Tam altı milyon Yahudi'yi gaz odalarında yaktığı iddia edilen Hitler aslında bir Yahudi miydi? O tarihlerde Yahudilere bu denli sıkıntı çıkartması İsrail devleti'nin ilan edilmesinin önündeki en büyük engellerden birinin çözülmesine hizmet edecek ve Almanya'daki Yahudiler zorunlu olarak İsrail'e mi gideceklerdi? Böylece İsrail'de yeterince Yahudi nüfusu sağlanmış mı olacaktı?
O tarihlerde değil sadece Almanya, bütün Avrupa'da toplam Yahudi nüfusu altı milyon eder miydi? Bugün bile dünya çapındaki toplam nüfusları yirmi milyonu bulmuyor? Altı milyon Yahudi'nin meydana çıkacak külleri hiç tartışmasız bir dağ olurdu. Peki nerede bu küller? Yada daha sonra film çekimi için hazırlanmış olan o gaz odaları, gerçekten Yahudileri yakmış olsa bile hesaba vurun altı milyon kişi o kapasite ile kaç senede yakılabilir?
Irkçı lider Yahudi soykırımını inkâr etti
Irkçı Atın Şafak Partisi'nin lideri, İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 milyon Yahudi’nin öldürüldüğü yolundaki bilgilerin abartı olduğunu iddia etti
Yunanistan’da erken seçimlerde oy oranını yüzde 7’ye çıkararak meclise girmeyi başaran ırkçı Altın Şafak Partisi’nin lideri Nikos Mihaloliakos, Yahudi soykırımını inkâr eden açıklamasıyla hem ülkesini hem de İsrail’i karıştırdı.
"GAZ ODALARI YOKTU"
Yunan Mega Televizyonu’na konuşan Mihaloliakos, İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 milyon Yahudi’nin öldürüldüğü yolundaki bilgilerin abartı olduğunu öne sürerken, toplama kamplarında da gaz odaları ya da fırınlar bulunmadığını söyledi. Mihaloliakos, partisinin ırkçı ya da Neo-Nazi olmadığını da savundu.
İSRAİL'DEN KINAMA
Yunanistan hükümet sözcüsü, Mihaloliakos’un açıklamasını eleştirerek, ırkçı lideri tarihi çarpıtmakla suçladı. İsrail yönetimi ise, Mihaloliakos’un sözlerini sert bir dille kınadı.
Hitler Yahudi miydi?
Herşey aynı bugün de benzerleri oynandığı gibi bir tiyatro muydu? İsrail'e karşı düşmanlık sergileyen ülkeler ve liderler samimi olmayabilir mi?
Aşağıdaki satırları "Öteki Hitler" adlı kitaptan alıntılıyoruz. Kitap, II. Dünya Savaşı sırasında ABD gizli servislerinin (Stratejik Hizmetler Dairesi) bir psikanaliz uzmanlar grubuna hazırlattığı rapordan sayfalarla oluşuyor.
Hitler'in savaş boyunca hangi durum karşısında nasıl kararlar alabileceğini daha iyi kestirebilmek için onu daha yakından, aile bağları, geçmişi, yaşadıkları ve bunların psikolojisine etkileri konusunda araştırmışlar...
Alıntılayalım;
" ABD gizli servislerinin II. Dünya Savaşı'nda yaptırdıkları araştırmaya göre, Hitler'in babaannesi Maria Anna Schicklgruber Viyana'da yaşıyordu. Musevi kökenli Rothschild'lerin evinde hizmetkâr olarak çalışıyordu. Rothschild Ailesi onun hamile olduğunu anlar anlamaz, doğduğu Spiteal'deki evine geri göndermişti.
Bu durumda dönemin geleneklerine göre Maria Anna Schicklgruber, Rothschild'lerden birinden hamile kalmış ve oğlu (Hitler'in babası) Alois'in gerçek/biyolojik babası olabilir.
Dünyaya dehşet veren Adolf Hitler'in babası Alois Hitler, gayri meşru çocuk olarak doğdu. 40 yaşına kadar nesebi belirsiz yaşadı. Annesinin soyadını taşıdı. Annesinin sonradan evlendiği Johann Georg Hiedler, ölüm döşeğinde yumuşamış ve gayri meşru çocuğunu kabul etmişti ama Alois soyadı olarak Hiedler'i değil, anneannesinin soyadı olan Hitler'i almıştı.
Peki Hitler'in çeyrek Yahudi kanı taşıdığı iddiasını kuvvetlendirecek başka bir işaret var mı?
Sorunun cevabı, "galiba evet..."
Babası Alois Hitler, sonraları dünyaya dehşet vererek 6 milyon Yahudi'nin ölümüne neden olacak oğlu Adolf Hitler'in vaftiz babası olarak Prinz adında Viyanalı bir Yahudi'yi seçmişti. Alois Hitler, o sıralarda Braunau'da bir gümrük memuru olarak çalışıyordu. Biyolojik babasının bir Yahudi olduğunu hissetmese ya da annesinden böyle bir izlenim almasa herhalde oğluna vaftiz babası olarak bir Yahudi'yi seçmezdi.
Gene ABD gizli servislerinin araştırmasına göre, şansölye Dollfuss, "Adolf Hitler'in çeyrek Yahudi olduğu" yolunda bazı kayıtlara belki de sahipti. Dollfuss öldürüldü. Hitler, o evrakın peşindeydi ancak erişip erişemediği belli değil."
HİTLER'İ SİYONİSTLER İKTİDARA GETİRDİLER
Aşağıdaki satırları "Öteki Hitler" adlı kitaptan alıntılıyoruz. Kitap, II. Dünya Savaşı sırasında ABD gizli servislerinin (Stratejik Hizmetler Dairesi) bir psikanaliz uzmanlar grubuna hazırlattığı rapordan sayfalarla oluşuyor.
Hitler'in savaş boyunca hangi durum karşısında nasıl kararlar alabileceğini daha iyi kestirebilmek için onu daha yakından, aile bağları, geçmişi, yaşadıkları ve bunların psikolojisine etkileri konusunda araştırmışlar...
Alıntılayalım;
" ABD gizli servislerinin II. Dünya Savaşı'nda yaptırdıkları araştırmaya göre, Hitler'in babaannesi Maria Anna Schicklgruber Viyana'da yaşıyordu. Musevi kökenli Rothschild'lerin evinde hizmetkâr olarak çalışıyordu. Rothschild Ailesi onun hamile olduğunu anlar anlamaz, doğduğu Spiteal'deki evine geri göndermişti.
Bu durumda dönemin geleneklerine göre Maria Anna Schicklgruber, Rothschild'lerden birinden hamile kalmış ve oğlu (Hitler'in babası) Alois'in gerçek/biyolojik babası olabilir.
Dünyaya dehşet veren Adolf Hitler'in babası Alois Hitler, gayri meşru çocuk olarak doğdu. 40 yaşına kadar nesebi belirsiz yaşadı. Annesinin soyadını taşıdı. Annesinin sonradan evlendiği Johann Georg Hiedler, ölüm döşeğinde yumuşamış ve gayri meşru çocuğunu kabul etmişti ama Alois soyadı olarak Hiedler'i değil, anneannesinin soyadı olan Hitler'i almıştı.
Peki Hitler'in çeyrek Yahudi kanı taşıdığı iddiasını kuvvetlendirecek başka bir işaret var mı?
Sorunun cevabı, "galiba evet..."
Babası Alois Hitler, sonraları dünyaya dehşet vererek 6 milyon Yahudi'nin ölümüne neden olacak oğlu Adolf Hitler'in vaftiz babası olarak Prinz adında Viyanalı bir Yahudi'yi seçmişti. Alois Hitler, o sıralarda Braunau'da bir gümrük memuru olarak çalışıyordu. Biyolojik babasının bir Yahudi olduğunu hissetmese ya da annesinden böyle bir izlenim almasa herhalde oğluna vaftiz babası olarak bir Yahudi'yi seçmezdi.
Gene ABD gizli servislerinin araştırmasına göre, şansölye Dollfuss, "Adolf Hitler'in çeyrek Yahudi olduğu" yolunda bazı kayıtlara belki de sahipti. Dollfuss öldürüldü. Hitler, o evrakın peşindeydi ancak erişip erişemediği belli değil."
HİTLER'İ SİYONİSTLER İKTİDARA GETİRDİLER
II. Dünya Savaşı öncesinde, Hitler'in Nasyonal Sosyalist partisini iktidara getirmesinde, Alman basınını tekeline almış Siyonist yayın kuruluşları çok büyük rol oynamışlardır. Siyonist basın monopolü, halkı Almanya'da yaygınlaştırmak istedikleri ırkçı nasyonal-sosyalist ideoloji doğrultusunda yönlendirip bu ülkeyi en büyük savaşın ateşleyicisi durumuna sokmuştur. Bu büyük Siyonist basın-yayın kuruluşlarından bazıları şunlardı:
Ullstein (ailesi) yayınevi: Berliner İllustrirte, BZ am Mittg, Berliner Morgenpost Berliner Zeitung, Vossiche Zeitung, Deutsche Allgemenie Zeitung isimli gazetelerin sahibi.
Politik olmayan yayınları: Dame, Baumwelt, Verkehrstechnik, Sieben Tage (radiprogram dergisi), Herteren Fridolin, Grüne Post
Mosse (ailesi) Yayınevi: Berliner Morgenzeitung, Berliner Tageblatt, Berliner Volk-Zeitung, 8-Uhr Abendolatt, Annocen-Expedition, Rudolf- Mosse-Code.
Mosse Hitler için dev reklam kampanyaları düzenlemiştir.
-Hugenberg basın imparatorluğu Scherl Yayınevi:
HİTLER'İ FİNANSE EDEN YAHUDİ ŞİRKETLER VE BANKALARI
"Siyonistler bana mücadelemde önemli katkılarda bulundular. Hareketimizde çok sayıda Siyonist'in mali desteğini gördüm. Daha o zamandan kuvvet ve başarının ne yönden geleceğini biliyorlardı" (ADOLF HITLER)
• Deutsche Bank: Sahibi Georg von Siemens, Bşk. Oskar Vasserman.
Alman savaş ekomisini yönlendirmiştir. Hitler'i finanse etmeleri yönünde hemen hemen bütün şirketlere baskı uygulamıştır,
• Dresdener Bank: Sahibi Eugen (eski bir Alman Gazetesinden) Gutmann, Bşk. Herbert Gutmann,
Aynı zamanda barut üreticisi Lois Hagen, Loewe ve Krupp silah fabrikalarını finansa etmiştir.
Darmstaetter Bank: Sahibi Abraham Oppenheim, Bşk. Jakop Goldschmith,
Bleichroeder Bank: Kurucusu Samuel Bleichroeder, sahibi Bleichroeder ailesi.
Aynı zamanda Nazi hükümetinin ekonomi asistanlığını yapmıştır.
Oppenheim Bank: Sahibi Oppenheim ailesi Ruhr Bölgesi demiryollarının yapımcısıdır. Savaşa yönelik kimya endüstrisini finanse etmiştir.
Speyer Bank: Sahibi Speyer ailesi.
Mendelssohn Bank: Sahibi Mendelssohn ailesi II. Dünya Savaşı'ndan önce Alman Endüstri Komitesi ve Ticaret Odası Başkanlığı yapmıştır. Alman savaş endüstrisini ve kimya sanayiini finanse etmiştir.
Warburg Bank: Sahibi Warburg ailesi. Alman savaş endüstrisini finanse etmiştir. Almanya'yı dış dünya ile bağlantıda tutan bir Siyonist bankasıdır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya için diğer devletlerden (ABD) kredi temin etmiştir.
Arnhold Bank: Sahibi Arnhold ailesi. Alman Silah sanayini ve savaş endüstrisini finanse etmiştir. Bamag, AEG, Agfa, Dresdner Bank, Ludwig Loewe AG ve birçok Alman silah ve mühimmat fabrikalarının ortak ve finansörlerinden idi.
Disconto-Gesellschaft: Kurucusu kökeni Siyonist hahamlara dayanan Solomonsohn ailesidir. Bu aile 1900'lerde Solmssen soyadını alarak Siyonistlerin dönme taktiğini kullanmışlardır. Sahibi Hitler'in en büyük finansörlerinden George Solmssen'dir. George Solmssen Hitler döneminde Alman bankacılığının merkez organizasyon başkanıydı.
Gemi inşaatı, donanma ve ağır savaş sanayi, petrol endüstrisi, telekomünikasyon alanlarında yatırımlar yapmıştır.
BHG Berliner Hendelsgesellschaft: Sahibi Carl Furstenberg, savaş sanayini finanse etmiştir. Tamamı Siyonistlere ait olan Ruhr Bölgesi endüstrisini desteklemiştir.
Schaafhausensche Bankverein: I. Dünya Savaşı'nda Siegfired Samuel yöneticiydi, II. Dünya Savaşı'nda ise Gutmann yöneticiydi.
Loewe Konsorsiyumu'na katılıp, Loewe Silah Fabrikaları'nı finanse etmiştir. Tamamı Siyonistlerin tekelinde olan Ruhr Bölgesi'ndeki savaş endüstrilerini finanse etmiştir.
Nationalbank für Deutschland: Sahibi Gutmann, savaş sırasında elektrik endüstrisini finanse etmiştir. Bir başka Siyonist bankası olan Darmstaedter Bank ile birleşmiştir.
Commerz und Privat Bank: Yöneticisi Curt Sobernheim, Alman savaş ekonomisini desteklemek amacıyla iç ve dış ticari kuruluşlarıyla ilişki kurma görevini üstlenmiştir.
Berg und Metallbank: Sahibi Dr. Willhelm Merton, Savaş sanayinin hammadde kaynaklarını finanse etmiştir.
M.A.V Rothscild & Söhne: Sahibi Rothschild ailesi. Her alanda savaşı finanse etmiştir.
HİTLER'İN HAVA KUVVETLERİNİ
YAHUDİLER SİYONİSTLER KURDULAR
II Dünya Savaşı sırasında Hitler'in hava filosuna en çok savaş uçağı üreten şirket, Siyonistlerin kurmuş olduğu Lufthansa'dır. Lufthansa, Siyonistlerin idaresindeki Deutsche Bank'ın finansmanıyla AEG, Hapag, Deutsche Aero Lloyd, Junkers gibi büyük Siyonist sanayi şirketlerinin bir araya gelmesiyle kuruldu. (Die zeit im Fluge, Geschichte der Lufthansa 1926 bis 1990, sf.15)
Böylece, İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Almanya'da Siyonistlere ait olan bütün uçak fabrikaları ve havayolları şirketleri bu isim altında toplandı. (Lufthansa, An Airline and Its Aircraft, Orian Books, sf.19, New York)
Milyonlarca masun insana havadan ölüm yağdıran bu filonun kurucularından Siyonist Erhard Milch. "Havacılıktaki bütün çalışmalarının en yüksek hedefi askeri hava kuvvetlerinin
oluşturulmasıdır" şeklindeki görüşünü 1933'te Nazi iktidarına da resmen bildirdi. (Universal. Jewish Encyclopedia 9/276, 9/433-437, 9/145)
Erhard Milch, daha sonra Hitler'in havacılık politikasının anahtar kişisi durumuna getirildi. (Die zeit im Fluge, sf.38) Nazi Hava Kuvvetleri'nin silahlandırmasından sorumlu general olan bu katil; Göring'in sağ koluydu. (Die zeit im Fluge, sf.38)
Tümüyle Siyonistlerin tekelinde olan silah sanayinde üretilen bombalar, yine Siyonistlerin sahibi bulunduğu Lufthansa şirketinin ürettiği uçaklar tarafından atılmıştır.
DÜNYA SİLAH SANAYİ GDD KONTROLÜNDE
Siyonistler yalnızca ekonomilerini finanse ettikleri ülkelerin siyasetlerini kontrol altına alıp savaşa sürüklemek suretiyle değil, aynı zamanda doğrudan silah üretimini tekellerinde tutarak da savaşlara gerekli zemini hazırlamışlardır. Silah üreticileri arasında son yüzyılın en meşhur ve en önemlileri iki dev Siyonist sermayedardır: Almanya'da KRUPP, ABD'de ise BARUCH
KRUPP : Almanya'yı silahlandırarak İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinde en büyük rolü oynayan Siyonist silah üreticisidir.
Krupp yalnızca II. Dünya Savaşı döneminde değil, daha 19. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa'daki en büyük silah üreticisi olarak dev bir üretim potansiyeline sahipti. Krupp gelişimini ve şirketlerinin temel finansmanını devrinin (1804-1878) en büyük bankeri Siyonist Abraham Oppenheim'den almıştı. 1800'lerin sonlarına doğru Krupp, Rusya, Belçika, Hollanda, İspanya, İsviçre, Avusturya ve İngiltere'ye silah satarak I. Dünya Savaşının çıkması için gerekli alt yapıyı oluşturmuştur.
Alfred Krupp'un, "Prusya'yı daha iyi silahlandırmak için elimden geleni yapacağım" sözü de muşhurdur.
Alfred Krupp ünlü Siemens fabrikalarının kurucusu Siyonist Karl Wilhelm Siemens'le birlikte silah çeliği üretiminde işbirliği yapmıştır. Ürettiği silahlar en kaliteli silah seçildiğinde, "Şu andan itibaren; Almanya'nın geleceğini elinde tutan grubu kendimizle birlikte sürüklemekteyiz" diyerek Almanya'nın ve tüm Avrupa'nın kaderindeki önemini vurgulamıştır.
Krupp'un önemli bir özelliği silah satışını karşılıklı düşman olan ülkelere yapmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası'na karşılıklı silah satışı yaparak 93 harbini çift taraflı körüklemiştir. 19. yüzyılda Almanya'nın silah üretimini tekelinde tutmuştur. Bu süreç içinde gerek Almanya'yı, gerekse diğer kilit ülkeleri savaşa hazırlayan ve kışkırtan Krupp'tur. Amaç ticari ya da milli menfaatlerden çok öte, Siyonist ideallerinin önünde dikilen güçleri ve pürüzleri yok etmekti. Siyonizmin menfaatleri doğrultusunda son derece göstermelik gerekçelerle çıkartılan I. Dünya savaşı sonucunda Siyonistlerin yıllar boyu II. Abdülhamit'ten dilendikleri Filistin toprakları Osmanlı İmparatorlu'ndan kopartılmış ve bu imparatorluk ortadan kaldırılmıştır.
Krupp, Hitler'in iktidara getirilmesi için diğer Siyonist sanayicilerle birlikte en büyük gayreti gösterenlerden biridir. Hitler'in her zaman yararlanabileceği özel bir harcama fonu kurulmasına ön ayak
olmuştur. Krupp ve diğer Siyonist sermayedarlar, Naziler'in koyu bir baskı ve terör ortamında yürüttükleri seçim kampanyasına yüklü parasal bağışlarda bulunmuşlardır. Krupp ve seçim kampanyasında Hitler'i finanse etmiş olan diğer Siyonist şirket sahipleri, Hitler iktidara geldikten sonra hükümetin ekonomik danışmanları olarak göreve başlamışlardır.
Hitler'in iktidara geldiği 1933'ten, savaşın sona erdiği 1946 senesine kadar Krupp net karını % 433 oranında arttırmıştır. Hitler, bir konuşmasında Krupp'a olan sadakatini şöyle dile getirmiştir: "132 aile şirketi olan Krupp firması Almanya'nın askeri gücüne yaptığı katkılarından dolayı en yüksek ödüle layıktır."
KAYNAKLAR
"The Arms of Krupp (1587-1968"), William Manchester.
"Krupps, The Story of an Industriell Empire, Von Klass.
YAHUDİ GÖÇÜ İÇİN SİYONİST-NAZİ VE FAŞİST İŞBİRLİĞİ
SİYONİSTLERİN YAHUDİLERİ FİLİSTİNE TAŞIMASI
Yahudilerin Filistin'e göçünün sağlanabilmesi için teşvik önemli bir parametre iken, korku diğer önemli bir parametre olmuştur. Siyonistler, Yahudilerin yaşadığı ülkelerde Yahudiler üzerine değişik provokasyonlarla baskıları yoğunlaştırıp Filistin'e göç etmelerini sağlamayı bir politika olarak benimsemişlerdir.
Rus çarının bir Yahudi genci tarafından öldürülmesi ile Rusya'da uygulanan baskılar, göçün önemli bir nedeni olmuştur. Hitler, Siyonist önderler ve sermayedarlarla, savaş yıllarında, çok iyi diyalog içerinde olurken fakir Yahudilere zulm etmesinin bir amacı olmalıydı. Hitler de Yahudileri Siyonist önderler gibi Avrupa'nın dışına çıkarmak istiyordu. Bu anlamda bir mutabakat var olmuştur. Önde gelen Nazi teorisyenlerinden Alfred Rosenberg'ın; "Alman Yahudilerinin her yıl belli bir kısmının Filistin'e taşınması için Siyonizm ciddiyetle desteklenmelidir." demesi böyle bir mutabakatın var olduğunu göstermektedir.
"Avrupa'daki Yahudiler'in kurtarılması, yönetici sınıfın öncelikleri listesinin başında yer almıyordu. Yahudi devletinin kurulması onların gözünde en önemli ve en öncelikli meseleydi."
Kaynak: Tom Segev, Yedinci Milyon,
Ed. Liana Levi, Paris, 1993, s. 539.
Hitler ve Musolini faşizmi döneminde siyonist yöneticiler, antifaşist mücadeleye karşı sabotajdan işbirlikçiliği teşebbüsüne kadar uzanan kaypak bir davranış sergilediler.
Siyonistlerin asıl gayesi Yahudilerin hayatlarını kurtarmak değil, Filistin'de bir Yahudi devleti kurmaktı.
İsrail devletinin ilk yöneticisi olan Ben Gourion, 7 Aralık 1938'de, "Labour" siyonistlerinin önünde açık ve net olarak şöyle der:
"Eğer bilsem ki hepsini Ingiltere'ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail Toprağı'na götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederim. Zira bizler yalnızca bu çocuklann hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız."
Kaynak: Yvon Gelbner, Zionist Policy and the Fate of European
Jewry, Yad Vashem incelemeleri içinde. Kudus, cilt 12, s. 199
1941 yılında, Izak Samir, "Ingiltere'ye karşı Hitler ile, Nazi Almanya'sıyla bir ittifakı öğütlemekle, ahlâki açıdan affedilmez bir cinayet" işlemiştir.
Bar Zohar, Silâhlı Peygamber, Ben Gourion, Paris, 1966, s. 99.
Hitler'e karşı savaş başladığında, Yahudi örgütlerinin neredeyse tamamı müttefiklerin safında yer aldı ve hatta Weizmann gibi çok önemli liderlerden bazıları müttefikler lehinde tavır aldılar, fakat o dönemde hayli azınlıkta olan Alman siyonist grup ters bir tutum takındı ve 1933'ten 1941'e kadar, Hitler'le uzlaşmalı ve hatta işbirlikçi bir politika yürüttü. Nazi yetkililer, bir yandan Yahudildi ilk önce kamu hizmetlerinden çıkarıp uzaklaştırarak onlara baskı ve zulüm yaparken, diğer yandan Alman siyonist yöneticilerle diyalog kuruyor ve onları avlamakta oldukları "Alman toplumuyla bütünleşmeci" Yahudiler'den ayrı tutarak kendilerine sevgi ve saygı gösteriyorlardı.
Hitlerci otoritelerle gizli anlaşma itharnı Yahudiler'in ezici çoğunluğu için söz konusu edilemez. Bu çoğunluk içinde bazıları İspanya'da, 1936'dan 1939'a kadar, Milletlerarası Tugaylar'da faşizme karşı -silâhla- mücadele etmek için yola koyulmuşlar ve savaşı bile beklememişlerdi.
Diğer bazıları, Varşova genolarına varıncaya kadar, bir "Yahudi Mücadele Komitesi" kurdular ve savaşarak ölmesini bildiler. Fakat bu itham, siyonist idarecilerin çok güçlü bir şekilde teşkilatlanmış azınlığına karşı yapılmaktadır. Bu siyonist azınlığın tek amacı kudretli bir Yahudi devleti.kurmaktı.
Onların kudretli bir Yahudi devleti kurma hedefleri ve hatta ırkçı bir dünya görüşüne sahip olmaları, kendilerini Nazi karşıtı olmaktan çok İngiliz karşıtı olmaya götürüyordu.
Bu kişiler savaştan sonra, Menahem Begin veya İzak Şamir gibi, İsrail devletinin birinci plandaki yöneticileri oldular.
* * *
5 Eylül 1939 tarihinde -İngiltere ve Fransa'nın Almanya'ya savaş açmasından iki gün sonra-, Yahudi Ajansı Başkanı Chaim Weizmann, İngiltere Krallığı Başbakanı Chamberlain'e bir mektup gönderdi ve şunları yazdı: "Biz Yahudiler, Büyük Britanya'nın yanındayız ve Demokrasi için çarpışacağız." Şu açıklamada da bulundu: "Yahudi vekiller, insan, teknik, maddi yardım bakımından bütün güçlerinin ve bütün kapasitelerinin kullanılmasına izin vermek için derhal bir anlaşma yapmaya hazırdırlar", 8 Eylül 1 939'da Jewish Chronicle'de de yayımlanan bu mektup, Yahudi aleminin Almanya'ya karşı savaş ilânının kesin bir belgesini oluşturuyordu. Ayrıca bu mektup, "Almanya'ya karşı savaş halinde olan bir halkın tebaları" olmaları dolayısıyla bütün Alman Yahudilerini, toplama kamplarında gözetim altına alma problemini de gündeme getiriyordu. Nitekim[69] Amerikalılar da, Japonya'ya karşı savaşa girdikleri zaman, Japon kökenli kendi vatandaşlarını kamplara almışlardı.
* * *
Hitler ve Musolini faşizmi döneminde siyonist yöneticiler, antifaşist mücadeleye karşı sabotajdan işbirlikçiliği teşebbüsüne kadar uzanan kaypak bir davranış sergilediler.
Siyonistlerin asıl gayesi Yahudilerin hayatlarını kurtarmak değil, Filistin'de bir Yahudi devleti kurmaktı. İsrail devletinin ilk yöneticisi olan Ben Gourion, 7 Aralık 1938'de, "Labour" siyonistlerinin önünde açık ve net olarak şöyle der: "Eğer bilsem ki hepsini Ingiltere'ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail Toprağı'na götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederim. Zira bizler yalnızca bu çocuklann hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız."
Kaynak: Yvon Gelbner, Zionist Policy and the Fate of European
Jewry, Yad Vashem incelemeleri içinde. Kudus, cilt 12, s. 199.
"Avrupa'daki Yahudiler'in kurtarılması, yönetici sınıfın öncelikleri listesinin başında yer almıyordu. Yahudi devletinin kurulması onların gözünde en önemli ve en öncelikli meseleydi."
Kaynak: Tom Segev, Yedinci Milyon,
Ed. Liana Levi, Paris, 1993, s. 539.
Bize ihtiyacı olan herkese, herbirinin niteliklerini hesaba katmadan yardım etmeli miyiz? Bu harekete siyonist millî bir nitelik vermemeli ve İsrail Toprağı ve Yahudilik için yararlı olabilecekleri öncelikle kurtarmaya çalışmamalı mıyız? Soruyu bu şekilde sormanın gaddarca olduğunu biliyorum, fakat maalesef açıkça ortaya koymalıyız ki, eğer biz 50 bin kişi arasından ülkenin inşasına ve millî rönesansa katkıda bulunabilecek 10 bin kişi ile bizim için bir yük veya daha doğrusu ölü bir yük haline ge-
[70] lecek olan bir milyon Yahudi arasında tercih yapacak olursak, yüzüstü bırakılan milyonların ithamlarına ve çağrılarına rağmen- bizler kurtarılabilecek olan bu 10 bini kurtarmalı ve bunlarla sınırlı kalmalıyız."
Kaynak: Yahudi Ajansı'nın Kurtarma Komitesi
Memorandumu, 1943. Zikreden Tom Segev, age.
Bu fanatik tutum, sözgelimi, Nazi Almanya'sı mültecilerinin nerelere yerleştirilmesi gerektiğini tartışmak üzere 31 milletten heyetlerin bir araya geldiği Temmuz 1938'deki Evian Konferansı'nda siyonist heyetin tavrında da kendini göstermiştir: Siyonist heyet, mümkün olan tek çare olarak, iki yüz bin Yahudi'nin Filistin'e kabul edilmesini istedi.
Yahudi devleti onlar için Yahudiler'in hayatından daha önemliydi.
Siyonist yöneticiler için baş düşman asimilasyon'dur. Onlar, Hitler'inki dahil her ırkçılığın şu temel hedefi konusunda aynı kanaattedirler: Saf kanı koruma. Bu yüzden, Almanya'dan, sonra da ele geçirdikleri diğer Avrupa ülkelerinden bütün Yahudiler' i kovup atmak gibi canavarca gayelerini kamçılayan sistemli Yahudi düşmanlıklarına rağmen, Naziler siyonistleri değerli muhataplar olarak görüyorlardı, çünkü siyonistler onların bu gayesine hizmet ediyorlardı.
Bu gizli anlaşmanın delilleri mevcuttur. Nitekim Almanya Siyonist Federasyonu, Nazi Partisine 21 Haziran 1933'te özellikle şu hususları belirten bir memorandum gönderir:
"Irk ilkesini temel almış olan yeni devletin kuruluşunda, bizler cemaatimizi bu yeni yapılara uydurmayı temenni ediyoruz... Bizim Yahudi milliyetini kabulümüz bize Alman halkıyla ve onun millî ve ırki gerçekleriyle açık ve samimi ilişkiler kurma imkanı vermektedir. Bu tavrımız şüphe götürmez, çünkü bizler bu temel ilkeleri küçük görmüyoruz, çünkü bizler de Yahudi topluluğunun sajlığının korunması için karma evliliklere karşıyız..
1880'de Filistin'deki 500 binlik nüfusun 25 bini Yahudi idi.
*1882'den itibaren, Çarlık Rusya'sının büyük kıyımlarının ardından yoğun göçler başlar. 1882'den 1917'ye kadar Filistin'e 50 bin Yahudi gelir.
*Britanya'nın 31 Aralık 1922'de yaptırdığı sayımda, Filistin'de 757 bin kişi yaşıyordu. Bunların 663 bini Arap (590 bini Müslüman Arap ve 73 bini Hıristiyan Arap) ve 83 bini Yahudi idi (yani: yüzde 88 Arap ve yüzde 11 Yahudi).
*1920-1929 arasında 99.806 Yahudi göç etti.
*1934 de 40.000 1935 de 62.000 kişilik bir göç gerçekleşti.
*1945'ten önce yaklaşık 400 bin Yahudi, Hitler'in Yahudi düşmanlığından ötürü, Almanya'dan Filistin'e göç etmiştir.
*1947'de, İsrail devletinin kuruluş arifesinde, Filistin'deki toplam 1 milyon 250 bin nüfusun 600 bini Yahudi idi. "( 6)
SİYONİST KADRONUN ÖN GÖRDÜĞÜ STRATEJİDE ÖNCE
FİLİSTİN'DE TUTUNMAK VE BİR MEKAN ELDE ETMEK
. Bu amaçla Filistin'de bir Yahudi topluluğunun meydana getirilebilmesi için dört eksenli bir politika uygulamışlardır:
*Yahudilerin Filistin'e göç etmesi,
*Yerli Arapların Filistin'den göç ettirilmesi,
*Filistin'de parayla yer alınması,
*Yerli Arapların arazilerinin imha ve işgal edilmesi.
1920 yılında Londra'da toplanan Siyonist kongre, önce Filistin'e göçün hızlandırılabilmesini, böylelikle demografik yapının değiştirilmesini ön görmüştür.
Bu amaçla 'Filistin'de ki Yahudi olmayan topluluklarla barış içerisinde bir arada yaşamayı' kamuoyuna beyan ederek, bir taraftan Filistin'den toprak alınmasını kolaylaştırmayı ve hızlandırmayı; diğer taraftan da Araplarla işbirliği içerisinde olan İngiltere ve Fransa gibi devletlere güvence vermeyi hedeflemişlerdir. Ancak bu bildirge sadece kağıt üzerinde kalmış, fakat Siyonistlere zaman kazandırmıştır.
Arazı satın alıp göç işini organize edebilmek için de 'Yahudi ulusal fonunu' kurmuşlardır. Gerek bildirge gerekse fon, ön görülen tedrici bir stratejinin birer parçasıydı:
"Yahudi göçü ve Siyonist Örgüt tarafından denetlenen bir ulusal fonlar sistemi çerçevesinde gerçekleşecek toprak alımı yoluyla tedrici olarak işgal edilecekti. Filistin'deki Yahudi olmayan topluluklarla barış içinde yaşama konusundaki konferansın kararı, bu planlı olarak ele geçirme programı ışığında değerlendirilmelidir"
1939 yılında ise David Ben Gurion, 'Yahudi göçünün hızlandırılması ve Yahudilerin ellerindeki toprakların genişletilmesinin öncelikli bir ana politika olarak benimsenmesinde' aşırı ısrarcı olmuştur.
Siyonistlerin göç olayında aceleci ve ısrarcı olmalarının, bunu çok öncelemelerinin nedeni, Yahudilerin yaşadıkları ülkelerde güvenlik sorunu yaşamış olmalarından dolayı değildi. Yahudi toplulukların yaşadıkları ülkelerde güvenlik içerisinde olup olmamaları onları genellikle ilgilendirmemekteydi. Ancak güvenliklerinin olmaması, Siyonistlerin göçü hızlandırma politikasıyla örtüşmekteydi. Amaç, yersiz yurtsuz Yahudilere yalnızca bir toprak parçası aramak da değildi. Ana amaç, bir Siyonist Yahudi devletini Filistin'de kurmaktı. Filistin'de Siyonist Yahudi devletinin kurulması dışındaki arayışlar, 'tehlikeli akıntılar' olarak kabul edilmekteydi. Siyonist önderlerden Weizmann, Yahudi göçündeki ana amacın gözden kaçırılmamasına dikkat çekmektedir:
"Biz, bu akıntıyı yönlendirmek ve onun bizi hedefimizden başka yerlere alıp götürmesine izin vermemek için elimizden geleni yapmalıyız"
Siyonist önderlerin önceliği, Yahudilerin kurtarılması olmadığı gibi dünyanın başka bir yerinde kurulabilecek bir İsrail devleti de değildi. Onların önceliği, Filistin'de bir İsrail devleti kurmaktı. 'Vaad Edilmiş Topraklar' varsayımına uygun olan buydu. Nitekim İsrail devletinin ilk yöneticisi olan Ben Gurion, 7 Aralık 1938'de, "Labour" Siyonistlerinin önünde bu politikayı açık bir şekilde seslendirmiştir:
"Eğer bilsem ki hepsini İngiltere'ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail Toprağı'na götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederim. Zira bizler yalnızca bu çocukların hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız.
"
Bu politika, tüm Siyonist yöneticiler tarafından benimsenip tatbik edilmiştir. Yahudi Ajansı'nın Kurtarma Komitesinin Memorandumunda bu politikanın uygulanmasındaki kararlılığı görmek mümkündür:
"Siyonist'in görevi, Avrupa'da bulunan İsrailoğulları'nın "geri kalanını" kurtarmak değil, aksine Yahudi halkı için İsrail'in toprağını kurtarmaktır."
"Yahudi Ajansı'nın yöneticileri, şu hususta mutabık kalmışlardı: Kurtarılabilecek olan azınlık, Filistin'deki Siyonist plânın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak seçilmeliydi."
"... Bize ihtiyacı olan herkese, her birinin niteliklerini hesaba katmadan yardım etmeli miyiz? Bu harekete Siyonist millî bir nitelik vermemeli ve İsrail toprağı ve Yahudilik için yararlı olabilecekleri öncelikle kurtarmaya çalışmamalı mıyız? Soruyu bu şekilde sormanın gaddarca olduğunu biliyorum, fakat maalesef açıkça ortaya koymalıyız ki, eğer biz 50 bin kişi arasından ülkenin inşasına ve millî Rönesans katkıda bulunabilecek 10 bin kişi ile bizim için bir yük veya daha doğrusu ölü bir yük haline gelecek olan bir milyon Yahudi arasında tercih yapacak olursak, -yüzüstü bırakılan milyonların ithamlarına ve çağrılarına rağmen- bizler kurtarılabilecek olan bu 10 bini kurtarmalı ve bunlarla sınırlı kalmalıyız."
"Siyonizm her şeyden önce gelir" şiarına sıkı sıkıya bağlı olan Siyonist İzak Gruenbaum, 18 Ocak 1943'te,Avrupalı Yahudilere para yardımı yapmanın ihanet olduğu inancındaydı:
"Onlar benim Yahudi düşmanı olduğumu, Sürgün'deki insanları kurtarmak istemediğimi, benim "a warm yiddish heart" taşımadığımı söyleyecekler. Bırakalım istediklerini söylesinler. Ben Yahudi Ajansı'ndan Avrupa Yahudiliği'ne yardım için ne 300 bin ne de 100 bin Sterlin vermesini isteyeceğim. Ve ben bu tür şeylerin yapılmasını isteyen kimsenin Yahudi düşmanı (antisiyonist) bir davranış sergilediğini düşünüyorum."
İsaiah Trunk'ın Judenrat adlı kitabında, II Cihan savaşında Yahudilerin yüzde ellisinin kurtarılmamasının müsebbibi olarak Yahudi konseyleri gösterilmektedir:
"Freudiger'in hesaplamalarına bakılırsa, eğer Yahudi Konseyleri'nin talimatları dikkate alınmamış olsaydı, Yahudilerin yüzde ellisi kurtarılabilecekti"
Bunu teyit eden ilginç bir olay da Kudüs'teki Eichmann Davası'nda, Başsavcı Haim Cohen'in Nazilerle işbirliği yapan, Kastner'i savunmasıdır:
"Eğer sizin felsefenizle örtüşmüyorsa, Kastner'i eleştirebilirsiniz... Fakat bunun işbirliği ile ne alâkası var?... Bizim Siyonist geleneğimizde, Filistin'e göçü düzenlemek için her zaman seçkin bir zümreyi ayırmak olagelmiştir... Kastner de bunun dışında bir şey yapmamıştır."
Diğer taraftan S.S Patria Gemisi olayı, amacın yersiz yurtsuz Yahudilere dünyanın herhangi bir bölgesinde güvenle yaşayacakları bir yer bulmak olmadığını göstermektedir.
1940'ta, Hitler'in tehdidi altındaki Yahudileri Maurice Adası'na kabul ederek, onları kurtarmaya karar vermiş olan İngiltere'yi Filistin'e göçe zorlamak için, bu Yahudileri taşıyan Patria adlı Fransız yük gemisine, 25 Aralık 1940'ta Hayfa limanında, Ben Gurion önderliğindeki "Haganah" Siyonistleri tarafından sabotaj yapılmıştır. 252 Yahudi ve geminin İngiliz mürettebatı ölmüştür. Bu olay üzerine İngiltere, geriye kalanlar Yahudilerin Filistin'de yerleşmesine müsaade etmek zorunda kalmıştır.
Yahudi Göçü için Siyonist-Nazi ve Faşist İşbirliği
Yahudilerin Filistin'e göçünün sağlanabilmesi için teşvik önemli bir parametre iken, korku diğer önemli bir parametre olmuştur. Siyonistler, Yahudilerin yaşadığı ülkelerde Yahudiler üzerine değişik provokasyonlarla baskıları yoğunlaştırıp Filistin'e göç etmelerini sağlamayı bir politika olarak benimsemişlerdir. Rus çarının bir Yahudi genci tarafından öldürülmesi ile Rusya'da uygulanan baskılar, göçün önemli bir nedeni olmuştur.
Hitler, Siyonist önderler ve sermayedarlarla, savaş yıllarında, çok iyi diyalog içerinde olurken fakir Yahudilere zulm etmesinin bir amacı olmalıydı. (7) Hitler de Yahudileri Siyonist önderler gibi Avrupa'nın dışına çıkarmak istiyordu. Bu anlamda bir mutabakat var olmuştur.
Önde gelen Nazi teorisyenlerinden Alfred Rosenberg'ın; "Alman Yahudilerinin her yıl belli bir kısmının Filistin'e taşınması için Siyonizm ciddiyetle desteklenmelidir." demesi böyle bir mutabakatın var olduğunu göstermektedir.
1935'te, S.S. Güvenlik Örgütü başkanı olan Reinhardt Heydrich, S.S.'in resmî organı Das Schwarze Korps'ta"Görünmeyen Düşman" adlı makalesinde Siyonist olan Yahudilerin desteklenmesini savunmuştur:
"Yahudileri iki kategoriye ayırmalıyız: Siyonistler ve asimilasyon yanlıları. Siyonistler tavizsiz bir ırkçılık anlayışını savunuyor ve Filistin'e göç yoluyla, kendi Yahudi devletlerinin kurulmasına yardım ediyorlar... Bizim iyi dileklerimiz ve resmî iyi niyetimiz bu kimselerden yanadır.
Siyonistlerle Naziler arasında varılan gizli bir mutabakat nedeniyle Naziler tarafından Siyonist Yahudiler korunurken, Siyonist olmayan Yahudiler üzerinde baskı yoğunlaştırılmaktaydı. Bavyera Gestapo'sunun 28 Ocak 1935'te emniyet teşkilâtına gönderdiği genelge bu açıdan önemliydi:
"Siyonist teşkilâtın üyelerine, Filistin'e göç konusundaki faaliyetlerinden ötürü, Alman (asimilasyoncu) Yahudi örgütlerinin üyelerine uygulanan mecburî sertlikle muamele edilmemelidirler."
Nazi-Siyonist işbirliği 1941'de doruk noktasına ulaşmıştı. Müttefikler tarafından Almanya'ya uygulanan Ekonomik ambargo, Yahudilerin Filistin'e göçünün kolaylaştırılması karşılığında Siyonistler tarafından delinmiştir. İzak Şamir'in içerisinde bulunduğu Siyonistlerin en aşırı grubu olan "Lehi" (İsrail'in Kurtuluş Savaşçıları), İngiltere'ye karşı Nazi Almanya'sıyla ittifak etmişlerdir
Siyonistler benzer şekilde İtalyan faşistleri ile de ilişki kurmuşlardır. Weizmann, Musolini ile 3 Ocak 1923'te ve 17 Eylül 1926'da iki kez görüşmüştür. Dünya Siyonist Teşkilâtı Başkanı Nahum Goldman, 26 Ekim 1927'de, Musolini ile görüşme yapmış ve ondan "Bu Yahudi devletini kurmanızda size yardım edeceğim." tarzında bir destek almıştır.
'Yer Değiştirmiş Kişiler' ile görevli Haham Klaussner, 2 Mayıs 1948'de, Amerikan Yahudi Konferansı'na sunduğu raporda, Filistin'e Göç için Yahudilere baskı uygulanmasını öngörmekteydi:
"İnsanları Filistin'e gitmek için zorlamak gerektiği kanaatindeyim... Onlar için bir Amerikan doları hedeflerin en büyüğü olarak gözükmekte. "Zorlamak" kelimesiyle teklif ettiğim bir programı kastediyorum... Bu program daha önce ve çok yakınlarda işe yaradı. Polonya Yahudilerinin boşaltılmasında ve "Toplu Göç"tarihinde yararlı oldu...
Bu programı uygulamak için, "yer değiştirmiş kimseler"e konfor sağlamak yerine, onlar için mümkün olabilen en fazla konforsuzluğu icat etmek lâzım... Ardından da, Yahudileri hırpalamak için Haganah'a başvuran bir yol izlemek gerek."
Görüldüğü gibi Siyonistler, ne antifaşist ne de anti nazistirler. Onlar Makyavelistirler. Politikalarına, stratejilerine uygun gelen neyse o olur ve onu savunurlar. Bu açıdan hiçbir ahlakı ölçüleri yoktur. Bu anlayışı ilk olarak formüle eden Siyonizm'in kurucusu olan Herzl'dir:
"Bizler, düştüğümüz zaman, ihtilalci partinin maiyet memurları olan 'ihtilalci proleterya' oluruz; yükseldiğimiz zaman ise, kesemizin korkunç kudreti de artar."
Henry Ford ise Herzl'in düşüncesini daha açık bir şekilde ifade eder:
"Yahudi, Yahudi olmayanın her şeyine düşmandır. O, içgüdülerine uyduğu zaman kraliyete karşı cumhuriyetçi; cumhuriyete karşı sosyalist ve sosyalizme karşı Bolşevik kesilir."
Siyonistlerin gerek Musolini ve gerekse Hitler eliyle anti semitizmi canlı tutarak Yahudilerin Filistin'e göçünü hızlandırmış olmaları böyle bir mantığın ürünüdür. Herzl, aynı mantıkla; "Antisemitler bizim en emin dostlarımız, antisemit ülkeler müttefiklerimiz haline gelecekler"demiştir.
Bu göç politikasıyla Siyonistler, Filistin'de ki demografik yapıyı değiştirmişlerdir:
*1880'de Filistin'deki 500 binlik nüfusun 25 bini Yahudi idi.
*1882'den itibaren, Çarlık Rusya'sının büyük kıyımlarının ardından yoğun göçler başlar. 1882'den 1917'ye kadar Filistin'e 50 bin Yahudi gelir.
*Britanya'nın 31 Aralık 1922'de yaptırdığı sayımda, Filistin'de 757 bin kişi yaşıyordu. Bunların 663 bini Arap (590 bini Müslüman Arap ve 73 bini Hıristiyan Arap) ve 83 bini Yahudi idi (yani: yüzde 88 Arap ve yüzde 11 Yahudi).
*1920-1929 arasında 99.806 Yahudi göç etti.
*1934 de 40.000 1935 de 62.000 kişilik bir göç gerçekleşti.
*1945'ten önce yaklaşık 400 bin Yahudi, Hitler'in Yahudi düşmanlığından ötürü, Almanya'dan Filistin'e göç etmiştir.
*1947'de, İsrail devletinin kuruluş arifesinde, Filistin'deki toplam 1 milyon 250 bin nüfusun 600 bini Yahudi idi. "
1933’te Sovyetler Birliğindekiler hariç Avrupa Yahudilerinin sayısı 5 Milyon 600 bindi.
Bu rakamı 11.01.1945 tarihli New York Times yayınladı.
Bu sayıdan da 21 Haziran 1941’e kadar hiçbir vak’anın olmadığı Doğu Polonya’da Molotov-Ribbentrop hattı ötesindeki 1 milyonu çıkarmak gerekir(Marschalko, s.176).
Ayrıca, Yahudi kaynaklarında 1933-45 arası 1.5 milyon Yahudinin İngiltere, İspanya, Hindistan, Filistin gibi yerlere göç ettiği yazılıdır. Buna, ABD’ye muhtelif pasaportlarla giden Yahudiler de dahil değil(Atilhan, s.251).
Öyleyse, Avrupa’da, 1946’da, 1.559.600 Yahudi yaşamaktaydı. Hitler ve Himmler’in ulaşabildiği yerlerde azami maktul Yahudi sayısı ancak bu olabilir.
Fakat Amerikalı bazı yetkililerin harp sonrası temerküz kamplarında kaç kişinin kaybolduğu yönündeki araştırması bunu daha da netleştirmiştir.
1951’de yayınladıkları rapora göre, bu kamplarda 1.2 milyon insan ölmüştür.
Bu rakam, Yahudileri, Çingeneleri, Ukraynalıları ve bütün diğer milletleri içine almaktaydı.
Buna göre kaybolan Yahudilerin sayısı azami 500 bin veya 600.000’i geçmez (Louis Marschalko,Yahudiler s.187).
Yahudi çevreleri bu mali desteği neden sağladılar? Üstelik bu desteği, parti programında açıkça Yahudi aleyhtarlığı yapan bir lidere veriyorlardı. Seneler sonra ortaya çıkan Wilhelmstrasse gizli belgeleri ile bu olaya ilişkin fikirler oluştu. Bu belgelerde Siyonist Örgütler ile Hitler’ in anlaşma yaptıkları ortaya çıktı.
Yahudilere yapılan baskıya, Yahudi liderlerin destek verdiği ve mali olarak Hitler’ i de bu baskıyı yapması için destekledikleri bu belgelerde yer alıyor. Özellikle de zengin Yahudi ailelere gözdağı vermek amaçlarıydı. Bu yüzden de toplama kamplarına sadece sakat, engelli, yoksul Yahudiler getiriliyordu. Bunların yanında Romanlar ve Çingeneler de vardı. Bu korkutma ve baskıyla varlıklı Yahudiler satın alınan topraklara göçe zorlanmış oluyordu. Üstelik Hitler, devlet politikası olarak Yahudilere göçün önünü açıyordu.
Soykırım amacı olan bir diktatör niçin böyle bir göçe izin versin? Üstelik neden devlet politikasıyla da desteklesin? Göç etmek isteyen Yahudilerin göç organizasyonunu da Siyonistlerle birlikte yürütmüş ve sadece Filistin’ e göçe izin vermişlerdir.
Nazi subaylarından olan Adolf Eichmann bu göç organizasyonunun başında yer almış ve Macaristan, Çekoslovakya ve Avusturya’ da göç büroları kurdurmuştur. 1941′ e kadar bu bürolar aracılığıyla Eichmann yasalar çerçevesinde Yahudi göçünü yürütmüş ve 250 bini aşkın Yahudi’ nin Filistin’e göçünü gerçekleştirmiştir.
Hitler ilk olarak Romanya, Polonya, Avusturya ve Macaristan’ ı işgal etmiştir. Bunun sebebi de Yahudi nüfusunun bu ülkelerde daha çok olması olarak gösterilir.
Bizim de özellikle 2. Abdulhamid ile görüşmelerinden tanıdığımız gazeteci siyonist Theodor Herlz bu konu hakkında şöyle diyor:
Wilhelmstrasse’ nin gizli arşivleri, Hitler İmparatorluğu ile Yahudi Örgütleri arasında, Alman Yahudilerinin Filistin’ e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzaladığını ortaya koymaktadır.
“BİZİM HEP İNANMAMIZI İSTEDİLER
Önyargılarımızı ve seyrettiğimiz Hollywood filmlerini bir tarafa bırakalım… Ve şu kışkırtıcı soruyu kendimize soralım…
Peki, İsrail’in Dünya nezdinde en büyük mağduriyeti olan soykırım bir ‘tasarım’ olabilir mi? Hollywood’un yarattığı bir mit olabilir mi?
İsrail hep arsız ve şımarık bir çocuk gibi oldu. Her dediğini yaptırabilmek için olmadık yola başvuran, başaramadı mı hemen ağlayan, mağduru oynayan bir çocuk gibi.
Yahudi soykırımının gerçekten olup, olmadığına ilişkin tartışmalar 1950’lerden bu yana sürüyor. Az sayıda da olsa bazı bilim adamları 2. Dünya Savaşı sırasında yahudilere karşı baskı ve zulüm yapıldığını kabul etmekle beraber, anlatılan türde bir soykırımın olmadığını dile getirdiler. Ama asıl büyük çıkış 90’larda oldu. Farklı ülkelerden birkaç tarihçi ve araştırmacı soykırım üzerine esaslı bir araştırmaya giriştiler… Ancak büyük engellerle ve sorunlarla karşılaştılar.
6 Milyon Kişi Kaç Fırında Yakılmış Olabilir?
Yahudilere uygulanan soykırıma ‘holokost’ denir. Yani “yakarak imha etme…” Neden? Çünkü toplama kamplarında gazla veya başka şekilde de öldürülse cesetler fırınlarda yakılmıştı. Çünkü 6 milyon ceset ortalıkta yoktu. Hepsinin kül olduğu iddia ediliyordu…
Peki, 6 milyon kişiyi yakabilecek kapasitede kaç fırın vardı ve bir insanın yanması ne kadar zaman alırdı?
Ünlü Totonto davasında bütün bu teknik ayrıntılar ele alındı. Kanada’nın Calgary kentinde bir ölü yakma merkezinde müdür olarak çalışan Yvan Lagace’nin bilgisine başvuruldu.
Lagace bir rapor hazırlayarak, Birkenau toplama kampındaki fırınlar 24 saat tam kapasite çalışılsa bile en fazla 184 cesedin yakılabileceğini açıkladı. Yani fırınların hiç arıza yapmaması ve hiç ara verilmemesi halinde dahi, soykırımın yapıldığı iddia edilen 1941-1944 tarihleri arasında en fazla 150.000 cesedin yakılabileceğini söylüyordu.
O zaman şu soru kaçınılmaz oluyor. Soykırımda hayatını kaybettiği söylenen yahudi sayısı gerçekten 6 milyon mu?
6 milyon sayısını besleyecek ilk doneler savaş yıllarındaki gazetelerde çıkmaya başlamıştı.
3 Haziran 1942 tarihli New York Times gazetesi günde 1000 yahudinin kamplarda öldürüldüğünü yazıyordu. Gazetenin yalaşık bir öngörüyle söylediği rakam giderek kabul gördü. Kimse New York Times’ın kamp civarında muhabirinin olup, olmadığına dikkat etmedi.
Ama asıl kanaat, savaş suçlularının yargılandığı Nürnberg mahkemelerinde oluştu. Nürnberg mahkemesi Sovyet kaynaklarını açık delil olarak kabul etti. Buna göre 4 milyondan fazla yahudi hayatını kaybetmişti. Binlerce klasörlük dava dosyalarında her ayrıntı ele alınıyordu ama bu kadar insanın hangi yöntemle öldürüldüğüne değinilmiyordu. Yani ortada bir suç varsa suç aleti de olmalıydı.
Roger Garaudy’in araştırma sırasında gündeme getirdiği sorunlardan bazıları şunlardı:
“Tesirini göstermesi için Zyklon-B gazı için ne kadar süre gerekiyordu?”
“Kapalı bir yerde bu gaz ne kadar süre etkili kalıyordu?”
“Bu gazın kullanılmasından yarım saat sonra aynı oldaya maskesiz girmek mümkün mü?”
“Bir ölü yakma fırınında 20 dakikada kadavrayı tamamen yakıp, kül etme imkanı var mıdır?”
“Ölü yakma fırınları gece gündüz aralıksız çalışabilirler mi?”
Garaudy’nin soruları uzayıp, gidiyor. Ama bu soruların hiçbiri Nürnberg’te gündeme gelmemişti. Peki toplu öldürmelerin nasıl olduğu iddia edilmişti?
İki yöntemle: Birincisi Zyklon B adı verilen bir gazla… Bu, hidrojen ve siyanür karışımı bir gazdı. Kullanıldığı her yerde kalıcı izler bırakıyordu. Diğer ise dizel motorla çalışan kamyonların egzoslarından çıkan gazla… Yani bir kamyon gaz odasının kapısına yanaşıyor ve motorunu sürekli çalıştırıp, odanın içine egzosundan gaz salıyor… ve böylelikle bir değil, beş değil, on değil… En iyimser tahminle sadece Auschwitz toplama kampında 1 milyon kişi öldürülüyor. Kaç kamyon, kaç günde, kaç kişiyi öldürebilir? Bu sorular cevapsız kalmıştı…
Yıllar sonra Fred Leuchter, gaz odalarının duvarlarından kopardığı parçaları Amerika’ya götürüp, analiz etti. Hidrosiyanikasit izine rastlanmadı. Oysa “Zyklon-B” adlı gazın, yıllar geçse de mutlaka bir izi kalması gerekiyordu. Leuchter, yaptığı analizleri “Leuchter Report – Leuchter Raporu” başlığı altında topladı. Peki Leuchter bu çalışmayı kim adına yapmıştı?: Ernst Zundel !
Zundel bir Alman bilim adamıydı. Yahudi soykırımını tümden reddediyordu. Ama asıl üzerinde çalıştığı konu, gaz odalarının olup, olmadığıydı.
Leuchter’in Zundel için hazırladığı rapor bir anda şimşekleri üzerine çekti.
Leuchter, Kaliforniya eyaletinde idam cezalarında bulunan bir danışmadı. Uzun yıllar bir çok idamın infazında bulunmuştu. Gazla öldürmenin pahalı ve zor bir yöntem olması bir yana, 1940’lı yıllarda yalıtımın sağlanmasının ve ölümlerden sonra odanın temizlenmesinin çok zor olduğunu belirtiyordu. Leuchter’e göre “ölüm kamplarında” basit bir yalıtım tekniğinden bile söz etmek mümkün değildi.
Krematoryumlarda yakma yönteminde ise, Leuchter’e göre “Bir ceset 1,25 saatte, başka bir değişle 19,2 ceset 24 saatte yakılabilirdi. Buradan hareketle, Auschwitz-Birkenau kampında yalnızca “82.092” ceset yakılmış olabilirdi”. Ayrıca bu kadar insanı yakacak kadar kömürün nereden geldiğinin de bilinmediğini açıkladı.
Hem Leuchter hem de Zundel Amerika’daki nefret yasalarına karşı gelmekten yargılandılar. Ama Leuchter Raporu en azından bir şeyi başarmıştı: Ölülerin sayısını tartışmaya açmayı! Auschwitz’deki kampın girişinde asılı duran tabelada yazan ölü sayısı 4.000.000’dan 1.000.000’a indirildi. Ayrıca kamp gaz odası ve fırın olarak ziyarete açılan yerlerin bir kısmının sonradan sembolik olarak inşa edildiği gerçeğini de Zundel ispatladı.
Soykırım iddialarına en büyük dayanaklardan biri de Anna Frank adlı küçük kızın tuttuğu günlüktür. Bir çok Hollywood filmi bu günlükten hareketle yapıldı. Soykırıma karşı duran bir başka araştırmacı David Irving, bunun tamamen bir kurmaca roman olduğunu yine teknik gerekçelerle ‘izah’ etti. Irving’e göre 1942-1944 yılları arasında tutulduğu öne sürülen bu günlük, küçük bir kız çocuğunun yazamayacağı tanımlamalar ve anlatımlar içerir. Ayrıca elyazısı da bir çocuğun yazabileceği türden değildir.
Ancak bu açıklamalardan sonra Irving de taş yağmuruna tutuldu.
Soykırımın gerçekte olup, olmadığına ve ölü sayısının ne kadar olduğuna ilişkin bir çalışma yapmak ateşten gömlek giymek gibidir… Bu konuda soru sormanız bile faşist ve anti-semit damgası yemeniz için yeterli olur…
Aksi tartışılamayan bir gerçek bilimsel sayılabilir mi? Oysa batıda bugün “Soykırım oldu mu?” sorusunu sormak bile hapisle cezalandırılıyor.
Yukarıda çalışmalarından çıkan sonuçlara yer verdiğim Robert Faurisson, David Irving, Roger Garaudy, Ernst Zundel, Fred Leuchter gibi bilim adamları türlü karalamalara, hapis cezalarına, tehditlere ve şiddete karşın (evet, bir çoğu fiziksel şiddete maruz kaldı) hala hakikati sorgulamaya devam ediyorlar.
Roger Garaudy: Fransız düşünür-yazar. 1913’te Marsilya’da doğdu. Sorbonne’dan mezun oldu. 1954 yılında SSCB Bilimler Akademisi’nden doktorasını aldı. Fransız Komünist Partisi üyesiydi. Marksizm kuramı üzerine çok sayıda çalışmaya imza attı. Jean Paul Sartre’a yakınlığıyla biliniyordu. 1980’den sonra soykırım üzerine çalışmaya başladı. İlk bulguları onu hayrete düşürdü. Bütün çalışmalarını bu konuya yöneltti. Anti-semit ve faşist suçlamalarından kurtulamadı.1982 yılında Müslüman oldu. Yazdığı “İsrail: Mitler ve Terör” kitabını Avrupa’da bastıramadı.
Ernst Zundel: 1940 doğumlu Alman araştırmacı… Yaşamının büyük bölümünü Kanada’da geçirdi. Soykırım araştırmalarına başlayınca Kanada’dan sınırdışı edildi. Saldırıya uğradı. En son 5 yıl hapis cezası aldı… “Beni hapse atsanız da gerçekleri saklayamayacaksınız” dedi.
David Irving: İngiliz tarihçi… İkinci Dünya Savaşı üzerine çalışırken soykırımın gerçek olup, olmadığını sorguladı. Bu konuda çok sayıda kitap yazdı, hapse atıldı… Cezaevinden çıkışında “Yemin ederim ki soykırım yok” dedi. Tekrar hapis cezası aldı. Uğradığı saldırılardan birinde yediği dayaktan dolayı gözlerini 3 ay hiç açamadı…
Prof. Robert Faurisson: Fransız tarihçi… “32 yıldır birilerinin bana gaz odasını göstermelerini bekliyorum” diyor… Araştırmalarından dolayı 5 kez hapse atıldı. Onlarca sayfalık raporlarla gaz odalarının ve fırınların gerçek olmadığını yazdı. “Eğer gaz odası varsa, ben o odada gazla öldürülmeye hazırım” dedi ve defalarca saldırıya uğradı.
Mahkemeyi Gülerek İzlediler, İdama Gittiler!
Nazi Partisi’nin yöneticileri soykırım talimatı verdi mi? Bu konuda da somut bir belgeye rastlanması. En büyük savaş suçlusu olarak kabul edilen Adolf Eichmann yıllar sonra Arjantin’de yakalanmış ve İsrail gizli servisi ajanları tarafından İsrail’e getirilerek yargılanmıştı. Ancak Eichmann ısrarla ve inatla soykırım talimatı vermediğini ve almadığını söyleyip, durdu. Sadece “nihai çözüm”den bahsetti. Nihai Çözüm de yahudi nüfusunun Avrupa’dan göç ettirilmesiydi. Bunun için Kudüs müftüsü Hacı Emin El Hüseyni (Yaser Arafat’ın amcası – Eski Teşkilat-ı Mahsusa askeri) ile pazarlık yaptıklarını ve Hüseyni’ye yüklü miktarda para vererek yahudileri Filistin bölgesinde göç ettirdiklerini söyledi. Asıl düşüncelerinin Madagaskar Adası olabileceğini ama Filistin’e göçün mümkün olduğunu, bununla beraber kesinlikle bir soykırım emri verilmediğini anlattı. Elbette bunlar dikkate alınmadı…
Nürnberg mahkemelerinde yargılanan Nazi savaş suçluları ise o kadar kendilerinden emindiler ki, çoğu davayı gülerek izliyordu. İnandırıcı bulmuyorlardı. Ama davanın seyrine bakarak işin giderek ciddileştiğini fark ettiler… Sonuç bir çoğu için idamdı.
Alıntı kaynağı : “BİZİM HEP İNANMAMIZI İSTEDİLER / MA’AMİN” (sayfa 49-56)
Gürkan Hacır | Destek Yayınevi, Mayıs 2010
Antisemitizm’in anayurdu batıdır : Müslümanların Müslüman kalarak Yahudi ve Hıristiyanları razı etmeleri mümkün değildir. Yahudi ve Hıristiyanların kendi dinlerinden farklı dinlere, dillere ve renklere asla tahammülleri yoktur.
Antisemitizm’in anayurdu batıdır(1)
YENİ AKİT - Mustafa Çelik
Rabbimiz buyuruyor:
“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” (Bakara Sûresi/ 120)
Müslümanları dinlerinden, imanlarından döndürüp kendileri gibi yapmak için işkence, baskı, talan, asimilasyon konusunda Yahudi ve Hıristiyanlar müşterek hareket ederler. Onların müştereki aslileri, Antisemitist olmalarıdır. Yahudi Terör Üssü İsrail, Filistinlileri soykırımdan geçirirken Hıristiyan küresel katil Amerika silah ve mühimmat yardımında bulunuyor. Batı’da bu olayı seyrediyor, onaylıyor.
Batı, bir vahşetler yumağıdır. Batı, farklı dinleri, dilleri ve renkleri kabul etmeyen bir Firavun’dur. Kendisiyle ters düşen tüm unsurları ezen, sömüren, talan eden, katleden, olmadı bünyesinde eriten bir medeniyet anlayışına sahiptir. Bu medeniyete “Çağdaş Küresel İngiliz-Yahudi Medeniyeti” demek mümkündür. (Çağdaş Küresel Medeniyet/ Dr. Teoman Duralı) Sh: 13-25, İst/ 2013) Amerika, İngiltere, Fransa, İsrail hegemonsa sonlandırılmadan, “Avrupa Birliği”, “Birleşmiş Milletler Teşkilatı”, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” ve benzeri Batı değerlerine bağlı kurum ve kuruluşlar dağıtılmadan, lağvedilmeden dünyada insanlığa karşı gerçekleştirilen katliamlar, soykırımlar, talanlar, dayatmalar son bulmaz. Rusya ve Çin’in eliyle gerçekleştirilen katliamların, soykırımların son bulması da bunların dağıştılmalarına bağlıdır. Çünkü kâfirler tek millettir.
Osmanlı geleneğine bağlı hiçbir Müslüman antisemitizm yapmaz. 1492’de, İspanya’dan kovulan Yahudileri kabul eden Osmanlıların torunları olan bizler ne antisemitizm yaparız, ne de başka bir kavmi dininin, dilinin ve renginin farklılığından dolayı toptan imha ederiz. Ancak gerçeklerin bilinmesinde de yarar vardır. Fatih Sultan Mehmed Han’ı, yalancıktan ihtida etmiş, Yakub ismini almış Yahudi doktor Maestro İacobo zehirleyip öldürmemiş miydi? Birinci dünya harbinde Yahudiler, Siyonist lejyonları kurarak Gelibolu’da ve Filistin cephesinde velinimetleri Türklere karşı savaşmamışlar mıydı?
1492’de dindaşlarını ve ırkdaşlarını Türkiye’ye kabul eden Müslümanlara vefa borçlarını böyle mi ödemişlerdir? Ziya Gökalp’ın yakın arkadaşı Yahudi Moiz Kohen, asıl adını gizleyen Tekin Alp ismiyle kitap yazıp, bunun bir bölümüne “Kahrolsun Şeriat!” başlığını koyarken Müslümanlara karşı Antisemitizm yapmıyor muydu? İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin diri diri yanmalarından kurtulmasını sağlayan Türkiyeli Müslümanlardır. Kitablarına ihanet ederek, peygamberlerini katlederek insanlıktan çıkmış olan kavimlerin lügatlarında sadakat ve liyakat olmaz. Vicdanları delinmemiş, beyinleri satılmamış tarihçilerin şehadetiyle sabittir ki; şayet Osmanlı devleti olmasaydı, bugün yeryüzünde Yahudi ırkı diye bir şey kalmayacaktı.
YAHUDİ SOYKIRIMI YALANI
YAHUDİ SOYKIRIMI YALANI
Yahudileri yok etmeye çalışan Antisemitist Batının elinden Yahudilerin kurtarıcısı Osmanlı devleti olmuştur.
Örneğin, 1683’deki İkinci Viyana gerilemesinden sonra Habsburglar’ın Sırbistan ve çevresini işgâlleriyle canlarını kurtarmak isteyen Yahudiler hemen güneye ve güvenli Osmanlı topraklarına bir daha çekildiler. Ukraynalı Bogdan Çmielniki askerlerine Yahudileri kılıçtan geçirme buyruğu verdiğinde, kendilerini kurtarabilenler hemen güneye Osmanlı toprağına indi. Napolyon Savaşlarını izleyen tutucu ve gerici Avrupa ortamından kaçan Yahudiler de gene Türklere sığındı ve iyi karşılık buldu. Balkanlar 1821’deki Yunan başkaldırmasıyla birlikte Türklerden ve öteki Müslümanlardan temizlenirken, birçok Yahudi de onlara katılarak geldiler. Birçoğu da Türklerle birlikte orada öldürüldüler. Bu kıyım Yunanistan’da başlayarak önce Ege adalarına, sonra Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya’ya sıçradı. Ölenler Hıristiyan olmadığı için, bu gerçekler Batı’da bilinmiyor. Çarlık Rusyası Orta Asya’ya doğru ilerledikçe, önlerindeki Türkî Tatar Hanlıklarını ortadan kaldırır ve Türkmenleri baskı altına alırken, Yahudilere de benzer siyaset uyguladı. Britanya Osmanlı toprağı Mısır ile Kıbrıs’a ve Fransa da Afrika’nın kuzey-batısında Fas ile Osmanlı toprağı Tunus’a ve Cezayir’e el koyduktan sonra, oralardaki Yahudilerin önemli bölümü de gene elde kalan Osmanlı topraklarında çıkar yol aradılar. Birinci Balkan Savaşını (1912) Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’ın kazanmasıyla, Türklere sığınanlar arasında Yahudiler de vardı. Birinci Dünya Savaşının ilk yıllarında Doğu Anadolu’da görülen Rus ilerlemesi o yörelerdeki Yahudilerin de daha güvenli yerlere çekilmelerine yol açtı.
Örneğin, 1683’deki İkinci Viyana gerilemesinden sonra Habsburglar’ın Sırbistan ve çevresini işgâlleriyle canlarını kurtarmak isteyen Yahudiler hemen güneye ve güvenli Osmanlı topraklarına bir daha çekildiler. Ukraynalı Bogdan Çmielniki askerlerine Yahudileri kılıçtan geçirme buyruğu verdiğinde, kendilerini kurtarabilenler hemen güneye Osmanlı toprağına indi. Napolyon Savaşlarını izleyen tutucu ve gerici Avrupa ortamından kaçan Yahudiler de gene Türklere sığındı ve iyi karşılık buldu. Balkanlar 1821’deki Yunan başkaldırmasıyla birlikte Türklerden ve öteki Müslümanlardan temizlenirken, birçok Yahudi de onlara katılarak geldiler. Birçoğu da Türklerle birlikte orada öldürüldüler. Bu kıyım Yunanistan’da başlayarak önce Ege adalarına, sonra Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya’ya sıçradı. Ölenler Hıristiyan olmadığı için, bu gerçekler Batı’da bilinmiyor. Çarlık Rusyası Orta Asya’ya doğru ilerledikçe, önlerindeki Türkî Tatar Hanlıklarını ortadan kaldırır ve Türkmenleri baskı altına alırken, Yahudilere de benzer siyaset uyguladı. Britanya Osmanlı toprağı Mısır ile Kıbrıs’a ve Fransa da Afrika’nın kuzey-batısında Fas ile Osmanlı toprağı Tunus’a ve Cezayir’e el koyduktan sonra, oralardaki Yahudilerin önemli bölümü de gene elde kalan Osmanlı topraklarında çıkar yol aradılar. Birinci Balkan Savaşını (1912) Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’ın kazanmasıyla, Türklere sığınanlar arasında Yahudiler de vardı. Birinci Dünya Savaşının ilk yıllarında Doğu Anadolu’da görülen Rus ilerlemesi o yörelerdeki Yahudilerin de daha güvenli yerlere çekilmelerine yol açtı.
Savaş sonunda Osmanlı başkenti İstanbul’u işgâl eden İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar Rusya’dan kaçıp gelerek Marmara Denizi çevresinde bulunan Yahudilerin durumlarını iyileştirmek için hiçbir şey yapmadılar.Osmanlı toplumu Avrupa’da baskıdan kaçan kişi ve türlü kümelerin de sığındıkları yer oldu. Macaristan, Polonya ve İsveç’ten kaçmak zorunda kalan yöneticiler ve siyaset adamları güvenliği Osmanlı devleti buldular. Osmanlı devleti, insanlığın son kurtuluş adasıydı. Batı onu da yıktırdı.
Yahudileri soykırıma tabi tutan İslâm Âlemi değil, Batı Âlemidir. Yahudilere karşı düşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşı.ayırt edici tedbirler alınmasını isteyenlerin görüşü veya tutumu. Roma imparatorluğunda (İskenderiye’de Yahudi katliamı) antisemitizm, bir cezalandırma (İsa’nın çarmıha gerilişinin intikamını almak) ve önleyici tedbir olarak tasarlanmıştı (Hıristiyan inancını her türlü Yahudi sızmasından koruma). Ortaçağda Yahudiler aleyhine saçma söylentiler (meselâ Hıristiyan çocuklarının Yahudi âyinlerinde kurban edilmesi) dolaştı: Haçlı seferleri halkın bu inançlarını körükledi. Yahudiler Fransa’dan, İngiltere’den, Almanya, İtalya ve İspanya’dan kovuldular. Batı Avrupa’da zulüm görünce Doğu Avrupa’ya sığındılar. Dini sebeplere iktisadi sebepler eklendi. Faizle para vermek Hıristiyanlara yasaktı; Yahudiler rehin karşılığı ödünç verir oldular. Toprak sahibi olamayacakları için şehirlere akın ettiler, borçluların kinini ve başarıları ile herkesin kıskançlığını uyandırdılar. Yahudilere karşı alınan tedbirler kaldırılınca bazı Yahudiler, özellikle XIX. yy. da mali, iktisadi ve siyasi alanlarda önemli mevkiler edindiler; bunun üzerine Yahudi aleyhtarlığı birçok nazariyeci tarafından doktrin haline getirildi, XIX. yy. sonlarında da birçok memlekete yayıldı. Fransa’da daha çok bir doktrin çerçevesinde kaldı (Drumont, 1890’a doğru) ve Dreyfus meselesi ile doruğuna vardı. Fakat Çarlık Rusyası’nda ve Doğu Avrupa’da kanlı pogromlara ve soygunlara yol açtı. Antisemitizmin en şiddetli şekillerinden biri 1933’ten sonra Hitler ve Nazi partisi tarafından ortaya atıldı, Almanya’da ve İkinci Dünya savaşında Alman orduları tarafından işgal edilen memleketlerde uygulandı. Yahudilere karşı alınan tedbirlerin hedefi, bu maksatla hazırlanmış toplama kamplarında sistemli bir şekilde yok edilmeleri idi. 1933 ile 1945 arası en azından altı milyon Avrupalı Yahudi öldürüldü; en büyük katliam Polonya’da yapıldı.
Bugün, sosyal planda antisemitizm bazen Yahudilerle temastan kaçınma şeklinde olur. Bu durum birçok memlekette, özellikle A.B.D.’de, hattâ en önemli Yahudi cemaatinin toplu olarak bulunduğu New York’ta bile görülmektedir.
Yahudiler, Hitler ve Nazi partisi tarafından tabi tutuldukları soykırım cinayetlerinin intikamını Filistinli Müslümanlardan almaya çalışıyorlar. Hitler, yeni Hitler doğurdu. İsrail’deki her bir yönetici aynı zamanda Filistinli Müslümanları soykırıma uğratmaya çalışan bir Hitler’dir.
İslâm toprağı olan Filistin’de Siyonizm bir Yahudi devleti kurabilmek, Yahudileri bu devletin çatısı altında toplayabilmek için Antisemitizme ihtiyaç duydu. Dolayısıyla Ortadoğu’da Antisemitizm, Yahudiliğin bir icadıdır. Çünkü Antisemitizme Siyonizmin ihtiyacı vardı.
Yahudiler, Hitler ve Nazi partisi tarafından tabi tutuldukları soykırım cinayetlerinin intikamını Filistinli Müslümanlardan almaya çalışıyorlar. Hitler, yeni Hitler doğurdu. İsrail’deki her bir yönetici aynı zamanda Filistinli Müslümanları soykırıma uğratmaya çalışan bir Hitler’dir.
İslâm toprağı olan Filistin’de Siyonizm bir Yahudi devleti kurabilmek, Yahudileri bu devletin çatısı altında toplayabilmek için Antisemitizme ihtiyaç duydu. Dolayısıyla Ortadoğu’da Antisemitizm, Yahudiliğin bir icadıdır. Çünkü Antisemitizme Siyonizmin ihtiyacı vardı.
Batı’da antisemitizm sorunu Yahudi Terör Üssü İsrail’in Siyonoizm ideolojisini geliştirmeye başlamasından önceye dayanır. Yani Batı’daki antisemitizmin tarihi ideolojik Siyonizmin tarihinden daha eskidir. Dolayısıyla ideolojik Siyonizmin var olan bir sorunu kendi lehine kullandığını ve bunu başarabilmek için de söz konusu sorunu sürekli gündemde tutma, hatta etkinliğini artırma yoluna gittiğini söylemek, gerçeğe muhalif bir durum değildir. İdeolojik Siyonizmin örgütsel çalışmalarında ve Amerika’nın Ortadoğu Terör Karakolu olma sürecinde en çok antisemitizmden faydalandığı inkâr olunamaz bir gerçektir.
Bugün de Siyonist İsrail, Gazze’de gerçekleştirdiği katliam, soykırım faciasında da antisemitizmden faydalanmak istiyor. Şunu bilelim ki; Gazze Faciası karşısında Siyonist İsrail rejiminin ve dünyadaki Siyonist odakların ve onların baş hâmisi olan Amerikan emperyalizminin karşısına dikilmek,anti-semitizm suçlamasıyla susturulamaz asil bir duruştur. İmanı olan her Müslüman, vicdanı delinmemiş her insan, Yahudi Terör Üssü İsrail’i düşman ilan etmelidir. Yahudi Terör Üssü İsrail sadece Filistinli Müslümanların değil, bütün insanlığın düşmanıdır.
Bu dünyada Yahudiler rahat etmek, huzurlu yaşamak istiyorlarsa, yapacakları tek şey; Filistin İslâm Devleti’nin kurulmasına engel olmaktan vazgeçip Filistin İslâm Devleti’nin himayesine sığınmaktır. Filistin İslâm Devleti’ne cizye vermek suretiyle din, mal, nesil, can ve akıl emniyetlerine kavuşabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder