22 Temmuz 2015 Çarşamba

İZMİR'DEKİ OKULLARDA DİNİ VAKIFLARIN CİHAT EĞİTİMİ VERDİĞİ ORTAYA ÇIKTI . İzmir'deki okullarda artık cihat eğitimi veriliyor elhamdülillah

CİHAD NEDİR : Nefse karşı Cihad , Şeytana karşı Cihad , Kafirlere karşı Cihad ,İnançsızlara karşı Cihad , Münafıklara karşı Cihad , Takiyecilere karşı Cihad , İlimle Bilimle Cihad .CİHAD Yılmadan doğruları haykırmaktır . Daimi gayret , Daimi tevşik etmektir ...



Anadolu Gençlik Derneği, İzmir Bergama’daki bazı okullarda çocuklara takviye kursları çatısı altında 'iman ve cihat' eğitimi veriyor. Bu durum mâlum çevreleri rahatsız etse de Müslüman Türkiye halkından takdir gördü.

"İzmir'deki okullarda dini vakıfların cihat eğitimi verdiği ortaya çıktı" şeklindeki 28 Şubatvâri haberlerle Türkiye'de IŞİD korkusu(!) salmaya çalışan mâlum gazeteler son olarak, göz dolduran İslami faaliyetleriyle yıllardır hayır yolunca mücadele eden Anadolu Gençlik Derneği'ni hedef aldı.

Anadolu Gençlik Derneği (AGD) İzmir Şubesi, geçtiğimiz ay okullarda din eğitimi vermek için Valiliğe dilekçe vermiş ancak buradan gerekli cevabı alamayınca İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine yönelmişti.

AGD’nin başvurusuna olumlu cevap Bergama İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nden geldi. Bergama İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Hayat Boyu Öğrenme Projesikapsamında ilçedeki bazı okulları AGD’ye tahsis etti. AGD’ye Şehit Üsteğmen Cemil Canan Çiçek İmam Hatip Ortaokulu, Ulubatlı Hasan İmam Hatip Ortaokulu ve Mualla Ersezgin Ortaokulu verildi.

AGD'NİN DİN EĞİTİMİ ÇAPULCULARI RAHATSIZ ETTİ!

AGD'nin takviye kurslar esnasında Kur’an eğitimi, Peygamberin Hayatı, Peygamberler Tarihi, ezan okuma, İslam coğrafyası, ilmihal, Allah’ın isimlerinin anlamı, ilahi-marş, namaz eğitimi ve temel dini bilgiler gibi eğitimler vermesi Müslümanların takdirini toplarken azılı laik-din düşmanı çevreleri rahatsız etti.

‘Yaz Bizimle Bir Başka Güzel’ ismiyle düzenlenen kurslarda ilk ve ortaokul yaşındaki çocuklar camilere ve ‘sakal-ı şerif’ ziyaretlerine de götürülüyor.

ELHAMDÜLİLLAH CİHAT ŞUURU DA VERİLİYOR!

Öte yandan; AGD'nin hayırlı hizmetini hedef alan Evrensel isimli çamur gazete, eline geçirdiği bir fotoğraf üzerinden irtica naraları atmaya başladı. Fotoğrafta, çocuklara ders anlatan bir kişinin tahtaya, "Hayat İman ve Cihattır" sözünü yazdığı görülüyor. Bilindiği gibi bu söz Milli Görüş Lideri Merhum Necmettin Erbakan Hoca'ya ait ve AGD gibi İslami dernek ve vakıflar da bu sözü şiar edinerek çalışmalarını sürdürüyor.

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz üst düzey bir AGD yetkilisi, "Gündemdeki Suruç olayı üzerinden ülkedeki tüm İslami kurum ve kuruluşları IŞİD ile ilişkilendirmeye çalışan densizlere hatırlatalım ki; her ne kadar saptırmak isteseniz de, bu durum sizleri rahatsız etse de birçok vakıf ve STK İslami eğitimleri vermekle birlikte Müslüman gençlere Cihat şuurunu da aşılamak için gayret göstermektedir. Bundan utanacak, sıkılacak, çekinecek değiliz. Elhamdülillah yeni nesil bu şuur ve dirayetle yetişecek ve ülkemizin geleceğini bu öncü nesil şekillendireektir" dedi.

İSLAMİ DEĞERLERİ HEDEF ALMAK ALÇAKLIKTIR!

IŞİD gibi örgütlerin kendilerini de tekfir ettiğini vurgulayan AGD yetkilisi, "IŞİD korkusu ve bahanesi üzerinden İslam'a saldırmak hiç kimsenin haddine değildir. IŞİD ve benzeri örgütler bizi de tekfir edip birçok İslami kavram ve simgeyi kötü emellerine alet ediyorken, bizi IŞİD yanlısı gibi göstermek ve bu konu üzerinden Cihat başta olmak üzere tüm İslami değerleri hedef almak alçaklıktan başka bir şey değildir" ifadelerini kullandı.

www.yeniakit.com.tr



Savaşmalısın! Yok olmamak için! NİÇİN?Batı'nın dışındakileri böcek olarak görerek Batı'nın tutsağına dönüştürdüğü için! Savaşmalısın Batı'yla

Bir 'hakikat savaşçısı'sın sen!



Yıllardır dünyayı dolaşıyorum karış karış. Hem Batı'yı hem Doğu'yu, hem Kuzey'i hem de Güney'iyle...
Bir de buna 12 yıl Londra'da yaşadığımı, Batı'yı, Batı'yı üreten, hâlen de bu rolünü sürdüren Londra'dan, Londra'nın havasını soluyarak, entelektüel havasını tarayarak, kültürel havasını yaşayarak yerinde/n tanıdığımı eklersem, burada söyleyeceklerim bir karşılık bulur zihinlerde, herhalde...
Dünyayı karış karış dolaşmak, yaşadığımız dünyayı üreten merkezlerden birinde uzunca bir süre yaşamış olmak, bana teorik olarak yaptığım gözlemleri sınama imkânı kazandırdı. Dünyanın bugün yaşadığı sorunların, nereden ve nasıl kaynaklandığını görmeme imkân tanıdı.
Bu yazıyı Afrika'nın, Asya'nın mazlum ve masum halkları üzerinde yıllarca yaptığım gözlemlerden sonra önce Patani'de sonra da Moro'da gördüğüm ürpertici manzaralar yazdırdı.

İNSANIN ONURUNU KORUMAK İÇİN...

O yüzden Batı'yla savaşıyorum ben! O yüzden kıtalar dolaşıyorum! Batı'nın, Batılı sömürgenlerin, semirmiş kapitalistlerin gözyaşına boğduğu masum ve mazlum insanların bir damla gözyaşını silmek için!
Sen de savaşmalısın Batı'yla. Niçin? Batı'yı kutsadığı, Batı'nın dışındakileri böcek olarak görerek Batı'nın tutsağına dönüştürdüğü için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Gücü kutsadığı, bütün 'güçsüzleri', güdülecek sürülere dönüştürdüğü için!
Tıpkı bir Nietzsche, bir Baudrillard, bir Tarkovsky, bir Gandi, bir Bediüzzaman, bir Breton, bir Kropotkin, bir Necip Fazıl, bir Sezai Karakoç, bir İsmet Özel, bir Nuri Pakdil gibi savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Tıpkı onlar gibi, insanlığın onurunu korumak için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Tanrı fikrini, hakikat fikrini, tabiatı, hayatı ve insanı yokettiği, kendisini tanrılaştırmaya kalkıştığı için!

Savaşmalısın! Yok olmamak için!

NİÇİN?
Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Tanrı fikrini yok edenin, insanı da, tabiatı da yok ettiğini, hayatı çölleştirdiğini gördüğün için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Ölçüsüzlüğü ölçü, değersizliği değer, sahte'yi hakikat, köleleşmeyi özgürlük olarak dayattığı için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? İnsanı tüketen bir hayvana dönüştürerek insanı insanlığından uzaklaştırdığı, duyarsızlaştırdığı, uyuttuğu için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? İnsanı, hızın, hazın, ayartının, bencilliğin, teknolojik oyuncakların kölesi hâline getirerek 'öldürdüğü' için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? İnsanlık mirasının kaleleri Bağdat, Şam, Musul, Kimbuktu gibi İslâm şehirlerini harabeye çevirdiği için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Batı'nın dışındaki dinlere, medeniyetlere, hayat hakkı tanımadığı, insanlığın birikimini yok ettiği için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Bir avuç açgözlü, semirmiş kapitalistle dünyanın kaynaklarını sömürdüğü, Afrika'yı açlığa mahkûm ettiği için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? İnsan hakları, özgürlükler diyerek Batı'ya itiraz edenleri gözünün yaşına bakmadan havaya uçurduğu için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Dünyayı bir avuç sömürgenle yığınlar hâlinde sömürülen, orman kanunlarıyla yönetilen arenaya dönüştürdüğü için!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Refahını, dünyanın zengin kaynaklarını talan ederek gerçekleştirdiği, sonra da 'uygarlık' nutukları attığı için!

HAKİKAT SAVAŞÇISI, ÖNCE BEN'İYLE SAVAŞMALI

Bir hakikat savaşçısısın sen!

Hakikati yok edenlerle savaşmalısın. Ama önce Beninle! Benini yenemezsen hakikati bulamaz, hiç bir şeyi yenemezsin!
Bir hakikat savaşçısısın sen!

O yüzden hakikati yok eden, insanı sahte'ye mahkûm eden Batı'yla savaşmalısın. Ama önce ben'ini yenmelisin! Ben'ini yenemezsen hiç bir şeyi yenemezsin!

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Bütün dinlerin, medeniyetlerin kökünü kazıyan, insanlığın birikimini yok eden Batı'ya bile hayat hakkı tanımak için.

Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Hakikati paçavraya çevirdiği, paçavrayı hakikat katına yükselttiği, hakikat fikrini bile yok ettiği için!

Bir hakikat savaşçısısın çünkü sen!
Savaşmalısın Batı'yla! Niçin? Tabiatı tahrip ettiği, bir düğmeye basarak bütün insanlığı ve tabiatı yok edecek silahlar icat ettiği için!

BATI, HEP KÖTÜ MÜ?

Soruyorsun: Batı, hep kötü mü? İyi tarafı yok mu? Var ama Batı'nın yaptığı iyilikler, kötülüğünü ve kötülüklerini örtbas etmeye yarayan 'duvar'!

Yine soruyorsun: Batı, yekpare mi?
Değil tabii ki! Ama bu bir zoka! Bu zokayı yutmamalısın!

'Bakın, Batı yekpare değil' diyerek, sömürülerini bu zokayla perdeleyip meşrulaştırıyor Batılılar!

'DOĞU'NUN HİÇ Mİ SUÇU YOK?

Batı'yı anladık da, Doğu'nun hiç mi suçu yok, diyebilirsin burada.

Var! Suç'un ne, suçlu'nun kim olduğunu karıştırmak! Ve Batı'nın bütün medeniyetlerin kökünü kazıdığını unutmak!
Ayrıca bil ki, 'Doğu' diye bir yer yok! Önce sömürgeciler, sonra da uyduları, suç ortakları 'Doğu'yu talan etti. Ve Batı'ya köle etti. Doğu'yu sekülerleştirdi, kapitalistleştirdi ve bitirdi.

Öyleyse Özünü gürleştir, özgürleş!

DONDURUCU KIŞI BAHARA ÇEVİRMEK İÇİN...

Evet savaşmalısın Batı'yla! Niçin? İnsanlığı dondurucu, ölümcül kışa mahkûm ederek bütün 'baharları' yok ettiği, bütün 'çiçekleri' öldürdüğü için!

Unutma: Batı, insanlığın kışı, ölümü demek. Dünyayı sömürerek, başkalarının sırtından yaşamak demek!
İnsanlığın karşılaştığı ve yenildiği felâket!

YENİ ŞAFAK / YUSUF KAPLAN
HZ MUHAMMED den "Ben Rahmet Peygamberiyim, Ben Savaş Peygamberiyim."

Başta Allah Resûlü (sas) olmak üzere her halife, etrafa asker gönderirken yalnızca muharip statüsünde olanlarla savaşmalarını hedef göstermiş ve: "Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz.! Ağaçları yakmayınız.! Hayvanlara dokunmayınız.! Ve servetleri heder etmeyiniz."1 
diye emirler vermişlerdir.

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde, rahmet ve savaş kelimelerini bir arada kullanarak şöyle buyurmaktadır:


"Ben rahmet peygamberiyim, ben savaş peygamberiyim."2 Bu iki kelimeyi bir arada kullanması, O'nun savaşlarının bile bir rahmet olduğuna işarettir. O'nun katıldığı savaşlar adaleti temin için yapılan savaşlardır,

İnsanlık tarihindeki diğer savaşlar ise genellikle yıkımdır, ölümdür ve felakettir. Allah Resûlü, her şeye olduğu gibi savaşa da ayrı bir mânâ kazandırmıştır. İnsanlar ölmeden, mamur yerler harap olmadan, dünya ateşe verilmeden de savaşın olabileceğini göstermiştir. Savaş sonrası, düşman tarafına ve düşman ölülerine gösterdiği merhamet eşi görülmemiş bir üstünlüktür. O'nunla savaşan kimselerin hemen savaş sonrasında Müslümanlığı kabul etmeleri, O'na kılıç çeken insanların biraz sonra O'na asker olmaları, O'nun en büyük zaferlerindendir.3

On senelik Medine döneminde yirmiden fazla savaşa katılan Resûlullah Efendimiz (sas), ortalama senede iki sefer savaşa çıkmış oluyordu. Vefatı esnasında Arap Yarımadası tamamen İslâm Devletinin hâkimiyeti altındaydı. Bu savaşlarda düşman tarafından ölen insanların sayısı yaklaşık olarak 250, Müslümanlardan şehit olanların sayısı da yaklaşık 150 civarındadır.4 Demek ki O (sas), insanları imha etmek için savaşmamıştır. O'nun savaşlarında sivil halkın canına ve malına dokunulmamıştır.

O'nun, savaşlarında da rahmet olmasını, savaşlarda takip ettiği prensiplerden hareketle görmeye çalışalım:

Sivilleri öldürmemek
Peygamber Efendimiz (sas), savaşta sivil halkın öldürülmesini yasaklamıştır. Savaşmayan sivil kimselerin canlarının ve mallarının koruma altına alınmasına azami derecede dikkat göstermiştir. Bugünkü modern dünyada cereyan eden savaşlarda büyük bir problem hâlini alan "Savaş esnasında sivillerin ve çevrenin korunması" prensibi, Allah Resûlü'nün döneminde en güzel şekilde tatbik edilmiştir. O (sas), Bedir ve Uhud gazalarını şehir dışında yaparak, Hendek Savaşı'nda da şehrin etrafını hendeklerle çevreleyerek sivil halkı koruma altına almıştır. Mekke fethinde de ayrı bir taktik uygulayarak düşman tarafındaki sivillerin korunmasını göz önünde bulundurmuş ve bunu başarmıştır.

Hz. Muhammed'in (sas) savaşlarında gaye ve hedef, insanları öldürmek değil, yaşatmaktır. Öteden beri insanlık tarihinde cereyan eden savaşlarda ve bugünkü modern dünyanın savaşlarında gaye ve hedef, düşmanı bütün varlığı ile yok etmektir. Allah Resûlü (sas), bu yanlış anlayışa dur demiş, savaşlarda gaye ve hedefin insanları öldürmek değil, yaşatmak olduğunu hem sözü ve hem de tatbikatı ile göstermiştir. Çünkü cihad, her zaman düşmana zarar verilerek yapılmayabilir. Bazen zor durumda kaldıkları zamanlarda düşmana insanî yardımda bulunmak da cihad kapsamına girer. Böyle bir davranış, düşmanlık duygularının azalmasına ve düşmanın gücünün kırılmasına da yarayabilir. Hicretten sonra Mekke üzerine çöken kuraklık ve kıtlık yıllarında Peygamberimiz Mekke'ye tahıl, hurma, hayvan yemi ve nakit ihtiyacı için altın göndererek yardımda bulunmuştur. Ümeyye b. Halef ve Safvan b. Ümeyye gibi Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, bu yardımı kabul etmek istemedilerse de Ebû Süfyan Peygamberimiz hakkında: "Allah, kardeşimin oğlunu hayırla mükâfatlandırsın. Çünkü O, akrabalık hakkını gözetti."26 diyerek şükran duygusunu ifade etmiştir.


Sonuç

Hz. Muhammed'in (sas) savaş stratejisinin esas hedefi; kendi dinini müdafaa etmek, onun doğruluğuna ikna olanların bu dini özgürce kabul edebilmeleri için engelleri ortadan kaldırmak ve hiçbir korku ve zorlama olmaksızın onun gereklerini yerine getirmek idi. Resulullah'ın (sas) hedefi, düşmanlarıyla savaşmak ve onları öldürmek değil ancak onların, kendisine ve inançlarına göre yaşamak isteyen diğer insanlara yaptıkları zorbalıkların önüne geçmek idi.

Allah Resulü (sas) insanlar için gerçek bir velînimet idi. Onların ızdırap ve meşakkatlerini azaltmak için gönderildi, savaşmak için gelmedi, fakat savaşa zorlandı. Bu konudaki tutumunu kendine tâbi olanlara öğüt verirken şu kelimelerle kesin bir şekilde ifade etmiştir. "Ey Müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz..."27 Bu hadîs kesinlikte ortaya koymaktadır ki, İslâm'da barış esastır; savaş istisnadır (hastalık gibi) ve düşmanlarının hareketleriyle zorunlu hâle gelir. Onun için savaşmak, hemen hiçbir devrede Peygamber Efendimiz (sas) için gaye olmamıştır. Savaş O'nun en son başvurduğu çaredir. Zîrâ karşı cepheye daima alternatifli gidilmiş ve harp en son olarak zikredilmiştir.

Bir ordu komutanı olarak Hz. Peygamber'in (sas) katıldığı savaşlarda sivil halkın canına ve malına dokunulmamıştır. Esirler en iyi muameleyi görmüşlerdir. Yaralı ve hasta olanlara gereken ilgi gösterilmiş ve düşman ölüleri defnedilmiştir. Ölülerin uzuvları kesilmemiş, müsle yapılmamıştır. Savaş öncesi ve sonrası yağma ve talana tenezzül edilmemiştir. O'nun katıldığı savaşlarda şahsî çıkar, ırk asabiyeti, maddî menfaat, öç alma duygusu, sömürü vb. gibi câhilî duygular kesinlikle yoktur.

Düşmana merhametli ve insanî muamele
Savaşa ait pratik uygulamaları ile Peygamberimiz (sas) tarafından ortaya konan önemli bir prensip; düşmana merhametli ve insanî muameledir. Zîrâ O (sas), savaşın kötülük ve dehşetini azaltmak ve onu daha insancıl kılmak için bütün gayretini göstermiştir. Savaş gerçeğine medenî ve insanî kavramları kazandırması Hz. Muhammed'in (sas) insanlık medeniyetine yaptığı en büyük katkılardan biridir. O, eski ulusların kaba, barbar âdet ve alışkanlarını temizlemiş ve bunların yerine âdil, iyiliğe yönlendirici ve insancıl, evrensel kuralları yerleştirmiştir. Gerçekten O savaşa, modern ve uluslararası yaklaşım için gerekli temelleri ortaya koymuştur.

D
ipnotlar

1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut 1985, 1/300; Ebû Davud, İstanbul ts., Cihad 90, 121.
2 Taberî, Câmiu'l-Beyân, Kâhire ts., Hicr suresi 86. âyetin tefsiri.
3 Mustafa Ağırman, Yeni Ümit Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül 2007, Sayı : 77.
4 Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları, (trcm. Salih Tuğ), Yağmur yay., İstanbul 1991., s.21.
5 Buhari, Cihad, 148, İstanbul ts.; Müslim, Cihad, 24-25, İstanbul 1955; Ebû Davud, Cihad 90.
6 Ebu Dâvud, Cihad, 90.
7 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/ 300.
8 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/ 413; Ayrıca Bkz, İbn Mace, Beyrut 1975, Cihad, 30.
9 Buhârî, Megâzî 15, 16; Müslim, Cihad 119.
10 Heysemî, Mecmau'z- Zevâid, Beyrut ts., 6/120.
11 Müslümanların diğer insanlarla olan ahitlerini ve anlaşmalarını yerine getirmeleri hususunda Kur'ân'da başka âyetler de vardır. Meselâ bkz: Âl-i İmran, 3/76-77, Mâide, 5/1, Tövbe, 9/4.
12 Buhârî, Şurût 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/330; İbn Hişâm, es-Sîre, I-II, Beyrut ts., 2/318.
13 Mâverdi, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, Beyrut ts., s.54.
14 Ebû Zehra, Prof. Muhammed, İslâm'da Savaş Kavramı, (çev. C. Karaağaçlı), İstanbul 1976, s.42.
15 İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî, Şerhu Kitabi's-Siyeri'l-Kebîr, (Serahsî'nin şerhi ile birlikte), Beyrut 1997, 5/44.
16 Ebû Yûsuf, Yakûb b.İbrahim el-Ensârî, Kitâbu'l-Harâc, Matbaatu Selefiyye ve Mektebetuha, Kahire, 1392, s. 204.
17 Ebû Davud, Süleyman b. Eş'as b. İshâk el-Ezdî, es-Sicistânî, es-Sünen, Thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Dâru İhyai's-Sünneti'n-Nebeviyye, Beyrut, ty. Cihad,165(3/84).
18 İbn Hişâm, es-Sîre, 1/649.
19 İbn Hişam, es-Sîre, 2/666.
20 Vakıdî, Megazî, Oxford 1966, 3/1117-1118.
21 Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları, (trcm. Salih Tuğ), Yağmur yay., İstanbul 1991, s.75.
22 Taberî, Târîhu't-Taberî, 2/460.
23 M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, İstanbul 1994, 2/54.
24 İbn Sa'd, Ebû Abdullah Muhammed b. Sa'd el-Menî', et-Tabakâtü'l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts., 2/22.
25 İbn Hişâm, 1/708-710.
26 Âsım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul, 1981, 14/304.
27 Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20


İslam.tr


Bediüzzaman'ın Cihad Anlayışı









Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin cihad yorumunu ele almaya başlamadan önce, ge­nel olarak cihad kavramıyla ilgili bir-iki hususu hatırlatmakta yarar var. Hz. Muhammed (a.s.m.) cihat kavramını “yüce İslam’ın zirvesi” olarak tarif etmiştir. Ve kendisine “Allah yolunda cihad”a eşit birşey varsa bunun ne olduğu sorulduğunda, şu cevabı vermiştir: “[Ona eşit olarak] yapabilece­ğiniz hiçbir şey yoktur.”

Çok önemli olan bir diğer bir husus da onun geniş anlamıdır. Zaman zaman onu tarif için kullanılan "kafire karşı kutsal savaş” tanımıyla sınırlı olmaktan öte, ceh­detmek, çabalamak, olanca kuvvetini sarfetmek, veya olabildiğince gayret etmek anlamlarına gelen ‘cehede’ kökünden türetilen cihad terimi, geniş bir anlam dizisini içerir.

Mesela, Zadü’l-Mead adlı eserde cihad başlıca dört “adım” veya “aşama”yı ihti­va eder şekilde tanımlanır; nefse karşı, şeytana karşı, inançsızlara karşı, ve münafık­lara karşı cihad. Bunlardan ilki de dört “aşama” ihtiva etmektedir: nefse hak dini öğretmeye çalışmak; ikincisi, fiiliyatta bu bilgiye uygun biçimde yaşamaya çalışmak; üçüncüsü, bunu diğer insanlara öğretmeye çalışmak; ve dördüncüsü, sair insanları Allah’ın dinine davet ederken ızdırap verici zorluk ve eziyetlerle karşılaştığında sabırlı olmak ve sebat etmektir. Şeytanla cihad iki “aşama”yı içerir: ilk olarak, şey­tanın insanın kalbine ektiği, imanla ilgili şüphe tohumlarını uzaklaştırmaya çalışmak; ve ikincisi, şeytanın telkin ettiği süfli arzulardan vazgeçmeye çalışmaktır. Bu cihad­ların ikincisi insanı sabır ve sebata eriştirirken, ilki, yani nefisle cihad “sağlam ve kesin bir iman” kazandırır. Üçüncü ve dördüncü temel “aşama”lara, yani inançsızlar ve münafıklarla cihada gelince, bu ikisi de dört “aşama”yı içinde barındırır: kalb ile cihad, dil ile cihad, malıyla (sahip olduğu şeylerle) cihad, ve hayatı ile cihad. İnanç­sızlara karşı cihad kılıçla, yani cebirle, kuvvetle olduğu halde, münafıklara karşı cihad dil ile yapılır-dil ile; yani, delil, bürhan, ve ikna yoluyla.

CİHAD'IN TANIMI

Diğer alimler cihadı “İslam’ın emirlerini öğrenmek, başkalarına öğretmek, gerek şahsi ve gerek sosyal hayatta onları tatbik etmek ve başkalarını da böyle yapmaya teşvik etmek, sair insanları İslam’a davet etmek, bütün bunların icrası esnasında or­taya çıkan tüm engelleri, yani hem şahsi düzeydeki, hem de içinde bulunulan top­lum içersindeki, ve de onun dışından çıkan engelleri bertaraf etmek için şuurlu, faal ve daimi bir gayret” olarak tarif etmişlerdir. Ve cihadın amacı şu şekilde tarif edilmiştir: “Allah’ın dinine yardım etmek ve Onun sözünü yüceltmek (i’la-yı Kelime­tullah)” 6 ve “küfrü mağlup ederek hakkı hükümferma kılmak.”

Cihadın geniş anlamını ve İslam açısından taşıdığı önemi bu şekilde gösterdikten sonra, bu tebliğ, cihadın İslami literatürün değişik türlerinde tanımlandığı üzere onun daha ileri müzakeresine girişmekten ziyade, Bediüzzaman Said Nursi’nin cihad yorumunu ve nümune-i imtisal hükmündeki tatbikatını müzakere edeceğiz.

SAİD NURSİ'NİN CİHAD YORUMU

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin cihad yorumunu araştırırken göze çarpan bir husus, onun hayatı boyunca, gerek Eski Said, gerek Yeni Said olarak konuya dair fikirle­rinde sergilediği devamlılıktır. Bu, gerek dış dünyadaki, gerek kendi iç dünyasındaki büyük değişimlerin, hayatının bu iki ana dönemi arasında yaşanmış olmasından do­layı önemlidir.


MEDENİYET VE CİHAD

Bu çalışmalar sayesinde Bediüzzaman Said Nursi’nin ulaşmak istediği hedef, onun davasının merkezini teşkil eden İslami medeniyetin yeniden tesisiydi. Çünkü, onun nazarında, İslam hakiki medeniyetin kaynağıydı; bu yüzden İslam dünyası ancak İslami bir çer­çeve içerisinde gerçekten terakki edebilir, ve ancak bu şekilde hak ettiği hakim mevkiini yeniden kazanabilirdi. Bundan da ötesi, bir bütün olarak insanlık ancak İs­lam ve de İslami medeniyetin tesisi sayesinde sükun ve huzur bulabilirdi.

MADDİ CİHAD

Bediüzzaman Said Nursi'nin her halükarda maddi ci­hada karşı çıktığı düşünülmemelidir. Şartlar gerektirdiğinde, yani, harici bir teca­vüzle karşılaşıldığında,Bediüzzaman ülkesinin savunmasında en kahraman savaşçı­lardan biri konumundaydı. Hayatının ilk döneminin azımsanmayacak bir bölümü sa­vaş meydanlarında geçti. Büyük bir ihtimalle 1913’te Balkan savaşına katılmış, 29 Birinci Dünya Savaşı çıktığında cihad fetvasının hazırlanmasında yardımı olmuş ve 1915 ilkbaharında denizaltıyla Kuzey Afrika’ya giderek cihad ilanının yayılmasıyla ilgili tehlikeli göreve yardım etmiştir. 30 Ve Enver Paşa’nın emirleriyle doğu Ana­dolu’da kurduğu milis birliği, Keçe Külahlılar, o kadar cesur ve etkili savaşçılardır ki, Ermeni Taşnak ihtilalcilerinin ve Rusların korkulu rüyası olmuşlardır. Bediüzzaman Ruslara karşı bu önemli hizmetinden dolayı bir harp madalyasıyla da ödüllendirilmiş­tir.

Misyonerlik Üzerine Şiir : 

Misyonerlik Müslümanı, düşürdüler hataya. Sonra çıktı,sinsi sinsi kargaşa. Yok ettiler,cahilce tartışa tartışa Müslüman budur,sundular satışa.



Misyonerlik Müslümanı, düşürdüler hataya.
Sonra çıktı,sinsi sinsi kargaşa.
Yok ettiler,cahilce tartışa tartışa
Müslüman budur,sundular satışa.

Muhammed arabındır,bak hataya.
Tarihi yaktılar,yüzüme baka baka.
Hemen,Yahudi zihniyeti çıktı ortaya.
Ne varsa harcadı,İslamı yıkmaya.

Misyonerin,dinsizin işi bu,yıkmak.
Bize Yakışırmı? , susup bakmak.
Varken mücadele için ortaya çıkmak.
Bana dokunmasınmı dersin,be ahmak

Tembel tembel oturdun.
İslam adına bin bir hurafe uydurdun.
Müslüman,insanları her gün kandırdın.
Muvaffak olamayınca da kudurdun.



ZULÜM GÖREN DÜNYA MÜSLÜMANLARINA....
Yazan : Cengiz Numanoğlu)

Bakma sen… Yeryüzünün, fitneyle dolduğuna,
Cehâletin, bu kadar cesaret bulduğuna;
Bakma sen.. Zâlimlerin hükümrân olduğuna;
Firavunlar, Kârunlar, Berzah’ta beklemede,
Hepsi hesap verecek, o Büyük Mahkeme'de…

Bakma sen.. Dalâletin îtibâr gördüğüne,
Zilletin, zirvelerde saltanat sürdüğüne,
Bakma sen.. Adâletin, yerde süründüğüne;
Bil ki; bütün deliller, Ukbâ’da beklemede,
Terazi çok hassastır, o Büyük Mahkeme'de…

Bakma sen.. Zorbaların, heybetli durduğuna,
Fâsıkların, şeytanla ittifak kurduğuna.
Bakma sen.. Ekranların ahlâkı vurduğuna;
Gör ki; bütün kâinat, sabırla beklemede,
Susanlar konuşacak, o Büyük Mahkeme'de…

Varsın olsun.. Çatıda, münâfıklar fırkası,
Çağdaşlık maskesinde, siyonizm markası.
Varsın olsun.. Dünyada, nâmertlerin arkası;
Bütün şehit kanları, toprakta beklemede,
Boğacak gâfilleri, o Büyük Mahkeme'de…

Varsın olsun.. Fetvâda hadlerini aşanlar,
Ulema cübbesiyle cürete bulaşanlar,
Varsın olsun, ikbâle dolu dizgin koşanlar,
Her lahza, her kapıda Azrail beklemede,
Adâlet hiç gecikmez, o Büyük Mahkeme'de...

Varsın olsun.. İslamı, yobazlığa yoranlar,
Müslümana mürteci, damgasını vuranlar,
Varsın olsun.. Üzülme, Hakk’a tuzak kuranlar;
Kıyamet buyruğunu, İsrafil beklemede,
Son hüküm Allah'ındır, o Büyük Mahkeme'de…

Varsa ki; Allah için, çektiğin zerre çile,
Getiriyorsan eğer, Hakk için hakkı dile;
Ne çıkar.. Bütün dünya, seni hor görse bile;
Sana şâhitlik için, melekler beklemede;
Mazlumun âhı kalmaz, o Büyük Mahkeme'de…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder