10 Aralık 2014 Çarşamba

İDARİ FESADIN VE RÜŞVETİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ TEHLİKESİ Ey iman edenler, Allah’a ve Resul’üne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.


İDARİ FESADIN VE RÜŞVETİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ TEHLİKESİ

Değerli Kardeşlerim!
“İdari fesat ve rüşvetin ve toplumdaki etkileri” hakkında bir konferansta buluşmamız oldukça önemlidir. Saygıdeğer Suudi Arabistan Genel Müftüsü, Kıdemli Âlimler Konseyi Başkanı, büyük şeyhimiz Abdülaziz b. Abdullah b. Abdul Aziz b. Abdullah Al-Şeyh’in, (Allah onu ödüllendirsin, itaati ile şereflendirsin, onu İslam’a ve Müslümanlara bağışlasın) aramızda bulunmasından mutlu olduk.
Değerli Kardeşlerim!
Bu konu oldukça detaylı ve önemli bir konudur. Allahu Teâlâ ıslahı emretmiş, fesadı nehyetmiş ve şöyle demiştir:
“…onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.” (A’raf Suresi 142. Ayet meali)
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler.” (Bakara 11) Ve şöyle buyurmuştur: “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (A’raf Suresi 56. Ayet meali)
Allahu Teâlâ, fesatçıların işlerinin geçersizliğine hüküm vermiş ve fesada ve fesat ehline nefretini bildirmiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde fesadı/bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas Suresi 77. Ayet meali)
Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.” (Yunus Suresi 81. Ayet meali)
Fesadın Türleri
Allahu Teâlâ fesada ve fesatçılara çok ağır cezalar koymuştur. Fesat manevi ve hissedilebilir olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
Manevi Fesat
Manevi fesat, Allahu Teâlâ’nın şu sözünde geçtiği gibidir:
“İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarına şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur…” (Maide Suresi 32. Ayet meali)
Hissedilebilen Fesat
Hissedilebilen fesat, Allahu Teâlâ’nın âyetinde geçtiği gibidir:
“Allah ve Resul’üne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” (Maide Suresi 33. Ayet meali)
İdari Fesat
Allahu Teâlâ tarafından yasaklanan fesat çeşitlerinden bazısı idari fesat ve rüşvettir. Bu ayrıntılı unsurları olan konuyu alıcının faydasını gerçekleştirmeyi kolaylaştıracak şekilde sunacağız. Bu unsurları konuşacağız, bunların sayesinde idari fesadın ve rüşvetin şer’i hükmünü açıklayacağız. Ondan sonra da fesadın yayılmış sebeplerini, toplumda idari fesadın yayılmasını ve etkilerini açıklayacağız. Ondan sonra da çözümünü açıklayarak bitireceğiz.
Bu mesele resmi görevler ve özel kurumlardaki görevler fark etmeksizin yayılmıştır. İnsanların çalıştıkları görevler sayesinde idari fesat ve bunun çeşitli şekilleri ve dolayısıyla da rüşvet yayılmıştır.
İdari Fesadın tanımı
İdari fesat, kamu otoritesini, kişisel çıkarlar elde etmek için kullanmaktır. Bu, kamu maslahatını kişisel maslahat elde etmek için kullanmak gibidir ve işin istenilen şekilde yapılmamasıdır.
Bunu şu şekilde de ifade etmek mümkündür; idari fesat görevle ilgili işleri şer’i ve kanuni olarak istenilen şekilde yapmamaktır. İş gereği gibi yapılmadığı taktirde bu, idari fesat kapsamına girer.
Rüşvetin tanımı



الرِّشْوة – Rüşvet; dilde الرِّشَاء- kelimesinden türemiştir. Bu, kendisi ile suya ulaşmak için kuyuya atılan iptir. Rüşvet de bir bakıma kendisi ile istenilenin meydana gelmesi için kullanılan ip gibidir. Burada, istenilen işin şeriata uygun olup almadığı fark etmemektedir. Aynı şekilde الرِّشَاء- kendisi ile kuyudan kırba ile su çıkarmaya ulaşılandır. Böylece rüşvet; insanın kendisine ait olmayan bir şeye ulaşmak için yaptığı iştir. Bunun için رِشْوة -Rüşvet denilmiştir. Dil ve bahsedilen ıstılah yönünün birleştirilme şekli böyledir.
Rüşvetin ıstılahi tanımı ise; helal olmayan herhangi bir şekilde bir makam sahibi kişi tarafından bir ödeme karşılığı bir mal almak ya da vermektir. Kim, helal olmayan bir şeyi elde etmek için makam sahibi bir kişinin yardımına karşılık bir mal alır ya da verirse, ona ıstılah anlamı bakımından rüşvet denilmesi doğru olur.
İdari fesadın ise, yukarıda zikrettiğimiz ayetler ile yasaklanmış olduğunu gördük. Şeriat fesadı/yolsuzluğu ve ifsadı/bozgunculuğu kınayarak yasaklamıştır. Deliller ışığında sabittir ki; Allah rüşvete buğz etmiş ve haram kılmıştır. Bu da Allahu Teâlâ nezdinde bu münkerin büyüklüğüne delalet etmektedir. Bunda gayret gösteren kimsenin amelini Allah (Tebâreke ve Teâlâ) geçerli kılmamıştır. Bu konudaki deliller yukarıda geçmiştir.
Rüşvetin haram oluşu ile ilgili deliller, Kitap, Sünnet ve ilim ehlinin icmasından ibarettir. Allah’ın (Azze ve Celle) kerim kitabından delil Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları yöneticilere (idarecilere veya mahkeme hâkimlerine) vermeyin.” (Bakara Suresi 188. Ayet meali)
Bununla Allahu Teâlâ, insanların mallarının batıl yolla yenilmesini yasaklamıştır.
Ey insanlar!
Rüşvet, kadılara, yargıçlara ve yöneticilerinize bazılarınızın mallarını haksızca ve günah yollarla yemeniz için mal vermenizdir. Ayeti kerimenin konuya delalet eden yönü “Batıl yolla/haksız sebeplerle yemektir.” Allahu Teâlâ şöyle demiştir:
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. O malları yöneticilere (idarecilere veya mahkeme hâkimlerine) vermeyin.” (Bakara Suresi 188. Ayet meali)
Yani aranızda hükmedenlere vermeyiniz demektir.
“Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için…” (Bakara Suresi 188. Ayet meali)
Allahu Teâlâ’nın şu sözündeki; لتأكلوا- “yemeniz için” ل-Lâm ya illetlendirmek içindir. Bu, للتعليل،أي: “İnsanların mallarını hak ile değil de batıl yollarla elde etmek için” demektir. Ya da ilim ehlinin dediği gibi sonuç “Lâm”dır. Bu, ‘Siz onu yaptığınızda insanların mallarından bir kısmını yemiş olursunuz’ demektir. Bu ayet, rüşvetin haram kılınmasına dair gayet açık bir şekilde gelmiştir. Ayrıca Allahu Teâlâ’nın Yahudileri zemm etmesini ve yermesini gösteren şu sözü de bir delildir:
“Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler… “ (Maide Suresi 42. Ayet meail)
السحت – kelimesini Hasan Basri, Mücâhid gibi tefsir imamlarının tamamı “rüşvet” olarak açıklamışlardır. Zira rüşvet Yahudilerde ilk yayılan eylemdir. Onların yolundan gidenler, onların amacını güdenler, onların ulaştıkları günaha ulaşırlar. Çünkü Allahu Teâlâ bunu onlara haram kılmıştır. Onlardan sonra gelenlere de haram kılmıştır. Bu fiilden dolayı onların zemmedilmelerinin Allahu Teâlâ’nın kitabında bulunmasında bizim için de bir uyarı ve onların üzerinde yürümüş oldukları bu davranıştan uzaklaşmaya yönlendirme vardır. Ta ki onların bulaşmış oldukları bu günah bize de bulaşmasın. Zira Allahu Teâlâ onları bundan dolayı zemm etmiştir. Bak! Allahu Teâlâ onları nasıl vasf etmiştir:
“Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler…” (Maide Suresi 42. Ayet meali)
Yahudiler bu ve benzeri fillerinden dolayı lanetlenmişlerdir. Kim onlara benzerse, onlara gelen tehdit Yahudilere benzeyene de gelir. Temiz Nebevi Sünnette de rüşvetten sakındırma vardır. Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) bu fiili yapanı lanetlemiştir. Abdullah b. Amr’dan (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüşvet vereni de rüşvet alanı da lanetlemiştir.” (1)
Evet, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüşvet verene ve rüşvet alana lanet etmiştir. Her ikisi de lanetlidir. Bu hadisi şerifte geçtiği gibi; kim bunu yaparsa, ister rüşveti alması ile ya da vermesi ile ya da bu fiilin uygulanmasında aracı olması ile bu lanetten nasibini alır. İbn-i Hazm “Meratubu’l İcma” isimli kitabında, ümmetin rüşvetin haram kılınması üzerinde icma etmiş olduğunu anlatmıştır. Bu meselenin, Allahu Teâlâ’nın kitabında, Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetinde, Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin icmasında haram kılınmış olduğunun açığa çıkması, bu günahın büyüklüğüne ve suç olduğuna delalet etmektedir. Müslümana farz olan, rüşvetten uzak durması, ona dalmaması ya da vererek, alarak ya da aracı olarak ona bulaşmamasıdır.
İdari Fesadın Türleri
Fesadın türleri hakkında daha önce bahsetmiştik. Bunlardan birisi idari fesat, yani yolsuzluktur. Fakat bu türün de bir takım çeşitleri vardır. Bunlardan üç türünü belki de en önemlilerini ele alıyoruz. Her bir türün çok sayıda şekli vardır.
1-Yönetmeliklere ve talimatlara karşı çıkmak
Çalışanın, yönetici ve sorumluların talimatlarına karşı çıkması, -şüphe yok ki- idari fesat türlerinden bir türdür.
Yönetmeliklere karşı çıkmakta konusundaki idari fesat şekillerinden biri de, iş vaktine saygısızlık ve belirlenmiş randevulara bağlı kalmamaktır. İşin vaktinin keyfi bir saatte başlaması ve onun ancak zaman geçtikten sonra teslim edilmesi bu türe girer. Bu gecikme vakti bazen bir saat ve fazlası olabilmektedir. İşte bu, idari fesattır. Çünkü o, bir görevlidir, belirli bir vakitte başlayan belirli bir biten işe karşılık maaş almaktadır. Bu vakte saygısızlık idari fesat türlerinden bir tür ya da yönetmeliklere ve talimatlara karşı çıkmak şekillerinden sayılmaktadır. İş vaktine saygısızlık, insanı görevini tek başına yapanın ayağı altına düşürür.
İdari fesat biçimlerinden biri de, işin başlangıç saatinden sonuna kadar devamlı bulunmana rağmen, mesai vaktine saygı göstermemendir. Yani gazete okumakla ya da kitap okumakla ya da bürodaki iş arkadaşlarınla konuşmakla meşgul olup, sana verilmiş olan işleri yapmayı terk etmen ya da çıkartmakla yükümlü olduğun evrakı çıkartmak gibi kamu maslahatlarından insanların ihtiyaçlarını gidermeyi terk etmen, insanları kalabalık halde sıra beklemeye mecbur edip, onların bu halini umursamamandır. Bu ise, işin vaktine saygısızlıktır.
Bunun bir yönü de, işin kendisine saygısızlıktır. Bu, sana yüklenen işi terk etmen, onun gereğini yapman gerekirken, yerine getirmeyi kabul etmemen ya da onu olması gerektiğinden başka şekilde yerine getirmendir. Hâlbuki sen, verilen işi, işin gerektirdiği şekilde yerine getirmelisin. Onu istenilen şekilde yerine getirmemen ya da reddetmen, fesat şekillerindendir.
İdari fesat aynı zamanda, amirlerin emirlerini ve talimatlarını uygulamamak, sahte mazeretler üretmek, emirlere uymamak, sahte mazeretler üretmek, bunlar için yalan yeminler etmek ve dürüst olmamaktır. Ey değerli Müslüman kardeşim! Bütün bunlar, iş yönetmeliklerine ve talimatlarına karşı çıkmaktır.
İş sırlarını açığa vurmak da idari fesat kapsamındadır. Özellikle açığa vurulan bu sırlar, kamunun maslahatlarının kendisine bağlı olduğu sözleşmeler, ihaleler, yarışmalar ve bir görev ile ilintili olduğunda, sırları açığa vurursan sen işine ihanet eden ve talimatlara karşı gelen sayılırsın. Bununla sen idari fesat yapmış olursun.
2-Yetkiyi kötüye kullanmak
Görevlinin önemi büyük veya küçük bir yetkisi olabilir. Her görevli makam bakımından diğerinden farklı olmaktadır. Fakat bu yetki, kötüye kullanıldığında bu idari fesattan sayılmaktadır. Bunun farklı şekilleri vardır:
Yetkiyi kötüye kullanmak şekilleri
Yetkiyi kötüye kullanma şekillerinden birisi, kamu mallarını kişisel maslahatlar için kullanmaktır. Bilinir ki; görevli bakan, müdür ya da bölüm başkanı gibi büyük bir sorumlu olabilir. Kendisinde çalıştığı kuruma ayrılmış araçlar ve bazı kamu malları da bağlanmış olabilir. Başkanlığı altında işçiler, memurlar ya da daktilo veya kameralar ya da çeşitli başka aletler olabilir. Kimi zaman, bu sorumlunun yanında bulunan emanetleri kötü kullanmakta olduğunu, onları kişisel çıkarları için kullandığını görmekteyiz. Mesela bu kişiler, iş için tahsis edilen aracını çocuklarını okullarına götürmek ya da evinin ihtiyaçlarını pazardan temin etmek için kullanmaktadır.
Aynı şekilde, müdür ya da yönetici olarak çalıştığı kurumda yetkisi altındaki işçileri kendi şahsi çıkarları için kullanmaktadır. Mesela işçi, müdürünün günlük ihtiyaçlarını karşılamak için pazara gitmekte, müdürü için bir devlet dairesine başvurmakta veya benzeri işler yapmaktadır. Hâlbuki onlar, yalnızca kurumdaki işleri yapmak için görevlendirilmişlerdir. İşte bu da, kişisel çıkarlar elde etmekte kamu yetkisini kötüye kullanmaktır.
Yetkiyi kötüye kullanma şekillerinden birisi; yetkilinin, tasarrufu altındaki daktilo veya kameraları mal elde etmek için meşgul etmesi, onlarla alâkalı mürekkep, zarf ve kalemleri kullanmasıdır. Bu hususlar tek tek saymakla bitmez ve oldukça geniş kapsamlıdır. İnsanların çoğu geniş kapsamlı bu kapıdan girmeyi hoş karşılamaktadır. Kimi insanlar, sorumlu veya başkan olduğu müddetçe istediği gibi tasarrufta bulunma hakkı olduğunu zannetmektedir. İşte bu da yetkiyi kötüye kullanmaktır.
Yetkiyi kötüye kullanma şekillerinden birisi de; halk arasında “kayırma” olarak isimlendirilendir. Kayırma, yetkili kişinin yetkisini, uygunluğu ve yeterliliği olmayan yakınlarının ve tanıdıklarının atanmasında, bu vasıtalar sayesinde onları daha uygun ve daha yeterli olanın önüne geçirilmesinde kullanması ve sorumlunun etki gücü ile tanıdıkları için başka devlet organlarında da aracı olmasıdır. Yani onlar için kendi kurumunda bir şey olmadığında üzerlerinde biraz etki ya da yetki sahibi olduğu başka kurumlarda onlar için aracı olmasıdır. Bu kurumlardan yakınlarına ya da tanıdıklarına iş verilmesini talep eder ki; bu olmamalıdır. Kim yeterliliği olmayan bir kişiyi bu göreve daha yeterli ve hak sahibi olan birisinin önüne geçirirse Allah’a, (Azze ve Celle) Resul’üne (sallallahu aleyhi ve sellem) ve müminlere ihanet etmiş, işi ehline teslim etmemiştir.
Yetkiyi kötüye kullanma şekillerinden biri de kurum ya da bakanlık bütçesini belirlenen hususta kullanmamaktır. Kurumlar için ayrılmış olunan bütçe ya da bütçeler belirli bölümlere ve öğelere göre hazırlanır. Bu fonların ödenmemesi, yetkiyi kötüye kullanmak sayılmaktadır. Bakanlık ya da kurum bütçesini kendisi için belirlenmiş olunan çerçevenin dışında kullanmak, yetkiyi kötüye kullanmaktır.
Bir başka fesat türü de, hak ediş için yalan ve sahte harcama emirleri getirmek ve tutanaklar hazırlamaktır. Bu hususta kişi; “biz fondan şöyle bir harcama yaptık, falancanın işi için şu kadar ödeme yapıldı” şeklinde bir açıklama yapar. Gerçekte ise bu paranın kendisine ayrıldığı öyle bir şey yapmamış, mesela sahte projeler yapıp onlar için bütçe çıkartmıştır. Gerçekte ise bu proje sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Bu yetkiyi kötüye kullanmak sayılmaktadır. Hatta bu, idari yolsuzlukta sağlam bir temeldir. Ümmetin malı alınmakta ve hak olmayan alanda harcanmaktadır. İnsanlara da şuraya buraya harcandı diye sunulmaktadır. Neticede ise bir şey yoktur. Para gerçekten harcanmıştır, fakat olması gereken yere değil. Özellikle böylesinin, tedavi edilemez hastalığın yaygın olduğu toplumlarda ciddi sonuçları vardır.
Yetkiyi kötüye kullanma şekillerinden birisi de; sözleşmelerin ve ihalelerin maliyetlerini olduğundan fazla göstermek ve masrafları ancak belirli bir miktar olan bazı projelerin bütçesinin manipülasyonudur. Masraf şu kadar oldu, durum şunu gerektirmektedir, fiyatlar şöyle yükseldi diye hile yapılır. Öyle ki projenin mesela beş yüz milyon ya da fazlası tuttuğu gösterilir gerçekte ise ondan daha az tutmuştur. Buraya şuraya bir şeyler koyup üstünü örten ve yerini kendisinin bildiği kimseler vardır. Bütün bu kişiler, görevlerini ve yetkilerini kötüye kullananlardır. Ayrıca bu, en büyük idari yolsuzluk çeşitlerindendir. Çünkü bu, yetkiyi kötüye kullanmaktır. Bu öncesinden farklıdır. Çünkü öncekinde içinde sahteliklerin olduğu sözleşme ve ihaleler vardır. Onlar için bir meblağ çıkartılır. Bu türde ise gerçekten yapılacak olan projeler üzerinde sözleşmeler vardır. Fakat sözleşmede ve bentlerde bahsedilen o vasıflar yerine getirilmez. Bundan dolayı da miktarın yükseltmesi oldukça yüksek meblağa ulaşır. Hâlbuki uygulayıcı, bu büyük miktardan ancak az bir kısmını kullanmaktadır.
Yetkiyi kötüye kullanma şekillerinden birisi de, lüks ofisler, görkemli binalar kurmakta ve propaganda kutlamaları düzenlemekte, tebrikler ve taziyeleri gazetelerde, dergilerde, televizyon kanallarında ve diğer medya organlarında yayınlayarak harcama yapmakta kamu malını israf ve savurganlıkta kötüye kullanmaktır. Bütün bunlar, kişileri parlatmak, yükseltmek ve başkalarını horlamak için ya da daire ve ofis başkanına ihtişam kazandırmak için yapılmaktadır. Görkemli ofislerinin ve güvenlik korumalı girişlerinin olması, onun ihtiyaç sahiplerine uzak olmasının sebeplerinden olmaktadır. Bütün bunlar, kalplerinde böylesi şeyler kabul bulan kimseleri şeytanın kendisi ile yönlendirmesidir. İşte bunlar, yetkiyi kötüye kullanmaktır.
3-Almak ve vermek bakımından rüşvete adım atmak
İdari fesat türlerinden biri de alarak ya da vererek rüşvete adım atmak, kamu malından çalmak ve dolandırıcılıktır. Bu üç tür; rüşvet, kamu malından çalmak ve dolandırıcılıktır.
Rüşvet yasal olmayan maldır. Bunun haram olduğuna dair Allah’ın (Tebâreke ve Teâlâ) kitabından, Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetinden ve ümmetin icmasından delillerin açıklaması yukarıda geçmiştir. Rüşvet, idari fesat türlerinin açık görünen türüdür. Ayrıca bu, insanların mallarını bâtıl yolla yemektir, bu da idari fesattır. Bu, bir toplumda yayıldığında, o toplumda barış azalır. Çünkü insanların hakları kaybolur. Bununla insanların çoğu haram ile doyar. Beyhaki’nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçmektedir: “Bilmiş ol ki, haramdan gıdasını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” (2) Ateşten ve cehennemden, ona yaklaştıran söz ve amelden Allah’a sığınırız.
Kamu malından çalmak; başına bir musibetin geldiğini, bunun şöyle veya böyle olduğunu iddia edip, filancayı ve falancayı şahit getirmek gibidir. Belki bununla ilgili bir sahte belge de ortaya konulmuş sonra onunla da mal elde edilmiştir. İşte bu, kamu malını çalmaktır. Bazen mülkiyetinde belirli bir miktar olur fakat onu, içerisinde hile ve dolandırıcılığın olduğu bir yol ile kamu malından çalmıştır. Bunu da falanca miktarın filanca yere harcanmış olduğunu gösteren belgeler ve makbuzlar getirerek yapmıştır. Bunlar da genellikle yakıtlar gibi yok olan hususlarda olur. Bu, kamu malından çalmaktır. Aynı şekilde; belgelerde sahtecilik/dolandırıcılık da az önce bahsettiğimiz gibidir. Bu, mahkemelerden belge çıkartmaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için yalancı şahit getirilir. Yalancı şahitlik, haram malı yemektir. Bunu aralarında paylaşırlar. Bu ise, Allahu Teâlâ’nın gadablandığı hususlardandır. Bu günah ve taşkınlıkta yardımlaşmaktır, iyilik ve takvada yardımlaşmak değildir. Bu husus, ümmette yayıldığında marazı büyük olur, tedavisi de yapılamaz hale gelir. Onun tedavisi için âlemlerin Rabbinin merhametine ihtiyacımız vardır. Bu idari fesat ve ondan olan bu bahsettiğimiz türlerin meydana gelmelerinin bir sebebi yok mudur? Yani bu idari fesadın meydana gelmesi ve insanlar arasında yayılması, onları hazırlayan ve varlığına teşvik eden, toplumlarda yayılmasına yardım eden sebepleri yok mudur? Gerçekte bunların sebepleri kuşkusuz vardır.
İdari Fesadın Sebepleri
İdari fesadın sebeplerinden biri, takvanın caydırıcı gücünün zayıflığıdır. Kimin imanı zayıflarsa, takvası da zayıflar. O kişiye musibetlere, isyanlara ve büyük günahlara dalması önemsiz gelir. Bu nedenle kim takvalı ise, bu haramlara düşmekten uzak olmaya daha yakın olur. Çünkü gerçeğinde takva, kul ile Allah’ın azabı arasına bir koruma oluşturur. Bu koruma Allahu Teâlâ’nın kitabındaki ya da Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) lisanındaki emirlerine bağlanmak, kitabındaki ve Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) lisanındaki nehiylerinden sakınmaktır. Takvanın caydırıcı gücünün zayıflığı, böylesi fesadın varlığına ve yayılmasına yol açan hususlardandır.
İkinci sebep ise; emanetin ve eminliğin zayıflamasıdır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şu sözünde emanetin öneminin ne kadar büyük olduğunu açıklamıştır: “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey emanettir, sonra kaybedeceğiniz şey ise namazdır.” (3) Allahu Teâlâ emanete çok büyük önem vermiştir. Onu göklere ve yere sunmuştur fakat onlar onu yüklenmeyi kabul etmemişlerdir.
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb Suresi 72. Ayet meali)
Kişide eminliğin zayıflaması, onun bu hususu küçümsemesini sağlar ve bu yanlışın içine düşürür.
Ayrıca idari fesadın yayılması sebeplerinden biri de görevliye verilen maaşın ve imtiyazın azlığıdır. Bu onun için mubah kılıcı değildir. Fakat takvanın zayıflığı gibi onu da belirtiyoruz. Bu da sebeplerden biridir. Her ne kadar biz, Müslüman’ın takva zaafının olmasını onaylamasak da idari fesadın yayılmasına götüren sebepleri belirtiyoruz ki tedavi araçlarına geldiğimizde bu derdin tedavisinde payı olabilecek şeyi hatırlayalım. Ücretlerin ya da işlerin karşılığının azlığı, belki de nefsi itebilir ve zayıf düşürebilir. Böylece insan kendisine helal olmayanı, hakkı olmayanı alır. Bundan dolayı diyoruz ki; ücretlerin zayıflığı ve azlığı mubah kılıcı değildir. Fakat bu sebep de olsa, Müslüman’ın Allah’a (Azze ve Celle) karşı takvayı kendisi ile haram arasına engel oluşturması gerekir. Müslüman bilmelidir ki, azda bereket vardır, helal bereketi gideren haramdan hayırlıdır.
Sebeplerden biriside, meşru olmayan yolla da olsa zenginlik elde etmeye rağbettir. Bazı insanlar, hırsları ve isteklerinden dolayı en kısa zamanda zengin olmaya gayret gösterirler. Bu tamah önüne dikildiğinde onu her araçla elde etme yolunda çalışırken haramı önemsiz görür ve haram araçları önemsemez. Ona göre eline düşen her şey helaldir. İster helal yoldan, ister haram yoldan fark etmez. Müslüman bunu yapmamalıdır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Salih adam için sâlih/meşru mal ne güzeldir.” (4)
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur…” (Bakara Suresi 198. Ayet meali)
“Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır…” (Bakara Suresi 197. Ayet meali)
Takvanın bir yönü de kazancın helal olmasıdır. Mal temin ettiğinde şüphesiz bu seni güçlendirir; Fakat senin bu mala ulaşman meşru araçla olmalıdır. Çünkü helal elinde helal olan değildir. Helal Allah’ın sana helal kıldığıdır.
İdari fesadın yayılması sebeplerinden biri de, bağlanan görevleri yerine getirmekteki isteksizliktir. İnsanların bazısı, üşenir bir iş ile görevlendirilmek istemez, bu görevlerden kurtulmak ister. O halde neyi takip eder? Hiç şüphe yok ki devamsızlık yapmak gibi meşru olmayan yolları takip eder. Kendisine emir verilerek bir görev atandığında onun başkasına kaydırılmasına çalışır. Böylece onun kendisine yüklenilmiş vazifeleri yerine getirmemeye çalıştığını görürüz. Bu, işe ayrılmış zamanı başka kişisel çıkarlarını yerine getirmekte geçirmek için görevleri yerine getirmekten kurtulmak gibi onun tembelliğinden veya tamahtan da olabilir. Mesela, zimmetindeki bir işi yapmakla meşgul olduğunu, sonra da onun başka bir odadan ayrılmadığını görürsün. Orada bir kişiye ait bir araştırmanın baskısını yapmaktadır. Bu araştırmayı yazdırmak için ondan mesela beş riyal, on riyal almakta ve daima başka şekilde meblağ elde etme tamahı ile görevleri yapmaktan kurtulmaya çalışmaktadır. İşte bu da idari fesadın sebeplerindendir.
İdari fesat sebeplerinden birisi de tamahkâr olmaktır. Nefislerin çoğunda tamahkâr olmaya onay vardır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlu için iki vadi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tövbe edenleri affeder.” (5) Tamah ve hırsın onun gözü önünde durduğunu görürsün. İnsanın hakkı olduğu şeye tamah etmesi meşrudur. Bu, yasaklanan tamah değildir. İnsan kendisine ait olmayana tamah edip onunla övünmek ve doymak isterse iki yalan elbise giymiş kimse gibi olur. Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dediği gibi: “Kendisine verilmeyen şeyle doyan kimseye iki yalan elbise giydirilmiştir.” (6) Nefislerin çoğunda tamahın olması idari fesadın meydana gelmesinde sebep sayılmaktadır. Bu da o fesadın varlığı ve ümmette yayılmasının sebeplerinden biri olmaktadır. İşte bunlar idari fesadın sebepleri belki de en göze çarpanları ve en önemlileridir.
İdari fesadın sebepleri bunlar olunca, ümmete baskın olduğunda, hâkim ve yaygın olduğunda bu fesadın etkileri ne olur?
İdari fesadın fert ve toplum üzerinde birçok menfi etkisi vardır. Fert, toplumdaki yıkım ve tahribatın bir parçası ve haram yiyenlerden olur. Ona ait bir dua dinlenilmez. Meşru olmayan yoldan oluşan herhangi bir mala ateş/cehennem daha yakındır. Onun elinde malın çoğalmış olduğunu görürsün, fakat zenginlik kalbinden uzaklaşmıştır. Allahu Teâlâ ona kalp fakirliğini musallat eder. Bu, kendisine helal olmayanı alanların çoğunda mevcuttur. Dünyaları çoğalır, bankalardaki paraları artar. Bununla birlikte, gönül huzuru ve zihin rahatlığı bakımından durumları kötüdür, hatta çok kötü durumdadırlar. İşte bu, hak yoldan sapanlar için Allahu Teâlâ’nın vaat etmiş olduğu “sıkıntılı hayat” tır.
Toplum ve ümmet üzerindeki kötü etkisine gelince; bu, devlet gelirlerinin azlığında açığa çıkar. Zira hükümet kendisine ait gelirlerin büyük bir miktarını bu pis marazdan dolayı kaybetmektedir. Buna şu vergilerin toplanması örneğini verebiliriz. Bu vergiler, ister ithalat vergisi olsun ister ise kanuna aykırılık durumlarında alınan cezalar şeklinde olsun fark etmez. Yaptırımlar listesinde şunlar belirlenmiş olabilir; kim şunu yaparsa cezası şöyledir ya da şu miktarda para cezası ödemesi gerekir. İdari fesat, bu yaptırım listelerinin uygulanmaması boyutuna vardığında, bu meblağı hükümet elde edemez. Zira bu meblağ, aracılar ya da prestij yoluyla sahiplerine geri verilir. Ya da özel maslahatlar için cebe atmak yoluyla devleti bundan mahrum bırakırlar. Bu bir yöndür. Tahsilat işlerini yürütenler rüşvet aldıklarında, özellikle de devletin bu vergilere ihtiyacı olduğunda şüphesiz ki devlet bundan zarar görür. Bu da hazinedeki meblağın az olmasına götüren hususlardandır.
İdari fesadın toplum üzerindeki etkilerinden biri de, topluma ait ekonomik büyümenin düşmesidir. Zira yatırım oranları düşer ve yatırım oranları düşünce bölgesel üretim düşmüş olur. Ekonomi durur ve büyümesini de kaybeder. Ekonomi büyümesini kaybettiğinde ise bunun menfi etkisi, içinde yaşadığımız toplumda açığa çıkar.
Bunun kötü etkilerinden biri de zengin ile yoksul arasındaki uçurumun genişlemesidir. Nitekim Allahu Teâlâ insanların bir kısmının bir kısmına iş gördürmesine hükmetmiştir.
“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhrûf Suresi 32. Ayet meali)
Kimi insan, mal bakımından zengin, kimi insansa mal bakımından fakirdir. Bir başkası bedeni sıhhati ve iş gücü bakımından zengindir. Fakat bir diğeri fakirdir ve bu işi yapamaz. Bazı insanlar, fikir, buluş ve yenilikler bakımından zengindir veya zayıftır bir şey yapamaz. Allahu Teâlâ bu kulları birbirlerine iş gördürür kılmıştır. Ta ki böylelikle kâinatın imarı sağlansın. İnsanlar birbirlerine muhtaçtırlar, aralarında dayanışma olması gerekir. Bu dayanışma kötüleştiğinde günah ve taşkınlıkta dayanışmaya dönüşür. İyilik ve takvada dayanışmanın kaybolmasından dolayı kötü sonuçlar ortaya çıkar. Zenginler ve fakirlerde tabakaların olması gibi, Allahu Teâlâ’nın insanlar arasındaki hükmü kaybolur. Kimi insan zengin, kimi orta halli kimi ise fakirdir. Bir toplumda zenginler de olur, fakirler de olur. Fakat orta halliler tabakası daha çok olmalıdır. İşte bu, iyi ve başarılı bir toplumdur. Çünkü insanların çoğu orta hallidir. Onların çok azı fakir ve çok azı da zengindir. Fakirlerin üzerinde zenginler ve orta hallilerin bir kısmı bulunur. İnsanlar arasındaki fark kapanır. Böylece, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık kalplerden uzaklaşır. İdari fesadın yaygın olduğu, malların olması gerekenin dışında harcandığı ve haramla muamelenin açığa çıktığı durumda ise orta tabaka yok olur, zengin daha da zenginleşir, fakir de daha fakirleşir. Toplumda fakirlik dairesi genişlediğinde neticesi ne olur? Netice şüphesiz ki güven ve güvenliğin olmamasıdır. Suçlar, saldırıların taşkınlıkların ortaya çıkması artar. Bütün bunlar birçok zararına işaret ettiğimiz idari fesat kapılarının ardına kadar açılması sebebiyledir.
İdari Fesadın Tedavisi
İdari fesadın ortadan kalkmasına, yok olmasına ya da yayılmamasına ve varlığının azalmasına katkısı olabilecek çözüme/tedaviye geldiğimizde, bunların en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz; insanları Allahu Teâlâ’ya karşı takvalı olmaya ve ondan korkmaya teşvik etmek bir tedavi yöntemidir. Ayrıca, Allahu Teâlâ’nın denetiminin mükemmelliğini, ondan hiçbir şeyin gizli kalmadığını açıklamaktır. Bu husus; camilerde vaizler tarafından, gazeteler, televizyonlar, radyolardan oluşan basın organları tarafından, eğitimciler ve öğretmenler tarafından, konferans ve seminer vb. verenler tarafından yayılmalıdır.
Aynı şekilde insanları emanete riayet etmeye teşvik etmek ve onun çok önemli bir husus olduğunu açıklamaktır. Allahu Teâlâ’nın ona büyük önem verdiğini açıklayan şu sözünde olduğu gibi:
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler.” (Ahzâb Suresi 72. Ayet meali)
Ayrıca insanları ihanetten kaçınmaya teşvik etmek ve onun akıbetinin kötülüğünü açıklamaktır. Allahu Teâlâ’nın şu sözünde olduğu gibi:
“Ey iman edenler, Allah’a ve Resul’üne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.”(Enfâl Suresi 27. Ayet meali)
“Allah size mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder.” (Nisâ Suresi 58. Ayet meali)
Emanet ehline verildiğinde bu ihanetten kaçınmak olur.
Tedavi yöntemlerinden biri de işin miktarına ve işçinin ihtiyacına göre, ücret ve hak edişleri vermekte adaletli olmaktır. Bu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Öyle ki insan başkalarının elinde olana bakma gereği hissetmesin. O halde adalet, olması gereken bir husustur. Gelir ve ücretler, görevlinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde olduğunda ve onu insanların elinde olana bakmaktan kurtardığında bu, fesadın ortadan kalkmasına sebep olur.
Tedavi yöntemlerinden biri de, görevliler arasında insafta, daha uygun ve iyi olanı öne geçirmekte adaletli olmak, kabileye ve benzeri diğer hususlara göre değerlendirmelere ve kişisel yönlere bakmamaktır. İşe en uygun kişilerden olduğunu bildiği birisini kabul etmeyen kimse Allah’a, (Tebâreke ve Teâlâ) Resul’üne (sallallahu aleyhi ve sellem) ve müminlere ihanet etmiştir.
Tedavi yöntemlerinden birisi de; manevi organlar ve özellikle denetim organları tarafından ciddi denetim ve izlemedir. Denetim organları denetimlerinde ciddi olduklarında bunu gerçekleştirmek için kendileri için araçlar hazırlarlar. Bu da, Allah’ın izniyle, tedavisi olmayan fesat hastalığının ortadan kalkmasının etkenlerinden sayılmaktadır. Bu denetim organlarına görevlerini kolayca gerçekleştirmek için yetkiler verilmelidir.
Tedavi yöntemlerinden biri de; fesat türlerinden birini yaptığı tespit edilen herkese suçuna göre cezaların uygulanması ve bunun da iltifat, kayırma ve göz yumma olmaksızın başkalarını caydırmak için ilan edilmesidir. Allah (Tebâreke ve Teâlâ) Kur’an ile engellemediğini sultan ile engeller. Takvanın ve emanetin yayılması, insanları Allah (Tebâreke ve Teâlâ) ile korkutma olmadığı zaman, ya da bu konu az ciddiye alındığında, bunu sultanın/otoritenin engelleyicisi tamamlar. Denetim organları yetkileri ve dikkatli takipleriyle devreye girerler. Daha sonra yargı organları hükümler koyarak ve sonra da bu hükümleri uygulayarak ve insanlara ilan ederek yürütme organları devreye girer. Ta ki insanlar, bu fesat ve büyük beladan emin ve güvenlik içinde yaşasınlar. Allah (Tebâreke ve Teâlâ) sevdiği ve razı olduğu hususta bizi başarılı kılsın, bize düzgün yolu göstersin, işimiz için koruma kıldığı dinimizi bize düzgün kılsın. Yöneticilerimizi razı olduğu hal üzere ıslah etsin. Allah’ın salâtı, selamı ve bereketi peygamberimize, ailesine ve bütün sahabesine olsun.
Suudi Arabistan Müftüsü Şeyh Abdülaziz bin Abdullah Âl Şeyh’in Yorumu
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla
Hamd Allah’a mahsustur. Allah’ın salâtı, selamı ve bereketi, Allah’ın Resul’ünün, (sallallahu aleyhi ve sellem) ailesinin, bütün sahabelerinin, tabilerin ve din gününe kadar güzellikle onlara tabi olanların, sözü işitip en güzeline tabi olanların üzerine olsun.
“İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer Suresi 18. Ayet meali)
Aslında, İmam Muhammed b. Suud Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Sünnet Bölümünde Profesör olan Sayın Şeyh Muhammed b. Abdullah Al-Fuhayd tarafından size sunulan bu konferans nadir bir konferanstır. Şunu söylememe izin veriniz; bu, bu yönde en önemli konferanslardan birisidir ve vakıaya dokunan bir konferanstır. Ayrıca, dağıtılmaya ve her idari sorumlunun fark etmesine değerdir. Çünkü bu konferans, hastalığı belirlemiş ve dermanı ve tedaviyi de açıklamıştır. Rüşvet ile birlikte çeşitli şekillerde olan idari fesadı tedavi etmiştir. Bunlar, Müslümanın özellikle, Allah’ın (Azze ve Celle) yardımı ve başarılı kılması ile bu sonuçlardan kurtulmayı uman sorumlunun ihtiyaç duyduğu çok önemli hususlardır. Bu yararlı konferanslara önem verilmeli, özen gösterilmeli ve bunlar yaygınlaştırılmalıdır. Onlardaki hayır ve içerdikleri barışçıl yönlendirmeler ve değerli öğütler açıklanmalıdır. Allah’ın (Azze ve Celle) saadetini dilediği kimseler bunlardan faydalanırlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zâriyât Suresi 55. Ayet meali)
İlgilendiğimiz “İdari Fesat ve Rüşvetin Hükmü” başlığı iki büyük konudur ve ikisi arasında çok bağlantı vardır. Bunların her birisi ayrı ayrı ele alınabilir. Fakat genellikle ikincisi, birincisinin bir parçasıdır. İkisinden birisi diğerini çeker. Her ne kadar bir kısmı müstakil olabilse de Allah (Azze ve Celle) başarılı kılsın.
Şeyh, idari fesat hakkında konuştu. Konuya başlamadan önce Allahu Teâlâ’nın şu sözü ile açılış yaptı:
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin.” (Nisâ Suresi 29. Ayet meali)
Allahu Teâlâ bizi birbirimizin malını bâtıl yolla yemekten sakındırmıştır. Bazımızın bazısının malını bâtıl yolla yemesi haram kılınmış bir husustur. “Bâtıl” çeşitli haramları kapsamaktadır; hırsız, malı bâtıl yolla yiyendir. Zorla alan malı bâtıl yolla yiyendir. Hakları inkâr eden, malı bâtıl yolla yiyendir. İnsanlara haklarını vermeyen malı bâtıl yolla yiyendir. Bütün bunlar, bu ayetin genel oluşuna dâhil olmaktadır. Şeyh daha sonra emanet konusu hakkında da konuştu. Emanet ve emaneti istenilen şekilde vermek, kulu idari fesadın türlerinden, rüşvetten ve ona bağlı hususlardan kurtarır. Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi emreder.” (Nisâ Suresi 58. Ayet meali)
Ehline verilen emanet nedir? Emanetler gibi bir yere emaneten bırakılan haklardır. Fakat ehline emanet ettiğimiz kamu hakları vardır. Bunları hak edenin sorumluluğunu taşımaktayız. Onları taşıyanlara sorumluluk yüklemekteyiz. Kendilerine ehil olan kimseye önemli işleri yüklemekteyiz. Bunda nesebi, akrabalığı, dostluğu, iltifatı, maddi tamahı dikkate almayız. Bütün bunları dikkate almayız. Biz sadece
“…emanetleri ehli olanlara vermenizi…” (Nisâ Suresi 58. Ayet meali) dikkate alırız.
Onları nasıl veririz? İdareden sorumlu olan kimse, işlere aday olunduğunda emaneti onlara layık kişilere verir. Her alanda ona ehil olan, işi istenilen şekilde yapması umulan kimse çıkar. Emanet veren kimse, elinde çeşitli noksanlıklar olduğunda Allah’tan (Azze ve Celle) korksun. Onları sağlam yere bağlasın, onu iltifat olmaksızın daha iyi uygulama kudretine sahip olduğunu gördüğü kimseye emanet etsin. Emanet veren kimse, görevlinin hakkını noksansız değerlendirendir. Başarısız olduğunu bildiği halde ona iyi rapor vermez. Kendisi ile uyumlu olmamasından dolayı güçlü kuvvetli kimseyi mahrum etmez. Emanet veren kimse, gözlerinin önüne Allah (Azze ve Celle) korkusunu ve gözetimini koyar:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, bükerseniz yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ Suresi 135. Ayet meali)
Emaneti veren kimse, görevlilerinin işe devamlarını denetler, çıkarından dolayı bir kişiye göz yummaz, kendisinden uzak durmalarından dolayı da diğerlerine şiddetli olmaz. İşleri iki kısma ayırıp bazısına gücünün üstünde yüklemez, bazısına da başka gerekçelerden dolayı işin bir parçasını vermez. Emaneti veren kimse, işte bulunması ve yerine getirmesi bakımından zaman hususunda görevlisini hesaba çeker. Onlarla birlikte sağduyulu olur, onlara karşı merhametli ve şefkatli olur. Fakat hakları gerektiği şekilde verir. Emaneti veren kimse, her durumda, kamu malı olan ve kullanması kendisine caiz olmayan maddi hususlarda Allah’tan korkandır. Allah’tan korkar, makamını filancaya ve falancaya özel ihtiyaçlarını karşılattırmak için kullanmaz, özel ihtiyaçlarını karşılattırmak için kamu araçlarını da kullanmaz.
Emanet esası üzerine değil de hevâ esası üzerine terfi ettiren, uzaklaştıran, engelleyen, veren kimseye yaptığı bu iş helal değildir.
Aynı şekilde gerçekleri ters yüz eden, bütün hallerinde Allah’tan korkmayan kimsenin cinayetleri ve davaları araştıran kimse gibi, hevadan soyutlanmış ve benlikten soyutlanmış olarak araştırma yapması gerekir. Araştırma ve raporları yukarıya sunarken sadece Allah’tan (Tebâreke ve Teâlâ) korkar. Emanet işte böyledir. İşte böyle, Müslüman emanetinde Allah’tan (Tebâreke ve Teâlâ) korkandır. Zayıf olan, onun adaletinden umut kesmez, kuvvetli olan da onun zulmünden beslenmez. Aksine o, bütün hallerinde kendisini denetleyen Allah’tan korkandır. Allah’ın kendisini hesaba çekeceğini, her kural çiğneyişini ve her fesadı, her ihaneti cezalandıracağını bilendir. Allahu Teâlâ şöyle demektedir:
“Ey iman edenler, Allah’a ve Resul’üne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.” (Enfâl Suresi 27. Ayet meali)
Sorumlu kişiye kamu projeleri bağlandığında, projeler onun eliyle uygulandığında ve denetimi altında olduğunda, o sorumlunun bunlar hakkında Allah’tan (Azze ve Celle) korkması gerekmektedir. Zira o uygulayıcıları hesaba çeker, onlar ile tartışır ve onları denetler. Talimatları onlara iyi bir şekilde tatbik eder. Allah için denetler. Çünkü o bilir ki, bu hususta herhangi bir şekilde göz yummak emaneti çiğnemektir. Bundan dolayı bir karşılık alırsa, ondan daha çirkini yoktur, ondan daha kötüsü yoktur. O hak edilmeyen maldır, haramdır. Pişmanlığın fayda vermediği gün, bundan dolayı pişman olacaktır.
Şeyh, daha sonra rüşvet hakkında konuştu. Rüşvet nedir bilir misin? Bu, toplumda tedavi edilemez ölümcül hastalık belası, dengeleri altüst etmek, gerçekleri değiştirmek, zulüm, adaletsizlik ve düşmanlık oluşturmaktadır. Rüşvet, sorumlu kimsenin; bir iş için ehil olmayan birisini görevlendirmek için, onu yerine getirmekten aciz olduğunu ve yeterli olmadığını bildiği halde bir vazife vermek için almış olduğu şeydir. Bu sorumlu, şunun işe gelmemesine, bunun gelmesine göz yummak için rüşvet alır. Bu sorumlu, herhangi birinin projelerin başına gelmesi için rüşvet alır. Görevi yapmasında, yerine getirmesinde onun ihmalkâr ve kural bozucu olduğunu bildiği halde o kişinin hatalarına göz yumar. Böylelikle ümmetin başına bu bela musallat olur.

Rüşvet de dengeleri altüst eder. Yalancıyı doğru söyleyen kılar, doğru söyleyeni yalancı kılar. Aciz olan çalışan olur, çalışan aciz olur. Bu bir beladır. Özellikle, rüşvet tertip edildiğinde, bir Müslümanın hakkı ihmal edilir ya da bir insana hak etmediği verilir. Hakların ihlal edilmesi ve kaybedilmesi, suçsuzların suçlanması, suçluların temize çıkartılması genel bir ihanet ve sorumlunun ihanetidir. Allah’tan (Azze ve Celle) korkmak ve Allah’ın denetimi kişi ile bu husus arasına girer. Bu nedenle, seleften bazısının söylediği de rüşvettendir. Ya da merfu olarak gelmiştir: “Kim bir kardeşinin işini yapmak için aracı olur, o da buna karşılık bir hediye verirse, hediyeyi kabul ettiği takdirde, fâiz kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur.” (7) Kişi, “Sana görevlendirmekte yardım edeceğim ve sana görev veririm. Fakat senin bir ya da iki aylık maaşın bana aittir” derse bu faizdir. Çünkü Müslümana yardım etmek vaciptir. Onun bu malı haksız bir şekilde alması yasaktır, zulümdür ve saldırganlıktır. Önceki hadiste gördüğümüz gibi: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüşvet vereni de rüşvet alanı da lanetlemiştir.” (8) Şöyle söylenebilir: “Ben rüşvet vermedim, sadece hakkım gecikti. Bu sorumlu zalimdir. Umurumda değildir, hakkım erteleniyor, mazeretler sunmakta ve gecikmektedir. Belki de bana zarar vermiştir. Böylece onun tuzağından kurtuluyorum.” Dedik ki: “Caiz değildir.” Çünkü sen onu veriyorsun, o veriyor. Böylelikle biz onun rüşveti ve bâtılı sürdürmesini sağlamaktayız. Günahı, suçu ve Müslümanlara saldırıyı artırmasını sağlamaktayız. Aslında, onlar ile çalışmak ve onlara göz yummak çok tehlikeli bir husustur. Vacip olan, Allah’a (Azze ve Celle) karşı takvalı olmaktır. Allah her Müslüman’ı bütün işlerinde denetlemektedir. Bilsin ki; ihanet iğrenç bir ahlâktır, hadiste geçtiği gibi: “Müminde her huy bulunabilir, yalan ve hıyanet hariç.” (9) İhanet, tedavi edilmez bir hastalıktır. Bu, münafıkların ahlâkındandır, müminlerin ahlâkından değildir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder