18 Temmuz 2015 Cumartesi

ŞEYTAN İPTEN KURTULDU : Paniğe gerek yok. Allah Şeytan’a kıyamete kadar mühlet verdi. Her yıl, sadece bir ay süre ile, insin ve cin’nin Şeytanları hariç geçici olarak dizginleniyor.. Yine de onun dostları onu ziyaret edip birlikteliklerini sürdürebiliyorlardı.


Arizi olan, geçici olan Şeytan’ın zincirlenmesi idi. Tabii olan Şeytan’ın serbest kalmasıdır. Bizim ondan uzaklaşmamız, onu bizden uzaklaştırmamız gerekiyor..

Yine hemen hatırlatalım, Şeytan, Allah’ın mutteki kullarına hiçbir zarar veremez, biz ona açık bir kapı bırakmadığımız takdirde. Eğer Ramazan’da donandı iseniz, Şeytan’ın ve dostlarının hilelerine karşı daha fazla donanıma sahipsiniz, daha güçlüsünüz demektir..

Gündem oldukça sıcak.. Terör yeniden fırsat kolluyor.. Henüz siyasi belirsizlik sürüyor. İsrail boş durmuyor. Esed de Sisi de.. Dünyanın dört bir yanında bir şeyler oluyor.. İmtihan şartları ağırlaşabilir ama, sonuçta bizi göre, duyan, bilen, hüküm sahibi, kadere rızga ve ecele hükmeden bir Allahımız var. Ne gam!

Paralel yapı boş durmuyor bu arada. Onu örgütleyen derin güçler ve onların yerli güçleri de. AYM’nin dershane kararı umutlarını artırdı, ama Medialarındaki durum felaket.. Bir zamanlar 1.4 milyon diye açıkladıkları tirajları şimdilerde 700 bin dolaylarında. Tirajlarının yarısını kaybettiler, kendi açıklamalarına göre. Tirajlarındaki erime devam ediyor. Gerçek ise çok daha vahim onlar açısından.. Haftalık tiraj raporlarında da bu erimenin devam ettiği görülüyor zaten.

Bu arada AYM’nin dershane kararının gerekçelerini ve muhalefet şerhlerini bilmiyoruz. Sonuç ne olursa olsun dershanelerin yeniden canlandırılması artık mümkün değil. Birileri her fırsatta ortalığı karıştırmak için elinden geleni arkasına koymayacak.. Bunu da görelim ve bilelim.. İçeriden ve dışarıdan saldıracaklar, sabırlı ve uzun soluklu bir mücadeleye hazır olalım..

İran ile batı arasındaki nükleer görüşmeler ihtiyatlı bir anlaşmayla sonuçlandı. Şimdi İran yaptırımlardan kurtulacak. Bunun iç ve dış politikasına nasıl yansıyacağını göreceğiz.. Tabii daha süreç tamamlanmadı. Ama şimdilik bir uzlaşma sağlanmış gözüküyor.

Birileri Türkiye’yi, Suriye, Irak, Ukrayna, Mısır’a benzetmeye çalışıyor.. O birileri siyasi ve ekonomik kriz için uzun zamandır var gücü ile çalışıyor.. O güç bugüne kadar anayasayı engelledi, barış sürecini sabote etmeye çalıştı, ekonomiyi krizi sokmaya çalıştı. Birileri Erdoğan’a, AK Parti’ye karşı kin duyuyor. Malesef bizden birileri de bu plana destek veriyor. Kiminin ihtirası, kiminin öfkesi gözlerini kör etmiş durumda..

Bakın, Şeytana kıyamete kadar mühlet verildi.. Her nefste Şeytana açık bir kapı olsa da biz onun aklımızı ele geçirmesine imanla engel olabiliriz. Mutlak bir gücü yok. Hannas’ın vesveseleri de öyle. Biz yalnız değiliz. Koruyan melekler var bizi. İns ve cin taifesinden bize dost olan, bizi ötekilerin şerrinden koruyan rahmani dostlarımız var bizim..

Şeytan bugünlerde fazla mesai yapacak.. onun izni tatili yok.. Bütün zaman ve mekanlarda o bizim karşımızda.. Ama unutmayalım ki, Şeytan’ın varlığı günah işlememizin bahanesi değildir..

Şeytan’ın meyhanede fazla işi yok. Zaten masiyet çukurunda nefsini ona satmış insanlar onun gönüllü kölesi.. Onlar; Şeytan bağlı iken de onun dizinin dibinde ondan gelecek görevleri bekliyorlardı. Onlar o lanet olası Şeytan’ı hiç yalnız bırakmadılar ki! Onlar; onu İlah ve Rab edinmişler. Onlar; İns’in Şeytanı olmuştur. Artık ona tapınanlar ya da onu takdis topluluklar var aramızda. Onların kapleri mühürlenmiştir.. Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar, kalpleri var hissetmezler. Onlara söylesen de söylemesen de sonuç itibarı ile bir değişiklik göremezsin.. Şeytan şimdilerde cami çevresinde, cami cemaatinin etrafında mekik dokuyor, fazla mesai yapıyor.

Masonlar, komünistler, siyonistler diye sayıp dökmeye gerek yok. Hani onlar olmasaydı dünya huzura kavuşacak da değildi.. Sonuçta karanlık aydınlığın yokluğudur. “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın” dememiz gerek. Her şey zıddı ile kaimdir. Şeytan’ın yaratılışı ve ona mühlet verilmesinde de bir hikmet vardır. Eğer nefs verilmeseydi biz de melek olurduk ki zaten melekler vardı. İnsan olmak için, imtihan vesilesi olmak üzere Şeytan gerekli idi. Şeytan’a karşı akıl, vahiy ve hikmetle donatıldık. İnsanın insan olması için Şeytan’a gerek vardı. Yani Şeytan Şeytanlığı ile insanın insanlığına hizmet ediyor aslında, tabii ona uyup “ekmeli mahlukat” olmak varken, “esfeli safilin”e sürüklenip, “belhum adal” olanlara diyecek bir şey yok..

O Şeytan’ın askerine “yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” derseniz, onlar “biz ancak ıslah edicileriz” derler.. İyi bilin ki, onlar bozguncuların tâ kendileridir de farkında değillerdir.. Şeytan onların gözlerini bağlamıştır. Biz onların gözünde “gerici”yiz, onlarsa “asri” yani “çağdaş”.. Bizim kitabımız sağ elimize verilecek, onların kitabı sol ellerine.. O gün iman edenlerle etmeyenler ayrıldıklarında son pişmanlık fayda vermeyecek.. Peşine düştükleri Şeytanlarının da onlara hiçbir faydası olmayacak. Bu dünyada peşinden koştukları Şeytanlarının peşinden cehenneme koşacaklar..

Hemen daha bayramın ilk gününden yazdıklarım hoş şeyler değil. Ama Şeytan pusuda bekliyor.. Zor bir döneme giriyoruz.. Şimdi tevbe etme zamanıdır, dua ve yardımlaşma, birr ve takva zamanıdır. Vahdet zamanıdır, istişare ve şûra zamanıdır.. merhamet, sabır ve affetme zamanıdır. Ramazan’ın manavi havasını bütün zamanlara ve mekanlara yayma zamanıdır. Fitne zamanı değil.

Euzü billahimineşşeytanirraciym. Bismillahirrahmanirrahiym. Elhamdülillahi Rabbil alemiyn.

Selâm ve dua ile.

YENİ AKİT / Abdurrahman Dilipak



Mesih Deccal Fitnesi…

Kıyametin üç büyük alametinden ilkidir “Mesih Deccal Fitnesi” Kuran’ı Kerimde açık olarak söz edilmese de Peygamber Efendimizin hadislerinde adından söz edilmiştir. Kıyametle ilgili her bilginin gayb olduğunu biliyoruz. Bu yüzden deccal’le ilgili bu bilgiler de gayb alanındadır. Gayb bilgileri ancak Peygamberlerin bilgi vermesi yoluyla öğrenilebilir. Deccal’de bu bilgilerdendir. Kelime anlamı olarak; yalancı, hilekâr, iyiyi kötüye karıştıran bela bir musibettir ki insanoğlunu en ağır şekilde yönlendirip, insanlıktan çıkaracak, yeryüzüne kötülük tohumlarını bu yolla atacaktır. İnsanı insana kırdırıp, dayanılmaz acıları yine insana yaşatacak, dünyada küçük kıyametler koparacaktır gelişiyle.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) , deccal’i anlatırken ashabına, duyduğu keder ve acı sesine yansımış, onun insanlık için ne büyük bir tehlike olduğunu, kıyametten önce yeryüzüne inecek en büyük fitne, dehşetli bir bela olduğunu anlatmıştır. Sözlerine şayet benim zamanımda çıkarsa ben onun oyunlarını bozarım yok benden sonra çıkarsa tüm insanlık onunla baş edebilmek için çabalayacak demiştir. Peygamberimiz (s.a.v) deccal’in her tarafa kötülük yayacağını belirtmekte onu görecek ümmetine hitaben “Ey Allah’ın kulları, imanınızı koruyup direnin, onu ancak yüksek maneviyat gücüyle, iman gücüyle yenebilirsiniz diyerek onunla baş edebilme yolunu göstermiştir.


Bazı hadislerde de deccal’in varlığının ortaya çıkmasından itibaren dünyada daha çok kan döküleceği, savaşların artacağı, ahir zamana yaklaşıldıkça insanların birbirine karşı daha da acımasızlaşacağı, öldürmelerin, işkencelerin artacağı bildirilmiştir.

“Ahir zaman geldiğinde, kıyamet yaklaşır, amel eksilir, insanlarda aşırı hırs ve bencillik artar, “herç” çok olur buyurmuştur!”Peygamber Efendimiz.


_Sahabiler herç nedir diye sorarlar kendisine.

Resulullah, “öldürmek, öldürmek diye buyurur! Şuursuzca öldürmek! Hiç bir belde yoktur ki onu deccal orduları çiğnemeyecek olsun.”diye de ekler…..

Deccal’in dünya üzerinde kimi uzun kimi kısa kırk gün kalacağı bildirilmektedir. Bizim zaman anlayışımızdan farklı işleyen bir kırk gün tezahür edilen… Hz.İsa’nın yeryüzüne inişi ve deccali öldürüp yok etmesi, Yecüc ve Mecücün dünyayı kötülükleriyle talan etmesinin ardından, Allahü Teâlâ müminlerin ruhlarını kabzedecek, yeryüzünde en kötü insanlar kalacak ve kıyamet onların üzerine kopacaktır.

Herç etmek! Öldürmek, öldürmek, şuursuzca öldürmek, ahir zamanın en belirğin işaretiyse Peygamber Efendimizin anlatırken sesinin titrediği o günler içinde bulunduğumuz zaman olmalı diye düşünüyoruz!

Dünyanın son günlerini mi yaşıyoruz?

Şimdi kim olduğumuzu, cinsiyetimizi, dinimizi, mezhebimizi, sosyal stadümüzü, her şeyi bir kenara bırakalım. Dünyada yaşanan olayları, içinde bulunduğumuz çağı, ülkemizde yaşanan vahşetleri, öldürmeleri, tecavüzleri, insanın insana yaptığı zulümleri düşünüp sorgulayalım! Sanırım dünyanın ve insanlığın o dehşet günleri bu günler.

Daha kötüsü ne olabilir ki? Hastalıklı zihniyetlerin yaptığı eylemelerin hiç biri insanım diyenin aklının alabileceği türden değil.Tek tek anlatmakla,her toplumsal travma geçirdiğimizde anlık öfke patlamaları ve isyanlarla çözülecek sorunlar değil yaşananlar.Ürkünç ölümlerin nedenleri,nasılları ne yapılabilirde önüne geçilebilirlikleri önemli.Ölüm,en ağırıdır biliriz fakat ölümden daha ağırı varsa bu dünyada,o da o ölüme tanıklık etmek ve yıllarca bu tanıklığın vicdan azabının hüznüyle yaşamaya devam etmek zorunda kalmaktır..

Toplumsal iki yüzlülüklerin arasında sıkışıp kaldık. Artık kime, nasıl güveneceğimizi şaşırdık!

Korkunç son çığlıkları biz duymadık ama en derin acısı kazındı hafızalarımıza. Siz ruh kanseri insanlar siz nasıl dayandınız o çığlıklara? Ölenler, ağıtların en ağırlarını yazdı da gitti belleklerimize. Ve bizler o anlarda ölüm kurtuluştur dedik. Ölüm kurtuluştur o en acımasız anlarda. Bir anne haykırdı; Keşke silahla vursaydı kızımı, hiç değilse acı çekmezdi! Biz ölümü en ağırı sanırdık ya hani değilmiş işte.Ölüm bazen kurtuluşmuş!Öyle acılar varmış ki yeryüzünde “Ölmek yeğmiş yaşamaya” öğrendik….

Öldüler!

Bir ölümlünün en vahşice katledildiği,kendi ölümlerinin tanıklığının o en dayanılmaz anlarını yaşayarak öldüler.Her davaya kurban gerekliymiş.Onlar kurban oldular geride kalanların yerine.Yaşayanlar ders çıkarıp devam edebilsin aynı acılar tekrar tekrar yaşanmasın diye.Görülen ders olmadı hiç kimseye….

Göklerden bakıp masum bir çift gözün, “ölümün kurtuluş” olduğunu haykıran anneye şöyle seslendiğini duyumsar gibi oluyorum.

-Her insan bir görevle geliyorsa bu yeryüzüne ben görevimi tamamladım, şimdi sıra sizde!

Dayanın birbirinize.Bu güçle yaşatın beni.Ben katilimle tanıştım sizin yerinize.Adalet yerini buluncaya dek..Ağlamayın sakın,ağlama anne!

Beni toprağa gömemeyecekler, anne! Sakın ağlama! Bana sen öğrettin korkusuzluğu.

-Korkmadım anne. Bak ben korkuttum binlercesini, ses oldum, çığlık oldum, sevgi seli oldum, merhameti koydum da gittim yüreklere! İnsanın varoluş sebebini hatırlattım insanlığa! İçim rahat benim anne!

Onların sessizliğine bir ses olmak rahatlatıyor sanki bir nebze!Gerçek,sonsuza dek kısıldı sesleri insan sıfatlı canilerce…..

Şimdi yaşamak için daha büyük sebepler lazım bize. Hayatın bu kadar ağırlaştığı anlarda. Dimağımızın durduğu anlarda, anlamaya çalışmakta acıtıyor insanı ya, anlamalıyız!

Canları çok acımız mıdır diye sorarken sessiz harflerimizle, öfkemiz çığ gibi büyüyor.

-Kim bilir nasıl korkarak attı son kez kalpleri? Onlarda biran önce ölmek istediler mi, ölümü yeğlediler mi yaşamaya? Bilmiyoruz. Onlar kalplerde bir kapanmayacak yara, toplumlarda hiç kaynamayacak “Hayat Kırık” ları olarak anımsanacaklar. Midemizde kramplar duyarak, bir türlü geçmeyen bulantı hissi genizlerimizde yaşamaya devam edeceğiz bizler.

Gözlerine bakıyorum gidenlerin. Hepsi,tertemiz, masum, sevgi dolu…. O anlarda o gözler nasıl baktı katillerine? Büyüdü mü korkudan, gözyaşları kanla karışıp akarken yanağından?

Bunlarda mı insan şimdi? Vicdanı ve şuuru olana “İnsan” diyoruz oysa.

Nasılda acımasızca kırıldı yaşamlar. Kırıldık! Kırıldı insanlık…. İnandığımız dinin ruhuna, insanlığın ruhuna aykırı yaşadıklarımız. Yaşadığımız yeryüzü kirlendi. En önemlisi insanların ruhuna kadar işledi bu kirlilik. Merhamet duygularımızı kaybettik. Düşüncelerimiz kirlendi.Şuursuz,vicdansız deccal’in askerleri dünyayı kan gölüne çevirdi.O kanla masum insanların kefenlerine yazdılar insanlık suçlarını…. Oysa var oluş sebebimiz iyiyi, doğruyu, güzeli hep birlikte yaşamamızdı.

Bu acılarla nasıl baş edilir? Sefil beyinlerin, zavallı ucubelerin korkunç kurgusu ölümleri nasıl yapsak ta önleyebilsek? Bu yeryüzü deccal’leri nasıl yola getirilir de masum insanların canını yakmaları önlenir? Şimdi durup bunlara çözüm bulmalıyız. İnsanlık adına sağlam kalan parçalarımızı toplayıp yaşam yoluna devam etmek zorundayız. Biliriz acıyla öğrenilenler asla unutulmaz.

Ölümün ağırlığı çöktü üzerlerimize. Sorular çoğaldıkça, bunalıyoruz. Çözümsüzlükler içinde boğuluyoruz. Daha eski acıyı sindiremeden yenileri gelip çörekleniyor yüreğimizin orta yerine. Ne yapacağımızı şaşırıyoruz!

Peki, çözüm ne? Çözümü var mı bu insanlık suçlarının kökünü kurutmanın? Sapla samanın birbirine karıştığı toplumda çözüm arayışı elbette zorun zoru.Yine yaşanacak aynı acılar ,yine dokunacak kirli eller masum insanların canına.Öldürmekten ne onlar vazgeçecek ne diğerleri kurtulabilecek bu acıtan sonlardan.Yekpare bir zaman yaşanan…..

Toplumca bize ne olduğunun cevabını vermek zorundayız!

Toplumsal bir travma yaşandığında yapılan en büyük yanlış genellemelerle daha bir çıkmaza sokmak sorunları. Hayatın diğer yarısıyla aramıza taştan kaleler dikmek… Oysa ki her insanın karanlık bir yanı vardır. Hepimizin içindeki kötülük bu karanlıkta saklanır, her an ortaya çıkmaya hazır. Ve bu karanlık yan, insanın eline güç geçince dizginlenemez bir hal alır. Asıl çözüm bu noktadadır.

Çözümler; İnsanın doğasının karanlık yönünü dizginleyebilmek üzerine üretilmelidir. Birbirimizi suçlayarak, karşıtlıklar yasası gereği birbirimize sınırlar çizerek, birbirimize saldırarak çözemeyiz hiç bir sorunu. Bilmeliyiz ki yeryüzü iblislerine, deccal fitnesine karşı, “insanlık” hepimize emanet!

Anlamaya çalıştıkça acı büyüyor içimizde. Acı büyüdükçe öfkeye dönüşüyor. İsyan ve hatalarda bu nokta da başlıyor işte. Karanlıkta gizil kalan bizim bile tam tanıyamadığımız saldırgan yanımız çıkıveriyor ansızın meydana! Elimize geçirsek…..

Elimize geçirsek tıpkı o soysuz yeryüzü deccal’lerinden biri oluvereceğiz! Yorumu herkes kendi bünyesinde mutlak yapacaktır.. Öznel bir düşüncedir. Belli bir düşünceyi kovaladığımızda keskin sınır ihlallerimiz olur elbet. İç benlikte hesaplaşma, doğrulukçu çizgiyi samimiyetle geçme diyelim biz yine de buna! Yeryüzü deccal’i teşbihi bile ağır geldi yazarken bana.

Ölçülü yazmaya çalışıyorum. Yazarken sözcükleri seçmekte zorlanıyor gibiyim. Ama gerçek bu, elimize geçirsek birini, doğrulukçu sınırdan çıkmaya meyl halindeyiz. Hiddet ve nefs insanı kör edip insanlık çizgisinden çıkarırmış. Bıçak sırtı duygularda geziniyoruz.

Meşrulaşıyor günahlar ve biz alışıyor muyuz? Kelimelerimiz bile ağlıyor. Gözü yaşlı evler, dumansız bacalar, kana doğranmış ekmekler var. Biliyorum sussam insanlığımla çatışacağım, öne bir adım atsam isyana girecek! Ve biliyorum Allah’ın hikmetinden sual olunmaz! Yine de sessizce içimden geçirmeden edemiyorum:

_Ey Allah’ım nasıl yazdın bu kaderi bu insanlara? Aciziz farkındayım. Acizliğimize insan olmaktan başka bahanemizde yok. Susuyorum. Çok ağır geliyor bu merhametsizlikler. Susuyorum. Aklım bu kadarını sözlere dökmeye eriyor. Ve biliyorum, dünyayı kimse değiştiremez… Kişi kendini değiştiremedikten, içindeki karanlığı aydınlatamadıktan sonra!

Kelimelerim kalemimin ucunda, uzun uzun “insanlığı insana” anlatmak istiyorum.

Gözlerim dalıyor… İnsan diyorum! İnsan… Gerisini getiremiyorum…

Hülya Bulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder