Değerli
Kardeşlerim!
“İdari fesat
ve rüşvetin ve toplumdaki etkileri” hakkında bir konferansta buluşmamız oldukça
önemlidir. Saygıdeğer Suudi Arabistan Genel Müftüsü, Kıdemli Âlimler Konseyi
Başkanı, büyük şeyhimiz Abdülaziz b. Abdullah b. Abdul Aziz b. Abdullah
Al-Şeyh’in, (Allah onu ödüllendirsin, itaati ile şereflendirsin, onu İslam’a ve
Müslümanlara bağışlasın) aramızda bulunmasından mutlu olduk.
Değerli
Kardeşlerim!
Bu konu
oldukça detaylı ve önemli bir konudur. Allahu Teâlâ ıslahı emretmiş, fesadı
nehyetmiş ve şöyle demiştir:
“…onları
ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.” (A’raf Suresi 142. Ayet meali)
Allahu Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
“Onlara:
Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’
derler.” (Bakara 11) Ve şöyle buyurmuştur: “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın.” (A’raf Suresi 56. Ayet meali)
Allahu
Teâlâ, fesatçıların işlerinin geçersizliğine hüküm vermiş ve fesada ve fesat
ehline nefretini bildirmiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde
fesadı/bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas
Suresi 77. Ayet meali)
Yine Allahu
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Çünkü Allah
bozguncuların işini düzeltmez.” (Yunus Suresi 81. Ayet meali)
Fesadın
Türleri
Allahu Teâlâ
fesada ve fesatçılara çok ağır cezalar koymuştur. Fesat manevi ve
hissedilebilir olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
Manevi Fesat
Manevi
fesat, Allahu Teâlâ’nın şu sözünde geçtiği gibidir:
“İşte bu
yüzdendir ki İsrailoğullarına şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün
insanları öldürmüş gibi olur…” (Maide Suresi 32. Ayet meali)
Hissedilebilen
Fesat
Hissedilebilen
fesat, Allahu Teâlâ’nın âyetinde geçtiği gibidir:
“Allah ve
Resul’üne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların
cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki
rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” (Maide Suresi 33. Ayet
meali)
İdari Fesat
Allahu Teâlâ
tarafından yasaklanan fesat çeşitlerinden bazısı idari fesat ve rüşvettir. Bu
ayrıntılı unsurları olan konuyu alıcının faydasını gerçekleştirmeyi
kolaylaştıracak şekilde sunacağız. Bu unsurları konuşacağız, bunların sayesinde
idari fesadın ve rüşvetin şer’i hükmünü açıklayacağız. Ondan sonra da fesadın
yayılmış sebeplerini, toplumda idari fesadın yayılmasını ve etkilerini
açıklayacağız. Ondan sonra da çözümünü açıklayarak bitireceğiz.
Bu mesele
resmi görevler ve özel kurumlardaki görevler fark etmeksizin yayılmıştır.
İnsanların çalıştıkları görevler sayesinde idari fesat ve bunun çeşitli
şekilleri ve dolayısıyla da rüşvet yayılmıştır.
İdari
Fesadın tanımı
İdari fesat,
kamu otoritesini, kişisel çıkarlar elde etmek için kullanmaktır. Bu, kamu
maslahatını kişisel maslahat elde etmek için kullanmak gibidir ve işin
istenilen şekilde yapılmamasıdır.
Bunu şu
şekilde de ifade etmek mümkündür; idari fesat görevle ilgili işleri şer’i ve
kanuni olarak istenilen şekilde yapmamaktır. İş gereği gibi yapılmadığı
taktirde bu, idari fesat kapsamına girer.
Rüşvetin
tanımı
الرِّشْوة – Rüşvet; dilde الرِّشَاء- kelimesinden türemiştir. Bu,
kendisi ile suya ulaşmak için kuyuya atılan iptir.
Rüşvet de bir bakıma kendisi ile istenilenin meydana gelmesi için kullanılan ip
gibidir. Burada, istenilen işin şeriata uygun olup almadığı fark etmemektedir.
Aynı şekilde الرِّشَاء- kendisi ile kuyudan kırba
ile su çıkarmaya ulaşılandır. Böylece rüşvet;
insanın kendisine ait olmayan bir şeye ulaşmak için yaptığı iştir. Bunun için رِشْوة -Rüşvet denilmiştir. Dil ve bahsedilen
ıstılah yönünün birleştirilme şekli böyledir.
Rüşvetin
ıstılahi tanımı ise; helal olmayan herhangi bir şekilde bir makam sahibi kişi
tarafından bir ödeme karşılığı bir mal almak ya da vermektir. Kim, helal
olmayan bir şeyi elde etmek için makam sahibi bir kişinin yardımına karşılık
bir mal alır ya da verirse, ona ıstılah anlamı bakımından rüşvet denilmesi
doğru olur.
İdari fesadın
ise, yukarıda zikrettiğimiz ayetler ile yasaklanmış olduğunu gördük. Şeriat
fesadı/yolsuzluğu ve ifsadı/bozgunculuğu kınayarak yasaklamıştır. Deliller
ışığında sabittir ki; Allah rüşvete buğz etmiş ve haram kılmıştır. Bu da Allahu
Teâlâ nezdinde bu münkerin büyüklüğüne delalet etmektedir. Bunda gayret
gösteren kimsenin amelini Allah (Tebâreke ve Teâlâ) geçerli kılmamıştır. Bu
konudaki deliller yukarıda geçmiştir.
Rüşvetin
haram oluşu ile ilgili deliller, Kitap, Sünnet ve ilim ehlinin icmasından ibarettir.
Allah’ın (Azze ve Celle) kerim kitabından delil Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:
“Mallarınızı
aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların
mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları yöneticilere
(idarecilere veya mahkeme hâkimlerine) vermeyin.” (Bakara Suresi 188. Ayet
meali)
Bununla
Allahu Teâlâ, insanların mallarının batıl yolla yenilmesini yasaklamıştır.
Ey insanlar!
Rüşvet,
kadılara, yargıçlara ve yöneticilerinize bazılarınızın mallarını haksızca ve
günah yollarla yemeniz için mal vermenizdir. Ayeti kerimenin konuya delalet
eden yönü “Batıl yolla/haksız sebeplerle yemektir.” Allahu Teâlâ şöyle
demiştir:
“Mallarınızı
aranızda haksız sebeplerle yemeyin. O malları yöneticilere (idarecilere veya
mahkeme hâkimlerine) vermeyin.” (Bakara Suresi 188. Ayet meali)
Yani
aranızda hükmedenlere vermeyiniz demektir.
“Kendiniz
bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz
için…” (Bakara Suresi 188. Ayet meali)
Allahu
Teâlâ’nın şu sözündeki; لتأكلوا- “yemeniz için” ل-Lâm ya illetlendirmek içindir. Bu, للتعليل،أي: “İnsanların mallarını hak ile değil de
batıl yollarla elde etmek için” demektir. Ya da ilim ehlinin dediği gibi sonuç
“Lâm”dır. Bu, ‘Siz onu yaptığınızda insanların mallarından bir kısmını yemiş olursunuz’ demektir. Bu ayet, rüşvetin haram
kılınmasına dair gayet açık bir şekilde gelmiştir. Ayrıca Allahu Teâlâ’nın
Yahudileri zemm etmesini ve yermesini gösteren şu sözü de bir delildir:
“Hep yalana
kulak verir, durmadan haram yerler… “ (Maide Suresi 42. Ayet meail)
السحت – kelimesini Hasan Basri, Mücâhid gibi tefsir imamlarının tamamı
“rüşvet” olarak açıklamışlardır. Zira rüşvet Yahudilerde ilk yayılan eylemdir.
Onların yolundan gidenler, onların amacını güdenler, onların ulaştıkları günaha
ulaşırlar. Çünkü Allahu Teâlâ bunu onlara haram kılmıştır.
Onlardan sonra gelenlere de haram kılmıştır. Bu fiilden dolayı onların
zemmedilmelerinin Allahu Teâlâ’nın kitabında bulunmasında bizim için de bir
uyarı ve onların üzerinde yürümüş oldukları bu davranıştan uzaklaşmaya
yönlendirme vardır. Ta ki onların bulaşmış oldukları bu günah bize de
bulaşmasın. Zira Allahu Teâlâ onları bundan dolayı zemm etmiştir. Bak! Allahu
Teâlâ onları nasıl vasf etmiştir:
“Hep yalana
kulak verir, durmadan haram yerler…” (Maide Suresi 42. Ayet meali)
Yahudiler bu
ve benzeri fillerinden dolayı lanetlenmişlerdir. Kim onlara benzerse, onlara
gelen tehdit Yahudilere benzeyene de gelir. Temiz Nebevi Sünnette de rüşvetten
sakındırma vardır. Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) bu fiili yapanı
lanetlemiştir. Abdullah b. Amr’dan (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüşvet vereni de rüşvet alanı da
lanetlemiştir.” (1)
Evet,
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüşvet verene ve rüşvet alana lanet
etmiştir. Her ikisi de lanetlidir. Bu hadisi şerifte geçtiği gibi; kim bunu
yaparsa, ister rüşveti alması ile ya da vermesi ile ya da bu fiilin
uygulanmasında aracı olması ile bu lanetten nasibini alır. İbn-i Hazm
“Meratubu’l İcma” isimli kitabında, ümmetin rüşvetin haram kılınması üzerinde
icma etmiş olduğunu anlatmıştır. Bu meselenin, Allahu Teâlâ’nın kitabında,
Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetinde, Muhammed’in (sallallahu
aleyhi ve sellem) ümmetinin icmasında haram kılınmış olduğunun açığa çıkması,
bu günahın büyüklüğüne ve suç olduğuna delalet etmektedir. Müslümana farz olan,
rüşvetten uzak durması, ona dalmaması ya da vererek, alarak ya da aracı olarak
ona bulaşmamasıdır.
İdari
Fesadın Türleri
Fesadın
türleri hakkında daha önce bahsetmiştik. Bunlardan birisi idari fesat, yani
yolsuzluktur. Fakat bu türün de bir takım çeşitleri vardır. Bunlardan üç türünü
belki de en önemlilerini ele alıyoruz. Her bir türün çok sayıda şekli vardır.
1-Yönetmeliklere
ve talimatlara karşı çıkmak
Çalışanın,
yönetici ve sorumluların talimatlarına karşı çıkması, -şüphe yok ki- idari
fesat türlerinden bir türdür.
Yönetmeliklere
karşı çıkmakta konusundaki idari fesat şekillerinden biri de, iş vaktine
saygısızlık ve belirlenmiş randevulara bağlı kalmamaktır. İşin vaktinin keyfi
bir saatte başlaması ve onun ancak zaman geçtikten sonra teslim edilmesi bu
türe girer. Bu gecikme vakti bazen bir saat ve fazlası olabilmektedir. İşte bu,
idari fesattır. Çünkü o, bir görevlidir, belirli bir vakitte başlayan belirli bir
biten işe karşılık maaş almaktadır. Bu vakte saygısızlık idari fesat
türlerinden bir tür ya da yönetmeliklere ve talimatlara karşı çıkmak
şekillerinden sayılmaktadır. İş vaktine saygısızlık, insanı görevini tek başına
yapanın ayağı altına düşürür.
İdari fesat
biçimlerinden biri de, işin başlangıç saatinden sonuna kadar devamlı bulunmana
rağmen, mesai vaktine saygı göstermemendir. Yani gazete okumakla ya da kitap
okumakla ya da bürodaki iş arkadaşlarınla konuşmakla meşgul olup, sana verilmiş
olan işleri yapmayı terk etmen ya da çıkartmakla yükümlü olduğun evrakı
çıkartmak gibi kamu maslahatlarından insanların ihtiyaçlarını gidermeyi terk
etmen, insanları kalabalık halde sıra beklemeye mecbur edip, onların bu halini
umursamamandır. Bu ise, işin vaktine saygısızlıktır.
Bunun bir
yönü de, işin kendisine saygısızlıktır. Bu, sana yüklenen işi terk etmen, onun
gereğini yapman gerekirken, yerine getirmeyi kabul etmemen ya da onu olması
gerektiğinden başka şekilde yerine getirmendir. Hâlbuki sen, verilen işi, işin
gerektirdiği şekilde yerine getirmelisin. Onu istenilen şekilde yerine
getirmemen ya da reddetmen, fesat şekillerindendir.
İdari fesat
aynı zamanda, amirlerin emirlerini ve talimatlarını uygulamamak, sahte
mazeretler üretmek, emirlere uymamak, sahte mazeretler üretmek, bunlar için
yalan yeminler etmek ve dürüst olmamaktır. Ey değerli Müslüman kardeşim! Bütün
bunlar, iş yönetmeliklerine ve talimatlarına karşı çıkmaktır.
İş sırlarını
açığa vurmak da idari fesat kapsamındadır. Özellikle açığa vurulan bu sırlar,
kamunun maslahatlarının kendisine bağlı olduğu sözleşmeler, ihaleler,
yarışmalar ve bir görev ile ilintili olduğunda, sırları açığa vurursan sen
işine ihanet eden ve talimatlara karşı gelen sayılırsın. Bununla sen idari
fesat yapmış olursun.
2-Yetkiyi
kötüye kullanmak
Görevlinin
önemi büyük veya küçük bir yetkisi olabilir. Her görevli makam bakımından
diğerinden farklı olmaktadır. Fakat bu yetki, kötüye kullanıldığında bu idari
fesattan sayılmaktadır. Bunun farklı şekilleri vardır:
Yetkiyi
kötüye kullanmak şekilleri
Yetkiyi
kötüye kullanma şekillerinden birisi, kamu mallarını kişisel maslahatlar için
kullanmaktır. Bilinir ki; görevli bakan, müdür ya da bölüm başkanı gibi büyük
bir sorumlu olabilir. Kendisinde çalıştığı kuruma ayrılmış araçlar ve bazı kamu
malları da bağlanmış olabilir. Başkanlığı altında işçiler, memurlar ya da
daktilo veya kameralar ya da çeşitli başka aletler olabilir. Kimi zaman, bu
sorumlunun yanında bulunan emanetleri kötü kullanmakta olduğunu, onları kişisel
çıkarları için kullandığını görmekteyiz. Mesela bu kişiler, iş için tahsis
edilen aracını çocuklarını okullarına götürmek ya da evinin ihtiyaçlarını pazardan
temin etmek için kullanmaktadır.
Aynı
şekilde, müdür ya da yönetici olarak çalıştığı kurumda yetkisi altındaki
işçileri kendi şahsi çıkarları için kullanmaktadır. Mesela işçi, müdürünün
günlük ihtiyaçlarını karşılamak için pazara gitmekte, müdürü için bir devlet
dairesine başvurmakta veya benzeri işler yapmaktadır. Hâlbuki onlar, yalnızca
kurumdaki işleri yapmak için görevlendirilmişlerdir. İşte bu da, kişisel
çıkarlar elde etmekte kamu yetkisini kötüye kullanmaktır.
Yetkiyi
kötüye kullanma şekillerinden birisi; yetkilinin, tasarrufu altındaki daktilo
veya kameraları mal elde etmek için meşgul etmesi, onlarla alâkalı mürekkep,
zarf ve kalemleri kullanmasıdır. Bu hususlar tek tek saymakla bitmez ve oldukça
geniş kapsamlıdır. İnsanların çoğu geniş kapsamlı bu kapıdan girmeyi hoş
karşılamaktadır. Kimi insanlar, sorumlu veya başkan olduğu müddetçe istediği
gibi tasarrufta bulunma hakkı olduğunu zannetmektedir. İşte bu da yetkiyi
kötüye kullanmaktır.
Yetkiyi
kötüye kullanma şekillerinden birisi de; halk arasında “kayırma” olarak
isimlendirilendir. Kayırma, yetkili kişinin yetkisini, uygunluğu ve yeterliliği
olmayan yakınlarının ve tanıdıklarının atanmasında, bu vasıtalar sayesinde
onları daha uygun ve daha yeterli olanın önüne geçirilmesinde kullanması ve sorumlunun
etki gücü ile tanıdıkları için başka devlet organlarında da aracı olmasıdır.
Yani onlar için kendi kurumunda bir şey olmadığında üzerlerinde biraz etki ya
da yetki sahibi olduğu başka kurumlarda onlar için aracı olmasıdır. Bu
kurumlardan yakınlarına ya da tanıdıklarına iş verilmesini talep eder ki; bu
olmamalıdır. Kim yeterliliği olmayan bir kişiyi bu göreve daha yeterli ve hak
sahibi olan birisinin önüne geçirirse Allah’a, (Azze ve Celle) Resul’üne
(sallallahu aleyhi ve sellem) ve müminlere ihanet etmiş, işi ehline teslim
etmemiştir.
Yetkiyi
kötüye kullanma şekillerinden biri de kurum ya da bakanlık bütçesini belirlenen
hususta kullanmamaktır. Kurumlar için ayrılmış olunan bütçe ya da bütçeler
belirli bölümlere ve öğelere göre hazırlanır. Bu fonların ödenmemesi, yetkiyi
kötüye kullanmak sayılmaktadır. Bakanlık ya da kurum bütçesini kendisi için
belirlenmiş olunan çerçevenin dışında kullanmak, yetkiyi kötüye kullanmaktır.
Bir başka
fesat türü de, hak ediş için yalan ve sahte harcama emirleri getirmek ve
tutanaklar hazırlamaktır. Bu hususta kişi; “biz fondan şöyle bir harcama
yaptık, falancanın işi için şu kadar ödeme yapıldı” şeklinde bir açıklama
yapar. Gerçekte ise bu paranın kendisine ayrıldığı öyle bir şey yapmamış,
mesela sahte projeler yapıp onlar için bütçe çıkartmıştır. Gerçekte ise bu
proje sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Bu yetkiyi kötüye kullanmak
sayılmaktadır. Hatta bu, idari yolsuzlukta sağlam bir temeldir. Ümmetin malı
alınmakta ve hak olmayan alanda harcanmaktadır. İnsanlara da şuraya buraya
harcandı diye sunulmaktadır. Neticede ise bir şey yoktur. Para gerçekten
harcanmıştır, fakat olması gereken yere değil. Özellikle böylesinin, tedavi
edilemez hastalığın yaygın olduğu toplumlarda ciddi sonuçları vardır.
Yetkiyi
kötüye kullanma şekillerinden birisi de; sözleşmelerin ve ihalelerin
maliyetlerini olduğundan fazla göstermek ve masrafları ancak belirli bir miktar
olan bazı projelerin bütçesinin manipülasyonudur. Masraf şu kadar oldu, durum
şunu gerektirmektedir, fiyatlar şöyle yükseldi diye hile yapılır. Öyle ki
projenin mesela beş yüz milyon ya da fazlası tuttuğu gösterilir gerçekte ise
ondan daha az tutmuştur. Buraya şuraya bir şeyler koyup üstünü örten ve yerini
kendisinin bildiği kimseler vardır. Bütün bu kişiler, görevlerini ve yetkilerini
kötüye kullananlardır. Ayrıca bu, en büyük idari yolsuzluk çeşitlerindendir.
Çünkü bu, yetkiyi kötüye kullanmaktır. Bu öncesinden farklıdır. Çünkü öncekinde
içinde sahteliklerin olduğu sözleşme ve ihaleler vardır. Onlar için bir meblağ
çıkartılır. Bu türde ise gerçekten yapılacak olan projeler üzerinde sözleşmeler
vardır. Fakat sözleşmede ve bentlerde bahsedilen o vasıflar yerine getirilmez.
Bundan dolayı da miktarın yükseltmesi oldukça yüksek meblağa ulaşır. Hâlbuki
uygulayıcı, bu büyük miktardan ancak az bir kısmını kullanmaktadır.
Yetkiyi
kötüye kullanma şekillerinden birisi de, lüks ofisler, görkemli binalar
kurmakta ve propaganda kutlamaları düzenlemekte, tebrikler ve taziyeleri
gazetelerde, dergilerde, televizyon kanallarında ve diğer medya organlarında
yayınlayarak harcama yapmakta kamu malını israf ve savurganlıkta kötüye
kullanmaktır. Bütün bunlar, kişileri parlatmak, yükseltmek ve başkalarını
horlamak için ya da daire ve ofis başkanına ihtişam kazandırmak için
yapılmaktadır. Görkemli ofislerinin ve güvenlik korumalı girişlerinin olması,
onun ihtiyaç sahiplerine uzak olmasının sebeplerinden olmaktadır. Bütün bunlar,
kalplerinde böylesi şeyler kabul bulan kimseleri şeytanın kendisi ile
yönlendirmesidir. İşte bunlar, yetkiyi kötüye kullanmaktır.
3-Almak ve
vermek bakımından rüşvete adım atmak
İdari fesat
türlerinden biri de alarak ya da vererek rüşvete adım atmak, kamu malından
çalmak ve dolandırıcılıktır. Bu üç tür; rüşvet, kamu malından çalmak ve
dolandırıcılıktır.
Rüşvet yasal
olmayan maldır. Bunun haram olduğuna dair Allah’ın (Tebâreke ve Teâlâ)
kitabından, Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetinden ve ümmetin
icmasından delillerin açıklaması yukarıda geçmiştir. Rüşvet, idari fesat
türlerinin açık görünen türüdür. Ayrıca bu, insanların mallarını bâtıl yolla
yemektir, bu da idari fesattır. Bu, bir toplumda yayıldığında, o toplumda barış
azalır. Çünkü insanların hakları kaybolur. Bununla insanların çoğu haram ile
doyar. Beyhaki’nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçmektedir: “Bilmiş ol ki,
haramdan gıdasını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” (2) Ateşten ve
cehennemden, ona yaklaştıran söz ve amelden Allah’a sığınırız.
Kamu
malından çalmak; başına bir musibetin geldiğini, bunun şöyle veya böyle
olduğunu iddia edip, filancayı ve falancayı şahit getirmek gibidir. Belki
bununla ilgili bir sahte belge de ortaya konulmuş sonra onunla da mal elde
edilmiştir. İşte bu, kamu malını çalmaktır. Bazen mülkiyetinde belirli bir
miktar olur fakat onu, içerisinde hile ve dolandırıcılığın olduğu bir yol ile
kamu malından çalmıştır. Bunu da falanca miktarın filanca yere harcanmış
olduğunu gösteren belgeler ve makbuzlar getirerek yapmıştır. Bunlar da
genellikle yakıtlar gibi yok olan hususlarda olur. Bu, kamu malından çalmaktır.
Aynı şekilde; belgelerde sahtecilik/dolandırıcılık da az önce bahsettiğimiz
gibidir. Bu, mahkemelerden belge çıkartmaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi
için yalancı şahit getirilir. Yalancı şahitlik, haram malı yemektir. Bunu
aralarında paylaşırlar. Bu ise, Allahu Teâlâ’nın gadablandığı hususlardandır.
Bu günah ve taşkınlıkta yardımlaşmaktır, iyilik ve takvada yardımlaşmak
değildir. Bu husus, ümmette yayıldığında marazı büyük olur, tedavisi de
yapılamaz hale gelir. Onun tedavisi için âlemlerin Rabbinin merhametine
ihtiyacımız vardır. Bu idari fesat ve ondan olan bu bahsettiğimiz türlerin
meydana gelmelerinin bir sebebi yok mudur? Yani bu idari fesadın meydana
gelmesi ve insanlar arasında yayılması, onları hazırlayan ve varlığına teşvik
eden, toplumlarda yayılmasına yardım eden sebepleri yok mudur? Gerçekte
bunların sebepleri kuşkusuz vardır.
İdari
Fesadın Sebepleri
İdari
fesadın sebeplerinden biri, takvanın caydırıcı gücünün zayıflığıdır. Kimin
imanı zayıflarsa, takvası da zayıflar. O kişiye musibetlere, isyanlara ve büyük
günahlara dalması önemsiz gelir. Bu nedenle kim takvalı ise, bu haramlara
düşmekten uzak olmaya daha yakın olur. Çünkü gerçeğinde takva, kul ile Allah’ın
azabı arasına bir koruma oluşturur. Bu koruma Allahu Teâlâ’nın kitabındaki ya
da Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) lisanındaki emirlerine bağlanmak,
kitabındaki ve Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) lisanındaki
nehiylerinden sakınmaktır. Takvanın caydırıcı gücünün zayıflığı, böylesi
fesadın varlığına ve yayılmasına yol açan hususlardandır.
İkinci sebep
ise; emanetin ve eminliğin zayıflamasıdır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem) şu sözünde emanetin öneminin ne kadar büyük olduğunu
açıklamıştır: “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey emanettir, sonra
kaybedeceğiniz şey ise namazdır.” (3) Allahu Teâlâ emanete çok büyük önem
vermiştir. Onu göklere ve yere sunmuştur fakat onlar onu yüklenmeyi kabul
etmemişlerdir.
“Biz
emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb
Suresi 72. Ayet meali)
Kişide
eminliğin zayıflaması, onun bu hususu küçümsemesini sağlar ve bu yanlışın içine
düşürür.
Ayrıca idari
fesadın yayılması sebeplerinden biri de görevliye verilen maaşın ve imtiyazın
azlığıdır. Bu onun için mubah kılıcı değildir. Fakat takvanın zayıflığı gibi
onu da belirtiyoruz. Bu da sebeplerden biridir. Her ne kadar biz, Müslüman’ın
takva zaafının olmasını onaylamasak da idari fesadın yayılmasına götüren
sebepleri belirtiyoruz ki tedavi araçlarına geldiğimizde bu derdin tedavisinde
payı olabilecek şeyi hatırlayalım. Ücretlerin ya da işlerin karşılığının
azlığı, belki de nefsi itebilir ve zayıf düşürebilir. Böylece insan kendisine
helal olmayanı, hakkı olmayanı alır. Bundan dolayı diyoruz ki; ücretlerin zayıflığı
ve azlığı mubah kılıcı değildir. Fakat bu sebep de olsa, Müslüman’ın Allah’a
(Azze ve Celle) karşı takvayı kendisi ile haram arasına engel oluşturması
gerekir. Müslüman bilmelidir ki, azda bereket vardır, helal bereketi gideren
haramdan hayırlıdır.
Sebeplerden
biriside, meşru olmayan yolla da olsa zenginlik elde etmeye rağbettir. Bazı
insanlar, hırsları ve isteklerinden dolayı en kısa zamanda zengin olmaya gayret
gösterirler. Bu tamah önüne dikildiğinde onu her araçla elde etme yolunda
çalışırken haramı önemsiz görür ve haram araçları önemsemez. Ona göre eline
düşen her şey helaldir. İster helal yoldan, ister haram yoldan fark etmez.
Müslüman bunu yapmamalıdır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
demiştir: “Salih adam için sâlih/meşru mal ne güzeldir.” (4)
Allahu Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
“Rabbinizden
gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur…” (Bakara
Suresi 198. Ayet meali)
“Azık
edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır…” (Bakara Suresi 197. Ayet meali)
Takvanın bir
yönü de kazancın helal olmasıdır. Mal temin ettiğinde şüphesiz bu seni
güçlendirir; Fakat senin bu mala ulaşman meşru araçla olmalıdır. Çünkü helal
elinde helal olan değildir. Helal Allah’ın sana helal kıldığıdır.
İdari
fesadın yayılması sebeplerinden biri de, bağlanan görevleri yerine getirmekteki
isteksizliktir. İnsanların bazısı, üşenir bir iş ile görevlendirilmek istemez,
bu görevlerden kurtulmak ister. O halde neyi takip eder? Hiç şüphe yok ki
devamsızlık yapmak gibi meşru olmayan yolları takip eder. Kendisine emir
verilerek bir görev atandığında onun başkasına kaydırılmasına çalışır. Böylece
onun kendisine yüklenilmiş vazifeleri yerine getirmemeye çalıştığını görürüz.
Bu, işe ayrılmış zamanı başka kişisel çıkarlarını yerine getirmekte geçirmek
için görevleri yerine getirmekten kurtulmak gibi onun tembelliğinden veya
tamahtan da olabilir. Mesela, zimmetindeki bir işi yapmakla meşgul olduğunu,
sonra da onun başka bir odadan ayrılmadığını görürsün. Orada bir kişiye ait bir
araştırmanın baskısını yapmaktadır. Bu araştırmayı yazdırmak için ondan mesela
beş riyal, on riyal almakta ve daima başka şekilde meblağ elde etme tamahı ile
görevleri yapmaktan kurtulmaya çalışmaktadır. İşte bu da idari fesadın
sebeplerindendir.
İdari fesat
sebeplerinden birisi de tamahkâr olmaktır. Nefislerin çoğunda tamahkâr olmaya
onay vardır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlu için iki vadi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi.
Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tövbe edenleri affeder.”
(5) Tamah ve hırsın onun gözü önünde durduğunu görürsün. İnsanın hakkı olduğu
şeye tamah etmesi meşrudur. Bu, yasaklanan tamah değildir. İnsan kendisine ait
olmayana tamah edip onunla övünmek ve doymak isterse iki yalan elbise giymiş
kimse gibi olur. Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dediği gibi:
“Kendisine verilmeyen şeyle doyan kimseye iki yalan elbise giydirilmiştir.” (6)
Nefislerin çoğunda tamahın olması idari fesadın meydana gelmesinde sebep
sayılmaktadır. Bu da o fesadın varlığı ve ümmette yayılmasının sebeplerinden
biri olmaktadır. İşte bunlar idari fesadın sebepleri belki de en göze
çarpanları ve en önemlileridir.
İdari
fesadın sebepleri bunlar olunca, ümmete baskın olduğunda, hâkim ve yaygın
olduğunda bu fesadın etkileri ne olur?
İdari
fesadın fert ve toplum üzerinde birçok menfi etkisi vardır. Fert, toplumdaki
yıkım ve tahribatın bir parçası ve haram yiyenlerden olur. Ona ait bir dua
dinlenilmez. Meşru olmayan yoldan oluşan herhangi bir mala ateş/cehennem daha
yakındır. Onun elinde malın çoğalmış olduğunu görürsün, fakat zenginlik
kalbinden uzaklaşmıştır. Allahu Teâlâ ona kalp fakirliğini musallat eder. Bu,
kendisine helal olmayanı alanların çoğunda mevcuttur. Dünyaları çoğalır,
bankalardaki paraları artar. Bununla birlikte, gönül huzuru ve zihin rahatlığı
bakımından durumları kötüdür, hatta çok kötü durumdadırlar. İşte bu, hak yoldan
sapanlar için Allahu Teâlâ’nın vaat etmiş olduğu “sıkıntılı hayat” tır.
Toplum ve
ümmet üzerindeki kötü etkisine gelince; bu, devlet gelirlerinin azlığında açığa
çıkar. Zira hükümet kendisine ait gelirlerin büyük bir miktarını bu pis
marazdan dolayı kaybetmektedir. Buna şu vergilerin toplanması örneğini
verebiliriz. Bu vergiler, ister ithalat vergisi olsun ister ise kanuna aykırılık
durumlarında alınan cezalar şeklinde olsun fark etmez. Yaptırımlar listesinde
şunlar belirlenmiş olabilir; kim şunu yaparsa cezası şöyledir ya da şu miktarda
para cezası ödemesi gerekir. İdari fesat, bu yaptırım listelerinin
uygulanmaması boyutuna vardığında, bu meblağı hükümet elde edemez. Zira bu
meblağ, aracılar ya da prestij yoluyla sahiplerine geri verilir. Ya da özel
maslahatlar için cebe atmak yoluyla devleti bundan mahrum bırakırlar. Bu bir
yöndür. Tahsilat işlerini yürütenler rüşvet aldıklarında, özellikle de devletin
bu vergilere ihtiyacı olduğunda şüphesiz ki devlet bundan zarar görür. Bu da
hazinedeki meblağın az olmasına götüren hususlardandır.
İdari
fesadın toplum üzerindeki etkilerinden biri de, topluma ait ekonomik büyümenin
düşmesidir. Zira yatırım oranları düşer ve yatırım oranları düşünce bölgesel
üretim düşmüş olur. Ekonomi durur ve büyümesini de kaybeder. Ekonomi büyümesini
kaybettiğinde ise bunun menfi etkisi, içinde yaşadığımız toplumda açığa çıkar.
Bunun kötü
etkilerinden biri de zengin ile yoksul arasındaki uçurumun genişlemesidir.
Nitekim Allahu Teâlâ insanların bir kısmının bir kısmına iş gördürmesine
hükmetmiştir.
“Rabbinin
rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini
aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine
derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden
daha hayırlıdır.” (Zuhrûf Suresi 32. Ayet meali)
Kimi insan,
mal bakımından zengin, kimi insansa mal bakımından fakirdir. Bir başkası bedeni
sıhhati ve iş gücü bakımından zengindir. Fakat bir diğeri fakirdir ve bu işi
yapamaz. Bazı insanlar, fikir, buluş ve yenilikler bakımından zengindir veya
zayıftır bir şey yapamaz. Allahu Teâlâ bu kulları birbirlerine iş gördürür
kılmıştır. Ta ki böylelikle kâinatın imarı sağlansın. İnsanlar birbirlerine
muhtaçtırlar, aralarında dayanışma olması gerekir. Bu dayanışma kötüleştiğinde
günah ve taşkınlıkta dayanışmaya dönüşür. İyilik ve takvada dayanışmanın
kaybolmasından dolayı kötü sonuçlar ortaya çıkar. Zenginler ve fakirlerde
tabakaların olması gibi, Allahu Teâlâ’nın insanlar arasındaki hükmü kaybolur.
Kimi insan zengin, kimi orta halli kimi ise fakirdir. Bir toplumda zenginler de
olur, fakirler de olur. Fakat orta halliler tabakası daha çok olmalıdır. İşte
bu, iyi ve başarılı bir toplumdur. Çünkü insanların çoğu orta hallidir. Onların
çok azı fakir ve çok azı da zengindir. Fakirlerin üzerinde zenginler ve orta
hallilerin bir kısmı bulunur. İnsanlar arasındaki fark kapanır. Böylece,
birbirlerine karşı kin ve düşmanlık kalplerden uzaklaşır. İdari fesadın yaygın
olduğu, malların olması gerekenin dışında harcandığı ve haramla muamelenin
açığa çıktığı durumda ise orta tabaka yok olur, zengin daha da zenginleşir,
fakir de daha fakirleşir. Toplumda fakirlik dairesi genişlediğinde neticesi ne
olur? Netice şüphesiz ki güven ve güvenliğin olmamasıdır. Suçlar, saldırıların
taşkınlıkların ortaya çıkması artar. Bütün bunlar birçok zararına işaret
ettiğimiz idari fesat kapılarının ardına kadar açılması sebebiyledir.
İdari
Fesadın Tedavisi
İdari
fesadın ortadan kalkmasına, yok olmasına ya da yayılmamasına ve varlığının
azalmasına katkısı olabilecek çözüme/tedaviye geldiğimizde, bunların en
önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz; insanları Allahu Teâlâ’ya karşı
takvalı olmaya ve ondan korkmaya teşvik etmek bir tedavi yöntemidir. Ayrıca,
Allahu Teâlâ’nın denetiminin mükemmelliğini, ondan hiçbir şeyin gizli
kalmadığını açıklamaktır. Bu husus; camilerde vaizler tarafından, gazeteler,
televizyonlar, radyolardan oluşan basın organları tarafından, eğitimciler ve
öğretmenler tarafından, konferans ve seminer vb. verenler tarafından
yayılmalıdır.
Aynı şekilde
insanları emanete riayet etmeye teşvik etmek ve onun çok önemli bir husus
olduğunu açıklamaktır. Allahu Teâlâ’nın ona büyük önem verdiğini açıklayan şu
sözünde olduğu gibi:
“Biz
emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler.” (Ahzâb Suresi 72. Ayet meali)
Ayrıca
insanları ihanetten kaçınmaya teşvik etmek ve onun akıbetinin kötülüğünü açıklamaktır.
Allahu Teâlâ’nın şu sözünde olduğu gibi:
“Ey iman
edenler, Allah’a ve Resul’üne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de
ihanet etmeyin.”(Enfâl Suresi 27. Ayet meali)
“Allah size
mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder.” (Nisâ Suresi 58. Ayet
meali)
Emanet
ehline verildiğinde bu ihanetten kaçınmak olur.
Tedavi
yöntemlerinden biri de işin miktarına ve işçinin ihtiyacına göre, ücret ve hak
edişleri vermekte adaletli olmaktır. Bu husus göz önünde bulundurulmalıdır.
Öyle ki insan başkalarının elinde olana bakma gereği hissetmesin. O halde
adalet, olması gereken bir husustur. Gelir ve ücretler, görevlinin
ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde olduğunda ve onu insanların elinde olana
bakmaktan kurtardığında bu, fesadın ortadan kalkmasına sebep olur.
Tedavi
yöntemlerinden biri de, görevliler arasında insafta, daha uygun ve iyi olanı
öne geçirmekte adaletli olmak, kabileye ve benzeri diğer hususlara göre
değerlendirmelere ve kişisel yönlere bakmamaktır. İşe en uygun kişilerden
olduğunu bildiği birisini kabul etmeyen kimse Allah’a, (Tebâreke ve Teâlâ)
Resul’üne (sallallahu aleyhi ve sellem) ve müminlere ihanet etmiştir.
Tedavi
yöntemlerinden birisi de; manevi organlar ve özellikle denetim organları
tarafından ciddi denetim ve izlemedir. Denetim organları denetimlerinde ciddi
olduklarında bunu gerçekleştirmek için kendileri için araçlar hazırlarlar. Bu
da, Allah’ın izniyle, tedavisi olmayan fesat hastalığının ortadan kalkmasının
etkenlerinden sayılmaktadır. Bu denetim organlarına görevlerini kolayca gerçekleştirmek
için yetkiler verilmelidir.
Tedavi
yöntemlerinden biri de; fesat türlerinden birini yaptığı tespit edilen herkese
suçuna göre cezaların uygulanması ve bunun da iltifat, kayırma ve göz yumma
olmaksızın başkalarını caydırmak için ilan edilmesidir. Allah (Tebâreke ve
Teâlâ) Kur’an ile engellemediğini sultan ile engeller. Takvanın ve emanetin
yayılması, insanları Allah (Tebâreke ve Teâlâ) ile korkutma olmadığı zaman, ya
da bu konu az ciddiye alındığında, bunu sultanın/otoritenin engelleyicisi tamamlar.
Denetim organları yetkileri ve dikkatli takipleriyle devreye girerler. Daha
sonra yargı organları hükümler koyarak ve sonra da bu hükümleri uygulayarak ve
insanlara ilan ederek yürütme organları devreye girer. Ta ki insanlar, bu fesat
ve büyük beladan emin ve güvenlik içinde yaşasınlar. Allah (Tebâreke ve Teâlâ)
sevdiği ve razı olduğu hususta bizi başarılı kılsın, bize düzgün yolu
göstersin, işimiz için koruma kıldığı dinimizi bize düzgün kılsın.
Yöneticilerimizi razı olduğu hal üzere ıslah etsin. Allah’ın salâtı, selamı ve
bereketi peygamberimize, ailesine ve bütün sahabesine olsun.
Suudi
Arabistan Müftüsü Şeyh Abdülaziz bin Abdullah Âl Şeyh’in Yorumu
Rahman ve
Rahim olan Allah’ın Adıyla
Hamd Allah’a
mahsustur. Allah’ın salâtı, selamı ve bereketi, Allah’ın Resul’ünün,
(sallallahu aleyhi ve sellem) ailesinin, bütün sahabelerinin, tabilerin ve din
gününe kadar güzellikle onlara tabi olanların, sözü işitip en güzeline tabi
olanların üzerine olsun.
“İşte onlar,
Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”
(Zümer Suresi 18. Ayet meali)
Aslında,
İmam Muhammed b. Suud Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Sünnet Bölümünde
Profesör olan Sayın Şeyh Muhammed b. Abdullah Al-Fuhayd tarafından size sunulan
bu konferans nadir bir konferanstır. Şunu söylememe izin veriniz; bu, bu yönde
en önemli konferanslardan birisidir ve vakıaya dokunan bir konferanstır.
Ayrıca, dağıtılmaya ve her idari sorumlunun fark etmesine değerdir. Çünkü bu
konferans, hastalığı belirlemiş ve dermanı ve tedaviyi de açıklamıştır. Rüşvet
ile birlikte çeşitli şekillerde olan idari fesadı tedavi etmiştir. Bunlar,
Müslümanın özellikle, Allah’ın (Azze ve Celle) yardımı ve başarılı kılması ile
bu sonuçlardan kurtulmayı uman sorumlunun ihtiyaç duyduğu çok önemli hususlardır.
Bu yararlı konferanslara önem verilmeli, özen gösterilmeli ve bunlar
yaygınlaştırılmalıdır. Onlardaki hayır ve içerdikleri barışçıl yönlendirmeler
ve değerli öğütler açıklanmalıdır. Allah’ın (Azze ve Celle) saadetini dilediği
kimseler bunlardan faydalanırlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sen yine de
öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zâriyât Suresi 55. Ayet meali)
İlgilendiğimiz
“İdari Fesat ve Rüşvetin Hükmü” başlığı iki büyük konudur ve ikisi arasında çok
bağlantı vardır. Bunların her birisi ayrı ayrı ele alınabilir. Fakat genellikle
ikincisi, birincisinin bir parçasıdır. İkisinden birisi diğerini çeker. Her ne kadar
bir kısmı müstakil olabilse de Allah (Azze ve Celle) başarılı kılsın.
Şeyh, idari
fesat hakkında konuştu. Konuya başlamadan önce Allahu Teâlâ’nın şu sözü ile
açılış yaptı:
“Ey iman
edenler! Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin.” (Nisâ Suresi 29. Ayet
meali)
Allahu Teâlâ
bizi birbirimizin malını bâtıl yolla yemekten sakındırmıştır. Bazımızın
bazısının malını bâtıl yolla yemesi haram kılınmış bir husustur. “Bâtıl”
çeşitli haramları kapsamaktadır; hırsız, malı bâtıl yolla yiyendir. Zorla alan
malı bâtıl yolla yiyendir. Hakları inkâr eden, malı bâtıl yolla yiyendir.
İnsanlara haklarını vermeyen malı bâtıl yolla yiyendir. Bütün bunlar, bu ayetin
genel oluşuna dâhil olmaktadır. Şeyh daha sonra emanet konusu hakkında da
konuştu. Emanet ve emaneti istenilen şekilde vermek, kulu idari fesadın
türlerinden, rüşvetten ve ona bağlı hususlardan kurtarır. Allah şöyle
buyurmaktadır:
“Allah size,
mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi emreder.” (Nisâ Suresi 58. Ayet
meali)
Ehline
verilen emanet nedir? Emanetler gibi bir yere emaneten bırakılan haklardır.
Fakat ehline emanet ettiğimiz kamu hakları vardır. Bunları hak edenin
sorumluluğunu taşımaktayız. Onları taşıyanlara sorumluluk yüklemekteyiz.
Kendilerine ehil olan kimseye önemli işleri yüklemekteyiz. Bunda nesebi,
akrabalığı, dostluğu, iltifatı, maddi tamahı dikkate almayız. Bütün bunları
dikkate almayız. Biz sadece
“…emanetleri
ehli olanlara vermenizi…” (Nisâ Suresi 58. Ayet meali) dikkate alırız.
Onları nasıl
veririz? İdareden sorumlu olan kimse, işlere aday olunduğunda emaneti onlara
layık kişilere verir. Her alanda ona ehil olan, işi istenilen şekilde yapması
umulan kimse çıkar. Emanet veren kimse, elinde çeşitli noksanlıklar olduğunda
Allah’tan (Azze ve Celle) korksun. Onları sağlam yere bağlasın, onu iltifat
olmaksızın daha iyi uygulama kudretine sahip olduğunu gördüğü kimseye emanet
etsin. Emanet veren kimse, görevlinin hakkını noksansız değerlendirendir.
Başarısız olduğunu bildiği halde ona iyi rapor vermez. Kendisi ile uyumlu
olmamasından dolayı güçlü kuvvetli kimseyi mahrum etmez. Emanet veren kimse,
gözlerinin önüne Allah (Azze ve Celle) korkusunu ve gözetimini koyar:
“Ey iman
edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız
aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Zengin olsunlar,
fakir olsunlar Allah onlara daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın,
(şahitliği) eğer, bükerseniz yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki)
Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ Suresi 135. Ayet meali)
Emaneti
veren kimse, görevlilerinin işe devamlarını denetler, çıkarından dolayı bir
kişiye göz yummaz, kendisinden uzak durmalarından dolayı da diğerlerine
şiddetli olmaz. İşleri iki kısma ayırıp bazısına gücünün üstünde yüklemez,
bazısına da başka gerekçelerden dolayı işin bir parçasını vermez. Emaneti veren
kimse, işte bulunması ve yerine getirmesi bakımından zaman hususunda
görevlisini hesaba çeker. Onlarla birlikte sağduyulu olur, onlara karşı
merhametli ve şefkatli olur. Fakat hakları gerektiği şekilde verir. Emaneti
veren kimse, her durumda, kamu malı olan ve kullanması kendisine caiz olmayan
maddi hususlarda Allah’tan korkandır. Allah’tan korkar, makamını filancaya ve
falancaya özel ihtiyaçlarını karşılattırmak için kullanmaz, özel ihtiyaçlarını
karşılattırmak için kamu araçlarını da kullanmaz.
Emanet esası
üzerine değil de hevâ esası üzerine terfi ettiren, uzaklaştıran, engelleyen,
veren kimseye yaptığı bu iş helal değildir.
Aynı şekilde
gerçekleri ters yüz eden, bütün hallerinde Allah’tan korkmayan kimsenin
cinayetleri ve davaları araştıran kimse gibi, hevadan soyutlanmış ve benlikten
soyutlanmış olarak araştırma yapması gerekir. Araştırma ve raporları yukarıya
sunarken sadece Allah’tan (Tebâreke ve Teâlâ) korkar. Emanet işte böyledir.
İşte böyle, Müslüman emanetinde Allah’tan (Tebâreke ve Teâlâ) korkandır. Zayıf
olan, onun adaletinden umut kesmez, kuvvetli olan da onun zulmünden beslenmez.
Aksine o, bütün hallerinde kendisini denetleyen Allah’tan korkandır. Allah’ın
kendisini hesaba çekeceğini, her kural çiğneyişini ve her fesadı, her ihaneti
cezalandıracağını bilendir. Allahu Teâlâ şöyle demektedir:
“Ey iman
edenler, Allah’a ve Resul’üne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de
ihanet etmeyin.” (Enfâl Suresi 27. Ayet meali)
Sorumlu
kişiye kamu projeleri bağlandığında, projeler onun eliyle uygulandığında ve
denetimi altında olduğunda, o sorumlunun bunlar hakkında Allah’tan (Azze ve
Celle) korkması gerekmektedir. Zira o uygulayıcıları hesaba çeker, onlar ile
tartışır ve onları denetler. Talimatları onlara iyi bir şekilde tatbik eder.
Allah için denetler. Çünkü o bilir ki, bu hususta herhangi bir şekilde göz
yummak emaneti çiğnemektir. Bundan dolayı bir karşılık alırsa, ondan daha
çirkini yoktur, ondan daha kötüsü yoktur. O hak edilmeyen maldır, haramdır. Pişmanlığın
fayda vermediği gün, bundan dolayı pişman olacaktır.
Şeyh, daha
sonra rüşvet hakkında konuştu. Rüşvet nedir bilir misin? Bu, toplumda tedavi
edilemez ölümcül hastalık belası, dengeleri altüst etmek, gerçekleri
değiştirmek, zulüm, adaletsizlik ve düşmanlık oluşturmaktadır. Rüşvet, sorumlu
kimsenin; bir iş için ehil olmayan birisini görevlendirmek için, onu yerine
getirmekten aciz olduğunu ve yeterli olmadığını bildiği halde bir vazife vermek
için almış olduğu şeydir. Bu sorumlu, şunun işe gelmemesine, bunun gelmesine
göz yummak için rüşvet alır. Bu sorumlu, herhangi birinin projelerin başına
gelmesi için rüşvet alır. Görevi yapmasında, yerine getirmesinde onun ihmalkâr
ve kural bozucu olduğunu bildiği halde o kişinin hatalarına göz yumar.
Böylelikle ümmetin başına bu bela musallat olur.
Rüşvet de
dengeleri altüst eder. Yalancıyı doğru söyleyen kılar, doğru söyleyeni yalancı
kılar. Aciz olan çalışan olur, çalışan aciz olur. Bu bir beladır. Özellikle,
rüşvet tertip edildiğinde, bir Müslümanın hakkı ihmal edilir ya da bir insana
hak etmediği verilir. Hakların ihlal edilmesi ve kaybedilmesi, suçsuzların
suçlanması, suçluların temize çıkartılması genel bir ihanet ve sorumlunun
ihanetidir. Allah’tan (Azze ve Celle) korkmak ve Allah’ın denetimi kişi ile bu husus
arasına girer. Bu nedenle, seleften bazısının söylediği de rüşvettendir. Ya da
merfu olarak gelmiştir: “Kim bir kardeşinin işini yapmak için aracı olur, o da
buna karşılık bir hediye verirse, hediyeyi kabul ettiği takdirde, fâiz
kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur.” (7) Kişi, “Sana görevlendirmekte
yardım edeceğim ve sana görev veririm. Fakat senin bir ya da iki aylık maaşın
bana aittir” derse bu faizdir. Çünkü Müslümana yardım etmek vaciptir. Onun bu
malı haksız bir şekilde alması yasaktır, zulümdür ve saldırganlıktır. Önceki
hadiste gördüğümüz gibi: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüşvet
vereni de rüşvet alanı da lanetlemiştir.” (8) Şöyle söylenebilir: “Ben rüşvet
vermedim, sadece hakkım gecikti. Bu sorumlu zalimdir. Umurumda değildir, hakkım
erteleniyor, mazeretler sunmakta ve gecikmektedir. Belki de bana zarar
vermiştir. Böylece onun tuzağından kurtuluyorum.” Dedik ki: “Caiz değildir.”
Çünkü sen onu veriyorsun, o veriyor. Böylelikle biz onun rüşveti ve bâtılı
sürdürmesini sağlamaktayız. Günahı, suçu ve Müslümanlara saldırıyı artırmasını
sağlamaktayız. Aslında, onlar ile çalışmak ve onlara göz yummak çok tehlikeli
bir husustur. Vacip olan, Allah’a (Azze ve Celle) karşı takvalı olmaktır. Allah
her Müslüman’ı bütün işlerinde denetlemektedir. Bilsin ki; ihanet iğrenç bir
ahlâktır, hadiste geçtiği gibi: “Müminde her huy bulunabilir, yalan ve hıyanet
hariç.” (9) İhanet, tedavi edilmez bir hastalıktır. Bu, münafıkların
ahlâkındandır, müminlerin ahlâkından değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder