Bismillahirrahmanirrahim,
Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir. 36/yâsîn-21
"Benliğime hakim olan zata yemin ederim ki, Meryem'in oğlunun adaletli bir hakem olarak size inmesi pek yakındır. O, Haç'ı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracak; mal (o nisbette) çoğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecektir." (Sünen-i Tırmizi Tercemesi, Hadis No: 2334, Mütercim: Osman Zeki Mollamahmutoğlu, Yunus Emre Yayınları, c. 4, s. 93)
"Dünyada sadece bir gün kalsa, Allah o günü uzatır da - sonra bütün raviler ittifak ettiler- O günde Benden veya ehli beytimden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir."
Kardeşlerim, her asırda Mehdi-misal zatların geldiği bizzat Üstad’ımız tarafından izah edilmiş bir husustur.
“Hem şu sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır.” (Yirmidördüncü Söz Üçüncü Dal)
Demek ki her asır mehdi manasına muhtaç olduğu gibi ahirzamandaki mehdinin zuhurundan önce, mehdinin zuhuru ve mehdinin zuhurundan sonraki olayların hepsine birden “Mehdiyet cereyanı” denir ve bu cereyanın da aşağıda Üstad’ımızın mektuplarında da işaret ettiği gibi üç mümessili vardır.
“Bu iddianın Risale-i Nura dayanan hiçbir delili olmayıp belli bir maksadı hedefleyen bir zihniyetin tekellüflü bir te’vilidir.Halbuki Risale-i Nur eserlerinde bu iddianın çürüklüğü apaçıktır. Çünkü:İman, hayat ve şeri'at olarak tabir edilen üç mesele, Risale-i Nurda açıkça beyan edilmiştir. Şöyle ki:”…
Bilakis bu üç mehdi hususu aşağıda zikredeceğimiz gibi Üstad’ımızın mektuplarındaki bir işareti olup, o mektubun başka manalarla te’vil edilmesi hakikaten çok tekellüflüdür.
Şimdi ‘üç Mehdi iddiasını çürütüyor’ denilen mektuba hep beraber bakalım inşallah..
“Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:”…
Buradan anlaşılanlar şudur ki:
1- Mehdi (a.s) Al-i Resul olacaktır. Üstad’ımız bunu Mehdi’nin bir sıfatı olarak zikretmiştir.
2- Üstad’ımız diyor ki: Kudsi cemaatin bir şahs-ı manevisi var.Bu şahs-ı maneviyi de Mehdi (a.s) temsil ediyor. Bunun da üç vazifesi var. İlk vazife olan iman vazifesini Allah ondan razı olsun Üstad’ımız yapmıştır. Zaten mektubun ileriki kısmında bu ilk vazifenin Mehdi (as)dan önce yapılacağını Üstad’ımız belirtmiştir. Diğer vazifeler ise henüz yapılmamıştır. Üstad’ımız da bu vazifelerin henüz yapılmadığını şu cümlelerle beyan ediyor.
“Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.”…
Buradan açık ve net bir şekilde anlaşılır ki Üstad’ımız bu vazifeleri yapacak cemiyeti ve seyyidler cemaatini beklemiş ve biz de bekliyoruz inşallah…
Mektubun bundan sonraki kısmına dikkat edelim:
“Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.”…
Evet, renkli yazılan kısımlara dikkat edilerek paragraf dikkatlice okunduğu zaman zaten mesele vüzuha kavuşur.. Şöyleki; Üstad’ımız zaten yukarıda Mehdi-i Azam’ın gelmeden önce iman vazifesini kendinden önce gelecek bir taifenin yapacağını söylüyor. Gayet açıktır ki; bu vazifeyi yapan başta Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hz. ve Risale-i Nur’un aşağıdaki vasıflara sahip bir kısım şakirtleridir.
Ayrıca burada Mehdi (a.s) için dikkat çekilen bir başka husus da “Hilafet-i Muhammediye (asm) cihetindeki saltanatı” ifadesidir. Demek Mehdi (as) halifelik cihetinde saltanata sahip olacak.. Halbuki bir vakıadır ki Üstad Hz. saltanat sahibi değil, mahkumdu.
Demek Üstad’ımızın yukarıdaki cümlelerinden anlaşılıyor ki, Mehdi (as) gelmeden önce, onun vazifesi olan bir vazifeyi ondan evvel gelen biri ve taifesi görecekler. Bu vazifeyi görecek olan zat, Mehdi (as) ın bir vazifesini gördüğü için Mehdi’dir denilebilir. Fakat son Mehdidir demek yukarıdaki cümleler muktezasınca hatadır..
Bundan sonra Üstad’ımız, bu taifenin sıfatlarını sayarak kimlerin bu taifeden olduğunu izah buyuruyor:
“Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 266)
Evet, bu vazifenin, yani Mehdi (as) dan önce gelecek olan taifenin yapacağı iman vazifesinin dayandığı kuvvet ve manevi ordusunun özelliklerini Üstad’ımız beyan etmiştir. Bu cümlede tahsis manası vardır. Yani bu manevi ordu “yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir.”
Risale-i Nur’da bu sıfatların ise kim(ler)e verildiği bedihidir diyor ve geçiyoruz…
“İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.”
Mehdi (as)’ın birinci vazifesini, onu bizzat kendisi yapamayacağı için ondan evvel bir taifenin o vazifeyi göreceğini anlattıktan sonra burada Üstad’ımız Mehdi (as)’ın ikinci vazifesini anlatıyor. Bu vazifeyi bizzat Mehdi (as)görecektir inşallah..
Mehdi (as) ın ikinci vazifesi ise; - Halifelik ünvanıyla şeairi İslamiye’yi ihya etmektir. (Bugün şeair-i İslamiye ölüdür.)
“Alem-i İslam’ın birliğini dayanak noktası yapıp…” diyor. Demek ki buradan Mehdi (as)ın bir vazifesinin de Alem-i İslam’ın birliğini tesis etmek olduğunu anlıyoruz.
–Beşeri maddi ve manevi tehlikelerden ve gazab-ı İlahi’den kurtarmaktır. (Şu anda beşeriyet Kur’an’ın yeryüzünde hiçbir yerde hakim olmaması ve şeriat-ı Garra’nın yasak olması sebebiyle Cenab-ı Hakk’ın gazabını celb eder bir hal almıştır. Mehdi (as) ise inşallah tekrar Kur’an’ın hükümleriyle hükmederek ve şeriat-ı garrayı tatbik ederek beşeriyeti gazab-ı İlahi’den kurtaracaktır.
Bu vazifenin gerçekleşebilmesi için, önce Alem-i İslam’ın vahdetinin te’min edilmesi gerekmektedir. Ancak o zaman yeryüzünde Allah’ın dininin hakim olma misyonu için çalışacak olan ve milyonlarca efradı bulunan ordu teşekkül edebilir. Bu zaman ve zemini ise gerçekleştirecek olan şahıs Üstad’ımızın ifadesiyle Mehdi-i Ahirzamandır.(A.s) ne mutlu bize ki Üstad’ımızdan bu müjdeyi almış bulunuyoruz. Kainatın zerreleri adedince hamdolsun…
“Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla o zât, (1) bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve (2) ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve (3) bütün ülema ve (4) evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar (5) fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.”
Evet, o zat İslam Devleti’ni kurup Müslümanlar arasında vahdeti te’min ettikten sonra üçüncü vazifesi ise Ahkam-ı Kur’aniye’yi ve Şeriat-ı Muhammediye’yi dünya üzerinde hakim kılmaktır.
Bu vazife-i uzmanın gerçekleşebilmesi şu şartlar altında mümkün olabilir:
- Bütün ehl-i İman’ın manevi yardımları. (Yani başta bütün mü’minler Mehdi (as) ve askerlerini bilip yardım edecekler ve dualarıyla manen destek olacaklar demektir. Demek ki bu cümleden de anlaşılır ki Mehdi (as)’ı herkes tanıyamaz iddiası hakikatsiz bir iddiadır.
- İttihad-ı İslam’ın muaveneti. (Mehdi (as)’ın önceden gerçekleştirdiği ittihad-ı İslam, (İslam birliği, tek bir İslam devleti) ordusuyla bilfiil bu vazife-i uzmaya yardım edecek demektir.
- Bütün ulemanın iltihak etmesi. ( Bütün İslam uleması Mehdi (as)ı tanır ve ona bi’at eder ve halkı bilgilendirerek ilmi cihadla bütün kuvvetleriyle bu vazife-i uzma adına ve namına çalışırlar demektir.)
- Evliyanın iltihak etmesi. (Sadece ulema değil, bütün veliler dahi Mehdi (as)ı tanırlar ve ona bi’at ederler ve manevi destekleriyle bu vazifenin icrasına yardım ederler demektir.)
Üstad’ımız’ın bu cümlesinde “evliya”nın da Mehdi (as)ın ordusuna iltihak edeceğini bildirmesiyle Üstad’ımıza isnad edilen “Hatemü’l Evliya” iddiası da boşa çıkmış olur.
- Ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihakları. (Burada dikkat edilecek husus şudur ki:
Üstad’ımızın ifadesiyle iki çeşit Al-i Beyt vardır. Biri Rasulullah (sav)’ın mübarek pak neslinden gelen bildiğimiz Al-i Beyt-i meşhurdur. Diğeri ise sünnet-i seniyyeyi tam irtikab edip Al-i Beyt-i Mustafa’ya ciddi muhabbet eden manevi Al-i Beyt’tir. Üstad da bizzat manevi Al-i Beyt’ten olduğunu ifade etmiştir.
Fakat cümleye dikkat edersek burada bilinen Al-i Beyt-i meşhurun kast edildiği aşikare anlaşılmaktadır. “Al-i Beyt’in neslinden” ifadesiyle açıkça nesebi bağ kast edilmiştir.
Buradan anlaşılacak bir diğer husus “her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin iltihakı” cümlesidir. Demek ki mübarek Al-i Beyt’in her bir ferdi bu dava-i azime omuz verecekler ve bizzat Mehdi (as) a bi’at ederek onun ordusunun mühim bir kuvveti olacaklar demektir. Yoksa birkaç seyyidin toplanması Üstad’ımızın burada bahsettiği hadiseyi gerçekleştirmez.
Evet, Risale-i Nur’un hakimiyetinin bu asırda ve gelecek asırlarda devam edeceğine hiç kuşku yoktur. Zaten Üstad’ımız da yukarıdaki mektupta Mehdi (as) ın Risale-i Nur eczalarını kendine hazır bir program yapacağını beyan buyurmuştur. Demek Risale-i Nur’un ve Risale-i Nur hizmetinin kıyamete kadar baki olması Mehdi (as) ın gelmesine engel teşkil etmez ve bunda hiçbir tezatlık yoktur.
Bu kısa açıklamadan sonra şimdi de Risale-i Nur’un Hakimiyet devresi adı altında yayınlanan yazıya bakalım…
RİSALE-İ NUR’UN HAKİMİYET DEVRESİ
“Keza Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nurun bu asrı ve gelecek asırları tenvir edeceğini açıkça beyan ederken, Nurun vazifesine hatime çekmek veya nazarları başka noktalara kaydırmak, en azından Risale-i Nuru me’haz tutmamak veya Nurlara sathî bakıp hayalden yürümektir.”
İşte bu cümlenin altında yatan mantaliteyi anlamakta zorlanıyoruz. Ben şahsen Risale-i Nur dairesi içinde hizmet edip de, Nurun vazifesine hatime çekmek isteyen ve gelecek olan Mehdi (as)ı Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin dışında, ondan ayrı bir hareket olarak gören hiçbir kardeşime, gerek bu platformda gerek içtimai hayatta rastlamadım. Rastlayan ve gören var mı? O vakit bu cümle hakkında söylenecek tek bir şey vardır ki: Bizim görüş ve düşüncelerimiz yanlış mecralara kaydırılmak isteniyor. Üstad’ın Mehdi-i Ahirzaman olduğu ispatlanamayınca “Bunlar Risale-i Nur dışına nazar çevirmek istiyor” gibi haksız ve yersiz ve bizim görüşlerimizde ma’kes bulmamış fikirlerle Risale-i Nur okuyucularının dikkatleri yersiz korkularla dağıtılmak isteniyor diyebiliriz.
Evet, bizim Risale-i Nur’un bu asrı ve gelecek asırları tenvir eden ve edecek olan bir mucize-i Kur’an olduğuna hiçbir itirazımız bulunmaması hasebiyle bu başlık altında Risale-i Nur’un değişik yerlerinden yapılmış olan ve davamıza burhan olan hakikatlere bir itirazımız olmadığı gibi bu kıymetli cümleleri ale’r-re’si ve’l ayn kabul ediyoruz. Amma son alıntılanan Şualardaki Üstad’ımızın hizmetkarlarının mektubundaki kısım ki:
“Hz. Üstadın;“Envâr-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) ve maarif-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ve füyuzat-ı şem'-i İlahîyi en müşa'şa' bir şekilde parlatması ve Kur'anî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi (A.S.M.) ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle, O zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir'at-ı mücellası, · ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri · ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı · ve şem'-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur.” (Şualar sh: 671)
Şeklinde olan bölümünü, mektubu yazan ağabeylerimizin hüsn-ü zanları olarak değerlendirmemiz gerekir. Çünkü Risale-i Nur’un sair kısımlarında Üstad’ımızın bu tür ifadeleri te’dil ettiği görülecektir. Hem bu kısmı olduğu gibi anlamak, başta yukarıda izah ettiğimiz mektub olmak üzere Üstad’ımızın bir çok mektubuna muhalif kalır. Demek ağabeylerin mektupları enzara verilirken Risale-i Nur’un diğer kısımlarıyla birlikte mütalaa edilerek mana-yı hakikisi anlaşılabilir. Kaldı ki zaten son cümlede mektubu yazan zevat dahi, Üstad’ımızın hizmet-i imaniye cihetinde son olduğunu vurgulamışlardır. Demek mektubun can alıcı noktasını geçiştirerek kendi istediği mananın rayında kelimeleri işaretleyerek nazarları o kelimelere vermek, ancak kendini kandırmak olur.
Bazı ağabeylerimizin hüsn-ü zan göstererek Üstad’ı son ve beklenen Mehdi olarak görmelerinin sebebiyse aşağıda açıklanacaktır.
“Yani mezkür beyanlar, gelecek devrede geniş sahada hizmet edecek zatlar dahi Bediüzzaman Hazretlerine bağlı kalacağından Bediüzzamanın ve Risale-i Nurun manevî riyaseti dairesinde, temsilen icra edilen müceddidiyet cereyanından başkası aranmaz diye ifade ediyor.”
Bu cümleye bir itirazımız olmamakla beraber görüyoruz ki cümlede müceddidiyet cereyanı, mehdiyet cereyanıyla aynı manada kullanılmış. Şimdilik bunu aklımızın bir köşesine yazalım, ileride tekrar karşımıza çıkabilir.
“İşte kısmen tesbit edilen mezkür sarih beyanlar ve kat’î hükümler karşısında yine te’vile sapmak, te’vil değil tahrif olur.”
Evet, madem bu cümle kullanılmış, elbette bu cümlenin muktezasınca hareket edilmesi gerekir. Üstad’ın “ben beklenen zat değilim, onun pişdarıyım” şeklindeki sarih beyanları ve Mehdi (as)ı tarif ettiği kat’i hükümler karşısında yine te’vile sapmak, te’vil değil tahrif olur.
Şimdi gelelim Üç Müceddid mektubuna;
“Yalnız Kastamonu Lahikasında üç mehdi değil, üç müceddidden bahis var. Fakat herbir müceddid dahi tek şahıs değil bir şahs-ı manevîdir. Şöyle ki:…”
Bu çalışmayı okuyan müdakkik kardeşlerim!Siz de takdir edersiniz ki, bu cümlede sanki mektub okunmadan mana veriliyor gibi bir hal takınılmış.. Bu cümlenin sahibine şunları sormak ve söylemek gerekiyor:
1 – Yukarıda Mehdiyet cereyanı olarak bahsedilen meselede mehdiyet yerine müceddidiyet cereyanı ifadesi kullanılmış. Peki yukarıdaki mektub Mehdi(as) dan bahsettiği halde müceddidiyet cereyanı olarak tesmiye edildiği halde neden burada Üstad’ın üç müceddid kelimesini Mehdi’yi de teşmil edecek şekilde kullanmasına itiraz ediliyor.
2 – Üstad’ın üç müceddid var dediğini kabul etmekle, Üstad’dan başka şahıs gelmeyecek, Üstad son müceddiddir, hatemü’l evliyadır gibi ifratkar cümleler de kesin olarak hükümsüz kalıyor.
3 – Aşağıda mektubda da belirtileceği gibi mektub okunduğu vakit görülecektir ki: Evet, Üstad müceddid kelimesi kullanmıştır. Fakat mektubta zikredilen vazifeler Risale-i Nur’un değişik yerlerinde Mehdi’nin vazifeleri olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla buradaki Üstad’ın söylediği müceddidtir, mehdi değil anlayışı da mektuptan çıkmadığı gibi mektuba yanlış bir mana vermek oluyor.
Şimdi mektuba bakalım:
“Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir.” (Kastamonu Lahikası sh: 189)İşte bu beyanatta açıkça görüldüğü üzere:1- “iman ve din için;2- hayat-ı içtimaiye ve şeriat için;3- hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiyeiçin, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.”
diyerek üç vazife sahasını belirlemiştir.”…
Gariptir, hem çok gariptir.. Acaba şu ifadelerden nasıl başka manalar çıkarılıyor anlamakta hakikaten zorlanıyorum. Şimdi Allah rızası için söyleyelim: Birinci zikredilen mektupta Üstad’ın Mehdi (as)ın vazifeleri olarak bahsettiği vazifelerle, bu mektupta üç tane ayrı ayrı müceddidin yapacağını zikrettiği vazifeler tıpa tıp aynı değil mi? İman, şeriat, hayat kaç yerde Mehdi (as)ın vazifesi olarak geçmiyor mu?
Her neyse..“gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.” Birer müceddid ne demektir? Her vazife için ayrı gayet ehemmiyetli bir zat gönderilecek demektir. Yukarıdaki izah ettiğimiz mektupla tamamen mana bütünlüğü içinde, üç tane ayrı ayrı zatın geleceği açık ve net bir surette beyan edilmiş. Kıymetli Üstad’ımdan Allah razı olsun ki ümmet-i Muhammed’in sahipsiz kalmayacağını, şeriat-ı İlahi’nin tekrar hakim olacağını, İslam’ın bütün dinlere galip geleceğini ve Cenab-ı Hakk’ın Müslümanları sahipsiz bırakmayıp bu vazifeleri yapacak ayrı ayrı zatlar göndereceğini bizlere müjdelemiştir. Biz Nur talebelerinin bu tebşire karşı hadsiz hamdetmesi, bu cereyanın bu daire içerisinde olacağına hadsiz şükretmesi gerekirken maatteessüf bizler bu tebşiri te’vil ederek Üstadımızın “Ümitvar olunuz!” emr-ini bir kenara bırakıp kendimizi ve ümmet-i Muhammed’i ümitsizlik bataklıklarına atıyoruz. Neyse, tekrar mevzuya dönelim:
“Yani birincisi iman hizmeti ki yukarıda açık ifadelerle bildirildiği üzere kıyamete kadar devam edecek olanNurun haslar dairesi olup bu daire o vazifeyi yapıyor.
İkincisi ise, ictimaî hayatta bid’aların izalesiyle şeairin ihyası vazifesine bakacak olanictimaiyyun heyeti ve mümessiligerekiyor.Üçüncüsü dahi, hukukî ve siyasî sahada teşri’ ve tanzim yapacak olan hukukıyyun ve siyasiyyun heyeti ve mümessililâzımdır. Bu son iki vazifenin tahakkuku, ittihad-ı İslâmın varlığına bağlıdır.
Bu üç vazifenin her biri müstakil birer mehdi olmayıp üçü birdenmehdiyet cereyanınıteşkileder. Çünkü zaman cemaat ve şahs-ı manevî zamanıdır.”…
Bakınız yazı içerisindeki tezada ki başta müceddidlikle mehdiliği birbirinden ayırdığı halde son paragrafta bunun Mehdiyet cereyanı olduğu itiraf ve kabul edilmiş. Madem bu hareketin adı ‘Mehdiyet cereyanı’ ve madem bu cereyanın her vazifesini ayrı bir şahıs ve cemaati yapacak, elbette bu şahıslara da Mehdi denilebilir ve denilmesi hata değildir. Fakat, bu zatlardan sadece birine hadislerde işaret edilen Mehdi-i Ahirzaman denilebilir. Bu zat da yine hadislerde ve Üstad’ımızın mektuplarında işaret edildiği gibi alem-i İslam’ın vahdetini te’min edecek hakim ve Hilafet-i Muhammmediye (asm) ünvanına sahip olan zattır.
“Netice:Risale-i Nur ve iman hizmeti kıyamete kadar devam edecektir.”
Tam tasdik ediyor ve ekliyoruz: “Diğer vazifeleri yapacak olan zatlar da madem va’dedilmiş, elbette gönderilecektir. Biz de bunu rahmet-i İlahi’den bekliyoruz.”
Bu kısım burada nihayet buldu. Şimdi de Mehdi-i Azam hakkındaki çeşitli meseleleri on madde içerisinde ele alalım:
Evvela; Bu abd-i pürkusur, hiçbir davası olmamakla beraber Kur’an şakirtleriyle olmak bile, kendi kabiliyetinin çok fevkinde olduğunu anlamış ve sizin gibi mü’minlerle sohbet edip, daha evvel birkaç kez yine yazdığım bu meseleyi, konunun münasebetiyle bir kez daha kaleme almış bulunmaktadır. Kalemimdeki ciddiyet, şahsı manevinizin dua ve himmetiyledir.
Saniyen; Hadis-i Şerifin nassı ile sabittir ki; Mehdi-yi Azam diye isimlendirilen ahir zamanın son Mehdisi, yeryüzünde hilafet-i İslamiye ünvanı altında Sünnet-i Nebeviye dairesinde dünyanın büyük bir sultanı ve hakim-i adil olarak kırk sene hüküm sürecektir diye bütün sahih kitaplarda mevcuttur.
Bu Hadis-i hiçbir İslam alimi, Üstad Hazretleri dahil tevil etmemişlerdir.
Bu hadisin nası ile, ehl-i sünnet vel cemaate göre Mehdi-yi Azam, küre-yi arzda, İslam aleminde fiilen hilafet-i Muhammediye (ASM) namı altında, sünnet-i Nebeviyeyi ihya eden, kırk sene saltanat süren ve alem-i İslam’daki şer’i şerife muhalif olan cümle devletlerdeki bid’aları temizleyen bir hakim-i adildir.
Fiilen hilafet-i ruy-i zemin vazifesini yapmayan müceddid-i dine ve müçtehidin-i izama ehl-i sünnet vel cemaate göre Mehdi-yi ahir zaman denilmez.
Salisen; Şiilerin Resul-i Ekrem (ASM)’den mervi olarak kabul ettikleri ve bütün ehl-i sünnet vel cemaat ulemasının ise mevzudur, aslı yoktur dedikleri bir hadiste Resul-i Ekrem (ASM) şöyle buyurmaktadır;
“Mehdi-yi ahir zaman çıkacak ve onun altı talebesi olacak. Mehdi vefat ettikten sonra o altı talebesi onun yerine geçecek ve onun yerine hüküm sürecek. Yani devlet idaresinde hükümdar olup, şeriat-ı garrayla hükmedecek.”
Firak-ı dalleden olan Şiiler, bu hadisin Resulullah (ASM)’den mervi olduğunu ileri sürmüşler. Fakat bütün ehl-i sünnet vel cemaat uleması ve hadis imamları ise bu hadisin mevzu ve asılsız olduğunu kitaplarında ispat etmişlerdir.
Çünkü Şiilerin inancına göre; Mehdi-yi ahir zaman hükümdar olmayan bir zata da denilebilir. Ehl-i sünnet vel cemaate göre ise; küre-i arzda, İslam aleminde fiilen hilafet-i İslamiye unvanıyla hüküm sürmeyen zata, Mehdi-yi ahir zaman veya Mehdi-yi azam denilmez.
Rabian; El işaa adlı eserin 112nci sayfasında mealen şöyle denilmektedir;
“Resul-i Ekrem (ASM), hadis-i şeriflerinde Hazret-i Mehdinin geleceğini ve dünyada hilafet-i Muhammediye (ASM) unvanıyla kırk yıl hüküm süreceğini, Hazret-i İsa (AS)'in da semavattan nüzul ile kırk beş yıl hakimiyet süreceğini, hem önce Hazret-i Mehdinin geleceğini, otuz üç yıl hilafet-i Muhammediye unvanıyla şeair-i İslamiyeyi ihya etmek ve inkilabat-ı zamaniye ile çok ahkam-ı Kur'aniyenin ve şeriat-ı Muhammediye’nin (ASM) kanunlarının bir derece tatile uğramasıyla o zat, İslam aleminin birlik ve beraberliğini temin edip, hilafet-i İslamiyeyi ittihad-ı İslam’a bina ederek vazife göreceğini, daha sonra yedi veya dokuz yıl semavattan nüzul eden Hazret-i İsa (AS) ile beraber vazife görüp, Müslümanlarla İsevi ruhanileri ittifak edip, Kur'anı tüm devlet idarelerinde hakim kılıp, din-i İslam’a hizmet edeceklerini, Hazret-i Mehdi bu vazifelerini itmam ettikten sonra vefat edip, Hazret-i İsa (AS)'in otuz sekiz veya otuz altı yıl yalnız başına din-i İslam’a hizmet edeceğini haber vermiştir."
Bu hadislerden anlaşılıyor ki, Hazret-i Mehdi ile Hazret-i İsa (AS)'in toplam hizmet süreleri seksen beş yıldır. Bunun yedi veya dokuz yılında beraber hizmet ettikleri için, bu yedi veya dokuz yılı toplam hizmet süreleri olan seksen beş yıldan çıkarırsak yetmiş sekiz veya yetmiş altı yıl kalır. Bu süre 1428 ile 1506 tarihleri arasında din-i İslam’ın bütün cihanda hakim olacağı sürenin toplamıdır.
Şimdi Hicri 1428 yılındayız. 1506'ya kadar yetmiş sekiz yıl var. Yani Allah-u A’lem bi’ssavab din-i İslam’ın hakimiyet devresi ve Mehdi (as)ın zuhur devresi çok yaklaşmıştır diyebiliriz.
Hamisen; Üstadımızın mübarek talebelerinden bir zat, Üstadın vefatından sonra, manevi alemde terakki ederken velayet makamlarından biri olan Mehdilik makamının gölgesi altına girdiğinden kendisini o makamda görmüş ve Mehdi olduğunu ilan etmiş.
Bu fitneyi söndürmek niyetiyle Üstadımızın bazı talebeleri “Üstadtan sonra Mehdi gelmeyecek” diye bazı telkinatta bulunmuşlardır. O mücadelenin ifrat ve tefriti yüzünden bugünkü hal meydanı almıştır.
O zat her ne kadar mesul olmasa da ifrat sebebiyle o hisse kapılmasından meydana getirdiği zarar ne kadarsa, “Üstadtan sonra Mehdi gelmeyecek” diye bütün Müslümanların ümidini kırmak ve “Cenab-ı Hak her yüz senede bir müceddid-i din gönderiyor” diyen Resul-i Ekrem (ASM) tebşiratından bu asırdaki insanları hissesiz çıkarmak sebebi ile verilen zarar ise, ondan daha büyüktür.
Bu tehlikelerden, ifrat ve tefritten kurtulmak için Üstad Hazretlerinin ileride nakledeceğimiz beyanatlarına istinaden Risale-i Nurun cereyanı, Mehdilik cereyanıdır. Ve bu cereyanın üç mümessili var diye biliriz.
Birinci Mümessili; Üstadımız ve Risale-i Nurun mevcut talebeleri.
İkinci Mümessili; Hayat-ı İçtimaiyeyi İslamiye de hilafet unvanıyla kırk sene hükümdar olacak ve Risale-i Nuru kendisine program edecek zat ki, Hazret-i Mehdidir ve onun cemaat-ı nuraniyesi.
Üçüncü Mümessili ise; Hazret-i İsa ve onu şakirtleridir. Hazret-i İsa ki, peygamberdir, hiçbir veli ona yetişmez. Bu Kur’ani hizmetin başına geçip beşeri dünya ve ahrette mesut edecek bir saltanatın başına geçecek ve kırk beş yıl yeryüzünde hüküm sürecektir.
Evet Risale-i Nur, takriben 250 senelik bir zamanı, kendisi ile meşgul eden ve edecek bir hakikat-ı Kur’aniyedir.
Üstadımız Risale-i Nurdan sonra hakikat aleminde başka bir cadde-i Kur’aniye kıyamete kadar açılmayacağını ve ancak bu dairede iki tane müceddid daha geleceğini ve bu zatların Risale-i Nuru zirve-yi fulyasına ulaştıracaklarını yani şeriat ve hayat dairelerinde müceddidlerin geleceğini haber vermiş.
İnşallah bu vad-i İlahide tahakkuk edecektir.
Nasıl ki Nakşi tarikatında İmam Nakşibendi’den sonra çok müceddidler o tarikatın tasfiyesi için geldiler, ikinci bir caddeyi açmadılar.
Öylede Risale-i Nurun hakikat dairesinden başka bir daire açılmayacak denilse doğrudur. Amma Risale-i Nur mesleğinin geliştirilmesi için, şeriatın ihyası için ve içtimai hayatın düzelmesi için başka bir müceddid-in gelebileceğini tekzib etmek ise yanlıştır.
Evet Üstadımız, biri İman ve şeriat, diğeri hayat-ı içtimaiye cihetiyle iki müceddid-in daha geleceğini haber vermiş.
Risale-i Nur hakaik-i imaniye ve Kur’aniye ye bir yol açmış. Bu yolunda üç vazifesi var. Biri iman, biri şeriat, diğeri de hayattır.
Bu vazifelerinde üç mümessili var. Bu mümessillerden biri iman, biri şeriat, biri de hayat vazifesi ile muvazzaftırlar.
İşte Risale-i Nurda geçen “Ahir zamanda gelecek zat” cümlesinde geçen zattan ve mehdi tabirinden murat bu üç mümessilin mecmuudur.
Risale-i Nur dairesi içinde bu zatlar (Yani bu üç müceddid olan Üstad (RA), Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS)) bu vazifeleri yapacaklar demektir.
Sadisen; Üstadımız sırr-ı İnna A’tayna Risalesi’nde, açık ifade ile, 1300’den bir asır sonra deccal ve Mehdi geleceğini haber vermiştir. Yani 1400’den 1500’e kadar olan tarihler arasında gelecekleri bekleniliyor ve bu tarihler yani 1400 ile 1500 tarihleri arasında Hazret-i İsa (AS)’in da nüzulü bekleniliyor.
Üstadımızın sırr-ı İnna A’tayna, Sikke-i Tasdik-i Gaybi ve Kastamonu Lahikası gibi bazı eserlerden anlaşıldığına göre Mehdi-yi Azam, deccal-ı A’ver-i Ekber ve Hazret-i İsa (AS)’in nüzulü 1400 ile 1500 tarihleri arasında bekleniliyor ve henüz gelmemişlerdir.
Beşinci Şuada Üstadımız hadisleri izah ve te’vil ederken, bir te’vili şudur diyor. Manası çıkmış, zuhur etmiş demiyor. Beşinci Şuadan sonra yazılan sırrı İnna A’tayna İse beşinci Şuanın izahıdır. Müracaat edilsin.
Beşinci Şuada bahsedildiği deccal ve süfyan meselesi ise, deccal-ı ekberden evvel gelen küçük deccallar demektir.
Yoksa büyük deccal ve büyük Mehdi 1400’den sonra geleceklerini kesin bir şekilde sırrı İnna A’taynada söylüyor.
Yani Lenin ve emsali gibi gelmişler, büyük deccalın pişdarı oldukları gibi, Risale-i Nurda Hazret-i Mehdi-yi Azam ve Hazret-i İsa’nın pişdarıdır.
Sabian; Üstadımız Mektubat adlı eserin 440ncı sayfasında şöyle buyurmaktadır;
“Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u a'zam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmedîyi (ASM) muhafaza etmiş.
Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a'zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.
Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâm’ın zulümatını dağıtabilir. Ve va'd etmiştir, vaadini elbette yapacaktır.”
Üstadımız burada Mehdi-yi ahir zamanın hakim olacağını haber vermiş. Yani Hazret-i Mehdi halife-i ruy-i zemin olacaktır. Halbuki Üstadımızın hayatı hükkamların hakareti ve zillet altında geçmiştir. Böyle bir zatın Mehdi-yi Azam olduğunu dava etmek ifrattır ve Üstadın Mektubattaki izahatını dinlememekten başka bir şey değildir.
Hem en büyük bir müçtehid olacaktır demiş. Halbuki İçtihad Risalesi şahid-i kat’idir ki, Üstadımız içtihad yapmamış ve müçtehid değildir. Böyle bir şeyi dava etmek bu cümleyi ve İçtihad Risalesini kabul etmemektir.
Üstadımız imani meselelerde müçtehiddir ve Risale-i Nur ise Kur’an ve hadisten sonra en büyük bir hüccet-i imaniyedir ve Mehdinin pişdarıdır diyebilirsiniz ve Mehdidir diyemezsiniz diyor.
Yani Risale-i Nur, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS)’den yüz sene evvel gelip, tecdid vazifesi yapıyor. Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS) ise, Risale-i Nurda yüz sene sonra gelip, onu imani bir program olarak neşredecekler. Ahkam ve furuattaki tecdidatı, Hazret-i Mehdi ile Hazret-i İsa (AS) yapacaktır. Yani Risale-i Nur, akaide ait olan mesailin müçtehidi ise, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa ise ahkam ve furuatın müceddididirler.
Saminen; Hüsnü zanla, dava etmemek şartıyla ulvi makamatta terakki eden bir şahsın Üstadını o makamda gördüğünde, keşf ettiğinde halka söylememek şartıyla böyle Rabbi ile kendi arasında olan bir inanca ve itikada sahip olması o şahsa zarar vermez. Fakat o şahıs, manevi alemde gördüğünü bu maddi aleme tatbik etse hatadır.
Evet makamat-ı velayette bir makam vardır ki, makam-ı mehdi tabir edilir. O makamda bulunan mürşit zat kendisinin mehdi olduğunu ilan etmesinden mesul olmadığı gibi o mürşidin irşat ve terbiyesiyle o mehdilik makamının gölgesi altına giren talebesi de mürşidini o makamda görmekle mürşidinin mehdi olduğuna inanmasından ve böyle itikat etmesinden mesul olamaz. Fakat bu manevi alemde gördüğünü, maddi alemde tatbik ederse hata eder. (Tafsilatlı bilgi için Telvihat-ı Tis’a adlı esere müracaat edilsin)
Üstadımızın bazı talebelerinin Üstad Hazretlerine göndermiş oldukları lahika mektuplarında “Üstadım, sen mehdisin” dedikleri mektuplar, bu nevidendir.
Yani Üstadın bazı talebeleri manevi alemde terakki ederken Üstadı, mehdilik makamında gördüklerinden o manevi alemde gördüklerini, keşfiyatlarını Üstad Hazretlerine beyan etmişlerdir.
Üstadımız ise, alem-i sahv de olduğu için o makamlardan geçtiği halde kendisine mehdi dememiştir.
Ve alemi sahv da olan Üstadımızın müdakkik ve alim talebeleri de (Hacı Hulusi Bey, Hoca Sabri, Mehmet Feyzi Efendi, Hasan Feyzi, Hafız Ali, Hakkı Efendi, Hüsrev, Ref’et Bey vb. gibi) bu davada, yani Üstadlarının Mehdi-yi Azam olduğu davasında bulunmamışlardır.
Manevi alemde Üstadı o makamda gören şahısların mektupları hüsnü zanla ve o manevi makama göre yazılmış mektuplardır. Alem-i maneviyeye bakar, alem-i maddiye bakmaz. Onların bu keşfiyatlarını alem-i maddiye tatbik etmek ise hatadır.
Daha sonra Üstadımız o talebelerinin hatalarını Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserin dokuz-on sahifelerinde mehdilik mevzuunda tashih etmiştir.
Keşfiyatlarının doğru olduğunu, fakat iki noktayı iltibas ettiklerini o mektupta onlara haber vermiş, keşfiyatlarındaki o iki iltibas noktasını tashih etmiştir. O iltibastan;
Birincisi; Alem-i manevi ile alem-i maddiyi iltibas etmek.
İkincisi; Üç mümessilin ve cemaatların yapacakları vazifeleri bir şahısta ve talebelerinde görmeleridir.
Üstad Hazretlerinin bu mektubuyla, keşfiyatlarında iki noktayı iltibas eden o talebeler, Üstadın bu tashih ve ilanıyla böyle bir davadan vazgeçtiler.
Tasian; Bu mehdilik meselesi ile Risale-i Nur ve Risale-i Nur müellifi ve Risale-i Nurun müdakkik, has ve eski talebeleri mesul tutulamaz.
Çünkü Risale-i Nurda böyle bir şey mevcut değildir. Hazret-i Mehdinin geleceğine dair hüccet ve deliller ise daha sonra zikredeceğimiz eserlerdeki nakillerden de anlaşılacağı üzere çoktur.
Hem Risale-i Nur müellifi de böyle bir şeyi, yani mehdi-yi Azam, Mehdi-yi ahir zaman olduğunu dava etmemiş.
Belki Mehdi-yi Azamın bir pişdarı olduğunu ilan etmiştir ve hem de Üstadın has ve müdakkik talebelerinden de böyle bir şey sudur etmemiştir.
Yani Üstadlarının Mehdi-yi Azam olduğu davasında bulunmamışlardır. Öyle ise Risale-i Nur ve Risale-i Nurun müellifi olan Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve Risale-i Nurun has ve müdakkik şakirtlerini bununla mesul tutmak hatadır.
Çünkü onlar böyle bir şeyi dava etmemişler. Ahir zaman mehdisinin geleceğini de çok defa gerek yazı ile gerek şifai olarak söylemişlerdir
Aşiren; Madem öyledir. Alem-i sahvde olan Üstadımızın ve onun birinci talebesi olan hacı Hulusi Bey Merhumun bu mevzu hakkında söylediklerine kulak verelim;
Sikke-i Gaybi adlı eserin dokuz ve onuncu sayfalarında şöyle buyurulmaktadır;
Aziz, Sıddık Kardeşlerim;
Evvelâ; Nurun fevkalâde has şakirtleri, "Sikke-i Gaybiye" müştemilâtiyle, o evliya-yı meşhûreden, kırk günde bir defa ekmek yiyip kırk gün yemeyen Osman-ı Hâlidî'nin sarih ihbarı ve evlâtlarına vasiyeti ile ve Isparta’nın meşhur ehl-i kalp âlimlerinden Topal Şükrü'nün zâhir haber vermesiyle çok ehemmiyetli bir hakikati dâva edip, fakat iki iltibas içinde bu bîçâre, ehemmiyetsiz kardeşleri Said'e bin derece ziyade hisse vermişler.
On seneden beri kanaatlerini tâdile çalıştığım halde, o bahadır kardeşler kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet onlar, On sekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalp çobanın macerası gibi, hak bir hakikati görmüşler, fakat tâbire muhtaçtır. O hakikat da şudur;
Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühim mi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan îman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i îmanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmiha Risale-i Nurda görmüşler.
İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nurun şahsı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler.
Bâzen da o şahsı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar.
Bu hakikatten anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nuru bir programı olarak neşr ve tatbik edecek.
O zâtın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir.
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli îtikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâm’a bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâm’a hizmet etmektir.
Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.
İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve te'vile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşa verir ve vermiş.. hücumlarına vesile olur.
Çünkü, birinci vazifenin hakikatini ve kıymetini göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler.
Kardeşlerimin ikinci iltibası; Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bâzı cihetlerle birinci vazifede pişdarlık eden Nur Şakirtlerinin şahsı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar.
Halbuki bu iki iltibas da Risale-i Nurun hakikî ihlâsına ve hiçbir şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de evhama düşürüp Risale-i Nurun neşrine zarar gelir.
Bu zaman, şahsı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâkî hakikatler, fânî ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez
Elhâsıl; O gelecek zâtın ismini vermek, üç vazifesi birden hatıra geliyor, yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü'minîn nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye dahi kazâyâ-yı makbûledeki zann-ı galibe inkılâp eder, daha muannid dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i îmanda görünmemeye başlar; ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar.
Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki müceddittir, onun pişdarıdır, denilebilir. Sikke-i Tasdik-i Gaybi / Sayfa 9 / 10
“Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Mehdi ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah'a şükrederiz.” Kastamonu Lahikası Sayfa / 72
“İmam-ı Rabbanî, gibi bazı kudsi muhakkikler demişler ki; ahir zamanda ilm-i kelamı, yani ehl-i hak mezhebi olan mesail-i imaniye-i kelamiyeyi birisi öyle bir surette beyan edecek ki, umum ehl-i keşif ve tarikatın fevkinde, o nurların neşrine sebebiyet verecektir.
Hatta İmam Rabbani kendisini o şahıs gibi görmüştür. Senin şu aciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin fevkinde olarak kendimi o gelecek adam olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette liyakatim yoktur.
Fakat o ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük adamın bir pişdar neferi olduğumu zannediyorum.” Barla Lahikası Sayfa / 162
“Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten işittim ki; o zât, eski velilerin gaybî işaretlerinden istihraç etmiş ve kanaati gelmiş ki; “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'alar zulümatını dağıtacak.”
Ben, böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zâtlara zemin ihzar ediyoruz.” Mektubat Sayfa / 345
“Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
Hem üç mesele var; Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, iman meselesidir.
Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en azam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın...” Kastamonu Lahikası Sayfa / 57-58
“Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.
Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.
Rivayet-i hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayat perest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.
Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhir zamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (ASM) cemaat-ı nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdide ve cemaatindeki şahsı manevîde ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nurun hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalalet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şahadet eder.
Amma benim gibi âciz ve zaîf bir bîçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında, şahsımı medar-ı nazar etmemeli.” Kastamonu Lahikası Sayfa / 139
“Nurun ehemmiyetli bir kısım şakirtleri pek musırrane olarak âhir zamanda gelen Âl-i Beyt'in büyük bir mürşidi seni zannediyorlar.
Sen de onların fikirlerini musırrane kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Bu bir tezattır. Hallini isteriz?
diye sormaları sebebiyle onlara cevap olmak üzere, bundan sonra gelecek Mehdi-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatin şahsı manevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (ASM) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (ASM) kanunlarının bir derece tatile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.
Nur şakirtleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nurda gördüklerinden ikinci, üçüncü vazifeleri de buna nispeten ikinci, üçüncü derecededir diye Risale-i Nurun şahsı manevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telakki ediyorlar.
Bir kısmı, o şahsı manevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden bazen o ismi ona da veriyorlar. Hattâ evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nuru aynı o âhir zamanın hidayet edicisi olduğu; bu tahkikatla, tevil ile anlaşılır diyorlar.
İki noktada bir iltibas var, tevil lâzımdır.
Birincisi; Âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilafet-i Muhammediye (ASM) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor.
Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat her biri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibariyle, âhir zamanın büyük mehdisi ünvanını almamışlar.
İkincisi; Âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten olacak. Gerçi manen ben Hazret-i Ali'nin (RA) bir veled-i manevîsi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed (ASM) bir manada hakikî Nur şakirtlerine şamil olmasından ben de Âl-i Beyt'ten sayılabilirim. Fakat Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ü şeref kazanmak olmaz. Nurda ihlası bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur bilirim.” Şualar Sayfa / 373-374
Sual; Ahir zamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve fesada girmiş alemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivayet-i sahiha var.
Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatin şahsı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahsı manevîsine karşı mağluptur.
Şu zamanda -kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadat-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder?
Eğer Mehdinin bütün işleri hârika olsa, şu dünyadaki hikmet-i İlahiyeye ve kavanin-i âdetullaha muhalif düşer. Bu Mehdi meselesinin sırrını anlamak istiyoruz?
Elcevab; Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u azam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmedîyi (A.S.M.) muhafaza etmiş.
Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşit, hem kutb-u a'zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.
Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icat eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâm’ın zulümatını dağıtabilir. Ve va’detmiştir, vaadini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbap ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua lâyıktır ki; eğer Muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır diye ehl-i tefekkür hükmeder. Şöyle ki: Felillahilhamd
duası -umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua- bilmüşahede kabul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu'u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.
Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdinin en has ordusudur.
Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil nesep ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun.
Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir.
Mütenebbih ve kalpleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihan değer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.
Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor.
Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikate sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.Mektubat Sayfa 411-412-413
Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli lamlar ve mim ikişer sayılsa bunlardan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdinin şakirtleri olabilir. Sikke-i Tasdik-i Gaybi / 103
Rivayetlerde, âhir zamanın alâmetlerinden olan ve Âl-i Beyt-i Nebevinden Hazret-i Mehdinin (RA) hakkında ayrı, ayrı haberler var. Hattâ bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velayet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.
Allah-u alem bissavab bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki; Büyük Mehdinin çok vazifeleri var.
Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihat âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi.. her bir asır me'yusiyet vaktinde, kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdiye veyahut Mehdinin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlahiye ile her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi, Âl-i Beyt'ten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş.
Meselâ: Siyaset âleminde Mehdi-i Abbasî ve diyanet âleminde Gavs-ı A'zam ve Şah-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve on iki imam gibi Büyük Mehdinin bir kısım vazifelerini icra eden zâtlar dahi, -Mehdi hakkında gelen rivayetlerde- medar-ı nazar-ı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan rivayetler ihtilaf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş; “Eskide çıkmış.” Her ne ise... Bu mesele Risale-i Nurda beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki;
Dünyada mütesanid hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, Âl-i Beyt'in hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.
Evet yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler manevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-ı Kur'aniyenin mayası ile ve imanın nuruyla ve İslâmiyet'in şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhir zamanda şeriat-ı Muhammediye’yi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve Sünnet-i Ahmediyeyi (ASM) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdinin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır. Şualar Sayfa 496
Matbu eserlerde bulunmayan bir mektuplarında Üstadımız şöyle buyuruyor;
“Çok dikkatli Risale-i Nurun avukatı kardeşimiz Ahmet Feyzinin mehdi hadisesini Risale-i Nur dairesi içinde çokça medar-ı bahis etmesi, ehl-i dünyanın evhamını tahrike sebep olabilir.
Çünkü mehdi manasında bir siyaset dahi bulunur, diye eskiden beri fikirlere yerleşmiş.
Risale-i Nur bu meseleyi halletmiştir. Ahir zamanda büyük Mehdiden başka çok mehdiler gelmiş, geçmiştir, diye Risale-i Nur ispat etmiş. Rivayetlerin muhtelif olması, bu noktadan ileri geliyor.
Bu zaman, şahıs zamanı olmadığından o ehemmiyetli ünvanlar şahıslara verilmez.
Hem Risale-i Nura da siyaset manası taşıyan bu ünvanı vermemek münasiptir. Müceddidiyet kafidir.
Eskiden beri Üstadlarına karşı ziyade hüsnü zan kabul edilmiş.
Hatta Kur’andan ve hadisten sonra en mühim hüccet-i İmaniye Risale-i Nurdur diyebilirler. Umum kardeşlerimize birer, birer selam ve dualarını rica ederiz.
Said Nursî
Hacı Hulusi Beyden bu konuda sorulan bir suale O zat şöyle cevap vermiştir;
Sual; Bazı Risale-i Nur talebeleri Üstad Hazretlerinin Hazret-i Mehdi, Lenin’in de deccal olduklarını ileri sürüyorlar. Bazıları ise inkar ediyorlar. Bu mevzuda bize cevap verebilir misiniz?
Elcevab; Kafirler içinden çıkacak deccalın Lenin olduğuna dair açık bir yazı yoktur. Belki Lenin asıl deccal değilse asıl deccalın rejimini yani dinsizliğin tohumunu saçan bir kafir olması muhtemeldir.
Son zamanda gelecek Al-i Resulden olup deccalı öldürmek ve rejimini kaldıracak zat henüz gelmemiştir. Fakat geçmiş asırlar nasıl Mehdi siret bir zatı beklemişlerse, içinde bulunduğumuz asırda da böyle bir zat beklenilmiştir. Merhum Üstad Hazretlerinin bu asrın beklediği mehdilik vasfını imani tahkiki dersleri olarak neşredip, miras bıraktığı nurlu derslere mal etmiş ve kendisi bir makam sahibi olmadığı kanaatini hayatı boyunca müdafaa etmiştir.
Hacı Hulusi (RH)
“Ahir zamanda ehl-i Beyt’ten gelecek Muhammed Mehdi Hazretlerinin gelmediği kanaatindeyim.”
Hacı Hulusi (RH)
“Bizler buna kaniyiz ki, Risale-i Nurun kalplerdeki fütuhatı inayet-i Hak devam edecek. Belki Üstadın hayatından ziyade vefatından sonra Risale-i Nurdan istifade edenler çoğalacak. Bunlar umum mevcuda göre adeden azlıkta olsalar, bir gün gelecek ki, eser-i rahmet ve inayet olarak, zülcenaheyn bir zat, emri İlahi ile bu imanlıların başına getirilerek, imansızlığa karşı mücahede ve İ’la-yı kelimetullah yaptırılacaktır.”
Hacı Hulusi (RH)
“Benden mühim bir sual soruyorsunuz. Ayağını bastığı yeri göremeyen bir zavallı, sizin o sualinize nasıl cevap versin. Mamafih, bu münasebetle bir sırrı kısaca beyana münasebet geldi. Şöyle ki;
Hazret-i Mehdi hakkındaki Muhbiri Sadıkın haberinin tahakkukuna, ümmet her asırda intizar etmişlerdir.
Bu fitnelerin ve bid’aların çoğaldığı asırda da, aynı bekleyiş devam etmektedir.
Henüz o büyük mehdi gelmediği gibi, Hıristiyanlar içinde çıkacak dinsizliğin, imansızlığın, küfrün ve nifakın mümessilliğini yapacak olan büyük deccal da henüz çıkmamıştır. Fakat her asırda ümmet-i Muhammede (ASM) kuvvet-i imanları için, birer mehdi siretinde, manevi zatlar gelmişlerdir.
Bunlar başta müctehidin-i izam, İmam Gazali ve İmam Rabbani (RA)... gibi zevat-ı kiramdır. Son asırda bu vazife şöhret bulmuş ve lillahilhand iman ve Kur’an yolunda Üstad olmuş olan zata verilmiştir. O zat, hassaten son yirmi sekiz senelik ömrünü, iman-ı tahkikiye ve ümmetin imanlarını takviyeye hasretmiş bir memur-u manevi ve bir müctehid-i muhteremdir. Bu hakikati şüphesiz biliyorum. Diğer kalp ve ruhların mütahassıs hekimini ve yerini bilmiyorum. Şimdiye kadar böyle bir mübarek zatı, bulamamakla da cidden müteessirim. Beni teselli eden tek cihet, iman ve Kur’an hizmetinde şuurum taalluk etmeden lütf-u hakla istihdam edilişimdir.”
Hacı Hulusi Bey (RA)
Risale-i Nur Şerh ve İzahları, www.muhammediler.com Muhammediler İlim Yurdu
Mehdi Zamanında Neler Olacak?
MEHDİ hazretlerinin zuhurundan sonra büyük savaşlar olacak, yer yerinden oynayacak, büyük sayıda insan ölecek, mü’minler berzah aleminde rahat edecek, kafirler müşrikler münafıklar Cehennem çukurlarında azab çekecektir.
MEHDİ hazretlerinin zuhurundan sonra büyük savaşlar olacak, yer yerinden oynayacak, büyük sayıda insan ölecek, mü’minler berzah aleminde rahat edecek, kafirler müşrikler münafıklar Cehennem çukurlarında azab çekecektir.
Mehdi hazretlerinin rejiminin özellikleri nelerdir?
1. İtikad tashih edilecek, sapıklıklar yasaklanacaktır.
2. Salavat-ı hamsenin edası mecburî olacaktır.
3. Farz namazlar cemaatle kılınacaktır.
4. Muhadderat-ı İslamiye tesettüre girecektir.
5. İçki, kumar, riba yasaklanacaktır.
6. Müstehcen yayınlara ve Şeriata aykırı eğlencelere yasak gelecektir.
7. İsraf ve saçıp savurma beyinsizliğine dur denilecektir.
8. Kadın ve kızlar seks aleti ve seks kölesi olmayacaktır.
9. Bütün okul ve üniversitelerde Tevhidî, Kur’anî, Nebevî eğitim verilecektir.
10. Hz. İsanın nüzulünden sonra gayr-i müslimler akın akın İslama girecektir.
11. Avrupa Müslüman olacaktır.
12. Dünyada bir Altın Çağ yaşanacaktır.
13. Suçlar çok azalacak ve işleyenler, halka ibret olacak şekilde tenkil edilecektir.
14. Can, mal, ırz, neseb güvenliği sağlanacaktır.
15. Kur’an, Sünnet, Şeriat ahkamı hayata tatbik edilecektir.
16. Mürcie, mücessime, müşebbihe, Mutezile, Ehl-i Necd ve diğer dalalet fırkaları yıkılacaktır.
17. Dünyada öyle bolluk ve bereket olacaktır ki, zekat verilecek kimse bulunamayacaktır.
18. Mehdi hazretlerinden sonra dünya tekrar bozulacak, âhir zamanın bütün büyük alametleri zuhur edecek ve Kıyamet kopacaktır.
19. Hem imanı, hem aklı, hem firaseti ve hem de hikmeti olan Müslümanların büyük hadiselere hazırlıklı olmaları, hafifü’l-haz bulunmaları tavsiye edilir.
20. Cenab-ı Hak cümle mü’minleri âhir zaman fitnelerinden, melhamelerden, Deccalların Süfyanların Kezzabların hile ve tuzaklarından korusun ve hüsn-i hâtime nasip buyursun.
21. Haram yemek basiretleri bağlar, kulakları sağırlaştırır, kalpleri taşlaştırır. Aklı ve imanı olan herkes haram yemekten vaz geçsin, elinde haram birikim varsa hak sahiplerine iade etsin, edemiyorsa Allah yolunda tasadduk etsin, hayır yapsın.
22. Âhir zamanda Mehdi’nin zuhur, İsa aleyhisselamın nüzul edeceğine dair mânevî tevatür derecesinde ehâdis-i şerife vardır. Bunları inkar edenler büyük vartaya düşer. Ehl-i Sünnet Müslümanları münkir kâzibleri sakın dinlemesinler. Muhbir-i Sâdık Efendimiz haber vermiştir. Olacaktır.
MİLLİ GAZETE / Mehmet Şefket Eygi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder