açıklayıp onlarla müzakere yapmaları gerektiğini bildirip toplantıyı terk ediyorlardı. Bu olay karşısında büyük bir şok yaşanmış ve toplantı bir karar alınamadan sona ermişti.
Vatikan baştan beri bunun Müslüman ülkelere Tanrı’nın bir cezası olduğunu düşünüyor ve bu savaştan Hıristiyan dünyasını uzak tutmaya çalışıyordu. Ama Çin’in Ankara’daki toplantıda Kara Ordu hakkındaki görüşleri Hıristiyan dünyasında bir tartışmaya yol açmıştı. Çünkü Hıristiyan kaynaklarına göre Tanrı’nın ordusu Şeytan’ın ordusu ile savaşırken doğudan gelecek olan bir milyarı aşkın kişiden oluşan bir ordu Tanrı’nın ordusuna arkadan saldıracaktı. Çin’in arkasına takılacak birkaç Doğu Dünya ülkesiyle beraber doğudan gelecek ordunun bir milyarı aşması çok zor olmayacaktı. Bu gerçek Hıristiyan dünyasına bir şamar gibi inmişti. Ancak Vatikan bu olasılığın olmayacağını düşünerek bunu reddediyordu.
Tarih: 19 Aralık 2012
Saat: 18: 30
Yer: Türkiye – Genelkurmay Başkanlığı – Ankara
Savaşları kazanmanın en önemli unsurlarından biri savaşacağınız orduyu yakından tanımanızdı. Bunu Türk kuvvetleri çok iyi bilmesine rağmen düşman hakkında doğru düzgün hiçbir bilgi bulunmamaktaydı. Bunun için Genelkurmay Başkanlığı düşmanı tanımak amacıyla bir timi Suriye’ye yaklaşan Kara Ordu’nun üzerine göndermek üzere Kurmay Albay Fehmi Bulut’u görevlendirmişti. Albay Bulut bununla ilgili ülkenin savaşa en hazır bordo bereli timlerinden biri olan Samurları görevlendirmişti. 12 kişilik bu takım sıcak savaşa girmeyecek sadece düşmanı izleyip gerekirse kendini savunacaktı. 12 kişilik bu takımın lideri Binbaşı Sivaslı Süleyman Özer’di. Yıllarca doğuda PKK ile sıcak temas halinde bulunan Süleyman Binbaşı, ak düşen saçlarıyla Amerikalı aktör Russell Crowe’u andırıyordu ama onun yaşadıklarını Crowe’un değil filmlerinde, rüyasında bile görmesi pek mümkün değildi. Anne ve babasını bir PKK intihar saldırısında kaybeden binbaşı için uzun süre artık askerlik yaşama tek bağlanma sebebi olmuştu ve kurduğu müthiş bir askeri takımla önemli operasyonlarda başarıyla görev yapıyordu. Ama bu görevin hepsinden daha önemli olduğunun hatta sadece ülkesinin değil belki de tüm dünyanın kaderinin ellerinde olduğunun farkındaydı. Ondan sonra bu takımın sorumlarından biri ise İzmirli Yüzbaşı Osman Gelmez idi. Yüzbaşı Gelmez timin sıcak temaslarda en korkusuz ve en tecrübeli ismi idi. Öyle ki daha önceki çatışmalarda birçok kez vurulmuş ve bunların birinde böbreklerinden birini kaybetmiş ve bir süre askerlikten uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Hakkında terör örgütü üyelerine işkence yaptığı, birçoğunu çatışmalardan sonra işkenceyle öldürdüğü için çeşitli soruşturmalar açılmış ama herhangi bir kanıt bulunamadığı için bu davalar düşmüştü. Bazı silah arkadaşları ise benzer suçlardan şu anda Silivri Cezaevi’nde idiler. Bu görev belki de tam onun içindi. Yüzbaşı Mustafa Kemal de takımın diğer bir yüzbaşısıydı. Başkentliydi. Mustafa Afganistan’da Barış Kuvvetleri’nde görev yapan subaylardan biriydi. Daha çok yurtdışı görevlerinde bulunmuş ve daha sonra bu takıma katılmıştı. Kendisiyle beraber Bosna’da ve daha sonra Afganistan’da bulunan Yalovalı Üsteğmen Murat SONER de bu takıma Mustafa Yüzbaşı ile beraber katılmıştı. Bir ara NATO’nun Afganistan’daki en üst düzey sivil yöneticiliği görevini yapan Dışişleri eski Bakanı Hikmet Çetin’in de askeri korumalığını da yapmıştı. Yakın savaşın Mustafa Yüzbaşı ile beraber en usta savaşçılarından biriydi. Teğmen Mahmut ÇELENK de takımın sniperıydı. Fin yapımı La pusasıyla 4 yıla yakın süredir etle kemik gibi olmuş ve sırf bu silahı kullanmak için Tuzla’da eğitim bile almıştı. 2 km’ye yakın menziliyle dünyanın en iyi uzun mesafe silahlarından olan bu La pusa belki de dünyanın en iyi nişancısının elindeydi dört yıldır. Birçok operasyonda yenmediği, vurmadığı uzun mesafe nişancısı kalmamıştı Mahmut’un. Bunun için belki de takımın en kilit isimlerinden biriydi. Bütün dünya ordularının en iyi nişancılarının katıldığı birçok yarışta birincilikleri kimseye kaptırmamıştı ama bu sefer karşısındakiler belki de insan bile değildiler. Takımın diğer teğmenleri ise Bursalı Tekin Yıldırım, İstanbullu Gökhan Ali Taşçı, Konyalı Fedai Koru, Tuncelili Haydar Sarı, Antalyalı Kazım Demir, Samsunlu Ahmet Korkut ve Denizlili Aykut Özdemir idi.
Genelkurmay’da hareketli bir gece olacağı belliydi. Albay Fehmi’nin Süleyman Binbaşı’ya söyledikleri belki de bu görevin nasıl sonuçlanacağını gösteriyordu.
-Bu son operasyonunuz olacak büyük ihtimalle, biliyorsun değil mi Süleyman?
-Biliyorum komutanım.
-Elimizdeki görüntüler karşımızdakilerin insan olmadığını gösteriyor. Özellikle Ürdün’de tüm insanları acımasız şekilde öldürdükleri ve işkence ettiklerini biliyorsunuz. Şu sıralarda yukarı hareketi kestiler ama Suriye’ye birkaç gün içinde gireceklerini tahmin ediyoruz. Elimizdeki bilgiler çok sınırlı ama kutsal kitaplara göre şu ana kadar tespit edilen varlıkların listesini bu dosyada bulabilirsin.
-Emredersiniz komutanım.
-Mesela Hıristiyan demonolojistlere göre şeytanın çocuklarından biri olarak gösterilen Alloces’in ordusu. Şövalye görünümündeler ama görüntülerde suratları aslanı andırıyor. Zayıf noktalarının ateşli gözleri olduğu haberleri geldi. Bazı yerlerde ağır kayıplar verdirildi.
Bir diğeri Abigor’un ordusu. Ordusundaki savaşçılar büyülü mızrak taşıyorlar ve Suudi ve Ürdün ordusu ellerindeki silahlarla çok etkili olamadılar onların üstlerinde. Zayıf noktalarını bulmanız gerekiyor. Mutlaka bir güç onları engelleyecektir. Abigor hakkında bilinen bilgiler dosyada. İleriyi görme yeteneğinden bahsediliyor ama emin değiliz.
-Peki, sıcak temasa girmeyecek miyiz komutanım?
-Hayır, gerekli olmadıkça sıcak temas yok. Sadece kendinizi korumak için. Oradaki insanları korumak için de bir şey yapmayacaksınız. Orada gördükleriniz sizi çok zorlayabilir ama bu bir emirdir binbaşım.
-Emredersiniz komutanım.
-Diğer görünen varlıklar da dediğim gibi dosyada. Allah yardımcınız olsun Süleyman.
-Sağ olun komutanım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder