"Merkez Medya"nın basın ve televizyonları, HDP’nin seçim bürosu gibi çalışmaktadır. İstanbul sermayesi, TÜSİAD, faiz lobisi, İstanbul dükalığı iktidarın karşısındadır. Neden? Çünkü sermaye el değiştirdi.
"Beyaz Türkler" tarih oluyor. Yakın zamana kadar “Zenci Türkler” olarak bilinen Anadolu sermayesi gelişti. “Beyaz Türkler çiftlik balığı gibi oldu. Gelişen Anadolu ise deniz balığı gibi… Artık sermayede el değiştirmeye başladı. Muhafazakâr orta kesim Türk ekonomisinin yeni sahibi olacak.” (Can Paker)
CHP, MHP, HDP ve yasa dışı kuruluşlar Anadolu sermayesinin karşısında ve İstanbul sermayesinin yanındadır. AK Parti iktidar olmazsa İsrail, ABD, İngiltere ve Almanya memnun olur. Faiz lobisi yeniden sömürüye başlar. Faiz ve enflasyon tırmanır. IMF ve Dünya Bankasından kredi alınır. Kredi alan emir de alır. Türkiye’nin dış politikası, ekonomisi ABD, AB ve İsrail’e güdümlü olur. Büyük projeler iptal edilir.
PKK asla bir Kürt hareketi değildir. Ermeni ve Siyonizm hareketidir. Büyük İsrail hedefi için Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan ara hedeflerdir. Ermeni terör örgütü ASALA sona erince PKK yerini almıştır.
Kürtleri evlilik bağı ile yakinen tanıyorum. Onların İslamiyete ne derece bağlı olduklarını biliyorum. Kürtlerin İslamiyete olan bağlılık ve sevgisine hayran olmanın ötesinde âşığım. Müslüman bir Kürt asla ve asla bir Kürt'ü ya da Türk'ü öldürmez. Aksine ayağına diken batsa onun acısını hisseder.
Müslüman bir Kürt din derslerinin kaldırılması, Diyanetin kaldırılması, Kudüs’ün İsrail’in olduğunu, Taksim için Kâbe-i şerif benzetmesini, imandan sonra en kıymetli olan namaz ile alay edilmesini asla tasvip edemez. Yoksa imanı tehlikeye girer, küfre düşebilir. “Küfre rıza küfürdür, zulme rıza zulümdür.”
HDP’nin bu vaatleri Ermeni ve Siyonizmin projesidir. Siyonizm ve Ermenistan PKK vasıtasıyla Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yu boşaltmak ve Kürtlerin Batı’ya göçüne sebep olmaktadır.
"Üçüncü Viyana Bozgunu"nu CHP, MHP, HDP ve yasa dışı örgütler hazırlamaktadır. Devlete ve millete hizmet edenlerle, devleti ele geçirmek isteyenlerin savaşıdır. IMF’ye kredi vermek isteyenlerle, kredi almak isteyenlerin çatışmasıdır.
Etnik kökeni ve inancı ne olursa olsun, ülkenin vatan, dil, bayrak ve ortak değerlerini savunan AK Parti ile karşı olanların mücadelesidir. Tanzimat’tan bu yana Osmanlı ve Türkiye’yi sömüren önemli kısmı dönme olan Beyaz Türkler ile son yıllara kadar itilen, öteki olarak kabul edilen, hakarete uğrayan Zenci Türklerin (Anadolu halkının) mücadelesidir.
HDP köylüleri “Eğer HDP’ye oy vermezseniz köyünüzü yakarız” diye tehdit etmektedir. Eşkıya bile bunu yapmaz. Kürt kisvesi altındaki Ermeni asıllı Kürtler ve Ermenistan’dan gelenler ABD’den Avustralya’ya kadar İsveç’ten Suriye’ye kadar çeşitli ülkelerden PKK koalisyonu, 40 bine yakın kişiyi katletmiştir. Bu katiller asla Müslüman Kürt değildir. Bunlar Ermeni, ateist, İslam düşmanı, namaz ile alay eden, Zerdüşt kişilerdir.
Müslüman Kürt, bir insanın katlinin bütün insanlığın katli gibi olduğunu bilir. Kendini cehenneme atmaz. Siirt’te bir köy muhtarı televizyonlarda şunları söylemiştir: “HDP’liler köye geliyor. Cami inşaatına karşı çıkıyorlar. Camiye harcayacağınız parayı HDP’ye PKK’ya verin, Türk bayrağını indirin diyorlar.”
Kürdistan ara hedeftir. Nihai hedef buralarda İsrail bayrağının dalgalanmasıdır. İsrail parlamentosunda şu yazılıdır: “İsrail’in sınırları Nil’den Fırat’a kadardır.” İsrail Türkiye’ye savaş açamayacağı için Kürdistan projesi ile bu hedefine ulaşmak istemektedir.
HDP ise PKK ve Kandil’in vesayeti altındadır. Bunlar ise CIA ve MOSSAD’ın yani ABD, İsrail ve Almanya’nın vesayeti altındadır. PKK ve Kandil Türkiye’yi dış müdahaleye karşı zemin hazırlamaktadır.
CHP, MHP ve HDP’yi dış güçler ve yasa dışı güçler kullanarak Türkiye’yi Ukrayna, Suriye ve Irak hâline getirmek istemektedir..
1000 yıl birlikte kardeşçe yaşayan Türk ve Kürt halkı arasına nifak sokmak dış güçlerin hedefidir.
2011 Temmuz’unda yaptığı bir konuşmasında ABD Genelkurmay Başkanı Mullen; “Büyük Orta Doğu projesinde yer alan Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Pakistan’ı kaybettik.
Tek çıkar yol ABD-İsrail-Türkiye ittifakıdır. Dolayısıyla elimizde bir tek Türkiye kaldı” demiş idi.
Erdoğan İsrail Filistin’de soykırım yaptığı için ABD’nin bu projesine uymadı. Bu yüzden ABD ve İsrail, AK Parti’yi iktidardan düşürmek, bunu da muhalefet ile gerçekleştirmek peşindedir.
ABD’nin 40 yıl önceki belgelerinde: Kissinger’e göre İsrail’in (1973) nükleer silahı vardı.
Birleşmiş Milletler Siyonizmin kuklasıdır. İkinci Dünya Savaşında ABD Başkanlığı yapan Franklin D. Roosevelt Yahudi asıllı idi. 27 danışmanının hepsi Yahudi olan Roosevelt, Birleşmiş Milletlerin Siyonizm için kurulmasına vesile olmuştur.
Fransa eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, İsrail ajanı idi. Ve Afrika’daki yetim çocukların misyonerlerce kaçırılmasına yardım etti. ABD’yi İsrail (Yahudi) lobisi yönlendirmektedir. Prof. Dr. Mahir Kaynak’a göre “Terörün arkasında ABD ve İsrail vardır. Birlik ve beraberliğimizi ABD, İsrail, İngiltere, Almanya vs. bozmaktadır...”
Mehmet Şevket Eygi’nin yazdığı gibi: “Madımak Oteli müze oldu. Ama Başbağlar köyü garip kaldı. Camiden çıkarken katledilen Müslümanların katilleri Ermenice konuşuyordu.”
Türkiye aleyhine oynanan büyük bir oyunun içindedir.
PKK’nın kasası İsviçre’dir. İsrail Filistin’de ve Orta Doğu’da İslam izlerini siliyor. IŞİD, PYD ve Esad İsrail’in emrindedir.
Osmanlının son yıllarında bazı entelektüellerin başlattığı Kürt kavmiyetçiliği Kürtler arasında yankı bulmamış idi. Dış güçler ve içerdeki ajanları ülkemizi bu hale getirdiler. İsrail’in hedefi Filistinsiz Filistin’dir. Filistin meselesi halledilmedikçe Orta Doğu’da barış olmaz. İsrail’in stratejisi savaşa dayanır.
Ekonomik değerlendirme kuruluşları Siyonizmin kuklasıdır.
2011’de Güneydoğu’da başlatılan “Kürtçe ezan”a yöre halkı itibar etmedi. Kürtçe ezan hem bid’at hem de tek parti (CHP)nin özentisidir.
Gerek muhalefet gerekse HDP’ye oy verenler büyük bir gaflette bulunmuşlardır..
TÜRKİYE GAZETESİ / M.Necati Özfatura
KİMLERDİR Birleştirme yerine ayrışmayı, KİMLERDİR sevgi yerine nefreti, hoşgörü yerine öfkeyi yansıtanlar; haktan, hukuktan adaletten barışta kardeşlikten birlik ve beraberlikten bahsedemez.
Doğudaki tüm katliamlardan Siyonist Yahudilerin parmağı var.Asıl suçlu Siyonist Yahudilerdir,nasıl ki şimdi PKK nın kurucuları sözde kürtler özde siyonist yahudiler ise Ermeni çeteleri de Siyonist Yahudi elemanlardandı,Ermeni katliamcılarda Siyonist Yahudi çetelerden oluşmaktaydı.
Ermeniler ile Bölge halkı arasında hiçbir sorun yokken,şimdiki kürt gözüken siyonistlerin yaptığı katliamlar gibi,o zamanlarda organizeli siyonist (Ermeni gözüken) çeteler, bölge halkını katliam ettikten sonra geri çekilerek bölgede ki Ermeniler,katliamlardan perişan olmuş halk arasında bırakılarak çetelerin katliamının intikamı gariban ermeni halklarından alınmış,bölge halkıyla uyum içinde asırlardır yaşayan ermeniler emperyalistler tarafından cezalandırılmış oldu.O zaman ki Ermeni çete reisleri araştırılsa kesinlikle hepsi siyonist Yahudi çıkar.
Neden mi Siyonist Yahudi Çeteler ? Çünkü bölge Yahudiler için (sözde) vaadedilmiş Arz-ı Mevud toprakları,Siyonist Yahudilere göre buralar yani bu bölge toprakları, yerli halklardan ya katliamlarla ya da göçlerle boşaltılması gerekiyor.Bütün plan bunun üzerinde dönmektedir.Şu an bölgede yaşanan bütün çatışmalar tarihi bu gerçeği doğrulamaktadır.
TÜRKİYE'DEKİ YAHUDİLERİN DAĞILIMI
Türkiye'de tam 1.5 milyon kripto Yahudi vardır. Bunlar :
- Pakraduniler (Doğu'da yaşarlar en üst kimlik Alevi - Kürt, altı Ermeni, Kökü ise Pakraduni ; yani Ermenilesmis Yahudi. Az miktarda iranda da mevcuttur. Asala - PKK - Hıncak ve Taşnak'ın kurucu kadrosu bunlardır)
- Sabataycılar. Ağırlıklı olarak Ege çevresi ve izmir merkezlidir.
CHP izmir vekillerinin çoğu, görsel sanat, yeşilçam ve Kültürel etkinlikler Sabataycılar'ın elindedir.
Selanik, Gümülcine, Yanya ve Filibe'ye Osmanlı Döneminde yerlestirilmistir.
Laik Masonik Türkiye Kurucusu M. Kamal Atatürk'te bu Yahudilerdendir.
İttihad ve Terakki beyin takımı ve Jöntürkler Sebetaycı'dır.
- Karaylar. Kırım Tatar Türkleri'nin benimsedigi bir Yahudi Mezhebi. Rus Katerina döneminde İstanbul'a gelmişler ve Karayköy (Bugün ki Karaköy)' ü kurmuşlardır. Hazar Musevi Türkleri gibi etkisi azdır. Ülker Bisküvi grubu sahibi bunlardandır. Sabri Ülker, Berksan olan soyadını daha sonradan Ülker olarak değiştirmiştir.
- Slav Pogrom zulmûnden kaçarak Osmanlı'ya sığınıp Alevi Bektaşi görünen ve Aleviliğin içini bosaltan grup. Alevi Bektaşi Federasyonları Disk, Kesk, Eğitim Sen, TMMOB ve TTB gibi sendikal faaliyetleri yürüten kripto Yahudiler de bunlardır. Ayrıca Sözcü, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Oda Tv , Ekşi Sözlük, Aydın Dogan Medyası da Türkiye'deki Simavi, Kapani ve Nadi Yahudilerinin elindedir. Hepsinin ortak özelligi ise Laik Atatürkcü ve Erdogan karşıtı, Osmanlı düşmanı olmaları !
Bir Yahudi, Musevilik dinini yüreğinde saklamak şartıyla dıştan Hıristiyan ülkelerinde Hıristiyan, Müslüman ülkelerinde Müslüman görünebilir, yani iki dinli olabilir.
İsrail'in Türkiye'yi kayb etmek gibi bir lüksü yoktur. Türkiye'yi kaybederlerse İsrail devleti kısa zamanda sona erer.
Şu anda islâmî kesimde on kadar çok büyük, yüz kadar büyük, binlerce orta ve küçük cemaat, hizip, fırka, grup, klik vardır. Bunların içine ajanlar, casuslar, provokatörler, yönlendiriciler sızmıştır.
Sakala, sarığa, cüppeye, şalvara önem veren tarikatin içine sakallı, sarıklı, şalvarlı casuslar sokarlar. Herifler gündüzleri sâim, geceleri kaim görünür, yapacaklarını yapar.
Vaktiyle Moiz Kohen efendi, asıl adını gizleyip, buram buram Oğuz Türkü kokan Tekin Alp adıyla Türkçülük, milliyetçilik yapmamış, "Kahr olsun şeriat!.." diye bağırmamış mıydı?
Boşuna söylememişlerdi: Yirminci asırda Yahudiler iki devlet kurdular diye...
Türkiye halkı bin bir sıkıntı çekerken tank tâmiri bahanesiyle İsrail'e milyar dolar ödemedik mi? Soruyorum: Tanklar tâmir edildi mi, bize geri verildi mi? Heyhat ki heyhat...
Türkiye sebze, bakliyat ve hububat tohumlarını İsrail'den satın alıyor.
Bugünkü düzen ve sistemde hiçbir iktidar İsrail ile yapılmış olan gizli anlaşmaları çiğneyemez.
Buzdağının su üzerinde görünen yüzde birinin sahnesinde birtakım tiyatrolar oynansa da Türk-İsrail birlikteliği devam edecektir.
Bazı çok akıllılar "Türkiye İsrail'i dize getirdi...İsrail'i rezil etti... İsrail bizden çok özür diledi... İsrail Türkiye'den tir tir titriyor..." gibi gülünç ve gerçek dışı açıklamalar yapsalar da...
Genelkurmay başkanlığımızda çok gizli bir İsrail Odası varmış. Buraya birkaç kişi girebiliyormuş...Siz bu riyavetleri duymadınız mı?
Türkiye ile İsrail arasındaki çok gizli anlaşmaların mahiyeti nedir? Bilen yok...
One minute demekle bu anlaşmalar hükümden ve yürürlükten kalkıyor mu?
ABD ve İsrail Ortadoğu'da iki büyük İslâm ülkesini savaştırmak istiyormuş.
Vaktiyle Irak ile İran'ı savaştırmamışlar mıydı?
Buzdağının, görünmeyen yüzde 99'unda neler var acaba?
Mehmet Şevket Eygi
Araştırmacı Yazar
Türkiye'yi Kim Kurdu? İsrail'i Kuranlar mı Türkiye'yi kurdu?
Onlar Kimdir? Osmanlı'yı Onlar Bitirdiler, Cumhuriyeti Onlar Kurdular, Peki Kim Bunlar?
Türkiye Hahambaşılığına soruldu, "onlar Musevî değildirler" cevabı alındı.
Diyanet İşleri Başkanlığına soruldu. "İslam fırkaları ve mezhepleri içinde böyle bir fırka ve mezhep yoktur" fetvası verildi.
Onlar ne doğru dürüst Yahudidir, ne de Müslümandır.
Peki inanç ve kimlik bakımından onlar nedir, ne değildir?
Onlar, Yahudilikten sapmış bir taifedir.
Onlar iki dinli, iki kimliklidir. Dıştan Müslüman görünürler, asıl kimlikleri ise Ortodoks Yahudilikten sapmış bir tarikattir.
Onlar namaz kılar mı?
Sünnî Müslümanların içine sızıp casusluk, ajanlık, provokatörlük, yönlendiricilik yapmakla vazifeli olanlar zâhiren namaz kılarlar, diğerleri kılmaz. Çok azı cumaya gider.
Öldüklerinde tabutları musalla taşına konulur ve cenaze namazları kılınır.
Onlar homojen bir cemaat midir? Değildir.Çeşitli kollara, kabilelere, ailelere, meşreblere ayrılırlar.
Aralarında birlik, ittihad, vifak yoktur.
Onların militanları, fanatikleri, aktivistleri vardır.
İslam'ı ya kökünden kaldırmak isterler. Bunu yapamazlarsa dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik yaparak İslam'ı ve Müslümanları değiştirmek isterler.
Müslümanların içine sızmışlar mıdır?
Sızmışlardır. Hem Sünnîlerin, hem de Alevîlerin.
Tarikatlara sızmışlar mıdır?.. Bazı tarikatlara sızmışlardır.
Cemaatlere sızmışlar mıdır?.. Bazı önemli ve güçlü cemaatlere sızmışlardır. Çok büyük bir cemaat içinde onlardan biri 35 yıl boyunca cemaat büyüğünün sağ kolu olarak çalışmıştır.
Yakın tarihimizde onların oynadığı rol nedir?.. Baş rollerde oynamışlardır?
Neler yapmışlardır?.. Türkiyeyi tarihî devamlılık çizgisinden çıkartmışlar, tarihî ârıza ve kaza devrini başlatmışlardır.
İslam'ı büsbütün inkâr ederler mi?.. Etmezler. Kendilerine göre sağ ayakları ile İshakîlikte, sol ayakları ile İsmailîliktedirler.
Bu inançları, bu halleri ile onlara mü'min ve müslim demek mümkün müdür? Değildir.
Onlardan İslam'a gerçekten, yürekten, ihlasla dönmüş olanlar var mıdır? Vardır ama sayıları gayet azdır.
Türkiye'deki sayıları ne kadardır? Bu rakam kesin olarak bilinmiyor ama Gizli Yahudilerin sayısının 1,5 milyon olduğunu söyleyenler var.
Onlar Cumhuriyetçi midir?.. Gerçek Cumhuriyet istemiyorlar ama kendi Cumhuriyetlerini istiyorlar.
Kendi Cumhuriyetleri nedir? Bir tür Yahudi Cumhuriyetidir.
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci - Yazar
Türkiye Hahambaşılığına soruldu, "onlar Musevî değildirler" cevabı alındı.
Diyanet İşleri Başkanlığına soruldu. "İslam fırkaları ve mezhepleri içinde böyle bir fırka ve mezhep yoktur" fetvası verildi.
Onlar ne doğru dürüst Yahudidir, ne de Müslümandır.
Peki inanç ve kimlik bakımından onlar nedir, ne değildir?
Onlar, Yahudilikten sapmış bir taifedir.
Onlar iki dinli, iki kimliklidir. Dıştan Müslüman görünürler, asıl kimlikleri ise Ortodoks Yahudilikten sapmış bir tarikattir.
Onlar namaz kılar mı?
Sünnî Müslümanların içine sızıp casusluk, ajanlık, provokatörlük, yönlendiricilik yapmakla vazifeli olanlar zâhiren namaz kılarlar, diğerleri kılmaz. Çok azı cumaya gider.
Öldüklerinde tabutları musalla taşına konulur ve cenaze namazları kılınır.
Onlar homojen bir cemaat midir? Değildir.Çeşitli kollara, kabilelere, ailelere, meşreblere ayrılırlar.
Aralarında birlik, ittihad, vifak yoktur.
Onların militanları, fanatikleri, aktivistleri vardır.
İslam'ı ya kökünden kaldırmak isterler. Bunu yapamazlarsa dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik yaparak İslam'ı ve Müslümanları değiştirmek isterler.
Müslümanların içine sızmışlar mıdır?
Sızmışlardır. Hem Sünnîlerin, hem de Alevîlerin.
Tarikatlara sızmışlar mıdır?.. Bazı tarikatlara sızmışlardır.
Cemaatlere sızmışlar mıdır?.. Bazı önemli ve güçlü cemaatlere sızmışlardır. Çok büyük bir cemaat içinde onlardan biri 35 yıl boyunca cemaat büyüğünün sağ kolu olarak çalışmıştır.
Yakın tarihimizde onların oynadığı rol nedir?.. Baş rollerde oynamışlardır?
Neler yapmışlardır?.. Türkiyeyi tarihî devamlılık çizgisinden çıkartmışlar, tarihî ârıza ve kaza devrini başlatmışlardır.
İslam'ı büsbütün inkâr ederler mi?.. Etmezler. Kendilerine göre sağ ayakları ile İshakîlikte, sol ayakları ile İsmailîliktedirler.
Bu inançları, bu halleri ile onlara mü'min ve müslim demek mümkün müdür? Değildir.
Onlardan İslam'a gerçekten, yürekten, ihlasla dönmüş olanlar var mıdır? Vardır ama sayıları gayet azdır.
Türkiye'deki sayıları ne kadardır? Bu rakam kesin olarak bilinmiyor ama Gizli Yahudilerin sayısının 1,5 milyon olduğunu söyleyenler var.
Onlar Cumhuriyetçi midir?.. Gerçek Cumhuriyet istemiyorlar ama kendi Cumhuriyetlerini istiyorlar.
Kendi Cumhuriyetleri nedir? Bir tür Yahudi Cumhuriyetidir.
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci - Yazar
Alevilik ve Aleviler hakkındaki acı gerçekleri ifade etmek, hemen Alevi düşmanlığı olarak tanımlanamaz. Bu, Türkiye'nin gerçeği... Bu ülkeye on yıllarca kan kusturmuş Sol Marksist, Leninist, Komünist, Ateist terör örgüleri hep Alevi vatandaşlarımızın gençlerinden beslendiler. Cem evlerini de her fırsatta merkez üs yaptılar.
Aleviler karar vermeliler; Ateistler mi, Müslümanlar mı? Pek çok Alevinin hür iradesi ile açıkladığı gibi, gerçekte kendilerini gayr-i İslami bir unsur olarak mı kabul ediyorlar? Eğer Müslümanlarsa içlerindeki teröristleri temizlemeliler ve Türkiye'de rejimi hile ve eşkıyalık ile kuran, gerçek kimlikleri her meydana çıktığında kendilerini Alevi olarak tanıtan Sabetayistlerin basit kuklaları olmaktan vazgeçmeliler.
Evet, gerçek Aleviler dur durak bilmeden "Sabetayistlerin Alevilere Etkisi" ya da "Sabetayistlerin Alevilere Ettikleri" konulu araştırmalar yapmalılar. Bunu yaparken de Türkiye'ye Allahsızlığı, Komünizmi getirenlerin de Sabetayistler olduklarını, Nazım Hikmet'ten, Zekeriya ve Sabiha Sertel'e kadar, Musa Anter'e kadar pek çok idol ismin aslında gizli Yahudiler olduklarını göz önünde bulundurmalılar. Sol'un, Komünizmin amiral gemisi Tan Gazetesi'nin de Sabetayist Sertel'ler tarafından çıkartıldığını göz önünde bulundurmalılar.
Pek çok Alevi vatandaşımıza "Alevi-Bektaşi" olarak kabullendirilen Mustafa Kemal Atatürk'ün, gerçek bir Sabetayist Yahudi olduğu acı gerçeğini de kabul etmeliler.
Kafasındaki, Yahudi dini sembolü fötr şapka ile poz veren bir Alevi dedesinin, kafasındaki, dini inancı gereği taktığı fötr şapka ile poz veren bir Yahudi hahamından pek farkı olmadığını, saç, sakal ve bıyık tarzlarının bile aynı olduğunu artık kabul etmeliler.
Sabetayistlerin kendilerini Alevi diye tanıtmalarına da, Alevi gözükerek aralarına karışmalarına da, Türkiye'de Sabetayistlerin menfaatlerine uygun olarak kurulmuş bu rejimin ayakta kalmasını temin yolunda Alevi nüfus ve nüfuzunu kullanmalarına da müsaade etmemeliler.
İsrail'e gönül vermiş ve azılı İslam-Türk düşmanı Sabetayistler ile Anadolunun bağrından çıkmış Aleviler aynı eksende buluşamazlar. Hiçbir bahane ile ittifak edemez ve birlik olamazlar.
Ve Aleviler "Böyle gelmiş." ya da "Biz atamızdan böyle gördük." bahaneleri ile bu oyunlara alet olmaya devam edemezler.
Mehmet Fahri Sertkaya
Yahudiler, misyonerler, emperyalistler Osmanlı hâkimiyeti için Arap dünyasında “Osmanlı isti’marı/sömürgeciliği” tabirini kullandılar ve kullanıyorlar. Büyük yalan ve iftira!.. çağımızın ünlü tarih felsefecisi Arnold Toynbee “Tarih üzerine Bir Etüd” adlı 10 ciltlik eserinde (Ispartalılar bahsi)şöyle diyor: “Eflatun’un ideal Cumhuriyetine, realitede/uygulamada en fazla yaklaşabilmiş sistem Osmanlı devletidir.” Böyle bir devlet elbette menfi(olumsuz-zararlı) kavmiyetçiliklerle ayakta duramazdı.
Osmanlıların kavmiyetçilik dedikleri nasyonalizm 19’uncu yüzyılda icad edilmiş bir ideolojidir. Menfi milliyetçiler ve ulusalcılar bu ideolojiyi bir din haline getirmişler ve İslâm’ın yerine koymak istemişlerdir.
Bir insan mensup olduğu kavmin iyiliğini, yücelmesini istemez mi? Elbette ister, hattâ istemesi bir vazifedir. Ancak, bunun İslâm’da sınırları vardır. Müslümanların menfi kavmiyetçilik yaparak birbirlerine düşmanlık etmeleri, ümmet birliğini sarsmaları, İslâm coğrafyasını balkanlaştırmaları asla doğru değildir, din buna izin vermez. Sadece din değil akıl, mantık, vicdan, hikmet, sağduyu da vermez.
Yahudilerin, dönmelerin, Siyonistlerin, emperyalistlerin, İslâm ve Türk düşmanlarının entrikaları sonunda Müslümanlar İmamet-i Kübra kurumunu yitirdiler. Bu bizim için ne korkunç bir kayıp olmuştur düşünelim...
Mehmed Akif “Türk Arapsız, Arap Türksüz olmaz” diyor. Ne kadar doğru...
İslâm birliğine, Müslüman kardeşliğine zarar vermeden, Kur’ân ve Sünnet’e ters düşmeden kavmimizi sevelim. Onun iyiliği, kalkınması, saadeti, huzuru için çalışalım ama bütün Müslümanların tek bir millet oldukları gerçeğini asla hatırdan çıkartmayalım.
Yahudilerin, dönmelerin, misyonerlerin, sömürgecilerin, emperyalistlerin, Türk düşmanlarının çıkartmış oldukları ideolojilerden uzak duralım.
Allah’ın Türk kavmine bahş etmiş olduğu en büyük nimet ve şerefin İslâm olduğunu bir an bile hatırımızdan çıkartmayalım.
İslâm’ın bayraktarlığı gibi şerefli, yüce, onur verici bir hizmeti bırakıp da; ABD Evangelistlerinin, Siyonistlerin, Avrupa’nın kuyruğu olmak Müslüman Türklere yakışmaz. Türklüğümüzle iftihar edelim, başka etnik kökenlere ve kavimlere mensup Müslüman kardeşlerimizi dışlamayalım, Türk olalım, fakat Türkçü olmayalım. Müslüman olalım, İslâmcı olmayalım...
Mehmet Şevket Eygi
Araştırmacı Yazar
Beş Bin Militan Sabataycı
OSMANLI İmparatorluğu'nun Adriyatik sahillerindeki küçük Ülgün şehrinde, sürgün edilmiş yalnız bir adam olarak 1676'da ölen ve bugün mezarı bile bilinmeyen İzmirli Sabatay Sevi, modern Türkiye'ye dolaylı olarak damgasını vurmuş önemli bir tarihî şahsiyettir.
Çünkü onun doktrinine bağlı olan iki kimlikli Yahudi Türkler, yahut Sabataycılar, yahut da Selânik Dönmeleri, 1908 İkinci Meşrutiyet inkılabından bu yana ülkemizde gizli, esrarlı, güçlü bir saltanat kurmuşlar ve iradelerini nice önemli kuruma hâkim kılmışlardır.
Türkiye'deki militan, fanatik, hırslı, zorlamacı, direten, dediğim dedik zihniyetli Sabataycıların sayısı kaç kişidir? Bence onlar beş bin kişi kadardır. Kelle sayısı itibarıyla az olan bu grup tahsil, kültür, nüfuz, güç, vasıf, tesir bakımından büyük bir ağırlığa sahiptir. Bunların çoğu Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil bilen, şehir kültür ve görgüsüne sahip, zeki, kurnaz, (en geniş mânâsıyla) politikacı vatandaşlardır. "Büyük satranç" oyununda onlarla başetmek kolay değildir.
Bugünkü dünyada medya birinci güç haline gelmiştir. Bizde Sabataycılar medyanın hemen hemen yarısına, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hakimdirler. Televizyondan önce de sinema ve film sektöründe tekel kurmuşlardı. Üniversitelerde, büyük hukuk kuruluşlarında, dev finans ve iktisat teşekküllerinde, topluma yön veren önemli mevkilerde, hariciyede ve daha nice önemli ve hayatî kurumlarda köşebaşlarını tutmuşlardır.
Birkaç bin Sabataycı ülkenin yağını, balını, kaymağını yemekte; çok lüks, çok rahat, çok şaşaalı bir hayat sürmektedir. Gazete ve televizyonlarında siyasî iktidarlara akıl hocalığı yapan, İslâm'la ve dindar Müslümanlarla savaşan bir Sabataycının, İngiliz bayrağı taşıyan ve milyonlarca dolar kıymete sahip bulunan lüks ve şahane bir yatı vardır. Amerika'da, Boğaziçi'nde, başka yerlerde her biri milyonlarca dolar eden villaları, kâşâneleri, mülkleri vardır.
Geçim sıkıntısı çeken, evlâtlarını okutmakta zorlanan bir tek militan Sabataycı göremezsiniz. Hepsinin tuzları kurudur.
Militan Sabataycılar bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti severler mi? Elbette kendilerine göre severler. Bir mandracının ineklerini ve mandrasını sevdiği gibi severler.
Ünlü bir Sabataycı bir bankayı ele geçirdi, onun dibini delerek bir katrilyona yakın parayı hortumladı. Türkiye'yi; bu ülkeyi, bu milleti, bu halkı gerektiği gibi ve hakkıyla sevmiş olsaydı böyle yapabilir miydi?
Militan Sabataycılar 70'li yıllarda başlayan islâmî hareketi kendileri için büyük bir tehlike olarak gördüler ve tedbirlerini aldılar. Bin türlü entrika ile İslâmcıların içine ajanlar ve casuslar sokarak, bir takım ahlâksız ve karaktersiz adamları manipüle ederek islâmî hareketi kirlettirdiler, çürüttüler; Sabataycı güce alternatif olmaktan çıkarttılar. İslâmî hareketi bitirdikten sonra şimdi Milliyetçi ve Türkçü hareketi çürütmek için sinsî planlar tatbik ediyorlar.Sabataycıların en güçlü tarafı bilinmemeleri, gizlilikleriydi. Birkaç aydan beri bu bilinmezlik, gizlilik, esrar perdesi aralanmaya başlamıştır. Bundan dolayı çok ama çok tedirgindirler. Sahte, iğreti bir Türk kimliği ile İslâm, Şeriat, dindar kesime düşmanlık yapmak oldukça kolaydır ama gerçek kimliklerinin Yahudilik olduğu anlaşılınca işleri zorlaşacak, büyük bir muhalefetle karşılaşacaklardır.Ülkemizdeki birkaç bin militan Sabataycının bu kadar güçlü olmasının ana sebeplerinden biri de, ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların kırsal kesim, gecekondu, varoş, köylü, taşra zihniyet ve kültürüne sahip olmasıdır. Sabataycıların derin devlet üzerindeki tesir ve nüfuzları ne kadardır? Bu hususta kesin bir söz söyleyecek, hüküm verecek durumda değilim.Sabataycılar ülkemizdeki statükonun devam etmesini istiyorlar mı? Bundan en ufak bir şüphe yoktur.Ülkemizde tam bir demokrasinin olmasını, hukukun üstünlüğü sisteminin uygulanmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet edilmesini samimî olarak istiyorlar mı? Onlar bunları asla istemezler.
Sabataycılar Müslümanların arasına sızmışlar, ajanlar sokmuşlar mıdır? Elbette sızmışlardır. Büyük Bektaşî dedelerinden biri Sabataycı idi. Melamilerin bozuk kolu Sabataycılar tarafından idare edilmektedir. Mevlevî tarikatına da girmişlerdir. Hakikî Mevlevileri tenzih ederim ama, şu anda rakı içen, karı ve kızlara erkeklerle birlikte sema yaptıran adamlar vardır. Militan Sabataycılar evrensel ahlâk prensiplerine uyarlar mı? Maalesef uymazlar, son banka rezaleti bu konuda ibret verici bir örnektir. Kendi içlerinde, kendi vakıf ve müesseselerinde bile büyük yolsuzluklar, hortumlamalar olmaktadır. Çoğunun dini imanı paradır.
Sabataycılık konusunu işlediğim, bu iki kimlikli cemaati açığa çıkartmak istediğim için birtakım yazarlar beni engizisyonculukla, din mahkemesi kurmakla, ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar. Bunlar boş telâşlar ve iftiralardır. Gizli olan bir cemaate ışık tutmak, iki kimlikli ve çok güçlü bir lobiden bahsetmek ne ahlâken, ne de kanunen suçtur. Onlar benim dinime, şeriatıma, mensubu bulunduğum dindar kitleye savaş açacaklar, hakaretler ve tehditler yağdıracaklar; onların yüzünden on milyonlarca Müslüman vatandaş bu memlekette korku ve güvensizlik içinde titreyecek, bir sürü baskı ve zulüm yapılacak; onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğu kırk günden fazla zindanda tutulacak ve ben bu adamları açığa çıkartmak için çalışırsam yaptığım engizisyon olacak... Yağma yok!
Sabataycılardan ne istiyoruz:
1. İki kimlikli olmaktan vazgeçmelerini istiyoruz. Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünmeleri bizim hukukumuza bir tecavüzdür. Yahudiliklerini açıkça ilan etsinler.
2. İslâm'a, Müslümanlara açmış oldukları gayr-i meşru savaşı durdurmalarını istiyoruz.
3. Türkiye'yi ülke, halk ve devlet olarak samimî bir şekilde sevmelerini ve korumalarını, yücelmesi için çalışmalarını istiyoruz.
4. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülkeyi ve delveti tekellerine almak, kendi cemaat iradelerini millî iradenin üzerinde görmek, tarihî devamlılığa ters düşen bir tarihî ârızanın sürmesi için çalışmak, millî kimliği erozyona uğratmak, ülke üzerinde gizli bir saltanat ve hükümranlık kurmak gibi emellerden vazgeçmelerini istiyoruz.
Büyük ölçüde onların hırsları yüzünden bu ülkede on milyonlarca Müslüman çoğunluk hürriyetsizlik, güvensizlik, baskı, korku, eziyet, zulüm içinde yaşıyor. Bu hal böyle devam edemez. Her kemâlin bir zevâli vardır. 1924 mübadelesine kadar ülkemizde milyonlarca Rum yaşıyordu. Yanlış ata oynadıkları için bu topraklarda varolma hakkını yitirdiler. İyonya ve Pontus Rumları Türkleri, Müslümanları, Osmanlı Devleti'ni desteklemiş olsalardı, işgalci Yunan kuvvetlerine Türklerle ve Müslümanlarla birlikte karşı çıkmış olsalardı; İzmir metropoliti Hrisostomos işgal kuvvetlerini takdis etmemiş olsaydı onlar Türkiye'de var olacaklardı.
Tarihten ibret almak gerekir.
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci - Yazar
Sabetaycı Yahudilerin Alevilerin içine sızması...
Sabetaycı Yahudiler Alevilerin içine 19.-20. yüzyıldan itibaren sızmış, Alevilerin güvenini kazanarak temel öğretilerini değiştirmiş, Alevilik tarihi kitapları yazarak Aleviliği mecraından saptırmışlardır. Alevi gençlerin pek çoğunu kültürel değerlerinden kopararak rijit, protest birer ateist haline getirmeyi başarmışlardır.
Toplumda yanlış olarak Bektaşilere mal edilen “mum söndü” olayı da aslında Sebataylara ait dini bir ritüeldir. “Dört Gönül Bayramı” veya “Mum Söndü” diye de bilinen Kuzu bayramı 22 Adar’da (Mart) yapılır. Her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır…
Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar.” (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)
Ilgaz Zorlu da “toplu seks ve mum söndü olayının Tanah’taki birtakım dualardan kaynaklandığını” vurgulamakta, (Zorlu, Evet Ben Selanikliyim, S.51), hatta; “bazı Sabataycı din adamlarının Lut örneğinden hareketle ensest ilişkiyi meşru kabul eden kararlar verdiklerini” ifede etmektedir.
Lozan’da Türkiye’yi Neden Yahudi Din Adamı Temsil Eder?
Bize yapay bir bağımsızlık mı verildi?
Kurtuluş Savaşında savaştığımız işgal kuvvetleri bu plan gereği mi savaşmadan geri çekildiler?
KİMDİR BU HAHAM HAYİM NAUM EFENDİ?
İngiliz murahhas (delegeler) heyeti reisi Lord Gürzon (ki O da Yahudidir), nihayet en mânidar sözünü söyledi. Dedi ki:
"Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs (gönül) birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz."
Lozan’da Türk murahhas (delegeler) heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesat kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz(ödün) ve teminatı veriyor ve diyor ki:
"Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden, yani an’ane-i İslâmiyetten kurtulmak hususunda besledikleri (yâni İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir."
Harfi harfine iktibas ettiğimiz(alıntıladığımız) bu sözlerle, Türk başmurahhasının (baş temsilcisinin), yâni İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz(ödün) diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.
Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve baş başa seyahat... Sonra Ankara gizli meclis toplantıları... Fakat esas meselelerde daima baş başa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları(toplantıları) ve karar: "Din öldürülecektir."
Lozan Konferansının ikinci sayfası: "..... Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle, bu millette, İslâmiyeti katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salip(haçlı birliği) kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir.(uzaktır)"
Nihaî Vesika (son delil)
Lozan Muahedesinden(antlaşmasından) sonra, İngiltere Avam Kamarasında, "Türklerin istiklâlini(bağımsızlığını) niçin tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap:
"İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, mâneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.
Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır."
Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor, değil mi?
Gizli anlaşmanın entrikası
Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl (yapay bağımsızlık) işinde gizli anlaşmanın müessiri(tesir edeni), tek kelime ile, Yahudiliktir.
Buna memur-u müşahhas(kişisel memur) kimse de, şimdi (o zaman) Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları(özgürlük vermeleri) , buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur’ân’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:
"Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini(sınırlarını) kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum."
Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar(delegeler) heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.
Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde-yani Mustafa Kemal yanında-emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahut(sözü edilen) mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.
İşte bu ehemmiyetli vesika(önemli delil), tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.
Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; Lozan’ın İçyüzü diye yazılan makaleden alınmıştır.Necip Fazıl Kısakürek imzalıdır.
***************
<< Ingiliz heyetinin başkanı Lord Gurzon Lozan'da Ismet Paşa'nın müşaviri sıfatına haiz bulunan [Istanbul Hahambaşısı] Hayim Naum efendiyi çağırarak daha onceki taahhütlere uygun olarak hilafet ilga edilmediği takdirde sulhun gerçekleşemeyecegini söylemiştir. Esasen bu mesele ile öteden beri meşgul bulunan Hayim Naum Efendi Ismet Paşa ile Lord Gurzon arasında bu mesele etrafındaki haberleri getirip götürmek suretiyle ciddi bir gayret sarfetmişti.
Heyetin başkanı Ismet Inönü tek başına 'hilafeti kaldırma' sözü verecek mevkide değildi. Hatta o günlerde TBMM'de hilafet lehine bir hava doğmuştu. Bizzat Mustafa Kemal Paşa hilafeti methediyordu. Mesela Lord Gurzon'un tam Lozan'i terk ettiği gün meşhur Balıkesir Hutbesini irad etmişti. Binaenaleyh Hayim Naum'a müspet bir cevap veremedi.
Ismet'le işi bitiremeyen Hahambaşı hemen atlayıp Türkiye'ye dönüyor. O esnada Izmir Iktisad Kongresinde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile görüşüyor. >>
Lozan Zafer mi Hezimet mi?
Kadir Mısıroğlu cilt: 1 sayfa: 272-273
**********
<< Hatta iddiaya gore Hayim Naum'a bir de yazılı 'taahhüt' veriliyor. Ve akabinde 'yorgun olduğu' ileri sürülerek ordu terhis ediliyor. >>
Harp Hatıralarım
Ali Ihsan Sabis cilt: 5 sayfa: 358
**********
<< Ismet Paşa anlaşıldığına göre Lozan'da Ingilizlerle bir nev'i gizli arabuluculuk rolü oynayan Istanbul'un Hahambaşısı Hayim Naum Efendinin telkinleriyle hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye'de devamına müsaade edilmeyip derhal atılması lüzumu fikrini tamamiyle benimsemiş bulunuyordu. Peki ya dört-beş ay önceki hilafete bağlılık hatta hilafetin kuvvetlendirilmesi düşünce ve kanaati ve bu yoldaki kat'i ifadeler ve Islam alemine bunun duyurulması hususundaki telaş ve heyecan ne olmuştu? >>
Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay
Feridun Kandemir sayfa: 96-97
Selanikliler'in önyargısız ve antisemit gerçek hikayesini öğrenmek için İslam Ansiklopedisi'nin ilgili maddesi ve İbrahim Alaeddin Gövsa'nın "Sabetaycılık" kitabının rehberliğinde sizi bir mezarlık ziyaretine davet ediyoruz. Bülbülderesi-Fevziye Hatun Cami'sinin avlusundan başlayarak ta Fıstıkağacına kadar tırmanan yokuşun sağında özel bir mezarlık bu...
Kimler yatmıyor ki burada... Azra Erhat orada, Yusuf Atılgan orada, "İzmir'de Yunana ilk kurşunu atan" Hasan Tahsin de orada... Meşrutiyette ve Cumhuriyette sanatta, sinemada, basında (Selanik-İzmir Yeni Asır-Sabah), tekstilde, tütün ticaretinde, külliyen ithalatta başı çeken ünlü aileler de orada;İpekçiler, Dilberler, Bezmenler... Mısırlı, Bilgin, Kaptana, (Katibi Umumi Mithat Şükrü) Bleda, Boran, İrişik, (Elçin-Ergin) Telci, İnsel, Ogan, Somay, Duhani, Öğütmen, Kapancı ailelerinin yedi ceddi bu mezarlıkta uyuyor.
Mezartaşlarının hemen hemen hepsi resimli. Kahverengi-beyaz sepya fotoğrafların çoğunda "Foto Osman Hasan" imzası okunuyor. 1930-1950 yılları arasında çok misafir kabul etmiş bir mezarlık bu. Şimdilerde ayda yılda bir gömüleni var.
Selanik'ten, Şam'dan, İzmir'den, Mısır'dan, gelip de orta hallileri Selamsız, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı gibi Üsküdar'ın iç semtlerini mesken tutan, zenginleri ise, Bakırköy, Nişantaşı, Teşvikiye'de takılan "Dönmeler"e ait özel bir mezarlık bu. Kitabeti de hitabeti de farklı, "fatiha" talep etmeyen, şekli şemali bir olmayan, "fotoğraflı" bu mezarlıkta halen tükenmiş bir tarikatin 300 yıllık tarihi uyuyor .
KRIPTO ERMENİ YAHUDİLER; PAKRADUNİ'LER KÜRT ALEVİ SÜNNÎ GÖRÜNÜMLÜ ERMENİ YAHUDİLERİ
KRİPTO TÜRK GİBİ GÖRÜNEN YAYUDİLER
Pakradunilerin Rolü Nedir? Kürt veya Türk, Sünnî veya Alevî Müslüman görünmüşler...
Aleviler karar vermeliler; Ateistler mi, Müslümanlar mı? Pek çok Alevinin hür iradesi ile açıkladığı gibi, gerçekte kendilerini gayr-i İslami bir unsur olarak mı kabul ediyorlar? Eğer Müslümanlarsa içlerindeki teröristleri temizlemeliler ve Türkiye'de rejimi hile ve eşkıyalık ile kuran, gerçek kimlikleri her meydana çıktığında kendilerini Alevi olarak tanıtan Sabetayistlerin basit kuklaları olmaktan vazgeçmeliler.
Evet, gerçek Aleviler dur durak bilmeden "Sabetayistlerin Alevilere Etkisi" ya da "Sabetayistlerin Alevilere Ettikleri" konulu araştırmalar yapmalılar. Bunu yaparken de Türkiye'ye Allahsızlığı, Komünizmi getirenlerin de Sabetayistler olduklarını, Nazım Hikmet'ten, Zekeriya ve Sabiha Sertel'e kadar, Musa Anter'e kadar pek çok idol ismin aslında gizli Yahudiler olduklarını göz önünde bulundurmalılar. Sol'un, Komünizmin amiral gemisi Tan Gazetesi'nin de Sabetayist Sertel'ler tarafından çıkartıldığını göz önünde bulundurmalılar.
Pek çok Alevi vatandaşımıza "Alevi-Bektaşi" olarak kabullendirilen Mustafa Kemal Atatürk'ün, gerçek bir Sabetayist Yahudi olduğu acı gerçeğini de kabul etmeliler.
Kafasındaki, Yahudi dini sembolü fötr şapka ile poz veren bir Alevi dedesinin, kafasındaki, dini inancı gereği taktığı fötr şapka ile poz veren bir Yahudi hahamından pek farkı olmadığını, saç, sakal ve bıyık tarzlarının bile aynı olduğunu artık kabul etmeliler.
Sabetayistlerin kendilerini Alevi diye tanıtmalarına da, Alevi gözükerek aralarına karışmalarına da, Türkiye'de Sabetayistlerin menfaatlerine uygun olarak kurulmuş bu rejimin ayakta kalmasını temin yolunda Alevi nüfus ve nüfuzunu kullanmalarına da müsaade etmemeliler.
İsrail'e gönül vermiş ve azılı İslam-Türk düşmanı Sabetayistler ile Anadolunun bağrından çıkmış Aleviler aynı eksende buluşamazlar. Hiçbir bahane ile ittifak edemez ve birlik olamazlar.
Ve Aleviler "Böyle gelmiş." ya da "Biz atamızdan böyle gördük." bahaneleri ile bu oyunlara alet olmaya devam edemezler.
Mehmet Fahri Sertkaya
Osmanlı Yahudi Cemaati ve 1908 Devrimi" başlığı altında ilginç bir yazı dikkatimi çekti. Daha önce burada İngiliz elçisinin İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin iktidara gelişiyle birlikte ülkesini bilgilendirirken "Meraka mucip bir hadise yok. İyi niyetli çocuklar göreve geldiler" şeklinde işlerin yolunda olduğuna dair mülahazasını konu edinmiştim. Zaten o "iyi niyetli çocuklar" koskoca bir imparatorluğu on yıllık bir süre içerisinde parçalayıp heder etmişlerdir.
İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde "Yahudi Faktörü" ise her zaman konuşula gelmiştir. Zaten dikkatimi çeken de yazıda konuyla ilgili "sivri retorik ve asılsız iddialardan" söz edilirken, "İTC(İttihad ve Terakki Cemiyeti" güdümlü "Jön Türk" hareketindeki Yahudi varlığı mevzu ediliyordu.
Türkiye'de Dinsiz Milliyetçiliği Yahudiler ve Sabetaycılar Çıkarttılar
"Bu memlekette dinsiz milliyetçiliği, dinsiz Türkçülüğü Yahudiler ve Sabataycılar çıkartmıştır.Yahudiler Türkler için, İslâm’ın dışında ideolojiler, dünya görüşleri icat etmek istiyorlardı."
İslâm’a düşman Türkçülüğü ve milliyetçiliği Müslüman Türkler değil, Yahudiler çıkartmıştır.
Amaçları Osmanlı İslâm devletini ve Halifeliği yıkmak, Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak, daha sonra bütün Ortadoğu’yu “Büyük İsrail” sınırları içine sokmaktı. (Nil’den Fırat’a kadar...)
Osmanlı devletinde yaşayan bütün Müslümanlar tek bir “Milletti”, İslâm milleti...
Yahudiler, misyonerler, emperyalistler, sömürgeciler Müslümanlar arasına kavmiyetçilik/nasyonalizm ideolojileri sokmuşlardır. Araplara Arapçılık, Arnavutlara Arnavut milliyetçiliği, Ermenilere Ermeni milliyetçiliği...
Bir Yahudi, Dönme, Mason teşkilâtı olan İttihad ve Terakki Cemiyeti Pan-Türkizm ideolojisini çıkartmıştır.
Sırası gelmişken şu hususu da belirtmekte yarar görüyorum: Türkçülük yapan Tanzimat ricalinden meşhur Ahmet Vefik Paşa’nın dedesi mühtedi (İslâm’a dönmüş) bir Bulgar Yahudisidir!
Böylece Osmanlı devleti, Jön Türklerin elinde on senede yıkılmış, 1908 İkinci Meşrutiyet hareketi, 1918’de Mondros’ta teslim bayrağını çekmiştir.
Osmanlı devleti ayakta kalmış olsaydı, Siyonistlerin Filistin’de bir Yahudi devleti kurmaları mümkün olur muydu?
Arapçılığın, Arap milliyetçiliğinin acı faturasını, başta Filistinliler olmak üzere bütün Araplar ödemiştir.
İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde "Yahudi Faktörü" ise her zaman konuşula gelmiştir. Zaten dikkatimi çeken de yazıda konuyla ilgili "sivri retorik ve asılsız iddialardan" söz edilirken, "İTC(İttihad ve Terakki Cemiyeti" güdümlü "Jön Türk" hareketindeki Yahudi varlığı mevzu ediliyordu.
Türkiye'de Dinsiz Milliyetçiliği Yahudiler ve Sabetaycılar Çıkarttılar
"Bu memlekette dinsiz milliyetçiliği, dinsiz Türkçülüğü Yahudiler ve Sabataycılar çıkartmıştır.Yahudiler Türkler için, İslâm’ın dışında ideolojiler, dünya görüşleri icat etmek istiyorlardı."
İslâm’a düşman Türkçülüğü ve milliyetçiliği Müslüman Türkler değil, Yahudiler çıkartmıştır.
Amaçları Osmanlı İslâm devletini ve Halifeliği yıkmak, Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak, daha sonra bütün Ortadoğu’yu “Büyük İsrail” sınırları içine sokmaktı. (Nil’den Fırat’a kadar...)
Osmanlı devletinde yaşayan bütün Müslümanlar tek bir “Milletti”, İslâm milleti...
Yahudiler, misyonerler, emperyalistler, sömürgeciler Müslümanlar arasına kavmiyetçilik/nasyonalizm ideolojileri sokmuşlardır. Araplara Arapçılık, Arnavutlara Arnavut milliyetçiliği, Ermenilere Ermeni milliyetçiliği...
Bir Yahudi, Dönme, Mason teşkilâtı olan İttihad ve Terakki Cemiyeti Pan-Türkizm ideolojisini çıkartmıştır.
Sırası gelmişken şu hususu da belirtmekte yarar görüyorum: Türkçülük yapan Tanzimat ricalinden meşhur Ahmet Vefik Paşa’nın dedesi mühtedi (İslâm’a dönmüş) bir Bulgar Yahudisidir!
Böylece Osmanlı devleti, Jön Türklerin elinde on senede yıkılmış, 1908 İkinci Meşrutiyet hareketi, 1918’de Mondros’ta teslim bayrağını çekmiştir.
Osmanlı devleti ayakta kalmış olsaydı, Siyonistlerin Filistin’de bir Yahudi devleti kurmaları mümkün olur muydu?
Arapçılığın, Arap milliyetçiliğinin acı faturasını, başta Filistinliler olmak üzere bütün Araplar ödemiştir.
Osmanlıların kavmiyetçilik dedikleri nasyonalizm 19’uncu yüzyılda icad edilmiş bir ideolojidir. Menfi milliyetçiler ve ulusalcılar bu ideolojiyi bir din haline getirmişler ve İslâm’ın yerine koymak istemişlerdir.
Bir insan mensup olduğu kavmin iyiliğini, yücelmesini istemez mi? Elbette ister, hattâ istemesi bir vazifedir. Ancak, bunun İslâm’da sınırları vardır. Müslümanların menfi kavmiyetçilik yaparak birbirlerine düşmanlık etmeleri, ümmet birliğini sarsmaları, İslâm coğrafyasını balkanlaştırmaları asla doğru değildir, din buna izin vermez. Sadece din değil akıl, mantık, vicdan, hikmet, sağduyu da vermez.
Yahudilerin, dönmelerin, Siyonistlerin, emperyalistlerin, İslâm ve Türk düşmanlarının entrikaları sonunda Müslümanlar İmamet-i Kübra kurumunu yitirdiler. Bu bizim için ne korkunç bir kayıp olmuştur düşünelim...
Mehmed Akif “Türk Arapsız, Arap Türksüz olmaz” diyor. Ne kadar doğru...
İslâm birliğine, Müslüman kardeşliğine zarar vermeden, Kur’ân ve Sünnet’e ters düşmeden kavmimizi sevelim. Onun iyiliği, kalkınması, saadeti, huzuru için çalışalım ama bütün Müslümanların tek bir millet oldukları gerçeğini asla hatırdan çıkartmayalım.
Yahudilerin, dönmelerin, misyonerlerin, sömürgecilerin, emperyalistlerin, Türk düşmanlarının çıkartmış oldukları ideolojilerden uzak duralım.
Allah’ın Türk kavmine bahş etmiş olduğu en büyük nimet ve şerefin İslâm olduğunu bir an bile hatırımızdan çıkartmayalım.
İslâm’ın bayraktarlığı gibi şerefli, yüce, onur verici bir hizmeti bırakıp da; ABD Evangelistlerinin, Siyonistlerin, Avrupa’nın kuyruğu olmak Müslüman Türklere yakışmaz. Türklüğümüzle iftihar edelim, başka etnik kökenlere ve kavimlere mensup Müslüman kardeşlerimizi dışlamayalım, Türk olalım, fakat Türkçü olmayalım. Müslüman olalım, İslâmcı olmayalım...
Mehmet Şevket Eygi
Araştırmacı Yazar
Beş Bin Militan Sabataycı
OSMANLI İmparatorluğu'nun Adriyatik sahillerindeki küçük Ülgün şehrinde, sürgün edilmiş yalnız bir adam olarak 1676'da ölen ve bugün mezarı bile bilinmeyen İzmirli Sabatay Sevi, modern Türkiye'ye dolaylı olarak damgasını vurmuş önemli bir tarihî şahsiyettir.
Çünkü onun doktrinine bağlı olan iki kimlikli Yahudi Türkler, yahut Sabataycılar, yahut da Selânik Dönmeleri, 1908 İkinci Meşrutiyet inkılabından bu yana ülkemizde gizli, esrarlı, güçlü bir saltanat kurmuşlar ve iradelerini nice önemli kuruma hâkim kılmışlardır.
Türkiye'deki militan, fanatik, hırslı, zorlamacı, direten, dediğim dedik zihniyetli Sabataycıların sayısı kaç kişidir? Bence onlar beş bin kişi kadardır. Kelle sayısı itibarıyla az olan bu grup tahsil, kültür, nüfuz, güç, vasıf, tesir bakımından büyük bir ağırlığa sahiptir. Bunların çoğu Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil bilen, şehir kültür ve görgüsüne sahip, zeki, kurnaz, (en geniş mânâsıyla) politikacı vatandaşlardır. "Büyük satranç" oyununda onlarla başetmek kolay değildir.
Bugünkü dünyada medya birinci güç haline gelmiştir. Bizde Sabataycılar medyanın hemen hemen yarısına, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hakimdirler. Televizyondan önce de sinema ve film sektöründe tekel kurmuşlardı. Üniversitelerde, büyük hukuk kuruluşlarında, dev finans ve iktisat teşekküllerinde, topluma yön veren önemli mevkilerde, hariciyede ve daha nice önemli ve hayatî kurumlarda köşebaşlarını tutmuşlardır.
Birkaç bin Sabataycı ülkenin yağını, balını, kaymağını yemekte; çok lüks, çok rahat, çok şaşaalı bir hayat sürmektedir. Gazete ve televizyonlarında siyasî iktidarlara akıl hocalığı yapan, İslâm'la ve dindar Müslümanlarla savaşan bir Sabataycının, İngiliz bayrağı taşıyan ve milyonlarca dolar kıymete sahip bulunan lüks ve şahane bir yatı vardır. Amerika'da, Boğaziçi'nde, başka yerlerde her biri milyonlarca dolar eden villaları, kâşâneleri, mülkleri vardır.
Geçim sıkıntısı çeken, evlâtlarını okutmakta zorlanan bir tek militan Sabataycı göremezsiniz. Hepsinin tuzları kurudur.
Militan Sabataycılar bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti severler mi? Elbette kendilerine göre severler. Bir mandracının ineklerini ve mandrasını sevdiği gibi severler.
Ünlü bir Sabataycı bir bankayı ele geçirdi, onun dibini delerek bir katrilyona yakın parayı hortumladı. Türkiye'yi; bu ülkeyi, bu milleti, bu halkı gerektiği gibi ve hakkıyla sevmiş olsaydı böyle yapabilir miydi?
Militan Sabataycılar 70'li yıllarda başlayan islâmî hareketi kendileri için büyük bir tehlike olarak gördüler ve tedbirlerini aldılar. Bin türlü entrika ile İslâmcıların içine ajanlar ve casuslar sokarak, bir takım ahlâksız ve karaktersiz adamları manipüle ederek islâmî hareketi kirlettirdiler, çürüttüler; Sabataycı güce alternatif olmaktan çıkarttılar. İslâmî hareketi bitirdikten sonra şimdi Milliyetçi ve Türkçü hareketi çürütmek için sinsî planlar tatbik ediyorlar.Sabataycıların en güçlü tarafı bilinmemeleri, gizlilikleriydi. Birkaç aydan beri bu bilinmezlik, gizlilik, esrar perdesi aralanmaya başlamıştır. Bundan dolayı çok ama çok tedirgindirler. Sahte, iğreti bir Türk kimliği ile İslâm, Şeriat, dindar kesime düşmanlık yapmak oldukça kolaydır ama gerçek kimliklerinin Yahudilik olduğu anlaşılınca işleri zorlaşacak, büyük bir muhalefetle karşılaşacaklardır.Ülkemizdeki birkaç bin militan Sabataycının bu kadar güçlü olmasının ana sebeplerinden biri de, ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların kırsal kesim, gecekondu, varoş, köylü, taşra zihniyet ve kültürüne sahip olmasıdır. Sabataycıların derin devlet üzerindeki tesir ve nüfuzları ne kadardır? Bu hususta kesin bir söz söyleyecek, hüküm verecek durumda değilim.Sabataycılar ülkemizdeki statükonun devam etmesini istiyorlar mı? Bundan en ufak bir şüphe yoktur.Ülkemizde tam bir demokrasinin olmasını, hukukun üstünlüğü sisteminin uygulanmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet edilmesini samimî olarak istiyorlar mı? Onlar bunları asla istemezler.
Sabataycılar Müslümanların arasına sızmışlar, ajanlar sokmuşlar mıdır? Elbette sızmışlardır. Büyük Bektaşî dedelerinden biri Sabataycı idi. Melamilerin bozuk kolu Sabataycılar tarafından idare edilmektedir. Mevlevî tarikatına da girmişlerdir. Hakikî Mevlevileri tenzih ederim ama, şu anda rakı içen, karı ve kızlara erkeklerle birlikte sema yaptıran adamlar vardır. Militan Sabataycılar evrensel ahlâk prensiplerine uyarlar mı? Maalesef uymazlar, son banka rezaleti bu konuda ibret verici bir örnektir. Kendi içlerinde, kendi vakıf ve müesseselerinde bile büyük yolsuzluklar, hortumlamalar olmaktadır. Çoğunun dini imanı paradır.
Sabataycılık konusunu işlediğim, bu iki kimlikli cemaati açığa çıkartmak istediğim için birtakım yazarlar beni engizisyonculukla, din mahkemesi kurmakla, ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar. Bunlar boş telâşlar ve iftiralardır. Gizli olan bir cemaate ışık tutmak, iki kimlikli ve çok güçlü bir lobiden bahsetmek ne ahlâken, ne de kanunen suçtur. Onlar benim dinime, şeriatıma, mensubu bulunduğum dindar kitleye savaş açacaklar, hakaretler ve tehditler yağdıracaklar; onların yüzünden on milyonlarca Müslüman vatandaş bu memlekette korku ve güvensizlik içinde titreyecek, bir sürü baskı ve zulüm yapılacak; onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğu kırk günden fazla zindanda tutulacak ve ben bu adamları açığa çıkartmak için çalışırsam yaptığım engizisyon olacak... Yağma yok!
Sabataycılardan ne istiyoruz:
1. İki kimlikli olmaktan vazgeçmelerini istiyoruz. Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünmeleri bizim hukukumuza bir tecavüzdür. Yahudiliklerini açıkça ilan etsinler.
2. İslâm'a, Müslümanlara açmış oldukları gayr-i meşru savaşı durdurmalarını istiyoruz.
3. Türkiye'yi ülke, halk ve devlet olarak samimî bir şekilde sevmelerini ve korumalarını, yücelmesi için çalışmalarını istiyoruz.
4. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülkeyi ve delveti tekellerine almak, kendi cemaat iradelerini millî iradenin üzerinde görmek, tarihî devamlılığa ters düşen bir tarihî ârızanın sürmesi için çalışmak, millî kimliği erozyona uğratmak, ülke üzerinde gizli bir saltanat ve hükümranlık kurmak gibi emellerden vazgeçmelerini istiyoruz.
Büyük ölçüde onların hırsları yüzünden bu ülkede on milyonlarca Müslüman çoğunluk hürriyetsizlik, güvensizlik, baskı, korku, eziyet, zulüm içinde yaşıyor. Bu hal böyle devam edemez. Her kemâlin bir zevâli vardır. 1924 mübadelesine kadar ülkemizde milyonlarca Rum yaşıyordu. Yanlış ata oynadıkları için bu topraklarda varolma hakkını yitirdiler. İyonya ve Pontus Rumları Türkleri, Müslümanları, Osmanlı Devleti'ni desteklemiş olsalardı, işgalci Yunan kuvvetlerine Türklerle ve Müslümanlarla birlikte karşı çıkmış olsalardı; İzmir metropoliti Hrisostomos işgal kuvvetlerini takdis etmemiş olsaydı onlar Türkiye'de var olacaklardı.
Tarihten ibret almak gerekir.
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci - Yazar
Sabetaycı Yahudilerin Alevilerin içine sızması...
Sabetaycı Yahudiler Alevilerin içine 19.-20. yüzyıldan itibaren sızmış, Alevilerin güvenini kazanarak temel öğretilerini değiştirmiş, Alevilik tarihi kitapları yazarak Aleviliği mecraından saptırmışlardır. Alevi gençlerin pek çoğunu kültürel değerlerinden kopararak rijit, protest birer ateist haline getirmeyi başarmışlardır.
Toplumda yanlış olarak Bektaşilere mal edilen “mum söndü” olayı da aslında Sebataylara ait dini bir ritüeldir. “Dört Gönül Bayramı” veya “Mum Söndü” diye de bilinen Kuzu bayramı 22 Adar’da (Mart) yapılır. Her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır…
Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar.” (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)
Ilgaz Zorlu da “toplu seks ve mum söndü olayının Tanah’taki birtakım dualardan kaynaklandığını” vurgulamakta, (Zorlu, Evet Ben Selanikliyim, S.51), hatta; “bazı Sabataycı din adamlarının Lut örneğinden hareketle ensest ilişkiyi meşru kabul eden kararlar verdiklerini” ifede etmektedir.
Derin Komplo Çözülüyor; Lozan'da Yahudi Parmağı... Lozan'da Türkiye'yi neden yahudi hahamı temsil etti?
Bize yapay bir bağımsızlık mı verildi?
Kurtuluş Savaşında savaştığımız işgal kuvvetleri bu plan gereği mi savaşmadan geri çekildiler?
KİMDİR BU HAHAM HAYİM NAUM EFENDİ?
İngiliz murahhas (delegeler) heyeti reisi Lord Gürzon (ki O da Yahudidir), nihayet en mânidar sözünü söyledi. Dedi ki:
"Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs (gönül) birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz."
Lozan’da Türk murahhas (delegeler) heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesat kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz(ödün) ve teminatı veriyor ve diyor ki:
"Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden, yani an’ane-i İslâmiyetten kurtulmak hususunda besledikleri (yâni İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir."
Harfi harfine iktibas ettiğimiz(alıntıladığımız) bu sözlerle, Türk başmurahhasının (baş temsilcisinin), yâni İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz(ödün) diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.
Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve baş başa seyahat... Sonra Ankara gizli meclis toplantıları... Fakat esas meselelerde daima baş başa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları(toplantıları) ve karar: "Din öldürülecektir."
Lozan Konferansının ikinci sayfası: "..... Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle, bu millette, İslâmiyeti katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salip(haçlı birliği) kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir.(uzaktır)"
Nihaî Vesika (son delil)
Lozan Muahedesinden(antlaşmasından) sonra, İngiltere Avam Kamarasında, "Türklerin istiklâlini(bağımsızlığını) niçin tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap:
"İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, mâneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.
Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır."
Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor, değil mi?
Gizli anlaşmanın entrikası
Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl (yapay bağımsızlık) işinde gizli anlaşmanın müessiri(tesir edeni), tek kelime ile, Yahudiliktir.
Buna memur-u müşahhas(kişisel memur) kimse de, şimdi (o zaman) Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları(özgürlük vermeleri) , buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur’ân’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:
"Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini(sınırlarını) kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum."
Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar(delegeler) heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.
Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde-yani Mustafa Kemal yanında-emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahut(sözü edilen) mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.
İşte bu ehemmiyetli vesika(önemli delil), tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.
Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; Lozan’ın İçyüzü diye yazılan makaleden alınmıştır.Necip Fazıl Kısakürek imzalıdır.
***************
<< Ingiliz heyetinin başkanı Lord Gurzon Lozan'da Ismet Paşa'nın müşaviri sıfatına haiz bulunan [Istanbul Hahambaşısı] Hayim Naum efendiyi çağırarak daha onceki taahhütlere uygun olarak hilafet ilga edilmediği takdirde sulhun gerçekleşemeyecegini söylemiştir. Esasen bu mesele ile öteden beri meşgul bulunan Hayim Naum Efendi Ismet Paşa ile Lord Gurzon arasında bu mesele etrafındaki haberleri getirip götürmek suretiyle ciddi bir gayret sarfetmişti.
Heyetin başkanı Ismet Inönü tek başına 'hilafeti kaldırma' sözü verecek mevkide değildi. Hatta o günlerde TBMM'de hilafet lehine bir hava doğmuştu. Bizzat Mustafa Kemal Paşa hilafeti methediyordu. Mesela Lord Gurzon'un tam Lozan'i terk ettiği gün meşhur Balıkesir Hutbesini irad etmişti. Binaenaleyh Hayim Naum'a müspet bir cevap veremedi.
Ismet'le işi bitiremeyen Hahambaşı hemen atlayıp Türkiye'ye dönüyor. O esnada Izmir Iktisad Kongresinde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile görüşüyor. >>
Lozan Zafer mi Hezimet mi?
Kadir Mısıroğlu cilt: 1 sayfa: 272-273
**********
<< Hatta iddiaya gore Hayim Naum'a bir de yazılı 'taahhüt' veriliyor. Ve akabinde 'yorgun olduğu' ileri sürülerek ordu terhis ediliyor. >>
Harp Hatıralarım
Ali Ihsan Sabis cilt: 5 sayfa: 358
**********
<< Ismet Paşa anlaşıldığına göre Lozan'da Ingilizlerle bir nev'i gizli arabuluculuk rolü oynayan Istanbul'un Hahambaşısı Hayim Naum Efendinin telkinleriyle hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye'de devamına müsaade edilmeyip derhal atılması lüzumu fikrini tamamiyle benimsemiş bulunuyordu. Peki ya dört-beş ay önceki hilafete bağlılık hatta hilafetin kuvvetlendirilmesi düşünce ve kanaati ve bu yoldaki kat'i ifadeler ve Islam alemine bunun duyurulması hususundaki telaş ve heyecan ne olmuştu? >>
Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay
Feridun Kandemir sayfa: 96-97
ÜSKÜDAR'DAKİ BU MEZARLIKTA YATANLAR GİZLİ YAHUDİLERDİR!
Üsküdar Bülbülderesi Sabetaycı Mezarlığı
Üsküdar Bülbülderesi Sabetaycı Mezarlığı
Selanikliler'in önyargısız ve antisemit gerçek hikayesini öğrenmek için İslam Ansiklopedisi'nin ilgili maddesi ve İbrahim Alaeddin Gövsa'nın "Sabetaycılık" kitabının rehberliğinde sizi bir mezarlık ziyaretine davet ediyoruz. Bülbülderesi-Fevziye Hatun Cami'sinin avlusundan başlayarak ta Fıstıkağacına kadar tırmanan yokuşun sağında özel bir mezarlık bu...
Kimler yatmıyor ki burada... Azra Erhat orada, Yusuf Atılgan orada, "İzmir'de Yunana ilk kurşunu atan" Hasan Tahsin de orada... Meşrutiyette ve Cumhuriyette sanatta, sinemada, basında (Selanik-İzmir Yeni Asır-Sabah), tekstilde, tütün ticaretinde, külliyen ithalatta başı çeken ünlü aileler de orada;İpekçiler, Dilberler, Bezmenler... Mısırlı, Bilgin, Kaptana, (Katibi Umumi Mithat Şükrü) Bleda, Boran, İrişik, (Elçin-Ergin) Telci, İnsel, Ogan, Somay, Duhani, Öğütmen, Kapancı ailelerinin yedi ceddi bu mezarlıkta uyuyor.
Mezartaşlarının hemen hemen hepsi resimli. Kahverengi-beyaz sepya fotoğrafların çoğunda "Foto Osman Hasan" imzası okunuyor. 1930-1950 yılları arasında çok misafir kabul etmiş bir mezarlık bu. Şimdilerde ayda yılda bir gömüleni var.
Selanik'ten, Şam'dan, İzmir'den, Mısır'dan, gelip de orta hallileri Selamsız, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı gibi Üsküdar'ın iç semtlerini mesken tutan, zenginleri ise, Bakırköy, Nişantaşı, Teşvikiye'de takılan "Dönmeler"e ait özel bir mezarlık bu. Kitabeti de hitabeti de farklı, "fatiha" talep etmeyen, şekli şemali bir olmayan, "fotoğraflı" bu mezarlıkta halen tükenmiş bir tarikatin 300 yıllık tarihi uyuyor .
KRIPTO ERMENİ YAHUDİLER; PAKRADUNİ'LER KÜRT ALEVİ SÜNNÎ GÖRÜNÜMLÜ ERMENİ YAHUDİLERİ
KRİPTO TÜRK GİBİ GÖRÜNEN YAYUDİLER
Pakradunilerin Rolü Nedir? Kürt veya Türk, Sünnî veya Alevî Müslüman görünmüşler...
Bagrationowie, Bagrationi, Bagratiden Gezi olayları, PKK ve 2015 Ermenileri! Yıllarca kimliğini saklayan Ermeniler, son dönemde yaşanan iyileşmenin etkisiyle özlerine dönmeye başladı Böyle bir şeyi gerçek Kürtler ister mi? İstemezler, çünkü Türkiye parçalanırsa onlara ait topraklara birtakım yabancılar gelecektir. Kavga bitecek ama yorgan da gidecektir.
Bu bir Kürt millî hareketi midir? Hayır!.. Kostümler Kürttür ama oyunu sahneye koyanlar ve senaryoyu yazanlar Kriptodur.
Kripto ne demektir? İki kimlikli demektir. Görünen kimliği iğreti, yalan ve sahtedir. Asıl kimliği gizlidir.
Kriptolar sadece dağdakiler midir?.. Hayır!.. Asıl güçlü, sinsi ve dehşetli Kriptolar dağda değil, bağdadır. Kriptolar doğu ve güneydoğu Anadolu'yu boşaltıyor mu?.. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Oraları niçin boşaltıyorlar?..
Müsait zaman gelince, fırsat zuhur edince o bölgelere dışarıdan nüfus getirilecektir. Boşluk onlar için hazırlanıyor. Dağdaki ve bağdaki belli başlı Kriptolar niçin tespit edilip teşhir edilmiyor?.. Doğrusu buna benim de aklım ermiyor..
Bölenler böldürenler, hak yiyen hak yedirenler, haksızlık yapan haksızlığa neden olanlar cezasız kalırsa, toplumdaki dengesizlik artar, huzur ve güven kaybolur.
Amaç; karanlık odakları, karanlık kişileri, anladıkları dilden karanlığa gömmek. Peki ama ya karanlık odaklar, karanlık kişiler kendileri ise, içiçe ise kim kimi karanlığa gömebilir ki.
Dün laik çağdaş görüntü altında Ermenicilik oynayanlar, soykırım iddialarının papağanlığını yapanlar vardı.
Ermeni terör örgütü Asala terör örgütü yerine PKK’yı kurdular. Kürt kimliği şemsiyesi altında kanlı saldırlar yaptılar.
O da başarılı olamadı. Açılım saçılım süreci adı altında ihanet yapılanması sürerken, bu kez üçüncü sacayağı olan İslamcı görüntülü kanı bozuklar İslamcı kimlikleriyle sahnede yerlerini, aldılar.
Laik çağdaş örgütlerde veya İslamcı tarikat ve cemaatlerde yuvalanmış İslamcı dönme Ermeniler ve terör örgütünde yer alan Marksist Ermeniler nerede?
Onlar siyasetçi kimliğindeler.
Onlar gazeteci kimliğindeler.
Onlar akademisyen kimliğindeler.
Onlar sivil toplum örgütü temsilcisi kılığındalar.
Rum isyanından sonra boşalan Osmanlı hariciyesine yerleştirilen Ermenilere, Osmanlı Devleti’ne hizmetlerinden dolayı millet-i sadıka adı verildi.
Osmanlı döneminde el üstünde tutuldular.
Devletin en önemli görevlerine getirildiler.
Cumhuriyet döneminde müzikten, sanata, her alanda değer gördüler.
Ama onlar kin nefret ve öfkelerini yenemediler.
Anadolu topraklarında kardeşçe barış içinde huzur ve güven içinde yaşamayı içlerine dindiremediler
Tarihi gerçekleri tersyüz etmeyi varlık nedeni sayıyorlar.
Türkleri katil ilan eden kitaplar yayınlıyorlar, makale yazıyorlar.
Nefret söylemciliğini kimlik haline getiriyorlar
Türkler içindeki uzantıları ile Hepimiz Ermeni’yiz, grubu oluşturmayı başardılar.
Hepimiz Ermeni’yiz, diye sokaklara düşüyorlar.
Kalem oynatıcılarını el üstünde tutuyorlar.
Türkleri daraltmak, bunaltmak, ezmek için ellerindeki bütün imkanı kullanıyorlar.
İlmi gerçekleri tersyüz ediyorlar.
Bütün bulguları çarpıtıyorlar.
Kışkırtıcılıkları, nefretleri, kinleri her an canlı tutuyorlar.
Kalemlerinden kin nefret öfke kokuları akıyor.
Tek dertleri Türklerdir, Müslümanlardır.
Her sokağa düşüşlerinde kinlerinin, nefretlerinin şiddetini daha artırıyorlar.
Milli andı kaldırdılar.
Müslümanın devlet dairelerinden silinmesini istiyorlar.
islamla ilgili hiç bir şey ağızlarına almazlar.
Onlar ne kadar vatan haini Yahudi , Hiristiyan , Dinsiz ,Ateyist varsa onlara övgü düzerler.
Geleneksel Osmanlı , Arap , İran ve Müslüman düşmanlığının gizli sinsi alçak savunucularıdır.
Onlar; içimizdeki dönmelerdir. Crypto-Yahudilerdir.
Bir Dönmenin kuyuya attığı taşı bir milyon Müslüman çıkartamaz.
M. Şevket Eygi : Pakraduniler
PAKRADUNİ’ler veya Bagraduniler… Sır içinde sır, esrar içinde esrar… İki bin 600 yıllık bir hikaye veya macera… Üç kimlikleri var. Birinci ana kimlikleri Yahudilik… Onun üzerine Ermenilik şalını örtmüşler… En üstte Müslüman rengindeler… Bunlar kimlerdir, sayıları ne kadardır, belli başlılarının isimleri… Bilen yok… Politika sahnesindeki Pakraduniler kimlerdir? Büyük sır.
Pakraduniler hakkında Türkiyede yapılmış tek araştırma Abraham Galante’nin Hamenora dergisinde (Bene Brith locasının yayın organı) çıkmış Fransızca makalesidir. Bilahere bunu kitapçık şeklinde de yayınlamış.
İstanbul kütüphanelerinde tek nüshası yok. Ankarada Genelkurmayda bir adet varmış. Bendenize bir dostum Berlin kütüphanesindeki nüshanın mikrofilmini gönderdi.
Düşünebiliyor musunuz? Adam dıştan (Türk veya Kürt) Müslüman görünüyor ama Müslüman değil… İkinci gizli kimliği Ermenilik… Ermeni de değil… En altta asıl kimliği Yahudilik var…
On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğindeki Ermeni isyanlarını, asıl Ermenilerin değil, bu Pakradunilerin çıkarttığı ve kışkırttığı iddia ediliyor.
Türkiye Müslümanlarının bu Pakraduniler konusunu araştırmaları, ciddî tedkikler yapmaları gerekmez mi? Gerekir ama yapan yok.
1984’te mi, 85’te mi, papirüs üzerine Arami lisanıyla yazılmış iki bin yıllık bir Barnaba İncili bulundu da Müslümanlar ne yaptı? Hiç… Şu anda İncilin nerede olduğu bile belli değil!.. Bu İncil incelenip yayınlanmış olsaydı teslis akidesi ve muharref Hıristiyanlık yıkılırdı.
Türkiyenin içinde bulunduğu şu vahim krizlerde, şu korkunç hercümerçte Pakradunilerin ne kadar tuzu biberi vardır? Bilen yok.
Janus gibi iki çehreleri var bunların. Yahudi çehresi… Ermeni çehresi… Türkiyenin güneydoğusunu İsrail nüfuzuna, doğusunu Ermeni nüfuzuna mı açmak istiyorlar. Bilen yok.
Bu konuyu incelemek için en az yedi sekiz dil bilen (Galante’nin on üç dil bildiği rivayet ediliyor) araştırıcılar lazımdır. Öyle “az İngilizce” ile kotarılacak iş değildir bu.
Türkiye Müslümanları içinde eski İbraniceyi ve eski Ermeniceyi bilen kaç araştırıcı vardır? Bırakın İbranice ve Ermeniceyi, doğru dürüst edebî yazılı zengin kültür Türkçesini hakkıyla bilen bilen kaç kişi çıkar?
Yıllardan beri bu Pakraduniler meselesini yazar dururum, şimdiye kadar bir yankı gelmedi.
Tek kimlikli gerçek Ermeniler Pakraduni kelimesini hakaret için kullanırmış.
PKK terör örgütü içinde Pakraduni subaylar varmış.
Sadece zaman zaman “Yahu kısa kes de bize şunların isimlerinin listesini bildir” diyenler çıkıyor. Onlara “Ev adreslerini ve telefon numaralarını da ister misiniz?” cevabını veriyorum…
Bundan on sene kadar önce, dinî bir hizip, başındaki zat hakkında övgülerle dolu bir kitap yazdırtmış ve bunu (sıkı durun) tam iki milyon adet bastırmıştı. Böyle önemli konular varken,
Pakradunilerle meşgul olurlar mı hiç.
ARAŞTIRMA DOSYASI KİMDİR BU PAKRADUNİLER ?
"Pakraduni"ler, Anadolu’nun İslamlaşması ve Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Musevilikten Ermeniliğe geçen, 1915 olayları sonrası ve Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçen, ama Yahudi zihniyetini nesilden nesile gizlice sürdüren bir topluluk olmaktadır.
Fanatik Ermeni karşıtlığıyla Türk ırkçılığını (Turancılığı) savunmak, her fırsatta İslam’a saldırarak, sosyalist ve Kemalist bir tavır takınmak bunların alâmetifarikasıdır. Ama sadece solcu değil, sağcı partilere; hatta Milli Görüş’e de sızanlar vardır. Örneğin, "Durmuş Durduyan" iken Oğuzhan Asiltürk’e dönüşen Pakradunilere rastlanmaktadır.
Asırlarca Ermeni toplumunu yöneten Yahudi asıllı ‘Pakraduniler’in hikâyesi yeni günışığına çıkmaktadır.
Selanikli Sabetaycılar, İspanyol Maranolar ve İranlı Meşhedilerden sonra Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten cemaatin hikâyesi M.Ö 730 yılında başlayıp günümüze kadar uzanmaktadır. Bu iddianın sahiplerinden birisi de araştırmacı-yazar Levon Panos Dabağyan’dır.
Yahudi asıllı Pakraduniler’in M.S. 1045 yılına kadar Ermenileri "acımasızca" yönettiğini ifade ederek, iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerinden Prof. Dr. Abraham Galante’yi gösteriyor. Galante, "Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı" adlı kitabında, "Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20’nci yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir" saptaması yapmaktadır.
Bizans’ın kendi krallıklarına son verdiği Pakraduniler, Selçukluların hâkimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini cemaat içinde devam ettiriyor.
Hikâye milattan önce 730 yılında başlıyor. O tarihte, Ermeni Kralı Sannasar, Filistin’e yaptığı seferde İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, 10 Yahudi kabilesini esir alıyor. Sonra onları Fırat’ın ötesine, Güney Ermenistan’a yerleştiriyor. M.Ö. 700’lerde, bu kez Babil Kralı Nabukadnezar, Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir savaş açıyor. Söz konusu sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile katılıyor.
Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabukadnezar’ı fazlasıyla memnun ediyor ve esir aldığı 10 bin Yahudi’nin yarısını Kral Hıraçya’ya hediye veriyor. Bu esirler arasında İsrailoğulları’nın önemli şahsiyetlerinden Prens Şampat (Smbat/Shampat) da bulunuyor.
Şampat, kısa zamanda Hıraçya’nın takdirlerine mazhar oluyor. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere yükseliyor.
Esirlikten soyluluğa: Pakraduniler (Ermeni Görüntülü gizli Yahudiler)
M.Ö. l5O’lerde soyunun Hz. Davud’a (as) dayandığını iddia eden ve adı "Pakarad Şampa" olan bir Yahudi, zamanın Ermenistan Kralı Vağarşak’a başvurarak, saray hizmetine girebilme talebinde bulunuyor. Dikkat çekme ve kendini sevdirme açısından Prens Şampat’ı dahi gölgede bıraktığı kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağarşak’ın en yakın bendeleri mevkiine erişiyor. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Kralları’na taç giydirme imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde ediyor. M.Ö. 90-36’larda Ermeni krallarından Dikran II.
(Büyük Dikran) İsrailoğulları’na yönelik yeni bir sefer düzenliyor.
Bu sefer sırasında esir aldığı binlerce Yahudi’yi o da ülkesine götürüyor. Esirler arasından seçtiği "Aşod" adında bir asil Yahudi’yi özel hizmetine alıyor. Bu olaylar sonucunda Ermenistan’a yerleşen ve zamanla nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün yıllarının sembol ismi Prens Şampat’ın hatırasını kendilerine rehber edinerek, teşkilâtlanıp millî varlıklarını koruyabilme mücadelesine girişiyor.
Zamanla Ermenilerin yönetimini ele geçiren Pakraduniler M.S. 1045’e kadar Ermenistan’da saltanat sürmeyi başarıyor.
26 yüzyıldır Yahudilikleri devam ediyor "Kripto Yahudilik" konusunda uzman olan Türkiyeli Yahudi Prof. Abraham Galante, "Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive/ Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı / Baskı: 1933, Fransızca İst." adlı eserinde bu konuda hayli enteresan bilgiler veriyor:
"Pakraduniler varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7.yüzyıl), 20’inci yüzyıla kadar sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir. Eğin’de, ‘Erzurum-Sivas arasında’ (Malatya Balaban-Hekimhan, Erzincan Kemaliye hattında), Marmara Denizi’nin Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler, 26 yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle Portekizli Marano’lar, Selanikli Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında sayılabilirler."
Malatya tarafından Darende’nin Balaban kasabasına girişte ve yol üzerindeki Havra, kilise ve cami karışımı yapı incelemeye ve irdelemeye değerdir.
Dabağyan, Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden farklı olabildiğini söyleyerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos Ğorenazi’den şu nakilde bulunuyor: "Simpat adını, ‘Pakraduniler’ oğullarına verirler.
Bu isim İbranice’den geliyor ve aslı ‘Şampat’tır. Ermeniler arasında asırlarca pek revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit’ gibi isimlerin Ermeni menşe’li olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır."
Dabağyan, Bizanslı tarihçi Pavostos’un, 3. Asır’da bölgede iskân edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak verdiğini de kaydediyor.
Konunun uzmanı Gad Nassi: "Pakraduniler domuz eti yemezler, oysa Ermenilerde serbesttir" diyor Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Pakradunilerin 20. yüzyılın ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (Yeni adı Kemaliye) arasındaki bölgede varlıklarını sürdürdüklerini belirtiyor. Nassi’ye göre cemaatin yayılımı, Arapkir, Hekimhan Kapadokya ve Kilikya/Çukurova’ya kadar uzanıyor.
Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin fiziki görünüşlerinin Ermenilerden ayrıldıklarını, kafa yapısı olarak Yahudiler gibi Dolikosefal olduklarını kaydediyor. Bir Yahudi-Ermeni’nin evinde vefat gerçekleştiğinde, evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su kullanmadıklarını, çünkü ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizlediğine inandıklarını belirtiyor. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas tuttuklarını da belirtiyor.
Nassi, Pakraduniler’in Yahudiler gibi asla domuz eti yemediklerini, cumartesi günü çalışma yasağına riayet ettiklerini, genelde cemaat içinden evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde verildiğini ifade ediyor. Bunun da Ermeniler arasında "Yahudiliğin bir uzantısı" olarak değerlendirildiğini söylüyor.
Nassi, Pakraduniler’in, siyaset, ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken, benzer bir grubun da geleneklerini koruyarak 19’uncu yüzyıla kadar Gürcistan’da Gürcüler içinde hayatiyetini devam ettirdiğini ifade ediyor.
Aleviliği istismar eden Rafızî Ermeniler kimlerden oluşuyor?
Fransız Mareşali Horace Sebastiani, Türkiye Ermenileriyle ilgili 1814 tarihli raporunda: Ermenileri normal Ermeniler ve Rafiziyyun/Rafiziler" olarak ikiye ayırır. Dabağyan "Osmanlı İmparatorluğunda Şer Akımlar" kitabında bu raporu değerlendirirken, Fransızların Türkiye’deki etnik yapıya daha 1800’lü yılların başında bile ne kadar hâkim olduklarının anlaşıldığını ifade ederek şöyle tepki veriyor:
"Selçuklular devrinde, Alparslan’ın saflarına geçerek, Bizans’a karşı savaşan ve sonradan İslam dinini kabul eden Ermenilerin büyük bir kısmı, bilahare ‘Alevi Mezhebi’ne geçmiş ve öyle kalmışlardır.
(Yaptıkları isyan ve taşkınlıkları da saf Alevi Müslümanlara mal etmeye çalışmışlardır.) Demek ki, Mareşal Horace Sebastiani, Fransa’nın Türkiye üzerinde taşıdığı gizli emellerin tahakkuk sahasına aktarılacağı zaman, Osmanlı topraklarında yaşayan bilumum unsurlardan istifade edebilmek için Anadolu topraklarında yaşayanları da iyiden iyiye tetkik etmiş veya ettirmiş!" diyor.
Ermeni asıllı Türk vatandaşı yazar Torkom İstepanyan ise Pakradunilerle ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:
"Türk-Ermeni kardeşliğinin başlangıcı 11’inci yüzyıl ortalarına dayanır. 1064’te Pakraduni Ermeni Krallığına Bizanslılar tarafından son verilince, Bizans zulmüne dayanamayan Ermeniler Türklerin himayesine sığınmışlardır. Bu devre onlar için huzurlu yıllardır.
Vatanlarına sımsıkı bağlanmışlardır. Türkler tarafından bunlardan bazılarına "Paşa"lık unvanı bile takılmıştır. Böylece ilk Türk-Ermeni dostluğunun temeli atılmıştır. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da bugün dünyanın dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze dek varlığını sürdüren Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Romanya doğumlu olduğu halde dünya Ermenilerinin Ruhani Reisi Gatogigos Vazgen I’in soyadı ‘Balcıyan’dır."[1] Ermeni isyanlarının arkasında Pakraduniler yatıyor!
Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni meselesinin can damarını teşkil eden "1. Zeytun İsyanı’nın" arkasında Fransa ve Vatikan’ın bulunduğunu, isyanın düzenleyicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri sürüyor. Dabağyan, Zeytunluların kökeniyle ilgili olarak şöyle diyor:
"Ani Beldesi’nin Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından sonra, Anadolu’nun muhtelif bölgelerine dağılan ‘Pakraduni Hanedanı’ mensupları Haçin ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi. Dolayısıyla (Fransa’nın gönderdiği Katolik Ermeni) maceracı Leon, Ermenileri isyana teşvik için gerçekten en münasip bölgeleri seçmiş demekti. Zira Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım entrikalara müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi" diyor.
Dabağyan 1862 ve 1895’te iki kez denenen isyanın ise Türkiye’ye sadık Gregoryen Ermenilerin destek vermemesi üzerine akamete uğradığını kaydediyor. Pakradunilerin de hâlâ var olduğunu belirtiyor:
"Hâlâ varlar tabii; ama sayıları ne kadardır ve hangi organizeler içinde yer almışlardır bilemem. Sanmıyorum. Ancak, bizde birine ‘Pakraduni!’ dedin mi, bu hakaret için kullanılırdı. Çocukken birine kızdığımızda, ‘Pakradunisin ulan sen!’ derdik. Onların ırklarından gelen bir zekâları, müstehzi bir bakışları, hesapçı, işini bilir bir yapıları vardır. Tarım ve zanaattan çok hep ticaretle, para/finans işleriyle uğraşmışlardır."
Levon Panos Dabağyan gibi, seçkin ve seviyeli bir aydınımız olmakla beraber, T.C. Devletine ve ülkesine gönülden bağlı, hepimizin ortak üst kimliği olan Türk kavramına sahip ve saygılı bir Ermeni vatandaşımızın bu gerçekleri samimiyetle açıklaması ayrı bir önem kazanmaktadır.
PAKRADUNILER HANEDANI VE ERMENİLER
"Selçuklular ve Öncesi Devirleri" (859-1045) Tarihi kaynaklarda ve tarihi yeni kitaplarda, "Ermeniler ve Ermenistan" konusuna temas eden bölümlere dikkatle bakılarak olursa, şu garip durumla karşı karşıya gelinir. Şöyle ki; hayırlı işler yapmış olan Ermeni büyükleri kötülenir ve bilhassa "Türklere ihanet etmiş" olanlar ise, "doğrudan Ermeni gösterilir." Bu durum ise Ermeni kavmini Türklere karşı ve düşman oldukları intibaını uyandıran bir taktiktir!.
Gerçi böylesi icraatların gerçek çehresini açıklığa kavuşturan, "siyaset dışı" tarihi kaynak ve eserler mevcuttur. Ancak, ne yazık ki böylesi tarafsız eserler maalesef pek az olduğundan gözlerden uzak kalmaktadır.
Biz, yukarıda kayda geçtiğimiz bu garabetli işe Türk-Ermeni münasebetlerini ilelebet bozuk tutmak isteyen bir takım "gizli ellerin karıştığı" ve tarihi tahrif yolu ile sinsi maksatlar güttükleri inancıyla bakmaktayız.
Meselâ; Kars-Ermeni kralı Kakik II’ nin, Sultan Alp-Arslan’ın samimiyetini istismar etmesi vakası, doğrudan; "Ermeni samimiyetsizliği, Ermeni ihaneti" olarak birçok tarihi kaynak ve eserlerde geçmektedir. Peki, bu doğru mudur? Hemen cevaplayalım:
Hayır, doğru değildir! Tam aksi; "Tarihi bir yanlış veya tahrifattır."
Zira Kakik II’ nin saltanat sürdüğü dönem olan (1042-1045) tarihleri arası, "Doğu-Ermenistan"ın külliyen "PAKRADUNİLER HANEDANI HAKİMİYETİ"nde olduğu tarihi kaynaklarca sabittir.
Kral Kakik II ise; tam iki asır Ermenistan’a hükümran olan ve aslen Ermeni asıllı olmayan, Pakraduniler Hanedanının son hükümdarı idi.
Ancak buna rağmen, daha sonraları çok ağır bir hata işlemiş olduğunu anlayarak, Sultan Alp-Arslan’dan af dilemiş ve Yüce Türk Hakanı onun özrünü kabul ederek, kendi saflarına davet etmiş ve fakat, ardı ardına meydana gelen aksilikler, Kral Kakik II’ nin yüce hükümdarın yanına varabilmesini önlemiştir ve öyle sanıyoruz ki, şayet varabilseydi, Ermeni kavmi günümüzdeki hazin durumda olmayacaktı!.
O asırların Ermenilerine gelince, bu bahtsız kavim kendi ülkesi içinde olduğu halde: yabancı bir kavmin boyunduruğu altında inim inim inleyip durmuştur. Bir başka ifadeyle kendi hayatları, kendi yaşantıları hususunda tek bir söz dahi söylemeye hakları yoktu. Yani açıkçası kendi ülkelerinde, bir başka kavmin esareti altındaydılar.
O halde bu tarihi yanılgıyı veya bilhassa tahrif kanalı ile gerçeklerin bilinmemesini sağlayanların, iğrenç tahrifatlarını meydana çıkartmak ve tarihi belgelerle gerçekleri ispat etmek, Türk-Ermeni münasebetlerinin düzeltilebilmesi açısından, bizlerin attığı ilk adım olmuştur, diyebiliriz.
Çünkü Sultan Alp-Arslan ve Kral Kakik II vakası; Türk ve Ermeni münasebetleri bahsinde hiç de kulak arkası edilecek bir vaka değildir.
Çünkü günümüzdeki bağımsız Ermenistan başta olmak üzere, batı ülkelerinde emperyalist devletlerin ücretli maşası Ermeni bozuntuları da dâhil. Ermeni milleti bir bütün olarak varlığını külliyen;
"Selçuklu, Osmanlı Devletleri ve dolayısıyla da, yüce Türk milletine medyundur." Bunun aksini iddia edenler ya cahil veya hamaset duygularıyla körelmiş basiretsiz nankörlerdir. Çünkü tarih hemen her meselenin doğrusunu gösteren en değerli anahtardır. Bu anahtarı dürüst kullanan, hakikatlerin nurlu ışığını rahatlıkla görebilir!.
"Pakraduniler’in Ermeni soyundan gelmedikleri bahsine temas etmeden, şu noktayı bilhassa belirtmek isterim ki; "Pakraduniler’in menşeine temas ederken, hiçbir surette; "ırkçı bir tutum neticesi, fanatik düşüncelere saplanmış değilim." Irki mevhumlar üzerinde durmamın yegâne sebebi; tarihi vakaları tüm yönleriyle meydana çıkarıp, değerli okuyucularım ile tarih meraklılarına, Ermeniler konusunda en sağlam kayıtları sunabilmektir. Kaldı ki, tarihi mevzularda, vakaları gün ışığına kavuşturabilme uğraşında daha başka bir sistemin var olduğu asla söylenemez.
Çünkü öyle bir sistem mevcut değildir. Dahası tarih bir hadiseyi gün ışığına çıkartıp, aydınlığa kavuşturabilme çalışmalarında; herhangi bir kavmin gocunabileceği düşüncesiyle hareket edilecek olursa, ortaya kupkuru bir yazı kalabalığı çıkmış olur, böylece onca emek verilmiş bir eser, sırf bu sebepten dolayı, hakiki özelliğini yitirmiş olur.
Dolayısıyla "Türk, Ermeni, Yunan, Rum, Süryani ve Musevi’ler başta olmak üzere hemen hiçbir milletin mensubu; eserimizde yer alan vakalar içinde, kavimleriyle alâkalı menfi pasajlara rastladığı zaman asla gocunmamalıdır. Dahası bu kitapta ana temayı temsil eden konu her şeyden evvel yüce Türk millet ve devletinin millî menfaatleri başta olmak üzere; süper devletler tarafından günümüzde dahi adeta bir kobay gibi kullanılan, Ermeni milletinin istikbali mevzubahistir. Buna rağmen kitapta yer alan vakalar içinde geçen her kavmin millî haysiyeti özellikle düşünülmüş ve doğrudan şahısların icraatları üzerinde durulmuştur.
Yer yer rastlanacak olan menfi değerlendirmeler ise bizim yorumlarımızın dışında kalmaktadır. Zira, bizzat o çağlarda yaşamış ve vakaları bizzat görebilmiş tarihçilere aittir ki; bu durum karşısında hemen herkesin şapkasını çıkarması lâzımdır! Dahası; "Rüzgâr ekenlerin, fırtına biçmekten gayrı hiçbir çareleri olmadığını" peşinen kabullenmek elzemdir. Çünkü kaçınılmaz bir gerçektir!
Hele hele FRANSIZLAR, İNGİLİZLER, RUSLAR ve AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ, bu hususta hiç mi hiç alınmasınlar.
Zira bir buçuk milyon Ermeni’nin Türkler tarafından kesilmiş olduğu iddiasını; yıllar yılı çeşitli entrika ve propagandalarla Ermenilerin kafalarına sokan ve bu uğursuz propagandayı hâlâ sürdüren bizzat kendileridir. Dahası Ermeni-komite artıklarının meydana getirdikleri, acımasız cinayet şebekelerini; madden ve manen besleyen ve de ülkelerinde barındıranlar yine kendileri olmuş ve olmaktadır!
Bu konuda son bir hususa daha temas etmek isterim ki, gerçekten bu babda pek üzgünüm. Daha doğrusu, "Türk-Ermeni cemaati olarak" son derece üzgünüz. Durum aynen şudur:
Yıllar yılı gizli gizli Ermeni cemaati aleyhinde bulunan ve bilhassa bazı Bab-ı Ali gazetelerince Türk-Ermenisini de rahatsız eden yalan yanlış beyanlarla, Türk-Ermenileri aleyhinde bir cereyan meydana getirmeye çalışan ve bizler gibi dinen azınlık bir kavim, bu durumu günümüzde daha da hızlandırmış ve bizleri kötüleyebilmek için her ne melânetlik var ise sergilemektedir!
Bu entrikacı kavmin asıl hedefi ise Türkiye’de bir tek Ermeni’nin kalmamasına dayanmaktadır. Bunu istemesinin hem de pek derin bir arzu ile istemesinin yegâne sebebi ise "Ermenilerin gitmesinden sonra, ülke ticaretini külliyen ele geçirebilmesi gayesine" dayanmaktadır!
Bunda muvaffak olabilirler mi, olamazlar mı orasını bilemem ama yazar Ali ULUSAL Beyin şu değerli uyarısı, bu doymaz kavme, herhalde bir nebze olsun nasihat yerine geçer diye düşünmemekte, doğrudan niyaz etmekteyim.
"HERKESİN BİR HESABI VARSA, ALLAH’IN AYRI BİR HESABI VARDIR."
PAKRADUNILER’İN MENŞEİ VE SAHNEYE ÇIKIŞLARI
M.Ö. 730 tarihinde Kral Sannasar, Beni İsrail’e yaptığı seferde; Beni İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, Samarie’de taş üstünde taş bırakmamış ve "10 Musevi Kabilesini esir alarak, Fırat’ın ötesine, Güney-Ermenistan’a yerleştirmişti ve bu bir başlangıçtı.
Yine M.Ö. 700’lerde Kral Nabukadnezar; Mısır Kralı Necho ve Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir sefer açmış ve bu sefere, Doğu-Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile iştirak etmişti.
Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü dövüş gücü, sadakat ve kahramanca saldırıları, Kral Nabukadnezar’ın pek hoşuna gitmiş ve Kral Hıraçya’yı takdirle, esir almış olduğu 10.000 Musevi’nin yarısını ona hediye etmişti ve bu esirlerin arasında ilerde Ermenileri külliyen hâkimiyetleri altına alacak olan bir esrarengiz kavmin ünlü prenslerinden Şampat da bulunuyordu. Zeki ve becerikli olan bu Prens, zamanla Kral Hıraçya’nın sevgi ve takdirini kazanarak, "Devlet Hizmeti’ne alınarak önemli mevkilere yükseltildi ki, bu durum bizzat bir Ermeni Kral tarafından, bilemeden kendi milletine yaptığı bir yanlışın doğrudan kendisi idi!
Daha sonra M.Ö. 150-128’lerde; aile menşeinin Hz. Davud Peygambere dayandığını iddia eden ve adı PAKARAD ŞAMPA olan bir Yahudi, Ermeni Kralı Vağarşak’a müracaat ile saray hizmetine girebilme dileği ile bin bir dil dökerek, kabul edilmesi için adeta yalvardı…
Bu garip ve son derece esrarengiz yabancının nasıl birisi olduğunu ve söylediği gibi gerçekten hayli maharetli olup olmadığını merak eden Kral Vağarşak, Kral Hıraçya’ya hizmet veren Prens Şampat’ın, kralı son derece memnun kılmış olduğunu da dikkate alıp, bu yabancıya bir şans tanımayı uygun bulmuştu. Zira kendisine müracaat eden yabancı da aynı ırka yani diğerinin ırkına mensuptu. Dolayısıyla bu esrarengiz Prens, Pakarad Şampa da böylece hizmete alınmış oldu.
Ne var ki, bu yabancı Prens, diğer ırkdaşından daha atak ve daha cüretkârdı. Nitekim devlet hizmetindeki üstün başarıları o derece fayda temin etmişti ki, Kral Vağarşak bu Yahudi Prensini kendi gözdeleri arasına kattı ve böylece Pakarad Şampa Ermeni Krallarına taç giydirme imtiyazı ile "10.000 Süvariye" komuta etmek hakkını elde etmişti.[2]
Bütün bu hadiselerin zuhur ettiği dönem içinde Kral Vağarşak, yeni bir Mabet inşa ettirmiş ve Mabedin iç tasarım çalışmalarında duvar süslemelerinde "Güneş, Ay ve atalarının tasvirleriyle" bazı konularla alakalı motifler işletmişti ve inşası iç tezyinatla birlikte tamamlandıktan sonra, Mabedin açılışı göz kamaştırıcı bir muhteşemlik içinde icra edildiğinde, Mabede gelen Kral Vağarşak, sevinç ve gururla ilerlerken, önünde yürüyen merasim kıtası, son derece nefis bir sanat eseri olan "altın bir kartal" taşımaktaydı ki, bu adet ananevi idi.
Ermeni krallarının önünde muhakkak altından imal edilmiş bir kartal taşınırdı.
Muhteşem bir merasimle Mabede giren Kral Vağarşak, Pakarad Şampa’ya; "Kendisi ile birlikte tanrılarına ibadet etmesini teklif etti."Ne var ki, Pakarad bu isteği kesinlikle reddedince, Kral Vağarşak bu bendesini daha ziyade sevdi. Zira karşısındaki bir kral dahi olsa, dininden dönmeyi kabul etmemişti. Bu onun son derece dürüst olduğunu tekrar tekrar ispat etmekteydi. Dolayısıyla O’nu affetti.
Ancak, bu durum zaman içinde bir başka boyuta dönüşünce, karşılıklı saygının yerini sinsi bir düşmanlık almıştı. Şöyle ki, Kral Vağarşak’ın mahdunu, Arsak I, babası ile aynı düşünceye sahip değildi ve bu esrarengiz Yahudi’den hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Dahası, onu gördüğü zaman, manasını bir türlü kavrayamadığı garip bir sıkıcı his bütün benliğini kaplamaktaydı!
Böylesi karmaşık hisler içinde bocalayan Arsak I, mezkûr Pakraduni’nin mahdunlarına aynı teklifi tekrarladı ve kendi inandığı tanrılara tapınmalarını emretti. Ancak, Pakarad’ın mahdunları emri şiddetle reddettiler. Bunun üzerine gazaba gelen Kral Arsak I, gözlerinde şimşekler çakarak, kızgınlık içinde şunları söyledi, daha doğrusu adeta haykırdı:
– Güneş ve Ay Tanrılarına tapınmayanlar dinsizdir ve ölümü hak etmişler demektir! diyerek her iki Musevi gencin başlarını vurdurdu.
(M.Ö. 128-115)
Kral Arsak I’den sonra ise aynı şiddeti gösteren, ünlü Ermeni Krallarından, Dikran II (Büyük Dikran diye bilinir), İsrail’e yeni bir sefer hazırladı ve bu sefer esnasında (M.Ö. 90-36) aynen Kral Hıraçya gibi, binlerce Musevi’yi tutsak alarak ülkesine götürdü ki, ülkesine döndüğü zaman atının iki tarafında yürüyen Musevi Prensleri, onun muzaffer dönüşünü müjdeleyen birer belge nişanesini temsil etmekteydiler. Bunların içinden seçtiklerini kendi hizmetine alan Kral Dikran II hizmetinde bulunan Aşod adındaki Musevi’ye:
– Şahsın ve soydaşların, benim milletimin inandıkları tanrılara inanıp, tapınacaklar. Emrim derakap uygulanacak! dedi. Ne var ki, Aşod da diğerleri gibi, dinini değiştirmeyi kabul etmedi ve kesinlikle reddetti.
Bunun üzerine gazaba gelen Büyük Dikran; Aşod’un dilini kestirdi ve ülkesinde bulunan bütün Musevileri, kendi adına inşa ettirmeye başlattığı, "DİKRANAKERD" – "DİYARBAKIR SURLARI" inşaatında çalıştırmaya karar verdi ki; mevzubahis surların ve şehrin inşasında, Kapadokya seferinden getirmiş olduğu 300.000 esir çalıştırılmaktaydı.
TUTSAK MUSEVİLER TEŞKİLATLANIYOR
Ancak, o asırlarda belki geçerli olan ve fakat tamamen vahşeti temsil eden bu trajik vakalar, Musevileri bir yerde aralarında birleşmeye doğru gitmiş ve böylece teşkilâtlanmaya başlamışlardı… Hani hakları da yok değildi. Bu diyarlara gönül azalarıyla gelmemiş, tutsak olarak getirilmişlerdi. Dolayısıyla, yurtlarından edildikleri yetmezmiş gibi, bir de "sadece kendilerine özgü, müstakil dinlerinden de olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktaydılar!
Böylece her birisi, yekdiğerine tam bir içtenlikle sarılarak; İsrail Prensi Şampad’ın hatırasını kendilerine başlıca rehber edindiler ve Pakarad Şampad’ın liderliğinde, gizlice teşkilâtlanmaya başladılar.
Teşkilâtlandıktan sonra, kin ve intikam hırsı içinde öylesine zekice bir plân hazırladılar ki, plânın mükemmelliği karşısında kendileri dahi adeta şaşkına dönmüşlerdi!
Plâna göre, kademe kademe ilerleyerek, Ermenistan Sarayını külliyen ele geçirecek ve böylece devletin kilit noktalarına erişerek, ülkeyi tamamen hâkimiyetleri altına alacaklardı.
Ermenilere gelince, onlar bu durumun hiç mi hiç farkında değildi ve son derece temkinli hareket eden Musevilerin hizmetlerinden son derece memnundular. Ancak, bu memnuniyetleri ve Musevilere karşı umursamaz bir tavır almaları, daha sonraki yıllarda Ermenilere pek pahalıya mal olacak ve Ermenistan’ı külliyen ele geçiren Museviler; tamamı tamamına "İki Asır", Ermeni milletine adeta kan kusturacak ve de Ermenistan’ın sükûtuna kadar, Ermenilere; kendi vatanlarında tutsak hayatı yaşatacaklardı…
Pakraduniler’in Hâkimiyete Geçiş Devri Başlıyor (M.S. 859-885)
Kral Vağarşak döneminde başlayarak, sistemli şekilde ve hiç mi hiç sezdirmeden, tüm tasavvurların fevkinde servet edinip, ülkenin "iktisadiyatına" tesir edebilecek seviyeye yükselen Museviler, yine kendilerine has bir sabırla hemen her engeli bertaraf ederek, zamanla elde ettikleri muazzam servet sayesinde "ARARAT’-TAYK VİLAYETLERİ’nin yarısından fazlasını satın almışlardı. Mesela Durperan’da, yüksek Ermenistan’da ve Gugark’ta gayet muazzam ve şaşaalı mülkleri bulunuyordu. Sekizinci asırda ise, Pakraduni zürriyetinin emlâkine:
"Bâyezid, Bagaran, Muş, Kulb, Kars, Shirakavan, Ani, ispir, Ahısha, Artvin ve Ardahan şehirleri" de ilave edilmişti.[3]
(M.S. 637 tarihinden itibaren "Arap hâkimiyetine" giren Ermenistan, o tarihlerde tam bir kargaşalık ve anarşi içindeydi. Gerçi hakiki Ermeni halkı henüz çoğunluktaydı ama Ermenistan’da gerçek manada söz sahibi olanlar "PAKRADUNİLER" yani, "Musevi dönmeleri" idi.
Velhasıl, Ermeni milleti çoktan hükümranlığını yitirmiş; fukaralık ve sefalet içinde kıvranarak, kendi ülkelerinde adeta tutsak hayatı yaşamaktaydılar. Bir başka ifadeyle de; "Doğu-Ermenistan, Ermenistan olmaktan çoktan çıkmış; "Yahudistan" şekli almıştı!.. İşin en enteresan ve hazin tarafı da, Ermenilerin bu durumun farkında olmayışlarıydı ve acı gerçeği öğrendikleri zaman ise, iş işten çoktan geçmiş olacaktı…
Böylesi bir garip şerait içinde Araplarla anlaşan Pakraduniler, Araplara ağır vergiler vermeyi kabullendiler. Zira nasıl olsa bu ağır vergileri kendi keselerinden ödemeyip, sahipsiz halkın sırtından elde edeceklerdi. Yani bu ağır yükün altına giren, doğrudan doğruya "Turan-Ermenileri" olacaktı. Nitekim bin bir yokluk içinde kıvrım kıvrım kıvranan bu zavallı ahaliye; "Pakraduniler ve Araplar" adeta kan kusturacaklardı…
Vergileri toplama görevi Araplar tarafından, "Aşod Pakraduni’ye verildi ve "Prensler Prensi" unvanı ile Ermenistan’a vali tayin edilen Aşod Pakraduni, bu görevinde beklendiğinden ziyade başarılı oldu ve böylece; değil vergi ödemek, yiyecek ekmeğini zor temin edebilen Ermeniler’in, ellerinde, avuçlarında her ne var ise alındı, daha doğrusu cebren gasp edildi…[4]Yazar Nejat HAKKUL
[1] (Sorun olan Ermeniler / Suat Akgül, Ali Güler, Türkar Yay. İst. 2003. s: 402)
[2] Ermeni kaynakları, Pakraduniler soyundan, daha doğrusu liderleri olan Prens Şabad ve Pakarad Şampa’nın Ermeni Krallarına son derece hizmet vermiş olduklarını, adeta söz birliği etmişçesine, sonsuz methiyelerle bezenmiş kayıtlar düşmüşlerdir.
Lâkin ne gibi meselelerde, nasıl hizmetleri geçmiş ise, sarih şekilde meydana koyan herhangi bir kayda rastlamadık! Dolayısıyla, bu hususun ayrıca tetkiki elzemdir inancındayız!
Bizans tarihçisi, Pavostos bu konuda III’ncü asırda Ermenistan’da iskân etmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Musevilerin miktarı, "400.000 nüfusu" bulmuştu kaydını geçmektedir.
Büyük Ermeni tarihçisi ve din adamı, ünlü "MOLSES GATOGİGOS GORENAZİ’nin bu konudaki kaydı da son derece önemlidir ve şu kayıt geçmiştir: -SIMPAD adını, PAKRADUNİLER mahdunlarına verirler.
Bilesiniz ki, isim İbranice’den geliyor ve aslı "ŞAMPAD"dır.
Kars, Ani ve Gürcistan’da PAKRADUNİLER zürriyetinden krallar çıkmıştır. Bu vaziyete göre Ermeniler arasında asırlar boyu pek revaç görmüş olan: "PAKRAD, SIMPAT, AŞOD ve MOLSES" vs. gibi isimlerin tamamı, Pakraduniler’den, Ermenilere geçmiş ve aslen Ermeni kökenli isimler olmadığı bariz olarak görülmektedir.
[3] Bu hususta daha geniş bilgi için bakınız: "ŞAHNAZARYAN-ERMENİ TARİHİ", Baskı: Paris-Fransa. Baskı tarihi: 1859, sayfa: 32, "Ermenice"
[4] (Emperyalistlerin Kıskacında ermeni Tehciri, IQ Kültür Sanat yy., 1. Bas. Nisan 2007 İST.)
Saygılarımla,
Arif Neşet Caner
Bu bir Kürt millî hareketi midir? Hayır!.. Kostümler Kürttür ama oyunu sahneye koyanlar ve senaryoyu yazanlar Kriptodur.
Kripto ne demektir? İki kimlikli demektir. Görünen kimliği iğreti, yalan ve sahtedir. Asıl kimliği gizlidir.
Kriptolar sadece dağdakiler midir?.. Hayır!.. Asıl güçlü, sinsi ve dehşetli Kriptolar dağda değil, bağdadır. Kriptolar doğu ve güneydoğu Anadolu'yu boşaltıyor mu?.. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Oraları niçin boşaltıyorlar?..
Müsait zaman gelince, fırsat zuhur edince o bölgelere dışarıdan nüfus getirilecektir. Boşluk onlar için hazırlanıyor. Dağdaki ve bağdaki belli başlı Kriptolar niçin tespit edilip teşhir edilmiyor?.. Doğrusu buna benim de aklım ermiyor..
Bölenler böldürenler, hak yiyen hak yedirenler, haksızlık yapan haksızlığa neden olanlar cezasız kalırsa, toplumdaki dengesizlik artar, huzur ve güven kaybolur.
Amaç; karanlık odakları, karanlık kişileri, anladıkları dilden karanlığa gömmek. Peki ama ya karanlık odaklar, karanlık kişiler kendileri ise, içiçe ise kim kimi karanlığa gömebilir ki.
Dün laik çağdaş görüntü altında Ermenicilik oynayanlar, soykırım iddialarının papağanlığını yapanlar vardı.
Ermeni terör örgütü Asala terör örgütü yerine PKK’yı kurdular. Kürt kimliği şemsiyesi altında kanlı saldırlar yaptılar.
O da başarılı olamadı. Açılım saçılım süreci adı altında ihanet yapılanması sürerken, bu kez üçüncü sacayağı olan İslamcı görüntülü kanı bozuklar İslamcı kimlikleriyle sahnede yerlerini, aldılar.
Laik çağdaş örgütlerde veya İslamcı tarikat ve cemaatlerde yuvalanmış İslamcı dönme Ermeniler ve terör örgütünde yer alan Marksist Ermeniler nerede?
Onlar siyasetçi kimliğindeler.
Onlar gazeteci kimliğindeler.
Onlar akademisyen kimliğindeler.
Onlar sivil toplum örgütü temsilcisi kılığındalar.
Rum isyanından sonra boşalan Osmanlı hariciyesine yerleştirilen Ermenilere, Osmanlı Devleti’ne hizmetlerinden dolayı millet-i sadıka adı verildi.
Osmanlı döneminde el üstünde tutuldular.
Devletin en önemli görevlerine getirildiler.
Cumhuriyet döneminde müzikten, sanata, her alanda değer gördüler.
Ama onlar kin nefret ve öfkelerini yenemediler.
Anadolu topraklarında kardeşçe barış içinde huzur ve güven içinde yaşamayı içlerine dindiremediler
Tarihi gerçekleri tersyüz etmeyi varlık nedeni sayıyorlar.
Türkleri katil ilan eden kitaplar yayınlıyorlar, makale yazıyorlar.
Nefret söylemciliğini kimlik haline getiriyorlar
Türkler içindeki uzantıları ile Hepimiz Ermeni’yiz, grubu oluşturmayı başardılar.
Hepimiz Ermeni’yiz, diye sokaklara düşüyorlar.
Kalem oynatıcılarını el üstünde tutuyorlar.
Türkleri daraltmak, bunaltmak, ezmek için ellerindeki bütün imkanı kullanıyorlar.
İlmi gerçekleri tersyüz ediyorlar.
Bütün bulguları çarpıtıyorlar.
Kışkırtıcılıkları, nefretleri, kinleri her an canlı tutuyorlar.
Kalemlerinden kin nefret öfke kokuları akıyor.
Tek dertleri Türklerdir, Müslümanlardır.
Her sokağa düşüşlerinde kinlerinin, nefretlerinin şiddetini daha artırıyorlar.
Milli andı kaldırdılar.
Müslümanın devlet dairelerinden silinmesini istiyorlar.
islamla ilgili hiç bir şey ağızlarına almazlar.
Onlar ne kadar vatan haini Yahudi , Hiristiyan , Dinsiz ,Ateyist varsa onlara övgü düzerler.
Geleneksel Osmanlı , Arap , İran ve Müslüman düşmanlığının gizli sinsi alçak savunucularıdır.
Onlar; içimizdeki dönmelerdir. Crypto-Yahudilerdir.
Bir Dönmenin kuyuya attığı taşı bir milyon Müslüman çıkartamaz.
M. Şevket Eygi : Pakraduniler
PAKRADUNİ’ler veya Bagraduniler… Sır içinde sır, esrar içinde esrar… İki bin 600 yıllık bir hikaye veya macera… Üç kimlikleri var. Birinci ana kimlikleri Yahudilik… Onun üzerine Ermenilik şalını örtmüşler… En üstte Müslüman rengindeler… Bunlar kimlerdir, sayıları ne kadardır, belli başlılarının isimleri… Bilen yok… Politika sahnesindeki Pakraduniler kimlerdir? Büyük sır.
Pakraduniler hakkında Türkiyede yapılmış tek araştırma Abraham Galante’nin Hamenora dergisinde (Bene Brith locasının yayın organı) çıkmış Fransızca makalesidir. Bilahere bunu kitapçık şeklinde de yayınlamış.
İstanbul kütüphanelerinde tek nüshası yok. Ankarada Genelkurmayda bir adet varmış. Bendenize bir dostum Berlin kütüphanesindeki nüshanın mikrofilmini gönderdi.
Düşünebiliyor musunuz? Adam dıştan (Türk veya Kürt) Müslüman görünüyor ama Müslüman değil… İkinci gizli kimliği Ermenilik… Ermeni de değil… En altta asıl kimliği Yahudilik var…
On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğindeki Ermeni isyanlarını, asıl Ermenilerin değil, bu Pakradunilerin çıkarttığı ve kışkırttığı iddia ediliyor.
Türkiye Müslümanlarının bu Pakraduniler konusunu araştırmaları, ciddî tedkikler yapmaları gerekmez mi? Gerekir ama yapan yok.
1984’te mi, 85’te mi, papirüs üzerine Arami lisanıyla yazılmış iki bin yıllık bir Barnaba İncili bulundu da Müslümanlar ne yaptı? Hiç… Şu anda İncilin nerede olduğu bile belli değil!.. Bu İncil incelenip yayınlanmış olsaydı teslis akidesi ve muharref Hıristiyanlık yıkılırdı.
Türkiyenin içinde bulunduğu şu vahim krizlerde, şu korkunç hercümerçte Pakradunilerin ne kadar tuzu biberi vardır? Bilen yok.
Janus gibi iki çehreleri var bunların. Yahudi çehresi… Ermeni çehresi… Türkiyenin güneydoğusunu İsrail nüfuzuna, doğusunu Ermeni nüfuzuna mı açmak istiyorlar. Bilen yok.
Bu konuyu incelemek için en az yedi sekiz dil bilen (Galante’nin on üç dil bildiği rivayet ediliyor) araştırıcılar lazımdır. Öyle “az İngilizce” ile kotarılacak iş değildir bu.
Türkiye Müslümanları içinde eski İbraniceyi ve eski Ermeniceyi bilen kaç araştırıcı vardır? Bırakın İbranice ve Ermeniceyi, doğru dürüst edebî yazılı zengin kültür Türkçesini hakkıyla bilen bilen kaç kişi çıkar?
Yıllardan beri bu Pakraduniler meselesini yazar dururum, şimdiye kadar bir yankı gelmedi.
Tek kimlikli gerçek Ermeniler Pakraduni kelimesini hakaret için kullanırmış.
PKK terör örgütü içinde Pakraduni subaylar varmış.
Sadece zaman zaman “Yahu kısa kes de bize şunların isimlerinin listesini bildir” diyenler çıkıyor. Onlara “Ev adreslerini ve telefon numaralarını da ister misiniz?” cevabını veriyorum…
Bundan on sene kadar önce, dinî bir hizip, başındaki zat hakkında övgülerle dolu bir kitap yazdırtmış ve bunu (sıkı durun) tam iki milyon adet bastırmıştı. Böyle önemli konular varken,
Pakradunilerle meşgul olurlar mı hiç.
ARAŞTIRMA DOSYASI KİMDİR BU PAKRADUNİLER ?
"Pakraduni"ler, Anadolu’nun İslamlaşması ve Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Musevilikten Ermeniliğe geçen, 1915 olayları sonrası ve Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçen, ama Yahudi zihniyetini nesilden nesile gizlice sürdüren bir topluluk olmaktadır.
Fanatik Ermeni karşıtlığıyla Türk ırkçılığını (Turancılığı) savunmak, her fırsatta İslam’a saldırarak, sosyalist ve Kemalist bir tavır takınmak bunların alâmetifarikasıdır. Ama sadece solcu değil, sağcı partilere; hatta Milli Görüş’e de sızanlar vardır. Örneğin, "Durmuş Durduyan" iken Oğuzhan Asiltürk’e dönüşen Pakradunilere rastlanmaktadır.
Asırlarca Ermeni toplumunu yöneten Yahudi asıllı ‘Pakraduniler’in hikâyesi yeni günışığına çıkmaktadır.
Selanikli Sabetaycılar, İspanyol Maranolar ve İranlı Meşhedilerden sonra Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten cemaatin hikâyesi M.Ö 730 yılında başlayıp günümüze kadar uzanmaktadır. Bu iddianın sahiplerinden birisi de araştırmacı-yazar Levon Panos Dabağyan’dır.
Yahudi asıllı Pakraduniler’in M.S. 1045 yılına kadar Ermenileri "acımasızca" yönettiğini ifade ederek, iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerinden Prof. Dr. Abraham Galante’yi gösteriyor. Galante, "Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı" adlı kitabında, "Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20’nci yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir" saptaması yapmaktadır.
Bizans’ın kendi krallıklarına son verdiği Pakraduniler, Selçukluların hâkimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini cemaat içinde devam ettiriyor.
Hikâye milattan önce 730 yılında başlıyor. O tarihte, Ermeni Kralı Sannasar, Filistin’e yaptığı seferde İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, 10 Yahudi kabilesini esir alıyor. Sonra onları Fırat’ın ötesine, Güney Ermenistan’a yerleştiriyor. M.Ö. 700’lerde, bu kez Babil Kralı Nabukadnezar, Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir savaş açıyor. Söz konusu sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile katılıyor.
Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabukadnezar’ı fazlasıyla memnun ediyor ve esir aldığı 10 bin Yahudi’nin yarısını Kral Hıraçya’ya hediye veriyor. Bu esirler arasında İsrailoğulları’nın önemli şahsiyetlerinden Prens Şampat (Smbat/Shampat) da bulunuyor.
Şampat, kısa zamanda Hıraçya’nın takdirlerine mazhar oluyor. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere yükseliyor.
Esirlikten soyluluğa: Pakraduniler (Ermeni Görüntülü gizli Yahudiler)
M.Ö. l5O’lerde soyunun Hz. Davud’a (as) dayandığını iddia eden ve adı "Pakarad Şampa" olan bir Yahudi, zamanın Ermenistan Kralı Vağarşak’a başvurarak, saray hizmetine girebilme talebinde bulunuyor. Dikkat çekme ve kendini sevdirme açısından Prens Şampat’ı dahi gölgede bıraktığı kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağarşak’ın en yakın bendeleri mevkiine erişiyor. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Kralları’na taç giydirme imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde ediyor. M.Ö. 90-36’larda Ermeni krallarından Dikran II.
(Büyük Dikran) İsrailoğulları’na yönelik yeni bir sefer düzenliyor.
Bu sefer sırasında esir aldığı binlerce Yahudi’yi o da ülkesine götürüyor. Esirler arasından seçtiği "Aşod" adında bir asil Yahudi’yi özel hizmetine alıyor. Bu olaylar sonucunda Ermenistan’a yerleşen ve zamanla nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün yıllarının sembol ismi Prens Şampat’ın hatırasını kendilerine rehber edinerek, teşkilâtlanıp millî varlıklarını koruyabilme mücadelesine girişiyor.
Zamanla Ermenilerin yönetimini ele geçiren Pakraduniler M.S. 1045’e kadar Ermenistan’da saltanat sürmeyi başarıyor.
26 yüzyıldır Yahudilikleri devam ediyor "Kripto Yahudilik" konusunda uzman olan Türkiyeli Yahudi Prof. Abraham Galante, "Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive/ Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı / Baskı: 1933, Fransızca İst." adlı eserinde bu konuda hayli enteresan bilgiler veriyor:
"Pakraduniler varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7.yüzyıl), 20’inci yüzyıla kadar sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir. Eğin’de, ‘Erzurum-Sivas arasında’ (Malatya Balaban-Hekimhan, Erzincan Kemaliye hattında), Marmara Denizi’nin Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler, 26 yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle Portekizli Marano’lar, Selanikli Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında sayılabilirler."
Malatya tarafından Darende’nin Balaban kasabasına girişte ve yol üzerindeki Havra, kilise ve cami karışımı yapı incelemeye ve irdelemeye değerdir.
Dabağyan, Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden farklı olabildiğini söyleyerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos Ğorenazi’den şu nakilde bulunuyor: "Simpat adını, ‘Pakraduniler’ oğullarına verirler.
Bu isim İbranice’den geliyor ve aslı ‘Şampat’tır. Ermeniler arasında asırlarca pek revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit’ gibi isimlerin Ermeni menşe’li olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır."
Dabağyan, Bizanslı tarihçi Pavostos’un, 3. Asır’da bölgede iskân edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak verdiğini de kaydediyor.
Konunun uzmanı Gad Nassi: "Pakraduniler domuz eti yemezler, oysa Ermenilerde serbesttir" diyor Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Pakradunilerin 20. yüzyılın ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (Yeni adı Kemaliye) arasındaki bölgede varlıklarını sürdürdüklerini belirtiyor. Nassi’ye göre cemaatin yayılımı, Arapkir, Hekimhan Kapadokya ve Kilikya/Çukurova’ya kadar uzanıyor.
Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin fiziki görünüşlerinin Ermenilerden ayrıldıklarını, kafa yapısı olarak Yahudiler gibi Dolikosefal olduklarını kaydediyor. Bir Yahudi-Ermeni’nin evinde vefat gerçekleştiğinde, evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su kullanmadıklarını, çünkü ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizlediğine inandıklarını belirtiyor. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas tuttuklarını da belirtiyor.
Nassi, Pakraduniler’in Yahudiler gibi asla domuz eti yemediklerini, cumartesi günü çalışma yasağına riayet ettiklerini, genelde cemaat içinden evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde verildiğini ifade ediyor. Bunun da Ermeniler arasında "Yahudiliğin bir uzantısı" olarak değerlendirildiğini söylüyor.
Nassi, Pakraduniler’in, siyaset, ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken, benzer bir grubun da geleneklerini koruyarak 19’uncu yüzyıla kadar Gürcistan’da Gürcüler içinde hayatiyetini devam ettirdiğini ifade ediyor.
Aleviliği istismar eden Rafızî Ermeniler kimlerden oluşuyor?
Fransız Mareşali Horace Sebastiani, Türkiye Ermenileriyle ilgili 1814 tarihli raporunda: Ermenileri normal Ermeniler ve Rafiziyyun/Rafiziler" olarak ikiye ayırır. Dabağyan "Osmanlı İmparatorluğunda Şer Akımlar" kitabında bu raporu değerlendirirken, Fransızların Türkiye’deki etnik yapıya daha 1800’lü yılların başında bile ne kadar hâkim olduklarının anlaşıldığını ifade ederek şöyle tepki veriyor:
"Selçuklular devrinde, Alparslan’ın saflarına geçerek, Bizans’a karşı savaşan ve sonradan İslam dinini kabul eden Ermenilerin büyük bir kısmı, bilahare ‘Alevi Mezhebi’ne geçmiş ve öyle kalmışlardır.
(Yaptıkları isyan ve taşkınlıkları da saf Alevi Müslümanlara mal etmeye çalışmışlardır.) Demek ki, Mareşal Horace Sebastiani, Fransa’nın Türkiye üzerinde taşıdığı gizli emellerin tahakkuk sahasına aktarılacağı zaman, Osmanlı topraklarında yaşayan bilumum unsurlardan istifade edebilmek için Anadolu topraklarında yaşayanları da iyiden iyiye tetkik etmiş veya ettirmiş!" diyor.
Ermeni asıllı Türk vatandaşı yazar Torkom İstepanyan ise Pakradunilerle ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:
"Türk-Ermeni kardeşliğinin başlangıcı 11’inci yüzyıl ortalarına dayanır. 1064’te Pakraduni Ermeni Krallığına Bizanslılar tarafından son verilince, Bizans zulmüne dayanamayan Ermeniler Türklerin himayesine sığınmışlardır. Bu devre onlar için huzurlu yıllardır.
Vatanlarına sımsıkı bağlanmışlardır. Türkler tarafından bunlardan bazılarına "Paşa"lık unvanı bile takılmıştır. Böylece ilk Türk-Ermeni dostluğunun temeli atılmıştır. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da bugün dünyanın dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze dek varlığını sürdüren Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Romanya doğumlu olduğu halde dünya Ermenilerinin Ruhani Reisi Gatogigos Vazgen I’in soyadı ‘Balcıyan’dır."[1] Ermeni isyanlarının arkasında Pakraduniler yatıyor!
Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni meselesinin can damarını teşkil eden "1. Zeytun İsyanı’nın" arkasında Fransa ve Vatikan’ın bulunduğunu, isyanın düzenleyicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri sürüyor. Dabağyan, Zeytunluların kökeniyle ilgili olarak şöyle diyor:
"Ani Beldesi’nin Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından sonra, Anadolu’nun muhtelif bölgelerine dağılan ‘Pakraduni Hanedanı’ mensupları Haçin ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi. Dolayısıyla (Fransa’nın gönderdiği Katolik Ermeni) maceracı Leon, Ermenileri isyana teşvik için gerçekten en münasip bölgeleri seçmiş demekti. Zira Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım entrikalara müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi" diyor.
Dabağyan 1862 ve 1895’te iki kez denenen isyanın ise Türkiye’ye sadık Gregoryen Ermenilerin destek vermemesi üzerine akamete uğradığını kaydediyor. Pakradunilerin de hâlâ var olduğunu belirtiyor:
"Hâlâ varlar tabii; ama sayıları ne kadardır ve hangi organizeler içinde yer almışlardır bilemem. Sanmıyorum. Ancak, bizde birine ‘Pakraduni!’ dedin mi, bu hakaret için kullanılırdı. Çocukken birine kızdığımızda, ‘Pakradunisin ulan sen!’ derdik. Onların ırklarından gelen bir zekâları, müstehzi bir bakışları, hesapçı, işini bilir bir yapıları vardır. Tarım ve zanaattan çok hep ticaretle, para/finans işleriyle uğraşmışlardır."
Levon Panos Dabağyan gibi, seçkin ve seviyeli bir aydınımız olmakla beraber, T.C. Devletine ve ülkesine gönülden bağlı, hepimizin ortak üst kimliği olan Türk kavramına sahip ve saygılı bir Ermeni vatandaşımızın bu gerçekleri samimiyetle açıklaması ayrı bir önem kazanmaktadır.
PAKRADUNILER HANEDANI VE ERMENİLER
"Selçuklular ve Öncesi Devirleri" (859-1045) Tarihi kaynaklarda ve tarihi yeni kitaplarda, "Ermeniler ve Ermenistan" konusuna temas eden bölümlere dikkatle bakılarak olursa, şu garip durumla karşı karşıya gelinir. Şöyle ki; hayırlı işler yapmış olan Ermeni büyükleri kötülenir ve bilhassa "Türklere ihanet etmiş" olanlar ise, "doğrudan Ermeni gösterilir." Bu durum ise Ermeni kavmini Türklere karşı ve düşman oldukları intibaını uyandıran bir taktiktir!.
Gerçi böylesi icraatların gerçek çehresini açıklığa kavuşturan, "siyaset dışı" tarihi kaynak ve eserler mevcuttur. Ancak, ne yazık ki böylesi tarafsız eserler maalesef pek az olduğundan gözlerden uzak kalmaktadır.
Biz, yukarıda kayda geçtiğimiz bu garabetli işe Türk-Ermeni münasebetlerini ilelebet bozuk tutmak isteyen bir takım "gizli ellerin karıştığı" ve tarihi tahrif yolu ile sinsi maksatlar güttükleri inancıyla bakmaktayız.
Meselâ; Kars-Ermeni kralı Kakik II’ nin, Sultan Alp-Arslan’ın samimiyetini istismar etmesi vakası, doğrudan; "Ermeni samimiyetsizliği, Ermeni ihaneti" olarak birçok tarihi kaynak ve eserlerde geçmektedir. Peki, bu doğru mudur? Hemen cevaplayalım:
Hayır, doğru değildir! Tam aksi; "Tarihi bir yanlış veya tahrifattır."
Zira Kakik II’ nin saltanat sürdüğü dönem olan (1042-1045) tarihleri arası, "Doğu-Ermenistan"ın külliyen "PAKRADUNİLER HANEDANI HAKİMİYETİ"nde olduğu tarihi kaynaklarca sabittir.
Kral Kakik II ise; tam iki asır Ermenistan’a hükümran olan ve aslen Ermeni asıllı olmayan, Pakraduniler Hanedanının son hükümdarı idi.
Ancak buna rağmen, daha sonraları çok ağır bir hata işlemiş olduğunu anlayarak, Sultan Alp-Arslan’dan af dilemiş ve Yüce Türk Hakanı onun özrünü kabul ederek, kendi saflarına davet etmiş ve fakat, ardı ardına meydana gelen aksilikler, Kral Kakik II’ nin yüce hükümdarın yanına varabilmesini önlemiştir ve öyle sanıyoruz ki, şayet varabilseydi, Ermeni kavmi günümüzdeki hazin durumda olmayacaktı!.
O asırların Ermenilerine gelince, bu bahtsız kavim kendi ülkesi içinde olduğu halde: yabancı bir kavmin boyunduruğu altında inim inim inleyip durmuştur. Bir başka ifadeyle kendi hayatları, kendi yaşantıları hususunda tek bir söz dahi söylemeye hakları yoktu. Yani açıkçası kendi ülkelerinde, bir başka kavmin esareti altındaydılar.
O halde bu tarihi yanılgıyı veya bilhassa tahrif kanalı ile gerçeklerin bilinmemesini sağlayanların, iğrenç tahrifatlarını meydana çıkartmak ve tarihi belgelerle gerçekleri ispat etmek, Türk-Ermeni münasebetlerinin düzeltilebilmesi açısından, bizlerin attığı ilk adım olmuştur, diyebiliriz.
Çünkü Sultan Alp-Arslan ve Kral Kakik II vakası; Türk ve Ermeni münasebetleri bahsinde hiç de kulak arkası edilecek bir vaka değildir.
Çünkü günümüzdeki bağımsız Ermenistan başta olmak üzere, batı ülkelerinde emperyalist devletlerin ücretli maşası Ermeni bozuntuları da dâhil. Ermeni milleti bir bütün olarak varlığını külliyen;
"Selçuklu, Osmanlı Devletleri ve dolayısıyla da, yüce Türk milletine medyundur." Bunun aksini iddia edenler ya cahil veya hamaset duygularıyla körelmiş basiretsiz nankörlerdir. Çünkü tarih hemen her meselenin doğrusunu gösteren en değerli anahtardır. Bu anahtarı dürüst kullanan, hakikatlerin nurlu ışığını rahatlıkla görebilir!.
"Pakraduniler’in Ermeni soyundan gelmedikleri bahsine temas etmeden, şu noktayı bilhassa belirtmek isterim ki; "Pakraduniler’in menşeine temas ederken, hiçbir surette; "ırkçı bir tutum neticesi, fanatik düşüncelere saplanmış değilim." Irki mevhumlar üzerinde durmamın yegâne sebebi; tarihi vakaları tüm yönleriyle meydana çıkarıp, değerli okuyucularım ile tarih meraklılarına, Ermeniler konusunda en sağlam kayıtları sunabilmektir. Kaldı ki, tarihi mevzularda, vakaları gün ışığına kavuşturabilme uğraşında daha başka bir sistemin var olduğu asla söylenemez.
Çünkü öyle bir sistem mevcut değildir. Dahası tarih bir hadiseyi gün ışığına çıkartıp, aydınlığa kavuşturabilme çalışmalarında; herhangi bir kavmin gocunabileceği düşüncesiyle hareket edilecek olursa, ortaya kupkuru bir yazı kalabalığı çıkmış olur, böylece onca emek verilmiş bir eser, sırf bu sebepten dolayı, hakiki özelliğini yitirmiş olur.
Dolayısıyla "Türk, Ermeni, Yunan, Rum, Süryani ve Musevi’ler başta olmak üzere hemen hiçbir milletin mensubu; eserimizde yer alan vakalar içinde, kavimleriyle alâkalı menfi pasajlara rastladığı zaman asla gocunmamalıdır. Dahası bu kitapta ana temayı temsil eden konu her şeyden evvel yüce Türk millet ve devletinin millî menfaatleri başta olmak üzere; süper devletler tarafından günümüzde dahi adeta bir kobay gibi kullanılan, Ermeni milletinin istikbali mevzubahistir. Buna rağmen kitapta yer alan vakalar içinde geçen her kavmin millî haysiyeti özellikle düşünülmüş ve doğrudan şahısların icraatları üzerinde durulmuştur.
Yer yer rastlanacak olan menfi değerlendirmeler ise bizim yorumlarımızın dışında kalmaktadır. Zira, bizzat o çağlarda yaşamış ve vakaları bizzat görebilmiş tarihçilere aittir ki; bu durum karşısında hemen herkesin şapkasını çıkarması lâzımdır! Dahası; "Rüzgâr ekenlerin, fırtına biçmekten gayrı hiçbir çareleri olmadığını" peşinen kabullenmek elzemdir. Çünkü kaçınılmaz bir gerçektir!
Hele hele FRANSIZLAR, İNGİLİZLER, RUSLAR ve AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ, bu hususta hiç mi hiç alınmasınlar.
Zira bir buçuk milyon Ermeni’nin Türkler tarafından kesilmiş olduğu iddiasını; yıllar yılı çeşitli entrika ve propagandalarla Ermenilerin kafalarına sokan ve bu uğursuz propagandayı hâlâ sürdüren bizzat kendileridir. Dahası Ermeni-komite artıklarının meydana getirdikleri, acımasız cinayet şebekelerini; madden ve manen besleyen ve de ülkelerinde barındıranlar yine kendileri olmuş ve olmaktadır!
Bu konuda son bir hususa daha temas etmek isterim ki, gerçekten bu babda pek üzgünüm. Daha doğrusu, "Türk-Ermeni cemaati olarak" son derece üzgünüz. Durum aynen şudur:
Yıllar yılı gizli gizli Ermeni cemaati aleyhinde bulunan ve bilhassa bazı Bab-ı Ali gazetelerince Türk-Ermenisini de rahatsız eden yalan yanlış beyanlarla, Türk-Ermenileri aleyhinde bir cereyan meydana getirmeye çalışan ve bizler gibi dinen azınlık bir kavim, bu durumu günümüzde daha da hızlandırmış ve bizleri kötüleyebilmek için her ne melânetlik var ise sergilemektedir!
Bu entrikacı kavmin asıl hedefi ise Türkiye’de bir tek Ermeni’nin kalmamasına dayanmaktadır. Bunu istemesinin hem de pek derin bir arzu ile istemesinin yegâne sebebi ise "Ermenilerin gitmesinden sonra, ülke ticaretini külliyen ele geçirebilmesi gayesine" dayanmaktadır!
Bunda muvaffak olabilirler mi, olamazlar mı orasını bilemem ama yazar Ali ULUSAL Beyin şu değerli uyarısı, bu doymaz kavme, herhalde bir nebze olsun nasihat yerine geçer diye düşünmemekte, doğrudan niyaz etmekteyim.
"HERKESİN BİR HESABI VARSA, ALLAH’IN AYRI BİR HESABI VARDIR."
PAKRADUNILER’İN MENŞEİ VE SAHNEYE ÇIKIŞLARI
M.Ö. 730 tarihinde Kral Sannasar, Beni İsrail’e yaptığı seferde; Beni İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, Samarie’de taş üstünde taş bırakmamış ve "10 Musevi Kabilesini esir alarak, Fırat’ın ötesine, Güney-Ermenistan’a yerleştirmişti ve bu bir başlangıçtı.
Yine M.Ö. 700’lerde Kral Nabukadnezar; Mısır Kralı Necho ve Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir sefer açmış ve bu sefere, Doğu-Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile iştirak etmişti.
Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü dövüş gücü, sadakat ve kahramanca saldırıları, Kral Nabukadnezar’ın pek hoşuna gitmiş ve Kral Hıraçya’yı takdirle, esir almış olduğu 10.000 Musevi’nin yarısını ona hediye etmişti ve bu esirlerin arasında ilerde Ermenileri külliyen hâkimiyetleri altına alacak olan bir esrarengiz kavmin ünlü prenslerinden Şampat da bulunuyordu. Zeki ve becerikli olan bu Prens, zamanla Kral Hıraçya’nın sevgi ve takdirini kazanarak, "Devlet Hizmeti’ne alınarak önemli mevkilere yükseltildi ki, bu durum bizzat bir Ermeni Kral tarafından, bilemeden kendi milletine yaptığı bir yanlışın doğrudan kendisi idi!
Daha sonra M.Ö. 150-128’lerde; aile menşeinin Hz. Davud Peygambere dayandığını iddia eden ve adı PAKARAD ŞAMPA olan bir Yahudi, Ermeni Kralı Vağarşak’a müracaat ile saray hizmetine girebilme dileği ile bin bir dil dökerek, kabul edilmesi için adeta yalvardı…
Bu garip ve son derece esrarengiz yabancının nasıl birisi olduğunu ve söylediği gibi gerçekten hayli maharetli olup olmadığını merak eden Kral Vağarşak, Kral Hıraçya’ya hizmet veren Prens Şampat’ın, kralı son derece memnun kılmış olduğunu da dikkate alıp, bu yabancıya bir şans tanımayı uygun bulmuştu. Zira kendisine müracaat eden yabancı da aynı ırka yani diğerinin ırkına mensuptu. Dolayısıyla bu esrarengiz Prens, Pakarad Şampa da böylece hizmete alınmış oldu.
Ne var ki, bu yabancı Prens, diğer ırkdaşından daha atak ve daha cüretkârdı. Nitekim devlet hizmetindeki üstün başarıları o derece fayda temin etmişti ki, Kral Vağarşak bu Yahudi Prensini kendi gözdeleri arasına kattı ve böylece Pakarad Şampa Ermeni Krallarına taç giydirme imtiyazı ile "10.000 Süvariye" komuta etmek hakkını elde etmişti.[2]
Bütün bu hadiselerin zuhur ettiği dönem içinde Kral Vağarşak, yeni bir Mabet inşa ettirmiş ve Mabedin iç tasarım çalışmalarında duvar süslemelerinde "Güneş, Ay ve atalarının tasvirleriyle" bazı konularla alakalı motifler işletmişti ve inşası iç tezyinatla birlikte tamamlandıktan sonra, Mabedin açılışı göz kamaştırıcı bir muhteşemlik içinde icra edildiğinde, Mabede gelen Kral Vağarşak, sevinç ve gururla ilerlerken, önünde yürüyen merasim kıtası, son derece nefis bir sanat eseri olan "altın bir kartal" taşımaktaydı ki, bu adet ananevi idi.
Ermeni krallarının önünde muhakkak altından imal edilmiş bir kartal taşınırdı.
Muhteşem bir merasimle Mabede giren Kral Vağarşak, Pakarad Şampa’ya; "Kendisi ile birlikte tanrılarına ibadet etmesini teklif etti."Ne var ki, Pakarad bu isteği kesinlikle reddedince, Kral Vağarşak bu bendesini daha ziyade sevdi. Zira karşısındaki bir kral dahi olsa, dininden dönmeyi kabul etmemişti. Bu onun son derece dürüst olduğunu tekrar tekrar ispat etmekteydi. Dolayısıyla O’nu affetti.
Ancak, bu durum zaman içinde bir başka boyuta dönüşünce, karşılıklı saygının yerini sinsi bir düşmanlık almıştı. Şöyle ki, Kral Vağarşak’ın mahdunu, Arsak I, babası ile aynı düşünceye sahip değildi ve bu esrarengiz Yahudi’den hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Dahası, onu gördüğü zaman, manasını bir türlü kavrayamadığı garip bir sıkıcı his bütün benliğini kaplamaktaydı!
Böylesi karmaşık hisler içinde bocalayan Arsak I, mezkûr Pakraduni’nin mahdunlarına aynı teklifi tekrarladı ve kendi inandığı tanrılara tapınmalarını emretti. Ancak, Pakarad’ın mahdunları emri şiddetle reddettiler. Bunun üzerine gazaba gelen Kral Arsak I, gözlerinde şimşekler çakarak, kızgınlık içinde şunları söyledi, daha doğrusu adeta haykırdı:
– Güneş ve Ay Tanrılarına tapınmayanlar dinsizdir ve ölümü hak etmişler demektir! diyerek her iki Musevi gencin başlarını vurdurdu.
(M.Ö. 128-115)
Kral Arsak I’den sonra ise aynı şiddeti gösteren, ünlü Ermeni Krallarından, Dikran II (Büyük Dikran diye bilinir), İsrail’e yeni bir sefer hazırladı ve bu sefer esnasında (M.Ö. 90-36) aynen Kral Hıraçya gibi, binlerce Musevi’yi tutsak alarak ülkesine götürdü ki, ülkesine döndüğü zaman atının iki tarafında yürüyen Musevi Prensleri, onun muzaffer dönüşünü müjdeleyen birer belge nişanesini temsil etmekteydiler. Bunların içinden seçtiklerini kendi hizmetine alan Kral Dikran II hizmetinde bulunan Aşod adındaki Musevi’ye:
– Şahsın ve soydaşların, benim milletimin inandıkları tanrılara inanıp, tapınacaklar. Emrim derakap uygulanacak! dedi. Ne var ki, Aşod da diğerleri gibi, dinini değiştirmeyi kabul etmedi ve kesinlikle reddetti.
Bunun üzerine gazaba gelen Büyük Dikran; Aşod’un dilini kestirdi ve ülkesinde bulunan bütün Musevileri, kendi adına inşa ettirmeye başlattığı, "DİKRANAKERD" – "DİYARBAKIR SURLARI" inşaatında çalıştırmaya karar verdi ki; mevzubahis surların ve şehrin inşasında, Kapadokya seferinden getirmiş olduğu 300.000 esir çalıştırılmaktaydı.
TUTSAK MUSEVİLER TEŞKİLATLANIYOR
Ancak, o asırlarda belki geçerli olan ve fakat tamamen vahşeti temsil eden bu trajik vakalar, Musevileri bir yerde aralarında birleşmeye doğru gitmiş ve böylece teşkilâtlanmaya başlamışlardı… Hani hakları da yok değildi. Bu diyarlara gönül azalarıyla gelmemiş, tutsak olarak getirilmişlerdi. Dolayısıyla, yurtlarından edildikleri yetmezmiş gibi, bir de "sadece kendilerine özgü, müstakil dinlerinden de olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktaydılar!
Böylece her birisi, yekdiğerine tam bir içtenlikle sarılarak; İsrail Prensi Şampad’ın hatırasını kendilerine başlıca rehber edindiler ve Pakarad Şampad’ın liderliğinde, gizlice teşkilâtlanmaya başladılar.
Teşkilâtlandıktan sonra, kin ve intikam hırsı içinde öylesine zekice bir plân hazırladılar ki, plânın mükemmelliği karşısında kendileri dahi adeta şaşkına dönmüşlerdi!
Plâna göre, kademe kademe ilerleyerek, Ermenistan Sarayını külliyen ele geçirecek ve böylece devletin kilit noktalarına erişerek, ülkeyi tamamen hâkimiyetleri altına alacaklardı.
Ermenilere gelince, onlar bu durumun hiç mi hiç farkında değildi ve son derece temkinli hareket eden Musevilerin hizmetlerinden son derece memnundular. Ancak, bu memnuniyetleri ve Musevilere karşı umursamaz bir tavır almaları, daha sonraki yıllarda Ermenilere pek pahalıya mal olacak ve Ermenistan’ı külliyen ele geçiren Museviler; tamamı tamamına "İki Asır", Ermeni milletine adeta kan kusturacak ve de Ermenistan’ın sükûtuna kadar, Ermenilere; kendi vatanlarında tutsak hayatı yaşatacaklardı…
Pakraduniler’in Hâkimiyete Geçiş Devri Başlıyor (M.S. 859-885)
Kral Vağarşak döneminde başlayarak, sistemli şekilde ve hiç mi hiç sezdirmeden, tüm tasavvurların fevkinde servet edinip, ülkenin "iktisadiyatına" tesir edebilecek seviyeye yükselen Museviler, yine kendilerine has bir sabırla hemen her engeli bertaraf ederek, zamanla elde ettikleri muazzam servet sayesinde "ARARAT’-TAYK VİLAYETLERİ’nin yarısından fazlasını satın almışlardı. Mesela Durperan’da, yüksek Ermenistan’da ve Gugark’ta gayet muazzam ve şaşaalı mülkleri bulunuyordu. Sekizinci asırda ise, Pakraduni zürriyetinin emlâkine:
"Bâyezid, Bagaran, Muş, Kulb, Kars, Shirakavan, Ani, ispir, Ahısha, Artvin ve Ardahan şehirleri" de ilave edilmişti.[3]
(M.S. 637 tarihinden itibaren "Arap hâkimiyetine" giren Ermenistan, o tarihlerde tam bir kargaşalık ve anarşi içindeydi. Gerçi hakiki Ermeni halkı henüz çoğunluktaydı ama Ermenistan’da gerçek manada söz sahibi olanlar "PAKRADUNİLER" yani, "Musevi dönmeleri" idi.
Velhasıl, Ermeni milleti çoktan hükümranlığını yitirmiş; fukaralık ve sefalet içinde kıvranarak, kendi ülkelerinde adeta tutsak hayatı yaşamaktaydılar. Bir başka ifadeyle de; "Doğu-Ermenistan, Ermenistan olmaktan çoktan çıkmış; "Yahudistan" şekli almıştı!.. İşin en enteresan ve hazin tarafı da, Ermenilerin bu durumun farkında olmayışlarıydı ve acı gerçeği öğrendikleri zaman ise, iş işten çoktan geçmiş olacaktı…
Böylesi bir garip şerait içinde Araplarla anlaşan Pakraduniler, Araplara ağır vergiler vermeyi kabullendiler. Zira nasıl olsa bu ağır vergileri kendi keselerinden ödemeyip, sahipsiz halkın sırtından elde edeceklerdi. Yani bu ağır yükün altına giren, doğrudan doğruya "Turan-Ermenileri" olacaktı. Nitekim bin bir yokluk içinde kıvrım kıvrım kıvranan bu zavallı ahaliye; "Pakraduniler ve Araplar" adeta kan kusturacaklardı…
Vergileri toplama görevi Araplar tarafından, "Aşod Pakraduni’ye verildi ve "Prensler Prensi" unvanı ile Ermenistan’a vali tayin edilen Aşod Pakraduni, bu görevinde beklendiğinden ziyade başarılı oldu ve böylece; değil vergi ödemek, yiyecek ekmeğini zor temin edebilen Ermeniler’in, ellerinde, avuçlarında her ne var ise alındı, daha doğrusu cebren gasp edildi…[4]Yazar Nejat HAKKUL
[1] (Sorun olan Ermeniler / Suat Akgül, Ali Güler, Türkar Yay. İst. 2003. s: 402)
[2] Ermeni kaynakları, Pakraduniler soyundan, daha doğrusu liderleri olan Prens Şabad ve Pakarad Şampa’nın Ermeni Krallarına son derece hizmet vermiş olduklarını, adeta söz birliği etmişçesine, sonsuz methiyelerle bezenmiş kayıtlar düşmüşlerdir.
Lâkin ne gibi meselelerde, nasıl hizmetleri geçmiş ise, sarih şekilde meydana koyan herhangi bir kayda rastlamadık! Dolayısıyla, bu hususun ayrıca tetkiki elzemdir inancındayız!
Bizans tarihçisi, Pavostos bu konuda III’ncü asırda Ermenistan’da iskân etmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Musevilerin miktarı, "400.000 nüfusu" bulmuştu kaydını geçmektedir.
Büyük Ermeni tarihçisi ve din adamı, ünlü "MOLSES GATOGİGOS GORENAZİ’nin bu konudaki kaydı da son derece önemlidir ve şu kayıt geçmiştir: -SIMPAD adını, PAKRADUNİLER mahdunlarına verirler.
Bilesiniz ki, isim İbranice’den geliyor ve aslı "ŞAMPAD"dır.
Kars, Ani ve Gürcistan’da PAKRADUNİLER zürriyetinden krallar çıkmıştır. Bu vaziyete göre Ermeniler arasında asırlar boyu pek revaç görmüş olan: "PAKRAD, SIMPAT, AŞOD ve MOLSES" vs. gibi isimlerin tamamı, Pakraduniler’den, Ermenilere geçmiş ve aslen Ermeni kökenli isimler olmadığı bariz olarak görülmektedir.
[3] Bu hususta daha geniş bilgi için bakınız: "ŞAHNAZARYAN-ERMENİ TARİHİ", Baskı: Paris-Fransa. Baskı tarihi: 1859, sayfa: 32, "Ermenice"
[4] (Emperyalistlerin Kıskacında ermeni Tehciri, IQ Kültür Sanat yy., 1. Bas. Nisan 2007 İST.)
Saygılarımla,
Arif Neşet Caner
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder