30 Temmuz 2015 Perşembe

İSRAİL''İN ALAMUT''U NASIL YIKILIR? ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin ve diğer sessiz kalan şeytanların ve hatta özellikle BM''nin meydana getirdiği bir ruhtur, zihniyettir, sistemdir. İslam dünyasının parçalanmış ilişkilerinden istifade yıllar yılı güçlenmiştir. Dünyadaki savaşın kaybeden tarafı, kazanan tarafa karşı yitik ve güçsüz yaşadığından dolayı bu gidişata dur diyememiştir

 İsrail in Alamut u nasıl yıkılır?
Eğer bir çözüm olacaksa,İsrail devleti olmaması gerekir.

Alamut, gönderinde terör bayrağı olan, varlığı ile kimilerince tehdit telakki edilen bir kale idi… Alamut, kaleden de öte, ulaşılması zor, konumu üstün ve küre-i arzı tepeden izleyen adeta bir ''mobese'' idi… Alamut, bir inancın muhafazası için güçlü kalkandı… Ve Alamut, barındırdığı ''katil ve sapkınları'' dünya sistemine meydan okuyarak koruyordu… Ama Alamut, bugün yıkıldı, yok oldu; her fani gibi o da ölümü tattı…
Artık Alamut yok ama şahs-ı manevisi/ruhaniyeti atmosferde hissediliyor. Alamut Kalesi''nin efendisi ''Dağ''ın Şeyhi'' Hasan Sabbah''ın liderliğindeki terör çetesi, bölge ülkeler ve özellikle Türkler için tehdit unsuru idi. ''Kaos ve terör devleti'' misyonunu üstleniyordu. Var olduğu ve ayak bastığı topraklar, huzur nedir bilmedi. Tek amacı, inancını dünyaya yaymak olan Sabbah, araç olarak ''hançer'', politika olarak ''kan akıtma''yı kullanıyordu. Bugün, ne Sabbah var, ne çetesi, ne de kalesi… Ama zihniyeti ölmedi…
İSRAİL ÖRGÜTÜ
Devlet sıfatı ile adının anılması ''devlet'' kavramına hakaret olan İsrail, yine Ramazan ayında, yine Müslümanların mübarek bir gün ve gecesinde yüzünü bir kez daha gösterdi. Kandan beslenen bir örgüt olan İsrail, kurulduğu dönemden bu yana bölgede özellikle Araplara ''tehdit'' olarak görüldü. Bugün İsrail hakkında yapılan yorumlar, onun amacının ne olduğuna dair az da olsa açıklama getiriyor. Ancak elbette eksiklikler mevcut… Bunlardan biri de İsrail''in kuruluş süreci…
Bir devletin kuruluşunda en basit olarak bulunabilen unsur topraktır. Ardından gelen millet/toplum ve hukuki/siyasal sistem de devleti tamamlayan unsurlardır. İsrail, küresel sistemde varlık gösteren bir zihniyetin yansımasıdır. Toprak, onun için zor değil. Zaten halen bu ''sözde vaat edilmiş topraklar'' için savaş verilmektedir. Milleti de, çoğunlukla Avrupa''dan göç şeklinde oluşmuş ve topraklara yerleşmiştir. Hukuk sistemi ise, İsrail''e uğramayan bir unsurdur. Zira Siyonizm, başlı başına bir hukuk hatta uluslararası hukuk demektir onlar için. Dünyaya şekil verdiklerini iddia edenler, bu zihniyet ile dünyayı da yönetmek istemindeler.
İSRAİL''İN MİSYONU
İsrail''in kuruluşuna bakarak, süreç ile alakalı şöyle bir senaryo hazırlanabilir; İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan süper güç ABD ve savaştan epey kayıplar vererek çıkan ama ''hayat damarı'' olan Ortadoğu''yu bırakamayan İngiltere, ortak çıkarlar da baz alınarak bir İsrail Devleti kurmak için görevlendirilirler. ABD, yeni bir güç olarak bölgeye hâkim olurken İngiltere bölgeden çekilmeye başlar. Ancak, tamamen bırakmak yerine bir anlaşma yaparak kısmen bölgeden ayrılır. Ayrıca, 1945 yılında Bakanlar Kurulu raporunda Ortadoğu için ''hayati çıkar'' tanımlaması yapan İngilizler, özellikle Arapların baskı altına alınması için bölgede tehdit oluşturabilecek bir devlet kurulmasını da çoktan kararlaştırmışlardır. Zaten Almanya''da mağdur olan Yahudiler tüm dünyada mağdur gösterilerek, ''hak edilmiş topraklara'' yerleştirilirler. Ve İsrail kurulur kurulmaz Arap-İsrail savaşı da baş gösterir. Artık İngiltere, asker göndermesine gerek kalmadan gizli bir el sayesinde bölgeyi kontrol etmektedir. ABD de gayet tabii öyle…
İsrail''in esas misyonu, ''tehdit devleti'' olmaktır. ABD''nin Büyük İsrail planı eğer doğru ise, İsrail''in varlığına karşı olan Katar Devleti ile henüz birkaç gün önce 11 milyar dolarlık silah anlaşması neden yaptı? O silahların İsrail''e karşı kullanılma ihtimali yok mu? Para için diyeceksiniz… ABD''nin paraya ihtiyacı var mı? Varsa da onu çeşitli yöntemlerle tedarik edemez miydi? Bu basit bir örnek… Demek istediğim, ABD, iddia edildiği gibi İsrail için ''her şeyi'' yapmaz! İngiltere de öyle… Söylemlere değil, eylemlere bakılmalı…
ALAMUT''U YIKMAK
Varlığı ile Türkiye''nin ve zulme uğramış Müslümanların kâbusu olan, bölgede terör estiren ve giderek yalnızlaşan, uluslararası hukuku hiçe sayan, dünyayı parmağında oynatan, barış için kurulan BM''nin gözleri önünde Gazze''deki, Filistin''deki sivilleri dahi bombalayan İsrail''i kim koruyor?
Yıllardır şımarık ve sınır tanımayan bir yönetim ile varlığını sürdürüp dünyadaki çeşitli Yahudilerden ve hatta İsrail''deki kimi Yahudilerden de tepki alan, başta BM olmak üzere çeşitli uluslararası örgüt/kuruluşlardan ve ülkelerden ''sessiz destek'' alan İsrail için, sıradan bir devlet tanımlaması asla yapılamaz. O, özel olarak kollanan ve kontrol edilen bir örgüt! Alamut''un himayesinde…
İsrail''in Alamut''u; ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin ve diğer sessiz kalan şeytanların ve hatta özellikle BM''nin meydana getirdiği bir ruhtur, zihniyettir, sistemdir. İslam dünyasının parçalanmış ilişkilerinden istifade yıllar yılı güçlenmiştir. Dünyadaki savaşın kaybeden tarafı, kazanan tarafa karşı yitik ve güçsüz yaşadığından dolayı bu gidişata dur diyememiştir. İnanan insanlar, ellerinden bir şey gelmeyenler, dua ve tevekküle başvurarak bu zulmün bir gün sona ereceğine eminler, bizler de eminiz. Bu zulüm için, sair din mensupları bile Filistin''i savunurken, tarafsızlık tarafını seçen kimi Müslümanlar da gördük ne yazık ki… Onlar tarafsızlıklarıyla içimizdeki Siyonizm''in yansımalarıdır.
Dengelere, konjonktüre, sisteme değil, Allah''a inananlar elbet zafer elde edeceklerdir. Ayet ve hadisler ışığında, yollarında emin yürüyenler, silah, kılıç, kalkan ile değil, inançlarıyla Alamut''u yıkacaklar. Yıkılmaz, yok olmaz bir kale olarak inşa edilen Alamut Kalesi nasıl yıkıldıysa, İsrail''in Alamut''u da yıkılacaktır ve elbette ''Kalenin Efendisi'' de… Varsın, Batı bu zulme destek versin, korkudan sessiz kalsın… Yeni Türkiye, asırlar önceki ''ruh'' ile yeniden filizlenirken mazlumların sesi de olacaktır. Ortadoğu bunu bekliyor…
YENİŞAFAK

 *************

Yahudi Devleti'ni, yani yanı başımızda kurulan ve her geçen gün kendisini büyüten İsrail


Vaad edilmiş topraklar düşüncesinin temelini, Kudüs'ün tarih boyunca neden önemli olduğunu, Yahudilerin bir devletlerinin olduğu ve dünyaya hükmettikleri zamanda, hükümdarlığı inşa edenlerin duvar ustaları, duvar ustalarının da şeytanlar olduğunu, binlerce yıldır müthiş bir gizlilikle sakladıkları ve Tevrat'tan daha fazla önem verdikleri kitapları






Tüm bu inanç temelleri üzerine, bundan 66 yıl önce bir devlet kurdular. Öyle bir devlet kurdular ki, ne zaman etrafındaki Müslümanlar tarafından saldırıya uğrasalar İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika tarafından korundular. Ve her geçen yıl topraklarına toprak kattılar. Korsan bir devlet olmalarına rağmen, kuruldukları anda tüm dünya tarafından anında tanındılar. Hatta İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke de Türkiye'dir, 

Bunun Nedeni ?



Yahudi Devleti'nin kuruluşundaki bazı aşamalar

''Güler yüzle söylenilen bir yalanı bir anda yuttuğumuz halde; acı bir gerçeği damla damla yutarız.''


'Abdülhamid'i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır.'' demiş Necip Fazıl Kısakürek.

Zira İsrail'in kurulması için Sultan Abdülhamid'e defalarca teklif götürüldüğünü bilmeyen yoktur. Bu yazıda yüzlerce yıldır Kudüs'te bir Yahudi Devleti kurulması için neler yapıldı, ne girişimler oldu onu konuşacaz. Ve yüzlerce hatta binlerce yıllık bir ideal, bir amaç 66 yıl önce nasıl oldu da gerçekleşti...


Hz. Davud ve Hz. Süleyman aleyhisselam döneminde, Yahudilerin bir devleti vardı ve bu devlet dünyaya hükmediyordu. Hz. Süleyman vefat ettikten sonra, Nebukadnezar Yahudi Devleti'ni yıkmış ve Yahudileri sürgün etmişti. Hz. Danyal aleyhisselam, Allah'ın ''Mesih'' adında bir kral göndereceğini ve tekrar dünyaya hükmeden bir devlet kuracaklarını söylemişti. Bu kehanet üzerine Yahudiler, o gün bugündür çalışmakta ve tarih boyunca yapamadıkları birçok şeyi yapmış durumdalar. Binlerce yıldır kendilerine vaad edilen devleti, 1948 yılında kurdular. Topraklarını genişlettiler, tüm dünyaya devletlerini tanıttırdılar ve şimdilerde dünya yönetimde açıktan açığa söz sahibi durumundalar. Çok yakın bir gelecekte de artık tüm kararları kendilerinin aldığını tüm dünyaya göstermeye hazırlanıyorlar.



Bildiğiniz gibi, bugünkü İsrail Devletinin kurulmasında en kilit rolü, fikir babaları olarak gördükleri Theodor Herzl oynamıştı. Kendisi bir gazeteciydi ve Kudüs'te bir Yahudi Devleti kurulması için kitaplar yazmaya, haberler yayınlamaya ve finansörler aramaya başlamıştı. ''Yahudi Devleti'' isimli bir kitap yazmış ve dünyanın en zengin ailesi olan Rothschild'lere göndermişti. Devreye Rothschild gibi bir aile girince, tüm dünyanın ve dünyanın tüm zenginlerinin dikkatini çekmişti...


Fakat birçoğumuzun bildiğinin aksine, siyonizm düşüncesinin hayata geçirilmesi için ilk ciddi çabayı gösteren Theodor Herzl değildir. Aslında Yahudiler, Hz. Süleyman'ın devleti yıkıldığından bu yana, Kudüs'te tekrar bir devlet kurmak için çalıştılar, fakat çok ciddi anlamda bu işe girişen, en azından bizim bildiğimiz kadarıyla Theodor Herzl değil; Yasef Nassi'dir.



Yasef Nassi, 16. yüzyılda Avrupa'nın en zengin kadını olan Dona Gracia Nassi'nin yeğenidir.
Dona Gracia Nassi öyle zengindir ki, hepimizin bildiği Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken yani V.Karl'a ve Fransa Kralı Fransuva'ya kredi vermiştir.



Fakat Avrupa'daki engizisyon mahkemeleri ve kaos ortamı nedeniyle, servetiyle birlikte İstanbul'a gelmiştir. Onun ölümünden sonra serveti, kendisini kızıyla evlendirdiği yeğeni Yasef Nassi'ye geçmiştir Ve Yasef Nassi, Osmanlı tarihindeki ilk bankerdir. Nassi, Kanuni Sultan Süleyman ile iyi ilişkiler kurmuştur ve ondan iş yapabilme izni falan almıştır.



Yasef Nassi, Kanuni Sultan Süleyman'a şöyle bir teklif sunmuştur;
''Kudüs'ün yakınlarındaki Taberiye Gölü'nün çevresinde Yahudilerin yerleşmesine izin verin.''


Şimdi tam burada araya girip, bir parantez açalım.
İspanya, Endülüs Emevileri zamanında Müslüman bir ülkeydi. Ülke, İspanyolların işgali sonrası Hristiyanların eline geçti ve Hristiyanlar, bölgedeki tüm Yahudileri ya katletti ya da sürgün etti. Dönemin Osmanlı padişahı Sultan II. Bayezid, katliama uğrayan ve yurtlarından çıkarılan Yahudilere el uzatıp, onları Selanik'e yerleştirdi. İşte bu dönemden sonra Selanik, ağırlıklı olarak Yahudilerin yaşadığı bir yer haline geldi, zira o zamana kadar şehir boş sayılırdı.



Tabi şunu da eklemek lazım, bazı kıt beyinli arkadaşlar; ''vaaay bak Osmanlı Yahudileri almış topraklarına yerleştirmiş oloom, görün işte bak !!! '' gibisinden yorumlar yapacaktır, çok iyi biliyorum. Onlara, beyinlerinin % 0.1'ini kullanmalarını tavsiye ediyor ve ekliyorum; 15. yüzyılda Yahudiler bir avuç insan ve zerre kadar tehlike arz etmiyorlar. Bunun dışında, zulüm gören her kim olursa olsun, bir Müslüman ona el uzatmak zorundadır kardeşim. Mazlumun dini olmaz. Hatta bir Müslüman, bir gayrimüslime zulüm yaparsa; Müslüman gayrimüslim olan mazlumun yanında yer almak zorundadır. Kaldı ki dediğim gibi, o zaman Yahudi tehlikesi yok, bir şey yok. Hele Osmanlı'nın, rakipsiz olarak dünyaya hükmettiği bu dönemde Yahudiler'in Osmanlı toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti kurmaları, en fazla bir hayal olabilirdi...



Kaldığımız yerden devam edelim.
Aslında o zamanlarda yalnızca Yasef Nassi ve Dona Gracia Nassi gibiler değil, tüm dünyadaki zenginler Osmanlı topraklarında yaşamak istiyordu. Nasıl bugün bizde parayı bulan Amerika'ya, Paris'e, Roma'ya falan gidiyor, işte o zaman da insanlar Osmanlı'ya geliyordu. Kaldı ki başta Avrupa olmak üzere, dünyanın birçok yerindeki adalet sistemi, insanlara huzur veya güven sağlayamadığı için, kendi mallarını korumak adına yine kendilerini Osmanlı topraklarına atıyorlardı. Zira Hz. Ömer'in sözüyle de sabitti ki; ''Adalet, mülkün temeli''ydi Osmanlı'da.



Yasef Nassi, dünyanın her yerinde eziyet çeken ve sürgün edilen soydaşları için Kanuni Sultan Süleyman'dan Taberiye Gölü'nün yakınlarına Yahudilerin yerleşebilmeleri için izin ister. Bölgeye Yahudilerin yerleşmesi için izin alır, fakat özellikle Osmanlı topraklarında rahat içinde yaşayan Yahudiler bu fikre hiç sıcak bakmaz. Sonuç olarak bu proje, birkaç ailenin göçü dışında pek bir göç almadığı için hayata geçirilememiştir.




Yahudi bankerlerin Osmanlı Devleti'nde yer edinmek istemelerine bir örnek de Kanuni Sultan Süleyman'ın babası Yavuz Sultan Selim zamanından verebiliriz aslında. Zira Yavuz Sultan Selim, Memlüklüler'i mağlup edip halifeliği Mısır'dan Osmanlı'ya getirdiği zaman, seferde oldukları için yanlarında çok fazla para yoktur ve yapılacak birkaç iş için, paraya ihtiyaç duyulmuştur. Bunun üzerine bir Yahudi banker Yavuz Sultan Selim'e gelip; ''İstediğiniz parayı ben veririm, ama bir isteğim var; oğluma devletinizde bir makam verin'' der. Tabiki Yavuz Sultan Selim bunu şiddetli bir şekilde reddeder.




15 ve 16. yüzyıllardaki akılda kalan Yahudi bankerleri ve girişimlerinden sonra, 19. yüzyılda o güne kadarki en büyük adımlar atıldı. Zira bugünkü Yahudi Devleti'nin temelleri, 19. yüzyılda atıldı.




1896'da Theodor Herzl, ''Yahudi Devleti'' isimli kitabını yayınlar. Kitabı yayınladıktan sonra bunu zamanın en zengin adamı olan, Yahudi banker Baron Rothschild'a gönderir. Baron Rothschild, Herzl'in kitabını ve düşüncelerini beğenir ve onu destekleyeceğini söyler. Dünyanın en zengin adamının referansı ile 1897'de Basel'de, I. Siyonist Kongre toplanır. Bu kongreye dünyanın her yerinden Yahudi bankerler gelir ve fikri benimseyip yakın zamanda işleme koyarlar. Dünyanın tüm bankerlerinin bir araya geldiği, bu bankerlerin ülkelerin krallarına, imparatorlara ve devletlere krediler verebilecek ve tüm dünyayı kendilerine borçlu hale getirebilecek kadar zengin olduklarını hatırlarsak; böyle bir kongrede alınan kararın uygulamaya koyulmasının ne kadar kolaylaştığını ve bunun için her şeyin yapılabileceğini bir kez daha anlarız. Zira birazdan bahsedeceğimiz örnekler ve olaylar, bunun kanıtı olacak.



Herzl, Kudüs'te kurulacak bir Yahudi Devleti için, Rothschild destekli olarak 1896'da İstanbul'a gelir. Sultan II. Abdülhamid ile görüşmek ve teklifi iletmek ister. Hatta Herzl, Sultan'la görüşmek için haftalarca bekler, her yolu dener; fakat muvaffak olamaz. Hatıralarında bu konuyu detaylıca zikreder zaten. Hatırlarını Almanca kaleme almıştır, çünkü birçok Yahudi gibi kendisi İbranice bilmez. Osmanlı'yı ilgilendiren bölümlerini Yaşar Kutluay, İngilizce'den Türkçe'ye çevirmiştir. (Okumak isteyen için; Siyonizm ve Türkiye)



1897'deki ilk siyonist kongrede alınan bazı kararlar şöyledir;

Filistin'e Yahudi çiftçi, esnaf ve tüccarların yerleştirilmek
Osmanlı yasalarına uygun şekilde Yahudilerin birleştirilmek ve örgütlenmek
Yahudi ulusal bilincinin ve milliyetçiliğin kuvvetlendirmek
Siyonizm hedefine ulaşabilmek için hükumetlerin onayını almak için girişimlere koyulmak...




Bu ana başlıklar altında, yüzlerce madde var tabiki.
Fakat bizi burada asıl ilgilendiren şey son madde elbette. Çünkü son madde, siyonizm hedefine ulaşmak için tüm devletlerin önlerinde diz çöktürülmesi anlamına geliyor ve bunu destekleyen de dünyanın tüm bankerleri; yani kendilerine devletleri ve imparatorlukları borçlu bırakan adamlar.



Buraya kadar olan kısımda küçük bir sıralama yapalım;

1896'da Theodor Herzl, Yahudi Devleti isimli kitabı yazıyor.
Aynı yıl içinde, bu kitabı Baron Rothschild'e gönderiyor ve desteğini alıyor.
Baron Rothschild'dan aldığı destekle birlikte, yine 1896'da İstanbul'a geliyor ve Sultan'a teklifi iletiyor.
Sultan Abdülhamid, kesin bir dille teklifi reddediyor.
Reddin hemen ardından Herzl, 1897 yılında ilk siyonist kongreyi topluyor.

Bu kısma kadar sanırım sorun yok.
Her şey gayet açık ve net.
Fakat bu tasnifin ardından, çok ama çok garip şeyler olmaya başlıyor.
Büyük ihtimal yine çoğumuzun bildiği, fakat dikkatini çekmediği, hiç o açıdan bakmadığı için bu sonuca varamadığı şeyler bunlar.



1896 yılında tekliflerinin reddedilmesi üzerine, dünyanın en zengin adamları 1897 toplandı ve amaçlarına ulaşmak için çok ama çok köklü kararlar aldılar ve hemen işe koyuldular. Fakat ilk siyonist kongrenin hemen bir yıl sonrasında çok garip bir şey oldu;

''1898 yılında Firavun cesedi Kızıldeniz'de bulundu.''

Peki bunun konuyla alakası ne?

Gelin biraz dikkatli bakalım;

''Biz de bugün senin bedenini arkandan gelenlere bir ibret olsun diye kurtaracağız. Bununla beraber, insanlardan birçoğu ayetlerimizden yine de gafildirler.'' Yunus,92



Yani Allah-u Teala, 3000 bin sene Firavun cesedini Kızıldeniz'de bekletti ve 1898 yılında ortaya çıkardı.

Peki ayet ne diyordu;

''Arkandan gelenlere ibret olması için bedenini kurtaracağız.''

Ayetten anladığımız kadarıyla, Firavun'un arkasından, aynen onun gibi bir sistem ve aynen onun gibi sistemin sahipleri gelecek. Yani yine ayetten şunu anlıyoruz ki; Firavun'un cesedi kurtarıldığında, demek oluyor ki Firavun sistemi ve bu sistemin sahipleri tekrar geri gelecek.



Ve cesedin 3000 denizde kalıp, tam olarak ilk siyonist kongrenin bir sene sonrasında 1898 yılında ortaya çıkması, Firavun sisteminin tekrar kurulacağını haber veriyordu bizlere. Fakat ayetin devamı da, yine önceki cümle gibi bir mucize; ''İnsanlardan birçoğu ayetlerimizden yine gafildirler.''



3000 yıl sonra, Firavun'un cesedi ortaya çıkıyor, bugüne kadar kaçımız bundan haberdardık?
Aradan yaklaşık 200 yıl geçti ve biz daha yeni yeni böyle bir olayın olduğunu duymaya ve anlamaya başladık.



Siyonist kongrenin bir sene sonrasında Allah-u Teala, arkasından gelen siyonistlere bir ibret olsun diye Firavun'un cesedini Kızıldeniz'den çıkarıyor. Ve biz bugün biliyoruz ki, bugün içinde bulunduğumuz sistemin temeli, 1897 yılındaki I. Siyonist Kongrede atıldı.



Allah bizi uyardı, bize delilini gönderdi;
aynı zamanda Allah onları da uyardı, onlara da bir ibret gönderdi.
Fakat nasıl ki Firavun son ana kadar iman etmedi, diretti, haddini aştı ve zulmetti;
Bugünün sisteminin sahipleri de aynısını yapıyor ve son anlarına kadar da yapmaya devam edecekler...


Neyse.
Sıralamaya devam edelim.

1896'da Herzl'in teklifi reddedildi.
Aynı yıl İttihat ve Terakki Cemiyeti, Avrupa'da Osmanlı ve Sultan aleyhinde propagandaya başladı.
Yine aynı yıl, Sultan Abdülhamid'e darbe girişimi yapıldı.
1897 yılında ilk siyonist kongre toplandı.
1898 yılında Allah, arkasından gelenlere ibret olması için Firavun cesedini Kızıldeniz'den çıkardı.
Aynı yıl Sultan Abdülhamid aleyhinde bir medya propagandası başlatıldı.
Ve 1899 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti, I. Jöntürk Kongresi'ni toplamak için örgütlendi. Fakat tam anlamıyla başarılı olamadılar.
1902 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti, I. Osmanlı Liberaller Kongresini topladı.
Kongrenin yapıldığı yer ise, Fransız senatosu üyesi Lefevre Pontalis'in evidir!
1905 yılında, Sultan'a suikast yapıldı.
1906 yılında, Mehmet Talat Paşa tarafından Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin amacı da; ''Abdülhamid yönetimini yıkmak!''
1907 yılında II. Jöntürk Kongresi toplandı. Konu birinci kongreyle aynıydı; ''Abdülhamid'i tahttan indirmek.''
1908 yılında ise 31 Mart Vakıası ile Sultan Abdülhamid tahttan indirildi.

Tabi bunlar yalnızca benim aklıma gelen ve gözüme çarpanlar.
Şu kısa tasnif bile, olayları anlamak için bize yol gösterebilir keza.



Yani Theodor Herzl, Yahudi Devleti için Rothschild ailesinin desteğini aldıktan ve bu konuda Sultan'la görüşüp reddi yedikten hemen sonra, Sultan hakkında inanılmaz bir kara propaganda başlıyor. Sultan'ın istibdat uyguladığı, milletin özgürlüklerini kısıtladığı, hatta bir takım öğrencileri denize attırdığı, Kur'an yaktırdığı ve Müslüman olmadığı gibi haberler gırla gidiyor. Haberlerin bu kadar yayılmasının sebebi de, bugünle aynı; tüm medyaya İttihat ve Terakki Cemiyeti hakim.


İttihat ve Terakki Cemiyeti, İngilizlerin desteğiyle yüzlerce gazete ve dergi çıkarıyor ve halka kendi yaptıkları haberleri okutuyordu. Her ağızlarını açtıklarında özgürlüklerden bahseden bu İngiliz güdümlü milliyetçi güruh, güç ellerinden gittiğinde Babıali Baskını gibi bir vahşet sergileyecek kadar özgürlük ve insan haklarının düşmanıydı zira.



İttihat ve Terakki resmen kurulmadan önce Jöntürkler olarak bilinirlerdi. Ve bu adamlar defalarca ama defalarca darbe girişimi veya bizzat darbe yapmış insanlar. Örneğin Ali Suavi adında bir adam var, kendisi arkasına birkaç ''çapulcuyu'' da alıp, 1878 yılında Çırağan Sarayı'nı basar ve Sultan II. Abdülhamid'e darbe girişiminde bulunur. Bundan önce, Abdülaziz Düşerken adlı yazıda bahsettiğim gibi, Sultan Abdülaziz'i tahttan indiren, sonra kendisini ve ailesini öldürüp intihar süsü veren, Sultan V. Murat'ı masonlukla tanıştırıp, kendisini mason yapan ve bu sebeple kendisini tahta geçiren, Sultan'ın kendi isteklerini yapmaması nedeniyle onu da tahttan indirip, II. Abdülhamid'i ''bak istediklerimizi yaparsan seni tahta geçiririz'' gibi bir mesajla tahta geçiren, sonra kendisi de istediklerini yapmayınca ona da defalarca darbe ve suikast girişiminde bulunan ve sonunda da tahttan indiren ve Osmanlı'yı I. Dünya Savaşı'na sokan da yine İttihat ve Terakki Cemiyetiydi.



Neyse ama, konumuz İttihat ve Terakki değil. Oraya gömülmeyelim.
Sultan Abdülhamid ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum inşallah, orada uzun uzun konuşuruz bu konuyu.


Siyonist kongre ve sonrasıyla devam edelim.
Bu kongrede Theodor Herzl şöyle der; ''Ben bugün Yahudi Devleti kurdum. Fakat bunu yüksek sesle söylersem tüm dünya gülecektir. Lakin beş yıl içinde veya elli yıl sonra herkes bunu böyle bilecek.''



Herzl, kendisinin ve fikrinin etrafında toplanan bu kadar zengin iş adamı ve bankeri görünce, elbette bunu yapabileceklerine olan güvenleri tavan yapmıştır. Nitekim dediği gibi de olmuş, tam 49 yıl sonra, Filistin'de İsrail Devleti kurulmuştur.


Herzl, Sultan ile bu konu hakkında aralarında geçenleri hatıralarında şöyle anlatıyor;

Nevlinski suratı asık bir şekilde bana şöyle dedi; ''Hepsi bu kadar. Büyük Hükümdar bu konuyu bir daha duymak istemiyor.''

Herzl devamla şöyle anlatıyor;

''Sen ecdadımın kanla aldığı toprakları benden parayla satmamı mı istiyorsun? Bende toprak satacak göz mü gördün! Bay Herzl'e bu konuda bir adım dahi atmamasını söyleyin. Ben bir karış bile toprak satamam. Çünkü o topraklar bana değil, halkıma aittir. Atalarım bu imparatorluğu kazandılar ve kanlarıyla suladılar. Biz de onun bizden koparılmasına müsaade etmemek için tekrar kanlarımızla sularız (...) Yahudiler milyonlarını saklasınlar. İmparatorluğum parçalanınca belki tek kuruş ödemeden istediklerini elde edeceklerdir. Fakat ancak kadavramız parçalara ayrılabilir! Vücudumuzun canlı canlı kesilip biçilmesine razı olamam!'' (The Dairies of Theodor Herzl, Almanca'dan İngilizce'ye çeviren Marvin Loventhal, 1962, New York)



Bazı beyin ve tarih özürlüler, bunun gerçek olmadığını söyleyebilecek kadar geri zekalılık seviyesine sahiptirler bugün. Fakat biraz beyinleri olsaydı, daha 1962 yılında bunları yayınlayanın bir Amerikalı olduğunu ve bunların Herzl'in kendi hatıraları olduğunu bilirler. Üstelik, Sultan Abdülhamid'in tahttan indirildikten sonra şeyhine yazdığı mektupta da tam olarak aynı cümleler vardır. Hakeza, Theodor Herzl bile Sultan'ın bu tutumu karşısında; ''Her ne kadar hayallerime nokta koymuş olsa da, Sultan'ın bu hakikaten yüce sözlerinden etkilenmiştim.'' der. Yani bunu inkar etmek anca bir İttihat-Terakki zihniyeti olabilir. ''Abdülhamid hakkında bin yalan uydurdum, bazısına kendim de inandım'' diyen İttihat ve Terakki kurucularından ne bekleyebilirsiniz?



Sultan'a Filistin'de bir Yahudi Devleti kurma teklifi elbette karşılıksız değildi.
Devletin kurulmasına verilecek izin karşılığında Osmanlı'nın tüm dış borçları ödenecek, faizsiz kredi verilecek, ordu ve silah yardımı yapılacak, ülkenin gelişimine katkı sağlanacak vs vs...



Dünyanın tüm zengin ailelerinin Herzl'in fikrini desteklediğini gördükten sonra Sultan, Filistin topraklarını kendi parasıyla satın almış ve şahsi malı yapmıştır. Böylece olası bir saldırıda, bir savaşta veya bir işgalde Filistin toprakları kişiye ait olduğundan, kimse bu topraklara el koyamayacaktır. Fakat İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultan Abdülhamid'i tahttan indirdikten sonra, tüm topraklarını başta Filistin olmak üzere devlet malı yapmıştır. Böylece Filistin kolayca Yahudilerin eline geçmiştir.


Tabi Osmanlı Sultanı'ndan toprak almanın mümkün olmadığını anlayan Herzl ve dolaylı olarak Rothschild ailesi, rotayı Avrupa'ya, bilhassa İngiltere'ye çevirmiştir. Zira dönemin Avrupa'daki süper gücü İngiltere'dir. Ve Rothschild ailesinin kimlere hükmettiğini görmek için, İngiltere'ye isteklerini nasıl yaptırdıklarına bakmak yeterlidir.



Dönemin milliyetçilik furyasını dünyaya pazarlayan İngiltere, Jöntürk denilen ve milliyetçiliği Osmanlı topraklarıyla tanıştıran okumuş, aydın geçinen ajanları Osmanlı'ya sokmuştur. Jöntürkler, kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki olarak örgütlenecektir ve Osmanlı'daki milliyetçiliğin başını çekecektir. Türkiye'deki ilk üstad masonun kim olduğunuza bakmanız, bu cemiyet hakkında sizin için yeterli bilgi kaynağı olacaktır.


Devam edelim.
Yahudi Devleti'nin kurulması için artık tek yol, Sultan'ın devrilmesi veya öldürülmesidir.
İkisi de defalarca denenmiştir.
Defalarca darbe ve suikast girişimi olmuştur.
Ve yıllar sonra, 1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. İttihat ve Terakki, yıllardır ''özgürlük, insan hakları, demokrasi, meşrutiyet'' gibi söylemlerine sonunda ulaşmıştır. Fakat meclis kurulduğunda, meclisin üçte ikisi gayrimüslim; gayrimüslimlerin de üçte ikisi Yahudidir.



Meşrutiyetin ilanıyla, Yahudiler istedikleri yetkileri ellerine geçirmiş ve bunu kullanmaya başlamışlardır. Hemen bir yıl sonrasında 31 Mart Vakıası olmuş ve Sultan tahttan indirilmiştir. Böylece siyonist kongrede alınan ilk karar yerine getirilmiştir. Bundan sonraki ikinci adım Osmanlı Devleti'ni savaşa sokup, Filistin'in ellerinden alınması ve Osmanlı'nın yıkılmasıdır. Ve İttihat ve Terakki'nin satın aldıklarını söyledikleri Yavuz ve Midilli adlı iki geminin, durduk yere Rus gemilerini bombalaması sonrası, şaka gibi bir sebeple Osmanlı savaşa dahil edilmiştir. Savaşta Filistin'i savunan üç ordudan ikisi tek kurşun atmadan geri çekilince, bölge artık İngilizler tarafından, Yahudiler için hediye paketi haline getirilmiştir.


Bununla birlikte yüz yıldan fazla süredir uğraştıkları, kendilerine o güne kadar engel olan ve o günden sonra da engel olacağını bildikleri halifelik makamını kaldırdılar. Böylece Müslümanlar asla bir araya gelemeyecekti.



Savaş sonrası İngiltere başkanlığı da yapmış, dış işleri bakanı Lord Balfour, Baron Rothscild'a ''Filistin'de kurulacak bir Yahudi Devleti'ni, İngilizlerin destekleyeceği'' deklarasyonu yayınlayınca, bu savaşın aslında neden yapıldığını herkes anlamış oldu.


Yani 1897 yılında temellerini attıkları sistem, 1898 yılında Firavun cesedinin ''arkalarından gelenlere ibret olması için denizden çıkarılması''yla maiyetini belli etmişti. Firavun sistemi, eskisinden çok daha güçlü bir şekilde geri dönecekti ve döndü de. Firavun herkesi köleleştirmişti ve insanları aptallaştırarak, onları kendisi için çalışır hale getirmişti. Firavun aynı zamanda büyücüleri de kullanıyordu. O sistem bugün geri geldi ve biz bu sistemin zehirleriyle öyle zehirlendik ki, ne verdiyse hepsini kabul ettik. Bu sisteme karşı çıkan Sultan'ımıza, bu sistemin kurucusu bile hayran olmuşken, biz küfrettik tarih boyunca. Fakat onu yıkanları ve Yahudi Devleti'nin kurulması için kukla olanları, Cumhuriyet kahramanı olarak sevdik, bağrımıza bastık.



1948 yılında, tıpkı Herzl'in hayal ettiği gibi kurulan Yahudi Devleti, ebeveynleri İngiltere ve Amerika ile birlikte büyüdü. Artık bugün kendisinin özgürlüğünü ilan etmek için gün sayıyor. Dünyada güç daima el değiştirir ciğersizler. Ve gücün el değiştirmesi için bazı şartlar vardır;


Gücün o anki sahibinin, dünya ve insanların gözünden düşmesi için medyada haberler çıkar
O anki güç sahibi aleyhinde tüm dünyada ayaklanmalar olur; bilhassa kendi ülkelerinde
Var olan durumdan refaha ulaşması için yeni bir fikir ortaya atılır ve bu fikir kitlelere benimsetilir
En sonunda da bir dünya savaşı çıkar ve bu savaşın sonunda gücün sahibi mağlup olur, savaşın kazananı ise yeni süper güçtür.


Yani bugün televizyonu ve gazeteleri her açtığımızda ''İsrail nükleer silah denemesi yapıyor, nükleer silahlanmaya karşı savaş başlatıldı, ülkeler kendilerini korumak için silahlanıyor...'' gibi haberler görmemizin sebebi, dünyanın bu savaşa hazırlanıyor olması. Başka hiçbir şey değil.



Tıpkı bundan önceki iki dünya savaşında olduğu gibi, ülkeler silahlanıyor ve bölgede tansiyon yükseliyor. İsrail, planladığı savaşı kazanmak için yeterli nüfus gücüne sahip olmadığı için, bu işi ancak kısa yoldan yani nükleer silah kullanarak yapabilir. Ve bunu yaparken tüm dünyaya bir güç gösterisi yapmalıdır; tıpkı I. Dünya Savaşında İngiltere'nin, II. Dünya Savaşında Amerika'nın yaptığı gibi.



Böylece tartışmasız lider olmayı planlıyorlar.
Ve sakın bunun olmayacağını düşünmeyin.
Siz evinizde pembe dizi ve Ben Bilmem Eşim Bilir gibi beyin uyuşturucularını izler ve patates yerken; onlar bu savaş için her gün bir adım daha atıyorlar. Bölgede tansiyon o kadar yüksek ki, her ülkede iç çatışma var (Suriye, Mısır, Ürdün, Afganistan, Irak vs...) ve bu ülkelerden biri diğerine her an savaş açabilir. Birkaç ay öncesine kadar Suriye ile savaşa girmemiz için ne kadar propaganda yapıldığını unutmadınız sanırım...



İçinde bulunduğumuz sistemin ne olduğunu anlamaya çalışmak, her şeyden daha önemli bugün. Zira Osmanlı'nın yıkılışında ne yaşandıysa, bugün de aynıları yaşanmaya başladı tekrar. Zaten bu yüzden sana tarihi öğretmezler, çünkü eğer öğrenirsen tarihte yaptığın hataları tekrar yapmazsın. Bu yüzden senin tarihini öğrenmemen lazım, ki aynı hataları tekrar yapasın..



Ve Kur'an'ı okurken, İslam'ın ne olduğunu anlamaya çalışırken biraz mantığı zorlamak lazım. Bugüne ve düne bakmak lazım. Zira, dikkatinizi çekti mi bilmem; Kur'an'da en çok bahsi geçen peygamber Hz. Musa'dır. En çok bahsi geçen düşman ise Firavun'dur. Neden?



Neden bu kıssa bu kadar fazla anlatılmış?
Neden Allah-u Teala, en çok bu kıssanın üzerinde durmuş?



Çünkü Allah, bu kıssayı çok ama çok iyi bilmemizi istiyor.
Çünkü Allah, bize bu kıssayı uzun uzun anlatarak, içinde bulunduğumuz sistemin aynı sistem olduğunu anlamamızı istiyor.



Ve anlamamız gereken bir diğer önemli mesele de şudur;
Dikkat edin, Kur'an'da bahsi geçen peygamberler ve onların hayatlarının neredeyse tamamı var olan sistemi yıkmaya yöneliktir. Örneğin Hz. Nuh, zamanındaki yönetimin başındaki insanlara karşı çıkıyor. Hz. İbrahim, kendi dönemindeki kral Nemrut'a ve onun küfür sistemine karşı çıkıyor. Hz. Yusuf, kendi döneminde, devletin başına geçiyor ve sistemi değiştiriyor. Hz. Musa, Firavun'a ve onun köle sistemine karşı çıkıyor. Hz. İsa, Roma dönemindeki sisteme karşı çıkıyor. Ve son Peygamber Hz. Muhammed sav, Mekke'nin zenginlerine, iş adamlarına, yöneticilerine karşı çıkıyor.



Yani İslam'ın işi ''namaz kıl, oruç tut kralsın boluuumm'' değil; hakkı hakim kılmak.
Sen var olan sisteme zerre kadar dokunmaz, karşı çıkmaz ama alnını secdeden kaldırmazsan, Allah katında ne kadar iman etmiş sayılırsın?



Kur'an bize sürekli olarak zalimlerin ve onların sistemlerinin nasıl yıkıldıklarını anlatıyor, ve özellikle de Hz. Musa ve Firavun üzerinde duruyor ki, ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilelim. Fakat biz hayatımızı feyste ve tivitırda durum ve fotoğraf paylaşmakla, 7/24 tv ve dizi izlemekle ve sistemin verdiği her şeyi doğru kabul edip, elimize iki tane pankart almakla ona karşı çıktığımızı düşünerek geçiriyoruz.



1897 yılından itibaren her amaçlarını gerçekleştiren insanların olduğunu bilmek, hepimizin boynunun borcu. Çünkü biz bakkaldan aldığımız ekmek ve sütle bile onları finanse ediyoruz. Bölgedeki tansiyon artmaya devam edecek, yakında en az iki ülke arasında büyük restleşmeler olacak ve bunu bombalamalar seyredecek, belki bunlardan biri biz de olabiliriz. Bunun ardından diğer ülkeler de işin içine girecek ve dünya kutuplaşacak. Ve dünya kutuplaştığında, savaş kaçınılmazdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder